Ana Sayfa / Yazarlar / Posta Güvercini / Eyyup AKSOY

Posta Güvercini / Eyyup AKSOY

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Eyyup AKSOY

POSTA GÜVERCİNİ

Başlığa bakıldığında, eski dönemlerde haberleşme aracı olarak kullanılan güvercinler akla gelir. Halbuki her kavram, her deyim, her atasözünde olduğu gibi, bu isimlendirmeyi de, nitelendirmede bulunan şahsın, bakışıyla değerlendirmek ve anlamak insanda farklı ve yeni pencereler açar.

On üç yaşında bir çocuktu Eymen; Ortaokula gidiyordu. Her sabah okula giderken, ana caddede arkadaşıyla buluşur, beraber yürürlerdi. Böylesi daha keyifliydi. Konuşarak… Sanki daha çabuk biterdi o uzun yol. Okul dönüşü de, yine aynı şekilde; dükkân vitrinlerine bakarak, hayallerinden söz ederek varırlardı evlerine.

Yine bir okul dönüşü, sıralı dükkânların bulunduğu caddeden aşağı yürürlerken, önünden geçtikleri dükkândan gelen sesle birlikte o tarafa doğru başlarını çevirdiklerinde, karşılarında kırk yaşlarında, orta boylu, gülümsemesiyle etrafını aydınlatan bir adam duruyordu. Güven dolu bir sesle,”Gençler, gelin bakayım buraya, “ dedi. O kadar kendi dünyalarına dalmışlardı ki, bu dünyada yalnız yaşıyorlarmış gibi bu ani çıkış karşısında irkildiler. Kısa bir tereddütten sonra, dükkânın kapısına doğru yaklaştılar çekingen bir tavırla. Kapı ağzında duran adamı aşağıdan yukarıya doğru bakışlarıyla süzerken gözleri dükkânın tabelasında durdu: “Gülistan Ticaret”…

Adam yine o müşfik ses tonuyla, “ Nerede okuyorsunuz?” diye sordu. Öğrenci oldukları her hallerinden belliydi zaten. Baktı ki çocuklar çekingen, kapının hemen iç kısmından iki tabure çekti ve dükkânın önüne koydu. “Geçin oturun, azıcık dinlenin, yorulmuşsunuzdur… Size bir de limonata vereyim, iyi gelir,” dedi aceleyle… Eymen arkadaşının yüzüne baktı, o da “neden olmasın,” der gibi başını salladı. Oturdular, verilen limonataları da bir güzel içtikten sonra, adam tekrar söze başladı:

Benim adım Musa… Gördüğünüz bu dükkânı işletiyorum. Sizi her sabah buradan geçerken görüyorum. Ben dükkânı erken açarım da… Haliniz, arkadaşlığınız pek hoşuma gitti. Sizinle tanışmak istedim.” Eymen, bir yandan Musa amcasını dinliyor, bir yandan da, göz ucuyla mağazanın içini süzüyordu. Çok uzun ve genişçe bir yerdi. Duvarları raflı, hepsi de büyük top kumaşlarla doluydu. İçinden “ Vaaav…” dedi, “ Amma da büyük bir mağaza…”. Sonra birden mahcup bir şekilde adamın yüzüne baktı, içinden geçirdiğini anlamış olma ihtimalini düşünerek…

Çocuklar, önemsenmiş olmanın, büyük biri tarafından muhatap kabul edilmenin verdiği güvenle, kendilerini tanıttılar. Okullarını, sınıflarını, derslerinin nasıl olduğunu… Tek tek anlattılar. Öyle ya adamın bu cömertliği karşısında, susmak olmazdı.

Bir ara Musa, derin bir iç geçirdi. Kendi kendine “Okuyun kardeşim, okuyun. Babam beni okutmadı Liseden sonra… Öldükten sonra da mecbur kaldık bu dükkânı işletmeye… Öylece yıllar geldi geçti…” Aniden ses tonunu yükselterek “ Siz benim gibi olmayın, okuyun büyük adamlar olun, tamam mı?” Eymen saf bir edayla “ İnşaallah Musa amca, ben okumak istiyorum” dedi heyecanla…

Musa, daha fazla geç kalmasınlar diye “Çocuklar, tanıştığımıza memnun oldum, haydi Allah muvaffak etsin… Fazla geç kalmayın, evden fırça yersiniz. Ama her zaman beklerim ha… İstediğiniz zaman gelebilirsiniz..” diye tembihlemeyi de unutmadı… Çocuklar, teşekkür ederek vedalaşıp evlerinin yolunu tuttular.

Yolda giderlerken bir yandan da Musa’nın neden kendileri ile ilgilendiği, cömertliği ve güler yüzlü oluşu ile ilgili kritik yapıyorlardı. Artık zengin, güler yüzlü, hoş sohbet Musa amcaları vardı; gelip geçerken selamlaşıyorlardı.

***

Çocuklar ayrılırken Musa cüzdanından çıkardığı banknotlardan her ikisinin de ceketlerinin yan cebine çaktırmadan koymak istedi. Eymen sıkılarak, “ Sağ ol, harçlığımız var.” dedi. Musa gayet anlayışlı bir şekilde, onların mahcubiyetlerini gidermek için, “Var olduğunu düşünüyorum, ama ben bunu size emanet olarak veriyorum; geleceğe gönderiyorum. Benim Posta güvercinim olmak istemez misiniz?” dedi.

Çocuklar bu ifade karşısında ne diyeceklerini şaşırmışlardı. O yaşta fazla bir anlam verememişlerdi, ama büyük ve derin bir yaklaşım olduğunu anlamışlardı. Sessizce durumu kabullendirdiler. Zaman zaman bu tekrarlandı ve aynı şekilde kabullenildi.

***

Yıllar geçti…

Öğretmen olan Eymen, yeri geldi sırtındaki ceketi çıkarıp öğrencilerine giydirdi, yol ücretlerini verdi…

Yatılı, köklü bir okulda yöneticilik yapıyordu. Öğrenciler seçilmiş, pırıl pırıl Anadolu çocukları… Her hafta sonu evci-izinli ailelerinin yanına gidiyorlar… Yine bir haftanın kapanışı, bayrak töreni sonrası… Çok öğrenci gitmiş, sadece ailesi uzak yerlerde olanlar kalmıştı. Bir de O… Her hafta giden çocuk, okulun bahçesinde bir bankın üzerinde, tek başına düşünceli bir şekilde oturuyor. Eymen, odasından bu çocuğu fark edip yanına yaklaşıyor.

“ Sen neden gitmedin?”

“Bu hafta gitmeyeceğim, Hocam.”

“Olur mu? Haydi sen de git.”

Çıkarıp cebinden bir miktar para uzatıyor. Çocuk itiraz ediyor, “Param var,” diye.

Olsun, sen bunu al ve git, yanında bulunsun.” diyor Eymen Hoca. Çocuk sessizce durumu kabullenip, hızla pansiyon binasına doğru uzaklaşıyor. Arkasından mutlu bir gülümsemeyle seyrediyor Eymen.

Pazartesi, bayrak töreninin sonrası, Eymen’in kapısını tıklatan çocuk, “Hocam, çok teşekkür ederim. Verdiğiniz parayı getirdim…”dedi.

“ Oğlum, o para benim değildi, Musa amcanın parasıydı. Bende emanette idi. Benimle geleceğe göndermişti; ben de sana teslim ediyorum. Sen de benim posta güvercinim olmak istemez misin? Ben de seninle geleceğe gönderiyorum…” dedi.

Bu da çocuktu ve halinden konuyu pek de anlamadığı anlaşılıyordu. Ama o da anlayacaktı… Eğitimin bir yürek işi olduğunu… Gönülden gönüle bir bayrak yarışı olduğunu anlayacaktı. Körler, sağırlar meselesi olmadığını… Eğitimin temel amacının “tapınak şövalyesi” yetiştirmek olmadığını, bilmem hangi unvanlı insan değil, erdemli yeni kuşaklar, yeni yürekli insanlar yetiştirmek olduğunu O da anlayacaktı bir gün. Tıpkı Eymen’in anladığı gibi…

Musa amca! Sen süslü unvanları olmayan adam gibi adam ve iyi bir eğitimci idin… Emin ol, senin fiilî duan kıyamete kadar “Posta Güvercinleri” nin dilinden düşmeyecektir…

Çakma”lar, müstesna…

Yazar : Eyyup AKSOY

1963 yılı Eylül ayında Sungu’da dünyaya geldi.
Üniversite eğitimini Bursa’da, yüksek lisansını Harran Üniversitesi'nde tamamladı. Ondokuz Mayıs Üniversitesinde başladığı doktora eğitimini yarım bıraktı.
Dokuz yıllık öğretmenlik ve idareciliğin ardından, sırasıyla Harran Üniversitesinde Eğitim Öğretim Planlamacılığı, Araştırma Uygulama Hastanesi Müdürlüğü, Araştırma Fonu Müdürlüğü, Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Görevliliği, Akademik Bakış dergisinin yayın koordinatörlüğü görevlerinde bulundu. 28 Şubat sürecinde görevine son verildi.
Medikalcilik ve pazarlamacılık yaptı.
2000- 2001 yıllarında Bursa’da bir özel hastanenin kurucu müdürlüğünü yürüttü.
2001-2003 yılları arasında ortaklarıyla kurduğu Özel Eğitim ve Rehabilitasyon merkezinin şirket müdürlüğünü yaptı.
2003 yılı aralık ayında yeniden açıktan atama yoluyla öğretmenliğe geçti.
Halen Bursa’da öğretmenliğe devam etmektedir.
Yayınlanmış eserleri:
Bir Aşkın Analizi, Gençlik Yayınları, İstanbul 1997
Akşamla Söyleşi (Şiir) Ankara 20013
Eylül Sarısı(Roman), Uğur Tuna Yayınları 2014
Eylül Sarısı(Roman)2.Baskı, 3 Adam Yayınları 2015
Peydah (Roman), 3 Adam Yayınları 2016

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Mesele Ağaç Değil, Sen Hâlâ Anlamadın mı? / Yunus MÜREBBİ

K Ü R S Ü Yunus MÜREBBİ MESELE AĞAÇ DEĞİL, SEN HALA ANLAMADIN MI? Bir …

Kapat