Ana Sayfa / Yazarlar / Rasim Abi’ye Bir Yanlış Bilinçlenme Örneği

Rasim Abi’ye Bir Yanlış Bilinçlenme Örneği

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Rasim Abi’ye Bir Yanlış Bilinçlenme Örneği

Muhterem Rasim Ağabey, siz Türkiye’de Cumhuriyet döneminde nesillerin bilinçlenmesi ve hayata Muhammedî ve sorumluluk içinde bakmasına ön ayak olmuş insanlardan birisiniz, sizi eleştirmek benim gibi birinin işi olamaz, ama sadece burada Üstat hakkında yanlış bilgiden ötürü veya görmediğinizden dolayı, çünkü görmediklerimiz gördüklerimizden çok olduğundan dolayı Zat-ı Alinize bazı şeyleri derhatır ettirmek isterim, kusur etmek istemem, sizin gibi iyi bir dinleyici ve yorumlayıcı adil bir bakış açısına sahip insana  yapabileceğim başka şey yok.

  Sevgili Ağabey, Bediüzzaman 31 Mart Olayında yatıştırıcı rol oynamıştır, ama dönemin yöneticileri, özellikle Mekteb-i Kudat’ın şimdiki İstanbul üniversitesi Rektörlük binasında şeriat isteriz diye baş kaldıranları yargıladıkları ve birçoğunu astıkları yaşanmıştır. Bediüzzaman burada yargılanma sırasında bahçede asılmış insanların üstünde kıyamet köynekleri ile salllandıklarını görür ve Hurşit Paşa’nın mahkeme reisliğini yaptığı mahkemeye çağrılır.

Şimdi kitaba geçmeden önce zaman zaman Bediüzzaman kendi hayatının safhalarını anlatır. Bir eserinde 31 Mart’daki tutumunu ifade eder. “31 Mart hadisesinde sekiz taburu bir nutukla itaate getiren ve Divan-ı Harb-i Örfîde, mahkemedeki paşaların “Sen de mürtecisin, şeriat istemişsin” diye suallerine karşı, idama beş para kıymet vermeyip, cevaben “Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaretse, bütün cin ve ins şahit olsun ki ben mürteciyim ve şeriatın birtek meselesine ruhumu feda etmeye hazırım” diyen ve o büyük zabitleri hayretle takdire sevk edip, idamını beklerken beraatine karar verdikleri ve tahliye olup dönerken, onlara teşekkür etmeyerek “Zâlimler için yaşasın Cehennem!” diye yolda bağıran” (Şualar 387) şimdi bu ifadededen hareketle diyebiliriz ki, Hareket ordusu İstanbul’a gelirken şeriat istediklerini beyan eden bir takım insanlar var mıydı, yoksa İstanbul’da isyan etmiş taburların dini bahane ederek hükümdarı yıkmak istekleri mi vardı. Ahmet Altan, şeriat isteriz diye ayaklananların ceplerinde taze taze İngiliz banknotlarının olduğunu söylüyür, ve isyan günlerinde aşk romanında Otuz Bir Mart olayını da anlatmaktadır. Yani o an çok karışık bir mahiyet arzetmektedir.

Bediüzzaman İslam dünyasının son döneminde yaygın olan şeriatçı kelimesini çok farklı uygular ve yaşar. O yeni bir dünyaya doğru giden iki yüz yıl içinde şeriat dediğimiz dinin sistemini farklı algılamıştır, bu yüzden ona Hurşit Paşa sorar ”sen de mi şeriat istemişsin” o da harika bir cevapla evet bende şeriat istemişim, ama ihtilalcilerin istediği gibi değil. “Bediüzzaman’ın şeriatı isteme tarzı o gün de bugün de farklılık göstermiştir, bu ayrı bir konu.

Aynı meseleyi bir başka ifadesinde yine anlatır, farklı bir perspektiften. “31 Mart hadisesinde Hareket Ordusunun Başkumandanı Mahmud Şevket Paşa bana karşı fazla hiddetli iken ve Divan-ı Harb-i Örfi’de beni muhakeme ettikleri gün, on beş adam karşımda darağacında asılı bir vaziyette Divan-ı Harb-i Örfi Reisi Hurşid Paşa benden sordu: “Sen şeriatı istedin mi? İşte şeriatı isteyenler böyle asılırlar.” 
Ben de “Şeriatın bir meselesine bin ruhum olsa feda ederim” dediğim halde ve beni mahkum etmeye pek çok esbap -muhbirlerin iftiralarıyla- varken, benim müstesna bir surette müttefikan beraatime karar vermeleri.. “Yani Bediüzzaman harekat ordusundan farklı bir noktadadır, belki onun dini ve siyasi kimliği gereği onlar içinde görünmüştür ama onların içinde olmadığını eseri ve savunması ile ortaya koymuştur.

Divanı Harbi Örfi eserinde “Bu asılanlarla beraber gitmeye hazırım. Nasıl ki, bir bedevî garaipperest, İstanbul’un acaip ve mehasinini işitmiş, fakat görmemiş; nasıl kemal-i hâhişle örmeyi arzu eder! Ben de ma’rez-i acaip ve garaip olan âlem-i âhireti, o hâhişle görmek istiyorum. Şimdi de öyleyim. Beni oraya nefyetmek, bana ceza değil! Sizin elinizden gelirse, beni vicdanen tâzib ediniz! Ve illâ başka suretle azap, azap değil, benim için bir şandır!” Korku duvarını aşmış Bediüzzaman idamı da hiçe sayar, âlemi ahireti tam bir istekle görmek istediğini belirtir.

İsyanı bastırmak için çalıştığı halde isyanı teşvik eden gibi gösterildiğinden “medar-ı iftiharım olan mehasinim şimdi günah sayılıyor” Yani ben isyanı bastırmaya çalıştığım halde tak aksi bir şekilde suçlanıyorum, metnin devamında on bir buçuk cinayetini anlatır ve isyanı bastırmak istediğine dair  fikirlerini söyler. Bediüzzaman, Başbakanlık sadaret vasıtasıyla şarktaki aşiretlere telgraf çekmiş ve meşrutiyet ve anayasa kanun-ı esasi aleyhine  olmamaları lazım geldiğini anlatmış. Hatta “Ayasofya’da, Bayezid’de, Fatih’te, Süleymaniye’de umum ulema ve talebeye hitaben müteaddit nutuklarla şeriatın ve müsemmâ-yı meşrutiyetin münasebet-i hakikiyesini izah ve teşrih ettim. Ve mütehakkimane istibdadın şeriatla bir münasebeti olmadığını beyan ettim.” Burada taşmış bir insan seline karşı yatıştırıcı rol oynamıştır, onu nasıl yıkıcılar ile aynı safta görebiliriz. Türkiye’de gariptir Bediüzzaman’ın hayatı bilinmiyor, dostları da karşısındakiler de lütfen şu insanın hayatını çok yönlü öğrenelim denmiyor. Bir de türk siyasi tarihi içinde rolü vazıh bir şekilde ortaya konmamış.

Yirmi bine yakın hamalları ve avamı, safdil insanları kahveleri gezmek suretiyle ikna etmiş meşrutiyeti ve şeriatı onlara anlatmış, bir sele kapılmamalarını ifade etmiş. Ayasofya da ulemaya hitaben meşrutiyet ve seriatı izah eder, ortadayanlışzmaşrutiyet ve şeriat kavramları dolaşmaktadır. Tashih eder.

Gazeteler fasit kıyaslar ve haysiyet kırıcı neşriyat ile toplumu ve ahlakı sarsarlar. Bediüzzaman gazetelere halis niyet ve diyanet hissi telkin eder. Onları da yatıştırır. O gün ateşin içinde meşrutiyeti ve isyan etmiş taburları kimse gemlemek istemezken veya beceremezken Bediüzzaman neme lazım demez ateşin içinde olayı ve olayı kışkırtanları itidale çağırır, nasıl olayın tahrikçisi olur. Sina Akşin yaptığı araştırmada Bediüzzaman’ın yatıştırıcı rol oynadığını anlatır.

Daha başka taraflara uzanır olayı yatıştırır. “Bayezit’te talebenin içtimâında ve Ayasofya mevlidinde ve Ferah Tiyatrosundaki heyecana yetiştim. Bir derece heyecanı teskin ettim. Yoksa bir fırtına daha olacaktı” Şimdi muhterem ağabey, Bediüzzaman tahrikçi değil bilakis teskin ettiğini tarih söylüyor, şayet o olayda zerre kadar tahrikçi olsaydı, Hurşit Paşa’nın düzme mahkemesinde asılmış ve masumlar topluluğuna katılmış olacaktı. Derviş Vahdeti’nin de içinde bulunduğu İttihatı muhammedi cemiyetini eleştirir ittihadı muhammedi kelime grubunu ayrı tutar, ama ona mensup olanları farklı şekilde izah eder. O kafasındaki ittihadı muhammedinin yanındadır, yoksa Vahdeti’nin değil. Çünkü onu “dinde mutaassıp ama muhakemei akliyede kıt” olarak telakki  eder. Yani Bediüzzaman yangına müdahale eder, tahlil eder, yorumlar, tasnif eder, hep yatıştırır. Vahdetinin derneğini değil hayatın içinde ittihadı Muhammediyi tarif eder ve ikisini farklı olarak izah eder.” Şarktan garba, cenuptan şimale uzanan bir silsile-i nuranî ile merbut bir dairedir. Dahil olanlar da bu zamanda üç yüz milyondan ziyadedir. Bu ittihadın cihetülvahdeti ve irtibatı, tevhid-i İlâhîdir. “Kendi ile uygulamayı ayırır.” Ben bu ittihadın efradındanım. Ve bu ittihadın tezahürüne teşebbüs edenlerdenim. Yoksa, sebeb-i iftirak olan fırkalardan, partilerden değilim.” Askerlerin siyasetten uzak durmasını onlara telkin eder. Koca Otuz Bir Mart gibi bir olayı çok yönlü kayıt altına almaya büyük gayret sarfeder. İdam ile yargılanırken beraat eder, nasıl o hareketin tahrikçisi olur, o hayatı boyunca hiçbir hareketin tahrikçisi olmamıştır, her zaman iyi bir tahlil edici ve ayıklayıcıdır.

Gider bir tiyatro ve sinema gibi otuz bir martı seyreder. “Mart’ın otuz birinci gününde dehşetli hareketi, iki-üç dakika uzaktan temaşa ettim. Müteaddit metalibi işittim. Fakat yedi renk sür’atle çevrilirse yalnız beyaz göründüğü gibi, o ayrı ayrı matlaplardaki fesadâtı binden bire indiren ve avâmı anarşilikten kurtaran ve efrad elinde kalan umum siyaseti mucize gibi muhafaza eden lâfz-ı şeriat yalnız göründü. Anladım iş fena, itaat muhtel, nasihat tesirsizdir. Yoksa, hervakit gibi yine o ateşin söndürülmesine teşebbüs edecektim. Fakat avâm çok; bizim hemşehriler gafil ve safdil; ben de bir şöhret-i kâzibe ile görünüyorum. Üç dakikadan sonra çekildim. Bakırköyüne gittim. Tâ beni tanıyanlar karışmasınlar. Rastgelenlere de karışmamak tavsiye ettim. Eğer zerre miktar dahlim olsaydı, zaten elbisem beni ilân ediyor, istemediğim bir şöhret de beni herkese gösteriyordu. Bu işte pek büyük görünecektim. Belki, Ayastafanos’a kadar tek başıma olsun, Hareket Ordusuna karşı mukabele ederek ispat-ı vücut edecektim. Merdane ölecektim. O vakit dahlim bedîhî olurdu. Tahkika lüzum kalmazdı.” Bak  Ağabey olay nasıl farklı değil mi kendi ifadesinden ortada, nasıl samimi olarak hareketi dizginlemek istediğini ama imkansızlığı görür geri çekilir. Üzüldüğüm şey Bediüzzaman’ı anlatamamak.

Harbiye Nezaretine askerleri teskin için gider, gazetelerde subaylara sakin olmalarını telkin eder, hareketi dizginlemek için ne varsa yapar. Nasıl onu hareketin kışkırtıcısı olarak görürüz.

Askerlere verdiği nutkun başı ortaya “Ey asâkir-i muvahhidîn! Otuz milyon Osmanlı ve üç yüz milyon İslâmın nâmusu ve haysiyeti ve saâdeti ve bayrak-ı tevhidi, bir cihette sizin itaatmıza vabestedir. Sizin zâbitleriniz bir günah ile kendi nefsine zulmetse, siz bu itaatsizlikle üç yüz milyon İslâma zarar ediyorsunuz. Zira bu itaatsizlikle uhuvvet-i İslâmiyeyi tehlikeye atıyorsunuı. Biliniz ki, asker ocağı cesîm ve muntaıam bir fabrikaya benzer. Bir çark itaatsizlik etse, bütün fabrika hercü merc olur. Asker neferatı siyasete karışmaz. Yeniçeriler şahittir. Siz Şeriat dersiniz, halbuki Şeriata muhalefet ediyorsunuz. Ve lekedar ediyorsunuz. Şeriatla, Kur’ân ile, hadis ile, hikmet ile, tecrübe ile sabittir ki; sağlam, dindar, hakperest ulü’I-emre itaat farzdır. Sizin ulü’l-emriniz, üstadınız, zâbitlerinizdir. Nasıl ki, mâhir mühendis, hâzık tabip bir cihette günahkâr olsalar, tıp ve hendeselerine zarar vermez. Kezâlik; münevverü’l-etkâr ve fenn-i harbe âşina, mektepli, hamiyetli, mü’min zâbitlerinizin bir cüz’î nâmeşrû hareketi için itaatınıza halel vermekle Osmanlılara ve İslâmlara zulmetmeyiniz! Zira, itaatsizlik yalnız bir zulüm değil, milyonlarca nüfusun hakkına bir nevi tecavüz demektir.” Türk siyasi tarihi siyasetin uzağında ama onu yönlendiren birbaşka aktör göstermedi, var diyen gelsin tartışalım.

Muhterem Ağabey Bu Divanı Harbi Örfi isimli eseri Zatı alinizden hareketle siyasi kamuoyuna ve ülkemizin düşünenlerine tavsiye ederim, okunması tam zamanındadır. Çünkü ülkenin kabaran siyasi öfkesine Bediüzzaman bakışıdır, sizin de bundan bahsetmeniz bir fal-i hayırdır. Selamlar hürmetler.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Saklı Cennet Şenpazar

SAKLI CENNET “ŞENPAZAR” Pandemi günleri biraz olsun hafifleyince İstanbul’da yeniden başlayan il tanıtım günleri bütün …

Kapat