Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Peygamber Efendimizin Doğumu ve Çocukluğu

Peygamber Efendimizin Doğumu ve Çocukluğu

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: Âsım KÖKSAL

Peygamberimiz (a.s.)ın Babası Hz. Abdullah’ın Vefatı

Peygamberimiz (a.s.)ın babası Hz. Abdullah, Hz. Amine ile evlendikten kısa bir müddet sonra,[57] Kureyşlilerin ticaret malları yüklü kafilelerinden bir kafileye katılarak Şam’a, Gazze’ye gitmişti. Satacaklarını satıp alacaklarını aldıktan sonra, oradan geri dönüldüğü sırada,[58] yolda hastalandı. Medine’ye gelince,[59] arkadaşlarına:

“Ben, burada dayılarım Adiyy b. Neccar oğullarının yanında biraz kalayım” dedi ve hasta olarak onların yanında bir ay kaldı.

Kafile arkadaşları, yollarına devam edip Mekke’ye geldiler.

Abdulmuttalib, onlardan, oğlunun nerede kaldığını sordu. Onlar da, “Onu gerimizde, dayıları Adiyy b. Neccar oğullarının yanında bıraktık. Kendisi hastadır” dediler.

Bunun üzerine, Abdulmuttalib, büyük oğlu Hâris’i acele Medine’ye yolladı. Haris Medine’ye vardığı zaman, Hz. Abdullah’ı vefat etmiş ve Adiyy b. Neccarlardan Nâbiga’nın evine gömülmüş buldu.

Hz. Abdullah’ın kabri Nâbiga’nın evinin içine girilince sol tarafa düşen küçük evindedir.

Dayıları; Abdullah’ın nasıl hastalandığını, olanca çabalarına rağmen kendisini kurtaramadıklarını ve Nâbiga’nın evine gömdüklerini Hâris’e anlattılar.

Haris, acele Mekke’ye dönüp babasına acı haberi verince, Abdulmuttalib de, Abdulmuttalib’in bütün oğulları ve kızları da son derece ağladılar.[60]

Hz. Abdullah, vefat ettiği zaman 25 yaşında idi.[61]

Peygamberimiz (a.s.) da, daha annesinden doğmamıştı.[62]

Hz. Âmine’nin Hz. Abdullah Hakkındaki Mersiyesi

Hz. Amine, kocası Hz. Abdullah için söylediği mersiyede şöyle dedi:

“Artık, Mekke’nin Batha tarafı, Hâşim oğullarından boşaldı.

O, ölümün davetine uyarak, evinden örtüler ve kefenler içinde çıkıp kabre gitti!

Fakat, ölüm insanlar arasında Hâşim oğlu gibi bir yiğit bulup onun boşluğunu dolduramaz.l

Bütün dostları ve arkadaşları, onun tabutunu taşımak için üşüşmekte ve elden ele almakta idiler.

Ne yazık ki, ecel hiç beklenmedik bir zamanda onu alıp götürdü!

Halbuki, o, cömert ve çok merhametli bir insandı .”[63]

Hz. Abdullah’ın Terikesi

Hz. Abdullah’ın, miras olarak bıraktığı;

Ümmü Eymen (Bereke) adında bir köle kadın,

Beş adet deve,

Birkaç davar,[64]

Bir adet kılıç,

Bir miktar gümüş paradan ibaretti.[65]

Peygamberimiz (a.s.)ın Doğumu, Doğum Tarihi ve Doğum Yeri

Peygamberimiz (a.s.); Fil yılında, Rebiülevvel ayının 12. Pazartesi günü,[66] tanyeri ağarırken,[67] Şı’b’daki evlerinde doğdu.[68]

Riyaziyecilere göre; doğum tarihi şemsî aylardan Nisan ayının yirmisine rastlamış,[69] Mısırlı Mahmud Felekî Paşa da, bunun Milâdî 571 yılı 20 Nisan Pazartesi gününe rastladığını hesapla doğrulamıştır.[70]

Peygamberimiz (a.s.)ın doğduğu ev: Şı’b’da, Hâşim’den Abdulmuttalib’e kalan, ondan da Peygamberimiz (a.s.)ın babası Hz. Abdullah’ın hissesine düşen ev olup, “Mevlid Sokağı” diye anılan Ebu Talib Şı’b’ı caddesinde, Leyl sokağında idi.[71]

Peygamberimiz (a.s.)ın doğumu gecesinde, Abdurrahman b. Avf’ın annesi Şifa Hatun da hazır bulunup ebelik etmiştir.[72]

Peygamberimiz (a.s.)dan üç yaş büyük olan amcası Hz. Abbas da; Hz. Âmine’nin bir oğlan çocuğu doğurduğu haber verilince, annesinin sabahleyin kendisini elinden tutup oraya götürdüğünü, Peygamber (a.s.)ın evlerinin ortasında yattığı yerde döşeğine ayağıyla vurduğunu hâlâ görür gibi olduğunu ve orada bulunan kadınların kendisini onun üzerine çekip “Öp kardeşini!” dediklerini bildirir.[73]

Doğum Gecesinde Vuku Bulan Önemli Hadiselerden Bazıları

1.Hz. Aişe’den rivayet edildiğine göre;

Mekke’de, ticaretle uğraşan bir Yahudi Peygamberimiz (a.s.)ın doğduğu gece, doğuşuna alâmet olan yıldızın doğduğunu görmüş, katıldığı Kureyş meclislerinden bir mecliste:

“Ey Kureyş cemaatı! İçinizden, bu gece çocuğu doğan oldu mu?” diye sormuştur.

“Vallahi, bilmiyoruz!” dediler.

Bunun üzerine, Yahudi:

“Ey Kureyş cemaatı! Size söylediğim şeyi ezberleyiniz! Bu gece, bu âhir zaman ümmetinin peygam­beri doğmuştur! Onun iki küreği arasında, üzerinde tüyler bulunan kırmızımtırak bir ben de vardır!” dedi.

Meclistekiler, Yahudi’nin sözlerinden hayrette kalarak meclisten dağıldılar. Onlardan her biri, evler­ine varınca, Yahudi’nin söylediklerini ailelerine haber verdiler.

Bazılarına, aileleri:

“Abdullah b. Abdulmuttalib’in bir oğlu doğdu. Kendisine, Muhammed ismini verdiler” dediler.

Onlar, o günden sonra, Yahudi’nin evine gidip:

“Bizim içimizde bir çocuk doğduğunu duydun mu, öğrendin mi?” dediler.[74]

Yahudi: “Ben size onun doğduğunu haber verdi ktien sonra mı, yoksa önce mi doğdu?” diye sordu.

“Önce doğdu!” dediler.[75]

Dileği üzerine, kendisini Hz. Âmine’nin evine götürdüler.

Yahudi, Hz. Âmine’den, oğlunu yanına çıkarmasını istedi; çıkarıldı.

Peygamberimiz (a.s.)ın arkasındaki peygamberlik hâtemini görünce, Yahudi bayıldı. Ayıldığı zaman, kendisine “Yazıklar olsun sana! Ne oldu sana?” dediler.

Yahudi:

“Vallahi, artık İsrail oğullarından peygamberlik gitti![76] Ellerinden Kitap da gitti! Bu, İsrail oğullarının öldürüleceklerine ve bilginlerinin de itibarlarının kalmayacağına verilmiş bir hükümdür! Araplar, peygam­berlikle, büyük bir izzet ve şerefe erecekler![77] Ey Kureyş cemaatı! Sevininiz! Vallahi, siz; haberi doğu­dan batıya kadar ulaşacak bir atilim ve yenme gücüyle güçleneceksiniz!” dedi.[78]

2.Medineli Müslümanlardan şair Hassan b. Sabit der ki:

“Ben, yedi sekiz yaşlarında, duyduklarımı kavrayabilecek, boylu boslu bir çocuktum.

Bir gün, Yesrib’de (Medine’de) bir Yahudi’nin köşk üzerinden en yüksek sesle:

‘Ey Yahudi cemaatı!’ diyerek bağırdığını işittim.

Yahudiler, etrafına toplanınca, ona:

‘Allah cezanı versin! Ne oldu sana?’ dediler.

O da:

‘Ahmed’in doğumunda doğacak olan yıldızı, bu gece doğdu!1 dedi.”[79]

İbn İshak:

“Hassan b. Sâbit’in torunu Saîd b. Abdurrahman’a:

‘Resûlullah (a.s.) Medine’ye geldiği zaman Hassan b. Sabit kaç yaşında idi?’ diye sordum.

Saîd:

‘Hassan, altmış yaşında idi. Resûlullah (a.s.) da, elli üç yaşında iken Medine’ye geldi’ dedi.

Demek ki, Hassan, o Yahudinin söylediğini yedi yaşında iken işitmiş” demiştir.[80]

Hz. Âmine’nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz (a.s.)a, ne hamileliği sırasında, ne de onu dünyaya getirirken hiçbir zahmet çekmemiş ve o doğarken de, doğu ile batı arasını aydınlatan bir nurun kendisinden onunla birlikte çıktığını görmüştür.[81]

Peygamberimiz (a.s.), doğarken, çocukların yere düştükleri gibi düşmeyip ellerini yere dayamış, başını semaya kaldırmış olarak doğmuştur.[82]

Muhammed (a.s.) doğunca, geleneğe göre sabaha kadar üzerine kapatılan çanağın yarılarak, yarığından kendisinin gözlerini semaya diktiği görülmüştür.[83]

“Doğrusu, biz bunun gibi bir çocuk görmedik!” denilmiştir.[84]

Şeytan; hayatında koparacağı dört çığlıktan birisini, bu kutlu doğum gecesinde koparmıştır.[85]

İran başkadısı ve din adamı Mubezan, rüyasında; birtakım serkeş develerin bir sürü yürük atları önlerine katarak Dicle ırmağını geçtiklerini, İran topraklarına yayıldıklarını görmüştür.

Save* gölünün suyu çekilmiştir.

Semave* vadisini su basmıştır.

Kisra’nın sarayından 14 şerefe yıkılmıştır.

İranlıların 1000 yıldan beri hiç sönmeden yanan ateşgedeleri sönüvermiştir![86]

Peygamberimiz (a.s.)ın Kâbe’ye Götürülüp Dua Edilişi

Hz. Amine; Peygamberimiz (a.s.)ı dünyaya getirdiği zaman, Peygamberimiz (a.s.)ın dedesi Abdulmuttalib’e:

“Bir oğlan torunun doğdu.[87] Gel de, gör onu!” diye haber saldı.[88]

Abdulmuttalib, o sırada Kabe’nin yanında, Hicr’de, oğlu, ve kavminden bazı kimselerle birlikte otu­ruyordu.

Müjdeci, ona:

“Âmine bir oğlan çocuğu doğurdu!” diye haber verince Abdulmuttalib çok sevindi ve hemen ayağa kalkıp yanındakilere birlikte Hz. Âmine’yi görmeye geldi .[89]

Torununa baktı.[90]

Hz. Âmine hamile iken düşünde gördüğü şeyleri; kendisine neler söylendiğini ve koyacağı isim hakkında ne emir verildiğini Abdulmuttalib’e anlattı .[91]

Abdulmuttalib torununu bir kumaş parçasına sarılmış olduğu halde[92] kucağına alıp Kabe’ye girdi.

Orada, Allah’a dua ve ihsanından dolayı şükranını arz ettikten sonra, onu annesine gönderdi.[93]

Oğlu Ebu Talib’e de:

“Bu, benim sana, yanında bulundurup üzerine kanat gereceğin emanetimdir. Muhakkak, bu oğlu­mun hal ve şânı yüce olacaktır!” dedi.[94]

Peygamberimiz (a.s.)ın Hz. Âmine ve Süveybe Hatun Tarafından Kısa Bir Müddet Emzirilişi

Peygamberimiz (a.s.)ı; önce annesi Hz. Amine,[95] üç gün veya yedi gün emzirdi.[96]

Bundan sonra, Süveybe Hatun, oğlu Mesruh ile birlikte, günlerce emzirdi.[97]

Süveybe Hatun, daha önce Hz. Hamza’yı, sonra da, Peygamberimiz (a.s.)la birlikte, Ebu Seleme b. Abdulesed’i de emzirmişti.

Bunun için, Hz. Hamza ile Ebu Seleme, Peygamberimiz (a.s.)ın süt kardeşi idiler.[98]

Peygamberimiz (a.s.); Mekke’de iken, Süveybe Hatuna harçlık verir, Hz. Hatice de ona ikramda bulunurdu.

Süveybe Hatun; Ebu Leheb’in cariyesi idi.

Hz. Hatice onu azad etmek, kölelikten kurtarmak için Ebu Leheb’den satın almak istemişse de, Ebu Leheb yanaşmamıştı.

Peygamberimiz (a.s.) Medine’ye hicret ettiği zaman, Ebu Leheb onu kendiliğinden azadetmişti.

Peygamberimiz (a.s.), Süveybe Hatuna Medine’den de harçlık ve elbise gönderirdi.

Hicretin yedinci yılında, Hayber seferinden dönerken, onun vefat etmiş olduğunu haber alınca “Oğlu Mesruh ne yapıyor?” diye sormuş; “Annesinden önce, o da vefat etti!” denilmişti.

Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.) “Onların akrabalarından sağ kalan kim var?” diye sor­muş; “Hiçbir kimse yok!” demişlerdir.[99]

Peygamberimiz (a.s.)ın Doğumundan Dolayı Halka Ziyafet Çekilişi

Peygamberimiz (a.s.)ın doğumunun yedinci günü, dedesi Abdulmuttalib.[100] develer, davarlar kestirerek Mekke halkına üç kez yemek yedirmesini, oğlu Ebu Talib’e emretti.

Ayrıca, Mekke mahallelerinden her mahallede develer kesilerek bırakıldı.

Onlardan insanların, kurtarın, kuşların yararlanmalarına engel olunmadı.[101]

Kureyşliler, ziyafetten sonra:

“Ey Abdulmuttalib! Doğumu sebebiyle bize ikramda bulunduğun bu oğluna ne isim taktın?” diye sor­dular.

Abdulmuttalib:

“Muhammed ismini taktım!” dedi.

Kureyşliler:

“Ne için, aile halkının, atalarının isimlerinden birini takmaya özen göstermedin de, Muhammed ismi­ni taktın?” diye sordular.

Abdulmuttalib:

“Gökte Allah’ın, yerde de halkın onu övmelerini istedim!” dedi.[102]

Yeni Doğan Çocukların Sütannelere Verilmesi Âdeti

Yeni doğan çocuklarını sütannelerine vermek, Kureyş ve diğer Arap eşrafının âdetleri idi.

Bu da; kadınların kocalarıyla daha rahat meşgul olmalarını ve çocukların da[103] kırda yaşayan Araplar içinde,[104] özellikle havasının güzelliği, rutubetinin azlığı ve suyunun tatlılığı ile tanınan yerlerde yaşayan şerefli kabileler arasında[105] sağlam vücutlu, sıkı etli, cesaretli yetişmelerini ve düzgün ve pürüzsüz konuşmayı öğrenmelerini sağlamak içindi.

Emevî halifelerinden Abdulmelik b. Mervan:

“Velid’i sevmek, bize zarar verdi!” derdi.

Velid; annesinin yanından ayrılmadığı için, konuşurken hep gramer hatası yapardı.

Kardeşi Süleyman ise, çok düzgün ve pürüzsüz konuşurdu. Çünkü, Süleyman ve öteki kardeşleri, kırda otururlardı.

Arapça’yı açık, pürüzsüz ve düzgün konuşmayı orada öğrenmişlerdi.[106]

Umumiyetle Araplar için tek lügat vardı. Benî Sa’d b. Bekr’lerin ise lügatları yedi idi.

Benî Sa’d b. Bekr b. Hevazin’ler; Arap kabileleri içinde, dil bakımından en fesahatli olanı, en açık, en düzgün ve en pürüzsüz konuşanı idi.[107]

Benî Sa’d b. Bekr kabilesi; Arap kabileleri arasında cömertlikleri ve şereflilikleri ile de tanınmış bir kabile idi.[108]

Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan kabilelerden sütannesi olanlar, her yıl, iki kez, yaz ve güz mevsimlerinde Mekke’ye gelerek, yeni doğan çocukları-ücretle emzirmek üzere-alıp yurtlarına götürür­lerdi.[109]

Sütannesi Halime Hatunun Peygamberimiz (a.s.)ı Emzirişi ve Büyütüşü

Peygamberimiz (a.s.)ı; Süveybe Hatundan sonra, Benî Sa’d b. Bekrkabilesinden sütannesi Halime Hatun götürüp emzindi.[110]

Halime Hatun; Kays b. Aylan’lardan Ebu Züeyb Abdullah b. Hâris’in kızı[111] ve Sa’d b. Bekr b. Hevazin’lerden Haris b. Abduluzza’nın da zevcesi idi.

Peygamberimiz (a.s.)ın bu sütanne ve babadan kardeşleri de, Abdullah b. Haris, Üneyse binti Haris ve Şeyma binti Haris idi.

Halime Hatun; yanında, kocası ve memedeki küçük oğlu ve Benî Sa’d b. Bekr kadınlarından dal[112] on kadın olduğu halde,[113] emdirilecek oğlan çocuğu arayıp bulmak üzere, yurtlarından yola çıktılar.[114] Mekke’ye geldiler.[115]

Halime Hatun der ki:

“İçindebulunduğumuz kuraklık ve kıtlık yılında, hiçbir şeyimiz kalmamıştı.

Ben, kır merkebimin üzerinde idim.

Yanımızda yaşlı bir devemiz de bulunuyordu.

Vallahi, o bize bir damla bile süt vermiyordu.

Fakat, biz, bir yağmura kavuşmayı, darlıktan kurtulmayı umup duruyorduk.

Üzerinde bulunduğum arık ve zayıf merkebimin yürüyüşünün ağırlığı, arkadaşların canını sıkacak dereceye varmıştı.

Nihayet, Mekke’ye varıp, emzirilecek oğlan çocukları aramaya başladık.

İçimizde hiçbir kadın yoktu ki, o ona arz ve teklif edilsin de, ‘Yetimdir!’ denilince onu almaktan kaçın­mış olmasın!

Çünkü, bizler, emzireceğimiz çocuğun babasından bahşişe kavuşmayı umuyor, ve onun [Peygamber (a.s.)ın] hakkında da:

‘Yetimdir. Annesi ve dedesi, bize ne ihsan yapabilecek?’ diyorduk.

Bunun için, hepimiz, onu emzirmek üzere almak istememiştik.

Benimle gelmiş olan kadınlardan, emzirilecek çocuk almayan, benden başka, kalmamıştı.”[116]

O sırada, Abdulmuttalib, Peygamberimiz (a.s.) için sütannesi arayıp duruyordu.[117]

Halime Hatun der ki:

“Abdulmuttalib, benimle karşılaşınca:

‘Sen, kimsin?’ diye sordu.

‘Ben, Benî Sa’d’lardan bir kadınım!’ dedim.

‘İsminnedir?’diye sordu.

‘Halime’ dedim.

Abdulmuttalib gülümsedi:

‘Ne güzel! Ne güzel! Sa’d ve hilm iki güzel haslettir ki, dünyanın hayrı da, ebediyetin izzet ve şere­fi de bunlardadır.

Ey Halime! Benim yanımda yetim bir çocuk vardır ki, onu Benî Sa’d kadınlarına teklif ettim.

‘Biz, götüreceğimiz çocuklardan yararlanmayı, onların babalarından ikram görmeyi umuyoruz’ diy­erek, almaya yanaşmadılar.

Onu emzirmeyi, sen üzerine alır mısın?

Belki onun yüzünden saadete, mutluluğa erersin’ dedi.

Ben de:

‘Bana biraz müsaade et de, kocama bir danışayım’ dedim.

Hemen, kocamın yanına dönüp durumu ona haber verdim[118] ve:

‘Mekke’de, bu yetim çocuktan başka, emzirilecek çocuk yoktur! O çocuğu almamızı uygun görür müsün?

Ben yurdumuza eli boş dönmemizi hoş bulmuyorum.[119]

Vallahi, ben, arkadaşlarım arasında, emzirilecek bir çocuk almadan geri dönmeyi istemiyorum.

Vallahi, o yetime gideceğim. Ben de onu alacağım!’ dedim.

Kocam:

‘Bunu yapmanda bir sakınca yok. Belki, Allah onun yüzünden bereket ve bolluk ihsan eder.[120]

Ey Halime![121] Git, al onu!’dedi.[122]

Döndüğüm zaman, Abdulmuttalib’i oturmuş, beni bekliyor bir halde buldum.

Kendisine: ‘Haydi, çocuğu getir!’ deyince, yüzünde sevinç belirdi ve beni hemen Âmine’nin evine götürdü.

Âmine, bana ‘Hoş geldin! Safa geldin!’ dedi. Beni Muhammed (a.s.)ın bulunduğu odaya koydu.[123]

Odaya girdiğim zaman, o, sütten daha ak bir yün kumaşa sarılmış, kendisinin altına da yeşil ipek­ten bir sergi serilmişti.

Sırtüstü yatırılmış, mışıl mışıl uyuyor, kendisinden misk kokusu geliyordu!

Sevimliliğine ve yüzünün güzelliğine hayran oldum.

Kendisini uykudan uyandırmaya kıyamadım.

Ellerimi göğsünün üstüne yavaşça koyduğum zaman, gülümsedi ve bana bakmak için gözlerini açtı.

Hemen, iki gözünün arasından öptüm ve kucağıma aldım.'”[124]

Hz. Âmine:

“Bana, üç gece: ‘Oğlunu, Benî Sa’d b. Bekr’lerde Ebu’z-Züeyb ailesi içinde emzireceksin!’ denildi” dedi.

Halime Hatun:

“İşte, bu kucağımdaki çocuğun sütbabası Ebu’z-Züeyb’dir. O benim babamdır” dedi.

Hz. Âmine gerek hamilelik, gerek doğum sırasında gördüklerini haber verip “Oğlumu iyi koru!” diy­erek Halime Hatuna sıkı sıkı tenbihatta bulundu.

Halime Hatunun içi son derecede ferahladı, işittiği şeyler kendisini sevindirdi.[125]

Halime Hatun’un Ailesinin Peygamberimiz (a.s.) Yüzünden Hayra ve Geçim Bolluğuna Kavuşması

Halime Hatun, hatıralarını anlatmaya devamla derki:

“Ben onu, ancak başkasını bulamadığım için almıştım.

Binitimin ve yolculuk eşyalarımın yanına döndüğüm ve kucağıma alıp emzirmek istediğim zaman, ona, memelerimden, dilediği kadar süt geldi!

O da, onunla birlikte sütkardeşi de, kanasıya emdiler ve uyudular*

Halbuki, bundan önce, bizim çocuk, kendisiyle birlikte bizi de hiç uyutmam işti.

Kocam, kalkıp o yaşlı ve sütsüz devemizin yanına vardığı zaman, onun da memelerinin sütle dolu olduğunu gördü.

Kendisi, ondan, içeceği kadar süt sağıp içti.

Kendisiyle birlikte, ben de içtim.

Her ikimiz de süte kandık ve doyduk!

Bambaşka ve hayırlı bir gece geçirdik.

Sabaha çıktığımız zaman, kocam, bana: Vallahi, ey Halime! İyi bil ki, sen mübarek bir çocuk almış bulunuyorsun1 dedi.

‘Vallahi, ben de böyle olmasını umuyor ve diliyordum1 dedim.

Sonra, hayvanıma bindim. Çocuğu da kucağıma aldım.”[126]

Haris ise yaşlı devesinin üzerine bindi; Sirer vadisinde yol arkadaşlarına yetiştiler.

“Kadınlar

‘Ey Halime! Ne yaptın’ diye sordular.

‘Vallahi, hayır ve bereketi en büyük olan bir çocuğu görüp aldım.’

‘Yoksa, o kucağındaki, Abdulmuttalib’in oğlu [torunu] mu?’ dediler.

‘Evet!’ dedim.

Kadınlarımızdan bazılarının kıskandıklarını gördüm.[127]

Vallahi, benim merkebim öyle hızlı gidiyordu ki, hepsinin önüne geçti.

Kafiledekilerin merkeplerinden hiçbirisi ona yetişemediler.

Nihayet, kadın arkadaşlarım, bana:

‘Ey Ebu Züeyb’in kızı! Yazıklar olsun sana! Biraz durup bizi beklesen a? Gelirken üzerine binmiş olduğun merkep bu değil miydi?’ diyerek sesleniyorlar; ben de onlara:

‘Evet! Vallahi, işte o merkeptir’ diyordum.

Şaşırıyorlar ve:

‘Vallahi, buna şaşılacak birşey olmuş!’ diyorlardı.

Nihayet, Benî Sa’d yurtlarındaki evlerimize geldik.

Ben; Allah’ın yarattığı yerlerden, Benî Sa’d yurdundan daha kurak bir yer bulunduğunu bilmiyorum.

Fakat, çocuğu yanımıza getirdiğimizden beri, davarlarımız akşamları karınları tok ve memeleri sütlü olarak dönüyor ve biz de onlardan süt sağıp içiyorduk.

Halbuki, hiç kimse, davarlarından sağıp içecek bir damla süt bulamıyordu.

Hatta, kavmimizden, çevremizde bulunanlar, çobanlarına:

‘Yazıklar olsun size! Ebu Züeyb’in kızının çobanı nerede yayıyor, otlatıyorsa, siz de onunla birlikte yaysanız ya’ diyerek çıkışmakta idiler.

Fakat, onların davarları akşamlan karınlan aç, memelerinde bir damla bile süt sızmaz bir halde dön­erlerken, bizim davarların karınları tok, memeleri sufle dolu olarak dönerlerdi!

Yüce Allah, bize, onun [Peygamberimiz (a.s.)ın] yüzünden hayır ve bereketi arttırdı durdu.

Onun büyüyüp yetişmesi de başka çocuklara benzemiyordu.”[128]

* Peygamberimiz (a.s.), daima, sütannesinin memesinden birisini emmekle yetinip diğerini emmekten kaçınır; onu, süt ortağı, sütkardeşi Abdullah’a bırakırdı.[129]

Devamı var

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Akılla Tutmak-Akılda Tutmak

Yazar: Dr. Özkan Öztürk Tekirdağ Namık Kemal Üniv. İlahiyat Fakültesi Akılla Tutmak-Akılda Tutmak Bilmeye yönelik …

Kapat