Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / PEYGAMBER EFENDİMİZİN (s.a.v) SOYU VE AİLESİ / Gülgûn UYAR

PEYGAMBER EFENDİMİZİN (s.a.v) SOYU VE AİLESİ / Gülgûn UYAR

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

PEYGAMBER EFENDİMİZİN (s.a.v) SOYU VE AİLESİ

Yazar: Gülgûn UYAR*

Hz. Peygamber, Hz. İbrahim ve onun Mısırlı eşi Hacer’in oğlu İsmail’in soyundan gelmektedir. Hacer ve İsmail, Hicaz bölgesinde Mekke’de yerleşmişler;1 Hz. İsmail o bölgede yaşayan Cürhümlüler’den Arapça konuşmayı öğrenmiş ve bu kabileden bir kızla evlenmiştir. Dolayısıyle Hz. İsmail ve soyu müsta‘ribe Araplar’dan kabul edilir. Hz. Peygamber de Hacer ve İsmail’in yaşadıkları Mekke’de doğmuş ve dedeleri İbrahim ve İsmail’in dinini ihyâ etmiştir.

Hz. Peygamber tebliğ ettiği tevhîd/hanîf dini açısından İbrahim milletine2 mensubiyetini açıklamış ve kendisinin Hz. İbrahim ’in duası3 olduğunu ifade etmiştir. Nebîliğin yanı sıra Hz. İbrahim ile aralarındaki nesep birliğine de çeşitli vesilelerle işaret etmiştir. “Bu gece bir oğlum oldu, ona atam İbrahim’in adını verdim4 ifadesi, bu nesep birliğine verdiği önemi göstermektedir. Hz. İsmail ’e de atıfta bulunan Hz. Peygamber, “Ben iki kurbanlığın oğluyum5 sözüyle iki atasından Hz. İsmail’i ve babası Abdullah’ı birlikte anmıştır. Torunları Hasan ve Hüseyin için dua ederken, benzer duayı Hz. İbrahim’in de oğulları İsmail ve İshak için yaptığını haber veren Hz. Peygamber’in,6 ashâbına İsmailoğulları olarak hitap ettiği de bilinmektedir.7

Hz. Peygamber, belli bir düzeye kadar neseplerini bilmelerini müslümanlara tavsiye ettiği gibi, kendi nesebini de atalarından Adnan ’a kadar saymıştır.8 Yine “Allah İbrahim’in çocuklarından İsmail’i, İsmail’in çocuklarından Benî Kinâne’yi, Benî Kinâne’den Kureyş’i, Kureyş’ten Benî Hâşim’i, Benî Hâşim’den de beni seçti9 ifadesiyle soyunun belirginliğini vurgulamıştır. Hz. Peygamber’in Adnan’dan gelen soyu şu şekildedir: Adnan, Mead, Nizâr, Mudar, İlyâs, Müdrike, Huzeyme, Kinâne, Nadr, Mâlik, Kureyş/Fihr, Ğâlib, Lüey, Kâ‘b, Mürre, Kilâb, Kusay, Abdümenâf, Hâşim, Şeybe/Abdülmuttalib, Abdullah, Hz. Muhammed (sas).

Hz. Peygamber’in aynı haneyi paylaştığı ve birlikte hayat sürdüğü ailesinin fertleri, onun Ehl-i Beyti’ni teşkil ediyordu. Hz. Peygamber’in ailesini ifade etmek için Ehl-i Beyt (ev halkı, aile), Âl-i Resûl (Peygamber ailesi), Âl-i Muhammed, Itretü’n-Nebî (Hz. Muhammed’in ailesi) gibi deyimler kullanılmıştır.

Hz. Muhammed (a.s) Allah’tan vahiy alması sebebiyle diğer insanlardan farklı olsa da, beşer vasfıyla herkes gibi yaşamıştır. O da bir eş, bir baba ve dede olarak ailesinin bir ferdi olmuştur. Hz. Peygamber, Ehl-i Beytini sevmiş, onların üzerine titremiştir. “Ey îman edenler! Gerek kendinizi ve gerek ehlinizi/ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki onun yakacağı insanla taştır” âyeti10 gereğince o da ailesinin dünya ve âhiret mutluluğuna erişmesi için onları daima gözetmiş, korunmuştur.

Ehl-i Beyt fertlerinden her birinin Hz. Peygamber nezdinde özel yerleri olduğunda şüphe yoktur. Ehl-i Beyt mensuplarının her biri de yüksek ahlâkî meziyetlere sahip şahsiyetler olmuşlardır. Onların seçkin konumlarına işaret eden âyet ve Peygamber sözleri mevcuttur.

Bilhassa Hz. Peygamber’in Ehl-i Beytinden olan hanımlarının konumu Kur’ân-ı Kerîm tarafından belirlenmiştir. Onlar diğer hanımlar gibi değillerdir: “Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz!” 11 Ve onlar müminlerin anneleridir: “Peygamber, müminlere kendi canlarından üstündür. Eşleri, onların analarıdır.12 Mü’minlerin anneleri olmaları hasebiyle de, Hz. Peygamber’den sonra bir başkası onlarla evlenemez: “Sizin Allah’ın Resûlü’nü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla câiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük günahtır.”14 Müminler bu minval üzere hareket ederek Ezvâc-i Tâhirât’ı baş tacı etmişler ve Hz. Peygamber’le birlikte anılarını yaşatmışlar, onlara sevgi ve saygı gösterme hususunda kusur etmemişlerdir.

Hz. Peygamber’in ilk eşi Hz. Hatice’dir. Bi’setten (peygamberlikten) önce on beş, bi’setten sonra dokuz yıl olmak üzere Hz. Hatice’nin vefatına kadar yaklaşık yirmi dört yıl devam eden bu evlilikten altı çocukları dünyaya gelmiştir. Hz. Peygamber, Hz. Hatice’nin vefatından sonra Sevde vâlidemizle evlenmiştir.

Hz. Peygamber’in diğer hanımlarıyla evlilikleri Hicret’ten sonra gerçekleşmiştir. Bu hanımlarından sadece Hz. Mâriye’den bir çocuğu dünyaya gelmiştir. Hanımlarından Hz. Zeyneb ve Hz. Reyhâne kendisinden önce vefat etmişlerdir.

Hz. Hatice dışında Ezvâc-ı Tâhirât’ın hepsi Medine’de yaşamışlar ve orada vefat etmişlerdir. Hz. Peygamber’in Mekke’de Hz. Hatice’den dördü kız ikisi erkek olmak üzere altı evlâdı dünyaya gelmiştir. Oğulları Kâsım ve Abdullah küçük yaşta vefat etmiş, Mekke’de toprağa verilmişlerdir. Kızları Zeyneb, Rukıyye, Ümmü Külsûm ve Fâtıma Medine’ye hicret etmiş ve orada vefat etmişlerdir.

Hz. Peygamber’in yedinci evlâdı İbrahim, Medîne’de 7. yılda evlendiği Mısırlı Mâriye’den dünyaya gelmiş, ancak fazla yaşamamış ve küçük yaşta vefat etmiştir.

Büyük kızı Hz. Zeyneb, teyzesinin oğlu Ebü’l-Âs b. Rebî’ ile evlenmiştir. Ebü’l-Âs’ın müslüman olmaması üzerine ayrılmışlar, Hz. Zeyneb hicret etmiş, daha sonra Ebü’l Âs’ın müslüman olması üzerine tekrar evlenmişlerdir. Bu evlilikten Ümâme ve Ali isimli iki çocukları dünyaya gelmiştir. Ali küçük yaşta vefat etmiş, Ümâme’nin ise yaptığı evliliklerden çocuğu olmamıştır.

Hz. Rukıyye ve Hz. Ümmü Külsûm bi’setten önce Hz. Peygamber’in amcası Ebû Leheb’in oğulları Utbe ve Uteybe ile nikâhlanmışlardır; ancak İslâmiyet’in zuhûru üzerine Ebû Leheb bu evliliklere son vermiştir. Hz. Rukıyye, Mekke döneminde Hz. Osman ile evlenmiş, bu evlilikten Abdullah isimli bir oğulları olmuş, ancak küçük yaşta vefat etmiştir. Hz. Rukıyye ise hicretin 2. senesinde Medine’de vefat etmiştir.

Hz. Rukıyye’nin vefatından sonra Hz. Osman, Hz. Ümmü Külsûm ile evlenmiştir. Bu evlilikten çocukları olmamıştır. Hz. Ümmü Külsûm hicrî 9. senede vefat etmiştir.

Hz. Peygamber’in küçük kızı Fâtıma Hicret’in 2. yılında Ali b. Ebû Tâlib ile evlenmiş, bu evlilikten Hasan, Hüseyin, Muhsin, Zeyneb ve Ümmü Külsûm isimli çocukları dünyaya gelmiştir. Muhsin bebek iken vefat etmiş, Zeyneb ve Ümmü Külsûm’un ise nesepleri devam etmemiştir.

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber’in Hz. Fâtıma dışındaki bütün çocukları kendisinin irtihâlinden önce vefat etmişlerdir. Hz. Fâtıma da babasından dört veya altı ay sonra ona kavuşmuştur. Hz. Peygamber’in nesli torunlarından Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin vasıtasıyla devam etmiştir. Asr-ı Saâdet’ten sonra Hz. Peygamber’in bu nesli Ehl-i Beyt olarak anılmışlardır.

Bilindiği üzere Mekkeli müşrikler, oğlu Kāsım’ın vefatı üzerine, soyunun kesilmiş olduğunu söyleyerek Hz. Peygamber ’le alay etmişlerdi. Bu hâdise üzerine bir müjde olarak Kevser sûresi nâzil olmuştur. Bu sûrede Hz. Peygamber’e verildiği müjdelenen, “çok, bol” anlamını taşıyan Kevser’in mâhiyeti konusunda farklı tefsirler yapılmıştır. Nüzûl sebebine binâen ve üçüncü âyetle de birlikte değerlendirilerek yapılan tefsirlerden birine göre bu âyet, Hz. Peygamber’in neslinin maddî ve mânevî anlamda gürlüğüne delâlet etmektedir.14 Nitekim Hz. Peygamber’in sayıca fazla hem de İslâmiyet’i muhafaza bakımından kudretli bir nesli olmuştur.

II. yüzyılın yarısından itibaren bazı Ehl-i Beyt mensupları dünya üzerinde farklı coğrafyalarda yaşamaya başlamışlardır. Fas’ta, Hazar Denizi’nin kuzeyindeki Taberistan bölgesinde, Mekke’de, Yemen’de Ehl-i Beyt yönetimleri ortaya çıkmıştır. Ticaret yolları vasıtasıyla Kore’ye kadar giden Ehl-i Beytten bahsedilmektedir. Ayrıca Türkistan bölgesi, Tayland ve Malezya gibi bazı bölge insanları Ehl-i Beyt mensupları sayesinde müslüman olduklarını söylemektedirler. Yerleştikleri bölgelerin yerel halkıyla yaptıkları evlilikler sonucunda da, Arabından Çinlisine, Türkünden Acemine kadar farklı farklı ırklara mensup Seyyid ve Şerifl er dünyaya gelmiştir.

Âl-i Muhammed’e gösterilen sevgi ve hürmete ilave olarak, Ehl-i Beyte zekâtın haram kılınması hususu, 15 onları maddî ve manevî anlamda korumak amacıyla İslâm devletlerinde Nakîbü’l-eşrâflık müessesesinin doğmasına yol açmıştır.16 Devletin bir organı olarak faaliyet gösteren Nikâbet müessesesinin temel vazifelerinden bir diğeri ise seyyidlerin neseplerini doğru olarak tespit etmekti. Kendileri de birer Ehl-i Beyt mensubu olan nakîbler tarafından idare edilen bu müessese, Osmanlı Devleti’nde Nakîbü’l-eşrafl ık adını almıştır ve son derece mühim bir kurumdur.

Ailesi için Hz. Peygamber vazgeçilemez ve tartışılamaz yücelikte bir konuma sahipti. Tevhîde ilk olarak onlar şehâdet getirmişler, onun peygamberliğine hiç şüphe etmeden hemen iman etmişler, İslâmiyet’in tebliği safhasında ilk günlerden itibaren Hz. Peygamber’i korkusuzca desteklemiş ve himaye etmişlerdir. Tebliğ süreci boyunca dinin bütün emir ve yasaklarını uygulamışlar, Peygamber ailesi olmanın getirdiği sorumluluğu taşımışlar, örnek olmuşlardır. Öyle ki Cebrâil, onlar hakkında vahiy getirmiştir. Peygamber nasıl yaşıyorsa ve onların nasıl yaşamalarını istiyorsa o şekilde yaşamaya âzami ölçüde gayret etmişlerdir. Peygamber’in uygulamalarını hıfzetmiş ve bu uygulamaları nakletmişlerdir. Her şeyden önemlisi Hz. Peygamber’i canlarından aziz bilmiş ve sevmişlerdir.

Hz. Peygamber ’in ailesi olmaları hasebiyle, mükellefiyetlerini yerine getirmeleri bakımından Ehl-i Beytin, titizlik göstermeleri hususunda Ahzâb sûresinin 33. âyetinde kendilerine şu şekilde hitapla Allah’ın teveccühüne mazhar olmuşlardır: “Evlerinizde oturun. Önceki câhiliye dönemi kadınlarının açıldığı gibi siz de açılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” “Tathîr Âyeti” olarak bilinen bu âyet-i kerîme İslâm tarihi boyunca Ehl-i Beytin önemine kaynaklık eden ilâhî bir işaret olarak kabul edilmiştir.

Hz. Peygamber ’in İslâmiyet’i tebliğ ederken ailesinden destek gördüğü ve onlardan güç aldığı bilinen hakikatlerdendir. Bunu gösteren hâdiselerden biri Hicret’in 9. senesinde Necranlı Hıristiyanlarla yapılan görüşmedir. Medine’ye gelen bu heyetle ya müslüman olmaları ya da cizye ödemeleri konusunda bir anlaşma yapılmak isteniyordu. Ancak görüşmeler tıkanmış, bunun üzerine Âl-i İmrân sûresinin 61. âyeti nâzil olmuştu: “Artık sana ilim geldikten sonra kim seninle onun hakkında çekişirse de ki: ‘Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra dua ve niyâz edelim de Allah’ın lânetini yalancıların üstüne okuyalım.” Bu âyet “Mübâhele Âyeti” olarak bilinir. Hz. Peygamber bu âyetin gereğini yerine getirmek üzere, heyet üyelerine yalancı ve haksız olan tarafa beddua etmeyi teklif etmiş ve yakınlarını, yani Hz. Fâtıma , Ali, Hasan ve Hüseyin’i yanına alarak onların karşısına çıkmıştır.17 Bu âyet de Ehl-i Beytin Peygamber ailesi olma hususundaki seçkinliğinin, liyâkatinin ve şerefinin bir şahidi olarak tespit edilmiştir.

Hz. Peygamber ilâhî bir lütuf olarak böyle bir aileye hayat vermiştir. Ailesi onun saadeti olmuştur. Ancak bi’setten sonra Mekkelilerle girilen tevhid mücadelesinde Hz. Peygamber’le birlikte ailesi de birçok sıkıntıya uğramış, ezâ ve cefâyı sineye çekmişler, dışlanmışlar, zorlu bir boykotu göğüslemişlerdir. Böyle bir ortamda Hz. Peygamber, kabilesi olan Kureyş ’ten, kendisine ve ailesine meveddet yani sevgi ile muamele etmelerini ve en azından kendisiyle olan akrabalık hukukunu muhafaza etmelerini istemiştir. Bu konuda “Meveddet Âyeti” olarak meşhur olan Şûrâ sûresinin 23. âyeti nâzil olmuştur: “İşte bu Allah’ın, inanıp sâlih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalarıma sevgiden/akrabalık sevgisinden (meveddet) başka bir ücret istemiyorum.” Kim güzel bir iş yaparsa, onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.18

Şu bir gerçektir ki, bu âyet-i kerîme asırlardır müminlerin ortak şuurunda Âl-i Muhammed’e meveddetle bağlılığı âmir bir hüküm kabul edilmiş, Nakîbü’l-eşrâf tarafından verilen siyâdet hüccetlerinde ve nakîblerin atama yazılarında bilhassa bu âyet zikredilerek seyyidlere sevgi, saygı gösterilmesi, ikram ve izzette bulunulması tavsiye edilmiştir.19

Son günleri yaklaşan Hz. Peygamber, gözünden sakındığı Ehl-i Beytini ashâbına ve dolayısıyla da ümmetine emanet etmiştir. “Sekaleyn Hadisi” olarak meşhur olan bu hadiste Hz. Peygamber, kendisinden sonraya iki şey bıraktığını, bunlardan birinin Kur’ân-ı Kerîm, diğerinin ıtresi, yani Ehl-i Beyti olduğunu bildirmiştir. Bu ikisinin havuz başında kendisine ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmayacağını, ümmetinin bu ikisine, sıkıca sarılmaları halinde ebedî olarak dalâlete düşmeyeceklerini ifade buyurmuştur. Burada Ehl-i Beytini Kur’an’dan ayrılmayan bir çizgi olarak tavsîf etmiştir. “Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı hatırlatıyorum” ifadesiyle de bu emanetine sadakat gösterilmesini vasiyet etmiştir.20

Biz bu emanetten, Hz. Peygamber’in aziz hatırasına saygı olarak onun Ehl-i Beytini muhabbetle benimsemeyi, onların Kur’an ahlâkını aksettiren şahsiyetlerini örnek almayı ve toplum içinde hukuklarını muhafaza etmeyi anlıyoruz. Zira Ehl-i Beyt mensupları da tıpkı Ashâb-ı kirâm gibi sünnet-i Nebeviyye’nin uygulayıcıları ve aktarıcılarıdır.

Bilindiği üzere Peygamber Efendimiz’in ümmetine bir emaneti de salâvat-ı şerîfe ile kendisine dua edilmesi, böylece şanının yüceltilmesidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Allah ve melekleri Nebî (Muhammed)’e çok salât ederler; ey inananlar, siz de ona salât edin. Ona tam bir teslimiyetle selâm verin.21

Ahzâb sûresinin bu âyeti nâzil olduğunda Ashâb kendisine nasıl salât edebileceklerini Hz. Peygamber’e sormuşlar, o da, Salli-Bârik duâları olarak bildiğimiz salavât-ı şerîfeleri öğretmiştir. Bu salavatlarda, tıpkı Hz. İbrahim’in âline olduğu gibi Peygamber Efendimiz’in de âline dua edilmektedir.22 Bu salavatlar asırlardır günde beş vakit ibadetlerinde müminlerin zikirleri olmuş ve onların Peygamber ve ailesine bağlılıklarını canlı tutmuştur.

Ehl-i Beytle ilgili olduğu kabul edilen başka âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfl er de bulunmaktadır.23 Ehl-i Beytin önemi ve değeri üzerine kaleme alınmış eserlerden müteşekkil son derece zengin bir edebiyat mevcuttur.24

Buhârî şârihi Aynî, Âl-i Resûl muhabbetini, Ashâb sevgisiyle birlikte, imanın şûbeleri arasında sayarak Ehl-i Beyt sevgisinin derecesini ve ehemmiyetini ortaya koymuş ve bu sevginin aynı zamanda imanın kemâlini gösteren bir unsur olduğunu bildirmiştir.25 Sîretin her sayfasında Ehl-i Beytin isimleri şerefl e yazılmıştır. Hz. Peygamber ’in hatırasına onların da kokusu sinmiş ve Ehl-i Beyti, Peygamber Efendimiz’in yüz akı olmuştur.

Müslümanların kabulüne göre Ehl-i Beyt sevgisi Peygamber sevgisinin bir parçasıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz’in, ashâbından, kendisini seviyorlarsa Ehl-i Beytini de sevmelerini istemesi bu anlayışın bir senedidir: “Size nimetlerinden bahşettiği için Allah’ı seviniz; Allah sevgisiyle beni seviniz ve benim sevgimle Ehl-i Beytimi seviniz.26


*Yrd. Doç. Dr. , Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

KAYNAKLAR

İBN SA‘D, Muhammed b. Sa‘d (230/845), et-Tabakātü’l-kübrâ: el-Kısmü’lmütemmim li tâbiı ehli Medîne ve min ba‘dihim, thk. Ziyâd Muhammed Mansûr, Dârü Sâdır, Medine 1403/1983.

_______ , et-Tabakātü’l-kübrâ, thk. İhsan Abbas, I-IX, Dârü Sâdır, Beyrut 1377/1957.

_______ , et-Tabakātü’l-kübrâ: et-Tabakatü’l-hâmise mine’s-sahâbe, thk. Muhammed b. Samil es-Sülemî, I-II, Mektebetü’s-Sâdık, Tâif 1414/1993.

KAZICI, Ziya, Hz. Muhammed (s.a.s)’in Eşleri ve Aile Hayatı, Çağ Yayınları, İstanbul 1991.

ÖZ, Mustafa, “Ehl-i Beyt”, DİA, X (İstanbul 1994), s. 498-501.

SARICIK, Murat, Kavram ve Misyon Olarak Ehl-i Beyt, Nesil, İstanbul 1997.

_______, Osmanlı İmparatorluğu’nda Nakibü’l-eşrafl ık Müessesesi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2003.

UYAR, Gülgûn, Ehl-i Beyt – İslâm Tarihinde Ali-Fâtıma Evlâdı (260/873’e kadar), Gelenek Yayınları, İstanbul 2004.

DİPNOTLAR

1 İbrahim 14/37.

2 Bakara 2/130, 135.

3 Bakara 2/129; Müsned, IV, 127, 128; V, 262.

4 Müslim, “Fezâil”, 62.

5 Hâkim , II, 604; Aclûnî, I, 230.

6 Müsned, I, 236; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 20; İbn Mâce, “Tıb”, 36; Tirmizî, “Tıb”, 14.

7 Buhârî, “Cihâd”, 78; “Enbiyâ”, 12; “Menâkıb”, 4.

8 Mustafa Fayda, “Adnân ”, DİA, I, 392.

9 Müsned, II, 107; Müslim, “Fezâil”, 1; Tirmizî, “Menâkıb”, 1.

10 Tahrim 66/6.

11 Ahzâb 33/32.

12 Ahzâb 33/6.

13 Ahzâb 33/53.

14 Elmalılı, Hak Dini, VIII, 6186.

15 Buhârî, “Zekât”, 58, 61; “Cihâd ve’s-Siyer”, 188; Müslim, “Zekât”, 161; İbn Zenceveyh, III, 1145-1146.

16 Ebû Fâris, s. 378.

17 Müslim, “Fezâilü’s-sahâbe”, 32; Mustafa Fayda, “Hz. Muhammed’in Necrânlı Hıristiyanlarla Görüşmesi ve Mübâhele”, İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, 2 (1975), s. 143-149.

18 Makrizî, Ma‘rifetü mâ yecîbü li Âli’l-beyti’n-Nebevî, s. 75, 77, 78. Bu âyetle ilgili geniş bir değerlendirme için bkz. Murat Sarıcık, Kavram ve Misyon Olarak Ehl-i Beyt, Nesil Basım-Yayın, İstanbul 1997, s. 21-41.

19 Sarıcık, Kavram ve Misyon Olarak Ehl-i Beyt, s. 16, 17, 240-242.

20 Müslim, “Fezâilü’s-sahâbe”, 36, 37; Tirmizî, “Menâkıb”, 32. Aynı hadisin, “Size iki emanet bırakıyorum. Bunların birincisi Allah’ın Kitâbı, diğeri de sünnetimdir” şeklinde farklı bir rivayeti de bulunmaktadır.

21 Ahzâb 33/56.

22 Buhârî, “Da‘vât”, 32, 33; “Tefsîru’l-Kur’ân, Sûretü’l-Ahzâb”, 247.

23 bkz. Süleyman b. İbrahim el-Hüseynî el-Kundûzî, Yenâbîu’l-mevedde, nşr. Alâüddin el-A‘lemî, I-III, Müessesetü’l-A‘lemî li’l-Matbûât, Beyrut 1418/1997, s. 104-171; Ahmed b. Muhammed el-Heysemî, es-Savâıku’lmuhrika alâ ehli’r-rafz ve’d-dalâl ve’z-zendeka, thk. Abdurrahmân b. Abdullah et-Türkî-Kâmil Muhammed el-Harrât, I-II, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1417/1997, II, 421-556.

24 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Meliha Y. Sarıkaya, “Türk-İslâm Edebiyâtında Ehl-i Beyt ve Muâdili Kavramları Şiire Taşıma Geleneği”, MÜİF Dergisi, 32 (İstanbul 2007), ss. 89-126.

25 Bedreddin Mahmud Aynî (855/1451), Umdetü’l-Kāri’, I-XXII, İdâretü’t- Tıbâati’l-Münîriyye, Kahire, ts, I, 151.

26 Tirmizî, “Menâkıb”, 32; İbn Arabî, Fütûhât, III, 17; IV, 306-309; V, 107; VI, 444.

dinvehayatdergisi
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Önceki yazıyı okuyun:
Kızlarıma ve Öğrencilere Mektup / Mustafa ULUSOY

Mustafa ULUSOY Kızlarıma ve Öğrencilere Mektup Sevgili kızlarım Zeynep ve Serra, Yaşamınızın yeni bir dönemine …

Kapat