Ramazanla Büyümek

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

RAMAZANLA BÜYÜMEK

Alpaslan DURMUŞ*

Hayata gelmek bir uykuya doğmaktır, yaşamak yavaş yavaş bir ayma, ayılma ve ölüm bütün uykulardan uyanılacak yeni bir doğum.

Hayat yoluna çıkan insan ilk adımından itibaren hayatın birçok tezahürüyle karşılaşır, yaşadığı her bir olay ve bütün hesapları dışında gündemine gelen zuhûrat insanı günden güne zenginleştirir, tecrübe haznesini genişletir, bilgi ve birikimini artırır. İnsan yaşadığı her bir günle bir diğer güne göre hayat karşısında daha bir ayar, bakışı gittikçe durulup derinleşen, gördükleri netlik kazanan, kendine has bir görüş açısı geliştirir.

Çocukluk insanın ayılma/uyanma sürecinde uğradığı duraklardan, gölgesinden yararlandığı ağaçlıklardan biridir. Bu sebeple de “çocuk ve Ramazan” denildiğinde aslında herkesin kendi hayat yolunu katederken uğradığı çocukluk denen o duldadan akılda kalan ve hatıra gelenlerden süzülenlerin sunulduğu bir söz buketiyle karşı karşıyayızdır. Bu bukette sıklıkla yer alan “Ah nerede o eski Ramazanlar!” yollu özlem ifadelerinin ardında kimbilir kimin kendi çocukluğuna dair hangi anıları, ne tür hatırlayışları ve tahassüsleri, çocukluk yıllarında hayalini kurduğu ve hâlen gerçekleşmemiş ne gibi ümitleri gizlidir acaba? Çocuk ve Ramazan ilişkisine dair söylenenlerin ve söyleneceklerin bu anı, hatırlayış, tahassüs ve ümitlerle ilişkisi tespit edilse, muhtemelen çocuk ve Ramazan ilişkisine dair daha genel soyutlamalara, genel geçer belirlemelere ulaşılacaktır. Sözün özü, Ramazan ve çocuk üzerine söylenecek sözler kişisel aydınlanmalara, düne dair bakışlardan ayıklamalara dayanmak durumundadır; herkesin “çocuk” ve “Ramazan”ı, biraz da “kendi çocukluğu” ve “kendi Ramazanı”dır yani…
Dünden yaşanılan ve yaşanılan güne dek biriktirilen… Biz de ufak ufak biriktirmiş olduğumuz kendi heybemizdeki Ramazan ve çocuğu paylaşalım o halde.

On bir ayın sultanının karşılanması, Recep ayıyla başlayan ve Şabanla devam eden, üçüncü ay şerefine iki ay boyunca süren apayrı törenler bütünüdür. Tutulan oruçlar, yaşanan geceler, kilerlere depo edilen iftarlık ve sahurluk yiyecekler, camilerde çeşit çeşit mahyalar hep Ramazan şerefine, Ramazan içindir. Çünkü o ayın kulun ayı olduğunu, âlemlerin Rabbinin kulları için ayırdığı bir zaman dilimi olduğunu, dolayısıyla kıymetini bilir bütün Müslüman kullar. Tabii çocuk da bunu sezer. Ve sezmeye devam eder, yaşananlardan bir takım değişiklikler olduğunu. Anlam veremese de farkın ayırdındadır ve biriktirir sezgilerini.

Kilerlerde depolanmış hoşaflıklardan kavurmalara, peynirinden zeytin ve hurmasına, fındık, fıstık, leblebi, üzümünden konservesine kadar çeşit çeşit yiyecek içeceğine türlü türlü hazırlıklar sofralarda yerini alır. Sofralar misafirlerle şenlenir, konukluklara gidilir. Bu gidiş gelişlerde özellikle iftar ya da sahur için hazırlanan ve konukları uğurlama esnasında ellerine tutuşturuluveren hediye çıkınları veya garip-guraba için bir kesecik içindeki (adını belki de daha sonraları duyacağı) diş kiraları ile karşılıklı sevgi, samimiyet, güleryüz ve sıcaklığın her zamankinden farklı olduğunu sezer çocuk ve bunları da biriktirir.

Çocuk görür ve yaşar;
zamanın ters yüz olduğunu, öğünlerin değiştiğini, öğünlerin adlarının bile farklılaştığını, hatta yemeğe başlamanın yeni bir nizama girdiğini… Namazların bir başka kılınır olduğuna, sıradan zamanlarda pek görmediği camiye ailecek gidip gelmelere, yatma-kalkma düzeninin değişimine tanık olur. Kur’an okuma alışkanlıklarından insanların birbirleriyle paylaştıkları sorulara, çalışma ve dinlenmelerden eve giriş çıkışlara kadar bir takım farklı alışkanlıkların oluştuğunu gözler. Bunları da atar heybesine. Her yıl bir süre bu değişikliklerin tekrarı yaşana yaşana sezgiler mahiyet değiştirip görgüye, görgü bilgiye dönüşür ve bir yerlerinden bu bilginin ortağı olma gayreti oluşmaya başlar çocukta.
“Beyazını yersen haramdır, siyahını yersen helaldir.” gibi bilmecelere cevap verirken bilmenin övüncünü yaşar. “Recep, Şaban, Ramazan… Hoppala geldi bayram.” gibi tekerlemelerle orucun zorluklarının farkında olmadığını gösterir. “Davulumun ipi kaytan / Sırtımda kalmadı mintan / Verin davulcunun bahşişini / Gidiyor şehr-i Ramazan” gibi manilerle bahşiş toplayan davulcuya sesteş olur. Ama gelin görün ki “E, söyle bakayım…” diye başlayan bir konuşma onu karışık duygulara iter. “E, söyle bakayım…” ifadesini soru takip eder: “Ayın başından ve sonundan ara vermeksizin birer gün oruç tutmak adağım olsun diyen kimse ne yapmalıdır?” Soruyu dinler, “adak” kelimesini bilmediğini çaktırmamak için elinden geleni yapar. Karşısındaki “Daha alacağın çok mesafe var küçüğüm.” der gibi gevrek gevrek güler ve kimbilir hangi vaazdan dinlediği ya da hangi kitabın hangi köşesinden okuduğu cevabı yapıştırıverir: “Onbeşinci ve onaltıncı günleri oruç tutmalıdır.” Bizim çocuk zekâsına meydan okunmuş olmasını unutmak ister gibi sağı solu, tanıdığını tanımadığını soru yağmuruna tutar, öğrenir de öğrenir.

Yetmez, yetinmez bilgi ortaklığına soyunmakla… Sahura kadar yapılan oyunlara, eğlencelere katılmanın yollarını arar bir yandan, muhatap alınmak için çabalamaya devam eder öte yandan. Bu sebeple de kendi güncelini de Ramazanla oluşturmaya çalışır. Maniler öğrenir, fıkraları bellemeye çalışır, eskiden (kendi büyüklerinin geçmişlerinde) neler yapıldığını sorup soruşturur, akranlarıyla paylaştığı internet gibi sanal ortamlarda ve sınıf gibi gerçek ortamlarda heybesine kattıklarını kimi zaman bazı büyüklerinin sululuk olarak
değerlendireceğine aldırmadan yeni kisvelere büründürüp dolaşıma sokar.

Gün gelir bilmek de kesmez, duymak, gözlemek ve öğrenmek de… Ufak ufak katılmaya çalışır Ramazan boyunca yaşanan büyük ortak değişime. Bedeninin sınırları dar geldiğinde büyükleri yetişir imdadına. Adına kimi zaman dikişli oruç kimi zaman yarım oruç diyerek onu zaten aralarına almaya teşne olduklarını gösterir büyükler. O kadar ki tekne orucu, kuş orucu, iskele orucu, paşa orucu gibi daha birçok isim takarlar; belki de sırf onu ikna etmek için.

Ve gün gelir Ramazan artık bütün haşmetiyle onu da sarıp sarmalar ve çocuğu çocukluktan kurtarır, hep isteyip durduğu yetişkinler dünyasına çekiverir. Artık dünün çocuğu, kendi çevresindeki çocuklara “Bizim zamanımızda…” diye başlayacak muhabbetler için hazırdır. Hayata gelmiş, uykuyu yaşamış, yavaş yavaş uyanmış, gerinmiş, neşvünema bulmuş, alı al moru mor bir gül olup dünya tarlasını şenlendirmiştir. Bundan sonrası ebedî uyanıklığa kadar, herdem taze bir gül tadında her yıl yaşanacak büyük şenliğin ortasıdır artık onun için de…

*Birdirbir Çocuk Dergisi Yayın Yönetmeni

Din ve Hayat Dergisi, Eylül 2008

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı

Peygamber Efendimizin Bayramı Bayram bir sevinç ve neşe günüdür. Yüce duyguların coştuğu, sevgi ve saygı, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Ali İhsan Tola Ağabeyin İlk Defa Yayımlanan Bir Dersi (Video)

https://youtu.be/JooPsCilm8A  

Kapat