Ana Sayfa / Yazarlar / Peygamber Vârisi Nasıl Olunur?

Peygamber Vârisi Nasıl Olunur?

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

‘Din adamı’ dediğimiz insanlara, âlimlere, ilahiyatçılara, hocalara Peygamber mesleği icra ediyorlar diye bakıyor, herkesten fazla saygı gösteriyor, göstermek istiyoruz. 

İnsanımızdaki bu saygı, elbette dine hürmetten kaynaklanıyor.

Peygamber mesleği ne demek?
Peygamber mesleği, sadece imamlık, vaizlik, müftülük gibi görevlerden mi ibaret? Başka meslekler için de bu tanımı kullanmak mümkün müdür?

Peygamber Efendimizin sav kendisine Peygamberlik verilmeden önceki çocukluk ve gençlik yıllarında, çobanlık, tüccarlık gibi işler yaptığını biliyoruz.
Peygamberlik verildikten sonra ise bu gün her biri ayrı birer meslek, ayrı birer hizmet ve uzmanlık sahası, bilim dalı olan pek çok görevi aynı anda üstlendiğini, aynı anda yürüttüğünü de biliyoruz.

Medine hayatında, evvela Mescidi Nebevinin imamlığı, vaizliği, hatipliği görevlerini yürüttü.
Sonra yine Mescidi Nebeviden yönetilen bir devletin devlet başkanlığını,
Aynı anda orduların baş komutanlığı görevlerini yürüttü.
İnsanlık tarihinin gördüğü en karanlık çağlardan biri olan ‘Cahiliye Devri’ insanlarının karanlık ruhlarını, akıllarını, kalplerini terbiye etti, muallim oldu, öğretmen, eğitmen oldu.. En deni toplumun fertlerini en medeni insanlar haline yükseltti. Adeta Cehennemin dibindeki insanları tutup ‘gökteki yıldızlar’ seviyesine yükseltti.
Toplum hayatının her alanını, herkesi, her kesimi, her zümreyi, her mesleği ilgilendiren konularda hükümler belirleyen kanun koyucu,
İnsanlar, müslümanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözen arabulucu,
Davalara bakan en âdil hâkim..

İnsana ve hayata dair ne varsa, dünya ve ahirete ilişkin ne varsa onlar hakkında prensipler ortaya koyan bir sosyal bilimci, sosyolog..
Davette, tebliğde, irşadda, nasihatta erişilmez bir gayret,
Duada, ibadette erişilmez bir kul..

Üç dört kişiyle çıktığı yolda, yeni bir toplum, yeni bir devlet, yeni bir din, yeni bir hayat vaz’ etme süreçlerinin her adımında, her aşamasında fail, mesul, mümessil, müdebbir olan bir insanda hangi vasıflar olmalı ki, bu kadar mühim konular hakkında en doğru, en evrensel hükümler, prensipler ortaya koyabilsin, insanları koyduğu hükümlere itaat ettirebilsin, ikna edebilsin, peşinden yürümeye, yolunda ölecek bir sevgi ve bağlılık tesis edebilsin..

Her birimizin bildiği Peygamberlerde olmazsa olmaz sıfatlara bu gözle bakabilirsek, daha iyi anlayabiliriz..

Sıdk,
Emanet,
Fetanet,
Tebliğ ve
İsmet..
Günümüz toplumlarında en çok ihtiyaç duyulan, en çok aranılan insan tipi nedir?
Doğru insan, dürüst insan, güvenilir insan..
Hangi iş kolunda olursa olsun, hayatın hangi alanında, nerede, ne zaman olursa olsun doğru, dürüst, güvenilir insan elmas, mücevher kıymetindedir.
En yolsuz insanlar bile en dürüst insanlarla iş tutmak, onlarla oturup kalkmak ister.
İşte, insanlığın şirretlikte dibe vurduğu, dibi gördüğü bir zamanda ortaya çıkan Muhammed-ül Emin sav, çöl kuraklığına inen rahmet gibiydi ve dost düşman herkes
O’na hayran oldu, duacı oldu, ışığa âşık kelebekler gibi, can veren pervanelerden oldu.
Çöl ortasında susuzluktan ölmek üzere olan birinin su bulması kadar muhteşem bir hadise idi Muhammed’ül Emin’in o coğrafyaya gelişi.
Mekke halkı, Kureyş Kabilesi ve kendisini gören, duyan herkes, insanlık adına, milletleri, aşiretleri, beldeleri adına mutlu oldular, gurur duydular, iftihar ettiler.

O zamanda ve o zeminde doğup büyümüş olmasına rağmen, zerre miktar kire bulaşmamış, hayatı boyunca sıdk’tan, doğruluktan zerre miktar sapmamış bir insan..
Dost, düşman kimsenin güvenini boşa çıkartmamış bir insan..

Sonra,
Gelmiş geçmiş insanların en zekisi..
Evet, o gün, O’nunla muhatap olan insanların, Peygamberimizin zeka seviyesini ölçecek testleri, ölçme imkanları yoktu, ihtiyaçları da yoktu belki ama karşılarındaki insanın gözlerinden, sözlerinden, her halinden zeka ve deha fışkırdığını insan olan elbette anlıyordu, anladılar..
Üstün zekalılarda sık görülebilen A/sosyal tavırlardan hiç biri kendisinde görülmedi.
Peygamberimiz en aşılmaz problemlere en kolay çözümleri, hiç abartısızca buluyor, sözünden, sohbetinden, hatta şakasından bile ırmak gibi zeka çağlıyordu.
Gençlik yıllarında, Kabe’nin yeniden inşası esnasında Hacer’ül Esved’in yerine yerleştirilmesi için kabileler birbirine girip kan dökecekleri esnada bulduğu çözüm;
Peygambelik verildikten sonraki süreçte önüne çıkartılan akıl almaz sorunlara akılalmaz çözümler bulması, bütün Mekke ileri gelenlerinin toplanıp, ortak akıl oluşturup ortak ihanet projeleri, ortak tuzaklar kurmalarına rağmen, hiç istifini bozmadan, paniklemeden, korkmadan o planları boşa çıkartabilmesi;
Medine’de, Mekkeli Muhacirler ve Medineli Ensar arasında kurulan kardeşlik köprüsü,
ortaklaşa kurulan İslam Devleti, iki farklı toplum arasında çıkan sorunlara sunduğu çözümler, gayri müslim unsurlara karşı gözettiği denge, ihanetlerine karşı uyguladığı tedbirler, savaş taktikleri, komutan, vali atamaları…
Her sorunu tereyağından kıl çeker gibi çözebilmesi; “İn hüve illâ vahyün yüühaa” ayeti kerimesinde vurgulanan, Peygamberimizin yaptığı her işte, söylediği her sözde Rabbimizin sevki İlahisinin bir delili olduğu gibi, Allah vergisi bir dehanın da göstergesiydi…
Hatta sorunlar daha ortaya çıkmadan önleyici tedbirler almayı hesap edebilen bir deha sahibiydi ki bu gün bile karşılaştığımız her sorunun çözümünü O’nun (sav) sünneti seniyyelerinde arıyoruz ve buluyoruz..
Vahiy nuruyla nurlanmış, cilalanmış muhteşem bir zeka..
İnsanlar bir yana alemlerin Rabbi olan Allah ile, Allahın vahyi ile muhatap olacak bir deha..
Düşüncede deha.
Düşündüğünü hayata geçirmede deha..
Düşündüğünü hayata geçirirken en uygun, en hayırlı, en faydalı yolu bulmak ve uygulamakta deha, her yaştan, her inançtan, her cinsten, her milletten, her statüden, her fikirden, her karakterden, dost-düşman tüm insanlarla muhatap olabilen, muhatap olduğu her insan üzerinde derin izler, derin bir saygı, hürmek uyandırabilen, “bu simada yalan yok” dedirtebilen, dünyada en nefret ettiği insan olarak görüp öldürmeye gelen kişinin yüzünü görüp, iki cümle konuştuktan sonra “Vallahi bana dünyada O’ndan sav daha sevimli gelen kimse yoktu” diye yanından ayrılan,
İnsanlara; “anam babam sana feda olsun Ya Rasulallah!” sözünü aşkla söylettirebilen bir ahlak, sosyal ilişkiler dehası, halkla ilişkiler, dehası..
Gerçi özü, geni batının kirli inanç ve ahlakından alan insani gelişim, iletişim, halkla ilişkiler kavramları ile Peygamberimizi tatif etmek O’na karşı edepsizlik, hürmetsizlik oluyor.
Çünkü batının kavramlarının özünde ego vardır, enaniyet, kibir, menfaat vb vardır. Yaptığı her işin özünde bu kirli hisler vardır ve tüm çabası bu kirli niyeti, kirli ahlakı gizlemek çabası vardır. Tıpkı ortaçağda banyoyu, tuvaleti bilmeyen batılının kendi iğrenç kokularını gizlemek için parfümeri sektörüne yönelmelerine benzer bir haldir.
Oysa Peygamberimizin aslı nur, nesli nur, kalbi, yüzü, sözü, niyeti, ameli, emeli hâsılı herşeyi nur ve nurani olduğundan hiç bir işinde, özünde, sözünde, niyetinde, amelinde ilâhî nurdan başka, nuranilikten başka en ufak bir leke olmadı, olamazdı. Menfaat uğruna apmacıklık, adam tavlama niyeti, insanları kafaya alma gayreti, hesabı, taktiksel hesaplar yapmak gibi hiç bir kirli, çirkin hal kendisinde olmadı, aklının ucundan bile geçmedi.
Bir kere geçecek oldu ve Rabbimiz tarafından Kur’an diliyle ikaz edildi..
İnsanlara karşı tam bir dürüstlük ve güzel ahlakla yaklaşan Efendimiz (sav) elbette
Rabbine karşı da en sadık kul idi..
Yahudilerin sık sık yaptıkları, bu günün müslüman toplumlarının da sık sık düşrükleri haşa Allahı cc aldatma, Allaha karşı hile yapma, emirlerden kaçmaş için çareler düşünme gibi en zelşl, en haince ahlaktan doğu ile batı arası kadar uzak bir kalp..
Bilerek, isteyerek bırakın hiç bir günahı, edebe uygun düşmeyen en küçük hatayı bile işlemeyen, tevessül etmeyen, meyletmeyen günahsız tertemiz bir kalp, tertemiz bir hayat, tertemiz bir kul.

Kulluğun en zirvelerinde, Allah’a saygının, korkunun, Allah’a karşı edebin, ameli salihin, tevazu ve mahviyetin, hiçliğin, tevbe ve istiğfarın zirvesinde bir kul..
Ve Rabbinden aldığı gizli açık her emri noktasına, virgülüne, vurgusuna bile dokunmadan Allahın kullarına ileten, tebliğ eden, talim eden, emreden bir kul..

Tüm hayatını Rabbi, Rabbinin dini, daveti, rızası yolunda feda eden bir kul..
Bine yakın mucize ile şereflendirildiği, takviye edildiği halde, sahip olduğu her cemal ve kemali kendinden değil, “eddebenii Rabbii feahsene te’diibii” diyerek Rabbi tarafından edebin en güzeli ile terbiye edildiğini ilan eden,
Rabbi tarafından, dünyevi düşmanlarına karşı her an korunan, takviye edilen, her daim Rabbine sığınan, “Rabbim, göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa beni nefsimin eline bırakma” diye dua eden, kendine, nefsine, ilmine, zekasına vb değil, Rabbine sonsuz bir güven ve iltica hissi besleyen bir kul..

‘Peygamber vârisi nasıl olunur’ sorusuna verilecek en kısa cevap böyle olsa gerek.
Peygamber vârisliği akademik bir ünvan, bürokratik bir makam olamaz.
Bu makamı kimse kimse takdim edemek, hediye edemez..
Peygamber varisliği, haldir, ahvaldir, ameldir, ahlaktır.. Rabbül alemine en layık kul olma niyetidir, halidir.

Peygamberlerde var olan sıfatlarla muttasıf olmaktır.
Bu gün din eğitimimizin en büyük handikapı: ‘peygamber mesleği’ diye takdim edilen imamlık gibi vazifelere en zekilerin değil, sıradan çocukların yönlendirilmesidir.
Zeki olmak yeterli midir?
Elbette hayır.
İsmet sıfatına erişmek elbette mümkün değil ama o sıfata da vâris olmayı gönlüne yerleştirmeden de olmaz.
Sadakati olmayan, emaneti, güvenilirliği olmayan, edebi, iyi niyeti, fedakarlığı, cefakarlığı olmayan insanlardan Peygamber varisliği devşirmek çok zor bir iş olsa gerek.
Allah’ın indirdiği her emre sonsuz bir iman ile inanmadan, yaşamak için en başta nefsi ile mücadele edemeden, kulluğun lezzetini tadamadan o emirleri heryere, herkese ulaştırmak mümkün olabilir mi? Ulaştırsak bile “bu simada yalan yok” diyemezse yüzümüze, halimize bakan, tesiri olabilir mi, olabiliyor mu?
Tüm zerreleriyle, ölümü pahasına inanmadığı bir davanın temsilcisi, sözcüsü olunabilir mi?
Tebliğ ve irşadın temel şartı önce tüm varlğıyla iman etmek, Allah’a karşı derin bir saygı, sevgi ve korku hissiyle iman ettiğiyle amel etmek ve zerre miktar başkasından korkmadan Allah’ın emirlerini yine Allah’ın kullarına tebliğ etmektir.
Edebin, halin, ahlakın, sözün, mimiğin, niyetin en güzeliyle tebliğ etmektir..

Sırf Allah emretti diye, bu emir, bu hüküm, bu nasihat Allah’ındır diye tebliğ etmek.
Adam kazanmak için değil, çevre kazanmak için değil, itibar kazanmak için değil hatta sevap kazanmak için bile değil..
Allah’ın kulları ile Allah’ın dinini buluşturmak için, emri yerine gerirmek için..

Din görevlisi alırken yazılı sınavlarda ve sözlü mülakatlarda Peygamber vârisi olacakları, Peygamber sıfatları ile tartarak almak, okullarda eğitim süreçlerinde bu sıfatları mihenk yaparak müfredat oluşrurmak, çocukları Peygamber ahlakı ile eğitmek, şekillendirnek, kalplerini, akıllarını ve hayatlarını nurlandırmak..
Ve Peygamber makamında hizmete talip olup görev alanları her daim bu sıfatlar çerçevesinde kalıp kalmadıklarının takibini yapmak..

Zaman ahir zaman. Cahiliye dönemi bataklığına benzer bir batağa düştük, düşmek üzereyiz.
Biliyor ve iman ediyoruz ki bir daha peygamber gelmeyecek.
Ancak, Peygamberimiz sav başka hiç bir grup için söylemediği “Âlimler peygamberlerin vârisleridir” müjdesini hayata geçirecek alimler yetiştirmek zorundayız.
Ve o âlimlere tâbi olmak zorundayız. Peygamberlere iman edip peşlerinden gittiğimiz gibi, peygamber vârisi âlimlerin sözünü, izini takib etmek zorundayız.
Yoksa modern çağın putlarının, sahte ilahlarının peşinden nesillerimiz akıp gidiyor, kayboluyor.
Sıdk ehli,
Emanet ehli,
Fetanet ehli,
Tebliğ ehli,
İsmet ehli (ismet sıfatı elbette peygamberlere has. Lakin her kulun asıl derdi günahtan en uzak bir hayata, ahlaka erişmektir, olmalıdır) insanlara hava kadar, su kadar muhtacız..
Peygamberî nura, edebe, ahlaka, ilme, irfana muhtacız.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Denizli Hatıraları

https://youtu.be/2KEqYR3Hr_0

Kapat