“Gülleri açmış, sümbülleri, laleleri, zerrinleri, fulyaları yetişmiş, bülbülleri şakıyan otuz günlük bir baharistan”
Bırakın, Allahı severseniz!.. Evvelleri Ramazan gecelerinde evde oturmanın da zevki vardı!. Köşe penceresine çekilip de mahalle çocuklarını seyretmek, onların bir kestane fişeği, çatpata, bir arayıcı fısfısına, bir maytap süzülüşüne gevrek gevrek güldüklerini duymak, elde fener teravihe seğirten hacı babanın ardı sıra patlattıkları toprak lokma bombadan sonra çil yavrusu gibi dağılarak kaçıştıklarını, midye kabuklarına dirhem ve zeytinyağı koyarak, gelenden geçenden.
-Yağ parası, mum parası,
istediklerini, vermeyenlerin önünü iple kesmelerini seyretmek az neşe mi verirdi.
İmde ellerinde üfledikçe şişer, uzanır, bir Japon zırzırı, yahut bir tramvaycı düdüğü, öttür bre öttür!. Mahallenin içi düdük, muayenehanesine döunüyor!.
Hani ya:
-Heyamola, bizim gemi!
Veya:
-Helesa, heyisa!
bağrışları ile ip çekişmeler, çekişip dururken, -köhne çamaşır ipine ne kadar dayanabilir kopunca veyahut bir tarafın o yaştaki kurnazlığı ile ipin ucunu birdenbire bırakınca sırtüstü düşüşler…
-Vay kafam!…
-Anneciğim, anneciğim!..
diye ağlayışlar!..
Nerede?
Hani ya bunların: Onluk, onbirlik bağlama takkeli, kısa hırkalı elinde örme tura, ayağında burnu patlak, bağsız lâpçin, yemeği yer yemez, kapıdan fırlar. Çağırdığı her ismin ekseriyetle son hecelerini beş on elif miktarı çeke çeke ne kadar badi badi, paytak, çengel bacak, pat burun, yer cücesi, şakulî ibik, sıçan kuyruğu püskül, limon kabuğu fes, donu atkılı varsa hepsini başına toplar, onlar önde taş toplaya toplaya öteki mahalleye kavgaya götüren, bakkal manav, aktar kapatan, müezzin şaşırtan, sokak köşesine çarşaf kurup Karagöz oynatan, gelenden geçenden para toplayan, elde fener kapan, meşin tulumba ile gelene geçene su sıkan, kahve önünde nâralar attırarak, ala alaheyler, yaman giderler, bizim mahalle kanlı bıçak, ötekiler hepsi alçak! palavraları ile geçit resmi yaptıran:
-Tırıng!.. der demez, namazdan dönen tirit babaya:
-Eyvahlar olsun limonata şişesi şikeste beste.
-Şıngırr! eder etmez Feriha kadına:
-Gördün mü bir kere!.. Yine aşağı cam kırıldı!..
-Hay ellerin kırılsın, hınzır piç!..
-Zırrr!…
Kopar kopmaz imam efendiye:
-Bittik, yine sakanın eşeği meraklandı!
-Hırrr!. teranesini ik duyan Gülsüm hanıma:
-Ayol köpekler birbirlerini yiyorlar!.. dedirten, ardı gelmez.
-Çat!.. Çat!..
ile birden beş on kapı çaldıran, bütün mahalle halkına merdiven atlatan… Elebaşıları nerede?
Haydi, bunlar büyüdüler, uslandılar, efendi, bey oldular, diyelim.
Nerede o, ufak davulu boynunda, işkembe feneri arkadaşının elinde, yatsıdan sahura kadar, sokak sokak, semt semt dolaşan, bir kapının önünde şimdiki şâirlerin hakkıyla benzetmeyi başardıkları şekilde:
“Ramazan geldi, dayandı,
Camiler nura boyandı
İki gözüm geldi yine
Hasretiyle canım yandı.”
“Sancağını açıp geldi
Mağfireti saçıp geldi
Onbir ayın onbirini
Aralayıp seçti geldi”
derse üç ev aşağısında:
“Ramazan bir yeşil direk
O da müminlere gerek.
En sonunda bayram olur
Çoluk çocuk sevinecek”
diye bahşişini alan.
Büyük konakların, İstanbul’u dolaşmaya çıktığını ilân eden:
“Medhedeyim, medhedeyim
Medh ü senâlar edeyim
Eğer izniniz olur ise
Câmilere bir gideyim.”
“Ayasofya iptidası
Evvel kuruldu binası
Orada namaz kılanın
Kabul olur her duası”
“Yenicâmi kurdu pazar
Kâtipler ismini yazar
İndim Bahçekapısına
Eyledim bir kayık Pazar.”
“Bindim kayığın içine
Seccade yaydım kıçına
Çek kayıkçı palakürek
Doğru Eyübün içine.”
“Eyüpten çıktım dışarı
Çocukları pek haşarı
Enseme bir tokat geldi
Gözlerim çıktı dışarı.”
dikkatle gözetirken, kafes altından kâğıda sarılı kuruş düşer düşmez:
“Yine açıldı çarşılar
Turfanda çıktı turşular
Bu konaktan bahşiş aldım
Siz de duyun ey komşular.”
kıtasını içinden geldiği gibi söyleyen, yokuşun başındaki evin önünde, yorulunca:
“Kara koyun kuzuludur
Kuyrukları yazılıdır
Çok bekletme a, efendim
Ayaklarım sızılıdır.”
kinayesiyle beş on para sızdıran, mahalle kahvesi önünde, takkesi işlemeli, hırkası am, entarisi Halep, ayağında ökçeli fular; eve gitmek için teravih dönüşünü bekleyen damat beyi bir elde teşbih, bir elde fincan görünce:
“Tesbihimin ucu mercan
Bu aylar dertlere derman
Efendim kahve içiyor
Elinde fağfuri fincan.”
“Merdâne beyim, merdâne
Altın saatler gerdâne
Benim beyim, benim paşam
Şu semt içre bir dâne.”
manisi ile koltuklayarak bir dereceye kadar alafranga Kine Richee dikkat ederek, peykede başaşağı, başyukarı pinekleyen eski Sakalar Kâhyası, içi geçmiş Demir Ağayı gözü ile işaret ederek:
“Ne uyursun, ne uyursun?
Bu uykudan ne bulursun?
Al abdestin, kıl namazın
Doğru Cennetin bulursun.”
dedikten sonra rakibi eli sopalı bekçi hakkında umum kahve halkına hitaben:
“Damdan kedi atladı
Bekçinin ödü patladı
Elem çekme arkadaşım
Beyler keseyi yokladı.”
telmihi ile attığı taşı gediğine koyan beyitçilerimiz nerede? Bunlarsız geçen Ramazan gecelerinde ne âhenk, ne şenlik, ne şiir düşünülebilir?
1920
***
Ben zaten, ümmetin oruçlularından olduğum için, ramazandan pek rahatsız olmam. Bildiklerimden pek çok kişi de benim gibidir. Ne olacak? Günde beş kuruşa işkembe çorbasıyla, yarım baş suyuna salınmış söğüş ile beslenen mideler açlık elemine alışmış demektir. Fakat ne haldesiniz? Burasını anlamak isterim. Acaba, evde mama dadıya bir parça bir şey saklatıp güzelce yedikten ve akşama kadar sürecek katlanma gücünün dozunu düşürmemek için birkaç bardak su içtikten sonra ele teşbih alarak mı çıkıyorsunuz? Dünyada bu riyacı tavrı yutmayanlardan biri de bizim Ayazağa mektupçusudur.’ Ha, göreyim seni!’ deyin. Size, oruçsuz olup da kendisini halka niyetli gösteren ne kadar bey, efendi, ağa, hanım varsa hepsini birer birer seçip ayırır. Bu ustalığı ne şekilde edindiğini sorduğumda dedi ki: – Bundan kolay bir şey yok. Bir kere çehresine bakarım: Eğer yazar çehreli ise oruçlu, direktör simasında ise oruçsuzdur. Çünkü bu ikiden biri senenin her gününde mutlaka aç, öteki muhakkak toktur.
***
Bir zamanlar kış ramazanlarında evlerde toplanarak teravihler kılındıktan sonra, Tefsir, Buharî-i Şerif, Kısâs-ı Enbiya, Mesnevi şerhleri, Siyer, Menâkıb-ı Meşâyıh, Hikâyât-ı evliyâ, Muharebât-ı Meşhûre, Cihannümâ, Tâcü’t-tevarih, Nâimâ, Râşid, Cevdet tarihleri gibi hoşa giden kitaplar, el yazısı daha nice makbul eserler okunur, tekkelerde zikirler, devranlar yapılır, bazı yerlerde Muhammediyye, Ahmediyye, Battal Gazi, Taberi, Binbir Gece, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kanber, Hayber Kalesi, Kesikbaş, dev masalları ile vakit geçiştirilir, musikiden fasıllar, şarkılar geçilir imiş.