Ana Sayfa / Uncategorized / “Hayat Balkonları”nda Ramazan Düşünceleri / M. Nuri BİNGÖL

“Hayat Balkonları”nda Ramazan Düşünceleri / M. Nuri BİNGÖL

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Mehmet Nuri BİNGÖL

mneminler5@mynet.com

“HAYAT BALKONLARI”NDA RAMAZAN AYI DÜŞÜNCELERİ…

Saat 22.30 ve ben “Cafe …..”nin kapısından giriyorum. Raflarda içki olup olmadığını kontrolden sonra – o da Ramazan ayında!- bir kapiçino isteyip “hayat balkonları”ndan birine doğru yürüyorum.

Çocuklarım ve hayat arkadaşım hala Sanko-park’ın içindeki mağazalarda bayramlık uydurmaya çalışıyorlar üzerlerine. Onları takipten bitap düşen ruhum balkonundan  “kavaklık” parkının ve nihayetinde de kavaklık camiinin sere serpe temaşa edilen “Cafe”ye atıyor kendini.

Sigara içenler  için ayrılmış ama asıl maksadının gözlerden ırak olunması anlaşılan “bölme”ye bakınca aklıma Nur Üstad’ın Eskişehir hapishanesi penceresinden yaptığı temaşanın ardından ağlayışı geliyor. Aynı hislerle dolmasam da üzülüyorum.

İftar zamanı restoranların bulunduğu üst kata çıktığımızda bulunan kalabalağın %70’nin oturmuş yemek yediğini görünce şaşıran ortanca kızıma şu cevabı vermiştim.

“Ramazan ayı buraya uğramamış galiba.”

Kavrulur gibi yanan içim “menü” beklerken bir “fast food”çunun önünde, kendisine yanlışlıkla tavuk hamburger verilen birinin çığırtkanlığına karşı hiç de beklenilmeyen bir hanımın “Ne bağırıyorsun be kadın! Biz ve millet orucunu açmak için menü beklerken sen ortalığı birbirine katıyorsun!” sözleri yüreğime su serpiyor. Demek bazı yerlerde görünenle hakikat bir olmayabiliyor çok şükür.

“Cafe….”nin balkonundan gelen kapiçino’yu yudumlarken gekte sessizce serenad yapan dolunayı temaşa ediyor ve sünnet olan “Maşallah, barekallah” ifadeleri ile birlikte tefekküri ibadeti yapmamak ne mümkün?

Burası da –kendi zaviyesinden- bir vadi elbet. “ Alleben” suyunu fırdolayı çevirmiş irili ufaklı ağaçların tepesini hafif bir rüzgar esintisi titretiyor, belli… Göğe karşı yapılan sarihi ve mana-yı harfi tesbihatları –anlayana- ne muhteşem.

Bir ara çantamdaki “Meyve Risalesi”nin ulaştığım Dördüncü Meselesini okumak geçti. Ne yalan söyleyeyim, bu şifahi tefekkür daha fazla  zevkime dokunduğundan vazgeçtim. Gelen telefonla “Bizimkilerin” – ya da ev halkıma para harcatarak ebedi alemimin yollarını döşeyen çocuklarımın- hazır olduğunu öğrenince acele ile ücreti ödeyip aşağıya indim.

Birecik’e giden otoyola kavuşturacak “İpek Yolu”na kıvrılan son dönemeçte gördüğümüz açık bir bakkaliye sanki bizi çağırdı. Dondurma alacakmış, canları dondurma çekmiş… Direksiyonda olduğumdan “Bana almayın” dedim. Büyük ve küçük kızım indiler. Orada İstanbul’da tahsil senelerimde üç yıl beraber kaldığımız ve pek çok ortak noktamızın bulunduğu dostum Hüseyin ( Kağan). Gelip bu haberi verince bana –sağolsun çocuklara ücret de ödetmemiş- “Kimyacı”daki Ramazan iftarlarında hazırladığı yemekleri ve sahurlarda yine yemek hazırlayınca “Hafif yemenin sağlığa daha münasip” olduğunu söylediğim vakit, tebesüüm ederek  verdiği cevabı da bugünmüş gibi hatırlıyorum.

“ Sahurda yemek yemeyince gündüzün ben acıkıyorum be Nuri!”

Kucaklaştık. “Seni ne zaman Antepli yapacağız be Nuri?” dedi. “Kısmet kardaşım. Hele Birecik’i bir toparlayalım da…” “ Aynen mazideki gibi” mi dedi ben aceleyle çıkarken.. “Bize gidelim istersen…” teklifine de hakiki bir mazeret söyleyip ayrıldım aceleyle. Yolumuz bizi beklerdi, sahur da…

Geçende yine böyle bir akşam, “Güneydoğu’nun incisi” Birecik namı verilen  muhitimizin güzide bir mekanı olacak, şaka ile “Bizim Gezi Parkımız” diye isimlendirdiği – bazı eksiklikler görüldüğünden yapımcı firmadan teslim alınmayan-   “Sahil Parkı”nda Furkan Bey’le teravih sonrasında  yürüyüşe çıkmıştık. “Yürüyüş bahane”… Asıl saik sohbetti elbet. Neden sohbet? Bizim mesleğimiz bir nevi “Sahabe mesleği” değil mi?

“Sahabe” kelimesinin meşhur manalarından biri “ Resulullah (asm) ile sohbette bulunup O’nun sıbgasıyla boyanan…” ; diğeri ise “sahabet”… Bizim için ölçü her iki mana da olursa eğer, “süluk” ettiğimizin yolun “sırat-ı müstakim”i ve “hakikatperestlik sıddıkıyeti” (vb) bilfiil yaşanmış olur. Zira “okuma” fiili anlamak, “anlamak” da yaşamak için değil midir? “Ikra” ayetini –hemen hemen- bütün müfessirler aynı şekilde izah buyurmuyorlar mı?

“ Risaleler üzerimize okunuyorlar.”

İfadeyi ilk duyunca sarsıldığımı itiraf etmeliyim. “Üzerine okunmak.” , “Cenaze üzerine Kur’an okumak…” deyimi gibi… (Bu arada hatırlatalım fıkhi bir mütearifeyi:  Cenaze,  mezara indirilinceye kadar – sevabı bağışlanmak üzere- yanında Kur’an okunmaz. Başka bir mekanda olması ayrı mesele…”

“ Çok mu garipsediniz ifademi?” diye sorunca Furkan;

“Hayır” dedim. “Üstad da ‘ Ey mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen asrın kapısında durmayınız ,  çekiliniz. Ta ki hakaik-i İslamiyeyi afak-ı kemalatta temevvücsaz  ettirecek nesl-i cedid gelsin!’ demiyor mu?”

***

“Hayat balkonları”  insana ne düşünceler hediye eder, hangi hayalleri tasavvura, hangi tasavvurları “taakkul”a inkılap ettirir; haddi hesabı yok.

Şair’e ne tedai ettirir, bize ne dedirtir. Sezai Karakoç başka bir pencereden bakmış hadiseye.

“ ……………

İçimde ve evlerde balkon

Bir tabut kadar yer tutar

Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen

Şezlongunuza uzanır ölü

 

Gelecek zamanlarda

Ölüleri balkonlara gömecekler

İnsan rahat etmeyecek

Öldükten sonra da

………………………………………”

Hele o hayatın temâşa yeri ya Beşevler tepesine, ya da Uludağ sırtlarından bir mekâna nazar ediyorsa!..

Rüzgâr seslerinde kıvranan hisler de ne? Bunlara kimi hayal der, kimi geçmişin ayak sesleri…

Ne denirse densin, “tatbik-i nazariyat”ın “icraat” – ya da “hakikat”- rengine bürünmesinin ilk adımı bunlar değil midir?

“Nur-u fikir, ziya-yı kalb ile ışıklanıp mezc olmazsa zulmettir.” Ama… “ Zulüm fışkırtır” zira…

Bizim fikrimiz hür olmalı daima; ama her zaman “ abdullah” olduğumuzu akıldan çıkarmamak kaydıyla… O halde fikir ve idrak hissimiz gibi, “letaif-i aşere” misali “latife-i bâtına”mız da, hayallerimiz de “abdiyet” şuuru içinde olacaktır, olmalıdır.

Demek istediğimizin hülasası şu: Hangi halin tedaisiyle olursa olsun, müminin zannı – veya hayali- aslında duadan başka bir şey değildir. Kötü gibi gelen rüyaların bile iyiye yorulması, bizi “en çok seven” birine anlatılması talimatı ve emr-i Peygamberi (asm) de aynı noktaya bakar, baktırır.

Bilinir: Eğer bir temenni “istidat lisanı” şekline bürünmüşse, hele bir de “esbabın içtimaı” “Müsebbebü’l-Esbab” olan Hakim-i Mutlak’ın “dilemesi”ne de denk düşmüşse, ayrıca, o kalbi ya da kavli temenni, “ihtiyac-ı fıtri” ve toprak-su-ateş-ziya gibi “hilkatle alakalı” unsurların “Cadde-i Kübra”sı ile fırdolayı kuşatılmışsa, son sür’at “akıtılan” ırmağı tersine çevirme “bedbaht”lığına düşmekten ne koruyacaktır onları?

Vadi ses verip ses almakta; sükûtuyla bile bangır bangır haykırmaktadır.Vakit ikindiyi devirmiştir; yamacın doğusuna düştüğünden, son sürat ufka akmakta olan güneşin sarışın ışıklarıyla parlamaktadır.

Hakim renk, elbette çam yeşili…

Kendilerinin “sır sır” dediği, umum ilim dünyasının ya “cır cır böceği” ya da “ağustos böceği” dediği hayvancık, kendi nevinin “andelib”liği vazifesini hakkıyla yapmaktadır, tepenin sere serpe nazar ettiği şehrin bir kısmındaki düzenli belediyeciliğe şahitlik yapmaktadır.

Çam dallarına takılı nice tecelli avâzesi, “Çamdağı’ndan esen yeller…” mısralarını seslendirmeye aşeren yüreğini susturmalıdır nihayet. Çünkü Yüce Resul (asm) buyurmamış mıdır ki, (evkemekal) “ “İçinde Allah’ın ya da benim zikrim – hatıram, bahsim- bulunmayan sohbette hayır yoktur.” diye?..

O yüzdendir ki beraber bulunduğu kardeşcikleriyle hemen “eften püften” – malayani- meselelerden evvel, bir bahis okuyarak O’nu zikretmelidir.

“Evet, MİN RABBİHİ lafzı kahrı değil; rahmeti ifade ediyor. Çünkü Hazret-i Muhammed (asm)’ın ümmeti, kendisine iman ve itaat ettikleri için rahmete mazhar olmuş ve takatleri nisbetinde evamir ve nevahi-yi İlahiye ile mükellef kılınmışlardır. Bu sebeple Kur’an, kahrdan ziyade rahmet-i İlahiye’yi gösteren hükümler ihtiva eder. Hem de Ümmet-i Muhammed (asm)’a hürmeten isti’sal azabına maruz kalmamış, topyekün helak edilmemişlerdir. İşte, RABBİHİ, “O’nun ( Hazret-i Muhammed’in) Rabbi “ tabiri böyle bir rahmeti ifade eder…

Hem RABBİHİ lafzı şu hakikatı ifade ediyor ki: Hazret-i Muhammed (asm), hem kainat ağacının çekirdek-i aslisi, hem de Kur’an vasıtasiyle kainatın netice-i hılkati olan ubudiyet-i insaniyeyi en mükemmel bir surette ders vermesi cihetiyle kainat ağacının en mükemmel meyvesidir. Bu sırra binaen, O’nun Rabb-i Rahim’i, âlemi onun nurundan yarattığı gibi, bütün âlemi de ona hizmetkâr etmiştir. Nasıl ki, bir ağaç, bütün hey’atıyla meyvesine müteveccih olup hizmet ettiği gibi, mevcudat-ı âlem de şecere-i kainatın meyvesi olan Rasul-ü Ekrem’e (asm) müteveccihdir ve onun diniyle – Şer’-i Şerifiyle- ayakta duruyor. Hem o Rasul-u Ekrem (asm) dünyanın sebeb-i vücudu olduğu gibi, ahiretin de vesile-i vüsulüdür. O halde, “ O’nun Rabbi”nden murad; “ Bütün alemlerin Rabbi” demektir…

O halde, o Zat-ı Ekrem (asm) umum cin, ins ve melaikenin peygamberi olduğu gibi, bütün alemin de peygamberidir ve bu sebeple ekser enva-ı kainattan birer mucizeye mazhar olmuştur. Üstad Bediüzzaman Said Nursi (ra) hazretleri bu konuda şöyle buyurur:

“Rasul-u Ekrem aleyhisselatü vesselamın mu’cizatı çok mütenevvi’dir. Risaleti umumi olduğu için, hemen ekser enva-ı kâinattan birer mu’cizeye mazhardır. Güya nasıl ki bir padişah-ı zişanın bir yaver-i ekremi mütenevvi’ hediyelerle muhtelif akvamın mecmaı olan bir şehre geldiği vakit, her taife onun istikbaline bir mümessil gönderir; kendi taifesi lisanıyla ona ‘hoş-âmedi’ eder, onu alkışlar. Öyle de: Sultan-ı Ezel ve Ebedin en büyük yaveri olan Rasul-ü Ekrem aleyhisselatu vesselam, âleme teşrif edip ve küre-i arzın ahalisi olan nev-i beşere meb’us olarak geldiği ve umum kainatın hakaikına karşı alakadar olan envar-ı hakikat ve hedaya-yı ma’neviyeyi getirdiği zaman; taştan, suıdan, ağaçtan, hayvandan, insandan tut ta Ay’dan, Güneş’ten, yıldızlara kadar her taife, kendi lisan-ı mahsusuyla ve ellerinde birer mu’cizesini taşımasıyla, onun nübüvvetini alkışlamış ve hoş-âmedi demiş.- Mektubat, Ondokuzuncu Mektub, üçüncü nükteli işaret, s.96” ( Rumuzü’l-Kur’an, c.2, s:54-55)

Bu satırları kaleme aldığım günün önceki gecesi “Leyle-i Berat” idi. Bizim emektara adeta “tıkışıp” ulvi iklimine can attığımız Ulucamii imamının o güzide ve müstecap duasına amin derken nihayetsiz dillerle, o an gelen mail ve kısa mesaj tebriklere en kalbi dualarımla mukabele ediyorum.

Bilhassa genç okuyucu ve kardeşlerimin tebrikleriyle anlatılamaz tahassüslerle doldum. Öylesi arkadaşlarla “darüsselam menziline giden gemide bir hademe” olma şerefini, “Bunlar da nereden türedi? Demek ki…” diye “sui zann” düzen zihinlere bir acıma acıdım ki sormayın.

Birader; mü’minin bir temennisi bile onları bir araya getirmiş olamaz mı? “Kara gecede, kara taş üzerindeki kara karıncanın” nidâsını duyup imdat eden bir Rabb-i Rahim’i de mi, “Seyyidü’l Kevn ü Mekân” (asm)in “min rabbike” ile ifade edilen Sahib-i Kur’an’ın mevcudiyetini de mi hatırlamaz, O’nun (C.C.) inayetini sadece belli bir sahaya münhasır mı bilirsin?

Eğer bir temenni “istidat lisanı” şekline bürünmüşse, hele bir de “esbabın içtimaı” “Müsebbebü’l-Esbab” olan Hakim-i Mutlak’ın “dilemesi”ne de denk düşmüşse, ayrıca, o kalb î ya da kavlî temenni, “ihtiyac-ı fıtri” toprak-su-ateş-ziya gibi “hilkatle alakalı” unsurların “Cadde-i Kübra”sı ile fırdolayı kuşatılmışsa, son sür’at “akıtılan” ırmağı tersine çevirme “bedbaht”lığına düşmekten ne koruyacaktır Zat-ı Alilerini?

Yazar : Mehmet Nuri BİNGÖL

BİYOGRAFİ
1961’de Şanlıurfa/Birecik’te doğdu. İlkokul ve ortaokulu aynı ilçede okudu. 1982’de İstanbul Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Anadolu’nun çok yöresinde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaptı.
Yazgı, Köprü, Bizim Külliye dergilerinde hikâye, deneme ve makaleleri yer aldı. Gap Gündemi, Tasvir, Yeni Nesil gazetelerinde yazıları yayımlandı. Birecik yıllıklarına alınmış şiirleri, yaptığı derlemeleri ve değişik site ve kitaplara alınmış makale, mülakat ve köşe yazıları bulunuyor.
Kitaplaşan iki eseri ve tefrika romanları Mehmet Nuri EMİNLER mahlasıyla yayımlanmıştır. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğine devam ediyor. Birecik’te temsilciliği açıldığı ilk günden beri Eğitim-Bir-Sen üyesi. Dört kızı ve üç torunu bulunuyor. Şanlıurfa/ Birecik’te ikâmet ediyor.

Tarık Buğra ile yaptığı mülakatın iktibas edildiği eserler:
Politika Dışı (Tarık Buğra)
Tarık Buğra’yla Söyleşiler (Mehmet Tekin)

Hikâyelerinin İktibas Edildiği Eserler:
Kedinâme (M. Nuri Yardım, 2019)
Dergizan Yıllığı (Ramazan Seydaoğlu, 2020)

İktibas edilen mahalli derlemeleri:
Cumhuriyetin 50. Yılında Birecik Yıllığı
Cumhuriyetin 70. Yılında Birecik Yıllığı

Tefrika Romanları:
Yokuşta ( 1986)
Yokuşta Tırmanış-1 (1984)
Yokuşta Tırmanış- 2 (1988)
Kafkasya’da Sarp Ufuklar (1981)

Kitapları:
Sürgündeki Çeçenya (1. Baskı: 1996; 2. Baskı: 2000) Gençlik Yayınevi
Nur Üstad (Biyografi- Deneme; 2002) Erguvan Yayınevi
Siyahtan Turkuaza (15 Temmuz) [Hikâyeler] 2021. KDY yayıncılık
Ver Elini Türkmeneli [Gönül Sayhası-1] (Roman) 2021, KDY Yayıncılık
Azada Yürüyüş [Gönül Sayhası-2] (Roman), 2021, KDY Yayıncılık, "Bir Başka Çeşme" (2022- KDY- Öyküler)

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
“Hayat Balkonları”nda Ramazan Düşünceleri / M. Nuri BİNGÖL

Mehmet Nuri BİNGÖL mneminler5@mynet.com "Hayat Balkonları"nda Ramazan Düşünceleri Saat 22.30 ve ben “Cafe …..”nin kapısından …

Kapat