Önceki bölüm için tıklayınız.
Müdlic Oğullarının Peygamberimiz (a.s.) Hakkındaki Teşhisleri
Peygamberimiz (a.s.) bir gün çocuklarla oyuna dalarak Redm’e[284] kadar varıp dayanmışlardı.
Orada, Müdlic oğullarından bir cemaat, Peygamberimiz (a.s.)ı yanlarına çağırdılar.
Kendisinin iki ayağına baktılar ve izini izlediler.
O sırada, Abdulmuttalib’le karşılaşıp kucaklaştılar.
Abdulmuttalib’e:
“Bu çocuk senin neslinden midir?” diye sordular.
Abdulmuttalib:
“Oğlumdur” dedi.[285]
Müdlic oğulları:
“Onu iyi koru! Çünkü, biz, Makam’daki ayak izine bununkinden daha çok benzeyenini görmedik” dediler.
Abdulmuttalib, oğlu Ebu Talib’e:
“Bak! Bunlar ne söylüyorlar? İşit!” dedi.
Bunun için, Ebu Talib, Peygamberimiz (a.s.)ı titizlikle korur dururdu.[286]
Müdlic oğulları; kıyafet, alâmet ve ayak izlerinden anlamaktaki maharetleriyle tanınırlardı.[287]
Makam-ı İbrahim, üzerinde İbrahim (a.s.)ın iki ayağının izi bulunan mübarek bir taş olup,[288] Kur’ân-ı Kerîm’de de “Makam-ı İbrahim” diye anılır.[289]
Necran Uskufu’nun[290] Peygamberimiz (a.s.) Hakkındaki Teşhisi
Abdulmuttalib, bir gün, Kabe’nin yanında, Hicr’de oturuyor, kendisinin dostu olan Necran Uskufu da yanında bulunuyordu.
Uskuf, söz arasında:
“İsmail oğullarından gelecek olan son peygamberin sıfatını kitablarda bulduk. Kendisinin doğum yeri burasıdır. Sıfatları da şöyledir, şöyledir” diyerek onları birer birer saydığı sırada, Peygamberimiz (a.s.) oraya geliverdi. Uskuf ona baktı. Onun gözlerine baktı, arkasına baktı, ayaklarına baktı da:
“İşte o, budur! Bu çocuk senin neslinden midir?” dedi.
Abdulmuttalib:
“Oğlumdur” dedi.
Uskuf:
“Biz onun babasını kitablarda sağ bulmadık!?” dedi.
Abdulmuttalib:
“O, benim oğlumun oğludur! Bu daha doğmadan, annesi buna hamile iken, babası vefat etmişti” deyince, uskuf:
“Şimdi doğrusunu söyledin!” dedi.
Abdulmuttalib, oğullarına:
“Kardeşinizin oğlunu iyi koruyunuz! Onun hakkında söylenilen şeyi işitmiyor musunuz?” dedi.[291]
Abdulmuttalib Dedenin Peygamberimiz (a.s.) Hakkında Ümmü Eymen’i Uyarışı
Peygamberimiz (a.s.)ın dadısı Ümmü Eymen Bereke derki:
“Resûlullah (a.s.)a bakarken, bir gün, dalmışım, onun yanımdan uzaklaşıp gittiğini bilememişim.
Abdulmuttalib birdenbire başucuma dikildi.[292]
‘Ey Bereke!’ dedi.[293]
‘Buyur!’ dedim.
‘Oğlumu nerede buldum, biliyor musun?’ dedi.
‘Bilmiyorum!’ dedim.[294]
‘Oğlumdan gaflet etme![295] Onu sidre ağacının yakınında, çocukların yanında buldum.[296] Kitab Ehli olanlar [Yahudiler ve Hıristiyanlar], bu oğlumun bu ümmetin peygamberi olacağını söylüyorlar.[297] Ben oğluma onların zarar vermeyeceklerinden emin değilim’ dedi.”[298]
Peygamberimiz (a.s.)ın Kaybolan Develerini Bulup Getirişi
Kindir b. Saîd, babası Saîd’den; Betiz b. Hakîm’in babasının da, dedesi Muaviye b. Hayda’dan görgüye dayanan rivayetine göne, demişlerdir ki:[299]
“Cahiliye devrinde yaptığım hacda,[300]Beytullah’ı tavaf ettiğim sırada, bir adam gördüm ki,[301] hem Beytullah’ı tavaf ediyor,[302] hem de:
‘Ey Rabbim! Muhammed’i bana geri çevir!’ diyerek yalvanyordu.
‘Kim bu?’ diye sordum.
‘Abdulmuttalib b. Hâşim’dir.[303] Bu, Kureyşîlerin seyyidi ve seyyidinin oğlu Abdulmuttalib b. Hâşim b. Abdi Menaf’tır’ dediler.
‘Muhammed, bunun neslinden midir?’ diye sordum.
‘Oğlunun oğludur ve o, kendisine insanların en sevgilisidir.
Kendisinin pek çok develeri vardır. İçlerinden birisi kaybolunca, onu aramaya oğullarını göndermişti. Oğullarının dönüşleri gecikince,[304] kaybolan deveyi aramaya oğlunun oğlunu da göndermişti. Onu hiçbir işe göndermezdi ki, o onu[305] başarmamış,[306] getirmemiş olsun.[307] Fakat, bu sefer o da gecikti, eğlendi kaldı’ dediler.[308]
Aradan çok geçmeden,[309] daha bulunduğum yerden ayrılmadan,[310] torunu[311] peygamber[312] Muhammed (a.s.) deve ile[313] çıkageldi.[314]
Abdulmuttalib onu kucaklayıp bağrına bastı.[315]
‘Yavrucuğum![316] Ben sana öyle üzüldüm ki, ben hiçbir şeye bunun kadar üzülmem isimdir. Vallahi,[317] ben bir daha seni hiçbir hacete göndermeyeceğim.[318] Bundan sonra, seni hiçbir zaman yanımdan ayırmayacağım’ dedi.”[319]
Abdulmuttalib Dedenin Yağmur Duası İçin Peygamberimiz (a.s.)ı Ebu Kubeys Dağına Omuzunda Çıkarışı
Mahreme b. Nevfel’in.[320] Abdulmuttalib’le yaşıt olan[321] annesi Rukayka’dan (Rukayye’den) işitip rivayet ettiğine göre; annesi, şöyle demiştir:
“Ardarda gelen kuraklık ve kıtlık yılları,[322] Kureyşîlerin bütün malvarlıklarını alıp götürmüş;[323] yerleri,[324] süt veren memeleri,[325] vücudun derilerini kurutmuş,[326] zayıflatmış, kemikleri inceltmişti.[327]
Ben, uyurken[328] veya uyuklarken,[329] birisinin:
‘Ey Kureyş cemaatı! İçinizden gönderilecek olan o peygamberin zuhuru zamanı bu zamandır![330]
Zuhur zamanının gölgesi üzerinize düşmüştür![331]
Size, o, hayırlı yağmurlar, bolluk ve ucuzluklar getirecektir.[332]
Bakınız: İçinizde, soyca en üstününüz ve şerefliniz; uzun boylu, iri kemikli, ak tenli, iki kaşının arası birbirine yakın, kirpikleri ve saçı uzun, yanakları düz, bumu ince ve yüksekçe olan zât ve oğulları çıksın.
İçinizden, her kabileden de birer adam çıksın.
Onlar, yıkansınlar, güzel koku sürünsünler. Sonra, Hacerü’l-Esved’i istilam etsinler.
Sonra, Ebu Kubeys dağının tepesine çıksınlar.
Vasıfları anlatılan zât ileri geçip dua etsin.
Oradaki cemaat da, ‘Âmin!’ desinler.
Yağmura kavuşursunuz!’ diyerek bağırdığını işittim.
Sabaha çıkınca, rüyamı anlattım.[333]
Baktılar da, bu sıfatlan Abdulmuttalib’in sıfatına uygun buldular.[334] Haremin hürmetine andolsun ki, Mekke vadisinde bulunan herkes:[335]
‘Bu, ancak ve ancak, Şeybetü’l-hamd’dir! Bu, Şeybetü’l-hamd [Abdulmuttalib]’dir!’ dediler.[336]
Mekke’de böyle demeyen hiç kimse kalmadı.[337]
Hep Abdulmuttalib’in üzerinde ve başında toplandılar.
Her kabileden birer adam çıkıp emrolunanları yaptılar.[338]
Sonra da, Peygamberimiz (a.s.) yanlarında olduğu halde, Ebu Kubeys dağının üzerine çıktılar.[339]
Abdulmuttalib Dede, o zaman yedi yaşında bulunan Peygamberimiz (a.s.)ı dağın üzerine, omuzunda çıkardı.[340]
Abdulmuttalib Dede, yanında Peygamberimiz (a.s.) olduğu halde, ayağa kalktı.
Cemaat da Abdulmuttalib’in iki yanında sıralandılar.[341]
Abdulmuttalib, cemaatın önüne geçti.[342]
Ellerini kaldırdı.[343]
‘Ey ihtiyaçları karşılayan, sıkıntıları kaldırıp ferahlatan Allah’ım! Herşeyi öğretilmeden bilen, her nimeti istenilmeden, esirgemeden veren Sensin![344]
Bunlar, Senin erkek kulların[345] ve erkek kullarının oğullarıdır.[346]
Şunlar da, Senin kadın kulların[347] ve kadın kullarının kızları[348] ve onların oğulları dir.[349]
Senin Harem’inin yanında barınıyorlar.[350]
Ardarda gelen kuraklık yıllarının davarları, develeri yok ettiğinden, Sana şikâyetleniyorlar![351]
Bizler, bildiğin şeye, musibete uğramış bulunuyoruz.
Ardarda gelen şu kuraklık yılları develeri, davarları alıp götürdü, yok etti.[352]
Allah’ım! Duamızı kabul buyur![353]
Üzerimizdeki kıtlığı gider! Bize, bolluk ve ucuzluk getirecek yağmuru acele yağdır!’ diyerek dua etti.[354]
Kâbe’ye,[355] Kabe’nin Rabbine[356] andolsun ki; daha bulundukları yerden ayrılmamışlardı ki,[357] gök yarılıp suyunu boşaltmaya başlamış,[358] Mekke vadisi sel sularıyla dolmuştu.[359]
Kureyş’in yaşlılarından ve ulularından Abdullah b. Cüd’an ile Harb b. Ümeyye ve
Hişam b. Mugîre’nin, Abdulmuttalib’e:
!Henîen leke Ebe’l-Bathâ=Ey Mekke halkının atası! Senin içindir, senin sayendedir bu ihsan![360] Sen, Mekkelilere hayat bahşettin!’ dediklerini işittim ve kendisini böyle kutladıklarını gördüm.”[361]
Rukayka (Rukayye) Hatunun da, söylediği dört beyitlik manzumesinde, Yüce Allah’ın kendilerine Abdulmuttalib sayesinde yağmur ihsan ettiğini açıkladığı görülürse de;[362]
Gerek Ebu Talib’in Kureyş müşriklerine karşı Peygamberimiz (a.s.)ı savunan uzun şiirinde-ki “O’nun yüzü suyu hürmetine, Allah’tan yağmur istenir!” mealli 38. beyti; gerek Medinelilerin kuraklık ve kıtlığa uğramaları üzerine Peygamberimiz (a.s.)in duasıyla sağanak halinde yağmaya başlayıp Medine’yi seller içinde bırakan yağmurun Medine çevresine kaydırılması duasıyla dindiği görülünce, Peygamberimiz (a.s.)ın “Ebu Tâlib bu güne erişmiş olsaydı, buna sevinirdi!” buyurup, “Yâ Rasulallah! Herhalde, sen bununla Ebu Talib’in şu sözüne işaret etmek istiyorsun?” denilerek sözü geçen beyit okununca Peyamberimiz (a.s.)ın “Evet!” buyurdukları;[363] Hz. Âişe’nin de aynı beyti okuduğu zaman, Hz. Ebu Bekir’in “İşte, vallahi, bu, Resûlullah (a.s.)’dır!” dediği[364] göz önünde tutulmak, bu husustaki ihsanın Peygamberimiz (a.s.) için olduğu unutulmamak gerekir.[365]
Asım KÖKSAL (rh)
Devamı var.
Önceki bölüm
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024