Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Kelimeler & Kavramlar / Rikaz Nedir? Bulunan Define / Gömü Ne Yapılır?

Rikaz Nedir? Bulunan Define / Gömü Ne Yapılır?

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

RİKÂZ

Toprağa gömü yapma, gizleme, ister tabii şekilde bulunsun, ister sonradan konulsun, yer altında gizlenmiş olan mal anlamında bir İslâm hukuku terimi. Maden ve kenz kelimeleri de rikazın eş anlamlısı olarak kullanılmaktadır. Ancak aralarında kapsam bakımından fark vardır. İbnül-Hümâm bu üç terimi şöyle açıklar:

“Maden sözü adn sözünden gelir ve ikâme etmek demektir. Bir yerde ikâmet eden için “adene bi’t-mekân” denir. Adn cennetleri sözü de buradan gelir. Dil bilimcilerine göre her şeyin merkezi, onun madenidir. Aslında maden sözü, “yerleşmek şartıyla ikâmet edilen yer (mekân)” demektir. Daha sonra Yüce Allah’ın yeri yarattığı günden beri onda terkib ettiği unsurlar için kullanılır oldu. Başlangıçta maden sözünün bu unsurları için kullanılması, karinesiz bir intikâl şeklinde oldu. Kenz; insan eliyle toprağa yerleştirilen şeydir. Rikâz ise; madeni ve kenzi (defineyi) içine alan bir terimdir. Çünkü toprağa yerleştirilen zenginliğin Allah veya başkası tarafından konulması, sonucu değiştirmez” (İbnül-Hümâm, Felhul-kadîr, I, 537).

Hanefîlere göre maden, rikaz veya kenz, aynı anlamdadır. Bunlar toprak altında gömülü bulunan bütün malları ifade eder. Ancak özel anlamda maden; dünyayı yarattığı zaman, Allah’ın arzda yarattığı yer altı zenginlikleridir. Rikâz ve kenz ise ehli küfrün kendi fiiliyle toprağa gömdüğü hazine, define vb. şeylerdir.

Madenler üç kısma ayrılır:

1. Ateşle yumuşayıp erimeye elverişli bulunanlar. Altın, gümüş, demir, bakır, kalay, tunç madenleri gibi. Cıva da bu hükümdedir. Bu çeşit madenler öşür, harac, mülk arazilerde veya sahralarda da bulunsa, nisaba ulaşmasa bile beşte bir zekât gerekir.

2. Ateşle yumuşayıp erimeye elverişli bulunmayanlar. Kireç, alçı taşı, yakut, elmas, firuze, mermer gibi. Bunlardan zekât alınmaz. Bunların tamamı sahibine ve sahibi yoksa bulana ait olur.

3. Sıvı halde bulunanlar. Su, tuz, zift, petrol gibi. Bunlardan da bir şey alınmaz. Bunlar da tamamen arazi sahibine aittir. Ferdî mülkiyete ait erimeyen madenlerle sıvı haldeki yeraltı kaynakları işlenip paraya dönüşünce zekâta tabi olur.

İnsan eliyle gömülen definelere gelince, bunlar da üçe ayrılır.

1. Üzerinde İslâmî devirden kalma veya müslümanlara ait olduğunu gösteren bir alâmet bulunan defineler. Üstünde kelime-i tevhîd yazılı olan gömülmüş sikkeler gibi. Bunlar lukata hükmündedir. Bunları bulanlar yoksul iseler, kendilerine; zengin iseler yoksullara sarf veya devlete teslim ederler.

2. Câhiliyeye ait define. Üstünde put resmi gibi câhiliye belirtisi olan gömülü sikkeler bu gruba girer. Bunların beşte biri zekât verilir. Geri kalanı arazi sahibine, sahibi yoksa bulana ait olur. Dağ, sahra gibi kimsenin mülkü olmayan yerlerdeki bu çeşit definelerin de beşte biri zekât olarak devlete, geri kalanı da bulan kimseye ait olur.

3. Alâmeti açık olmayan defineler. Ne müslümanlara, ne de ehl-i küfre ait olduğunu gösteren açık bir alâmet olmaması hâlinde, bulan kimse bunu ganîmet veya lukata hükümlerinden birisine tabi tutmakta serbest olur.

Ganîmet sayılarak beşte bir zekâta tabi kılınan maden veya rikazın zekâtı, ganîmet verilecek yerlere verilir:

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“Bilin ki, ele geçirdiğiniz ganîmetin beste biri Allah’ın, peygamberin ve yakınların, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır” (el-Enfâl, 8/41). Maden ve ehli küfürden kalma defineler de ganîmet sayılır. Çünkü bunlar topraktaki yerlerine, küfür ehli devrinde yerleşmiş veya oluşmuş, daha sonra müslümanlar burasını zorla ele geçirmişlerdir (ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/ 1985, II, 776).

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

“Hayvanın yaralaması hederdir (tazminat gerekmez). Su kuyusuna düşen hederdir. Maden kuyusuna düşen hederdir. Rikâz da (yer altı zenginliği) ise beşte bir zekât vermek vardır” (Buhârî, Tecrîd-i Sarih Terc, V, 310; ez-Zeylaî, Nasbu’r-Râye, II, 380). Burada rikâz, madene ve defineye (kenz) şamildir. Çünkü rikâzın kökü rekz, gömü ve gömülen şeyi ifade eder. Gömenin ya da, toprağın altına yerleştirenin Allah veya insan olması sonucu değiştirmez

Mâlikî, Şâfiî ve bütün Hicaz fakihleri ise bu hadisi şöyle yorumlarlar: Maden rikâz değildir. Çünkü rikâz câhiliye devrinde yere gömülen şeylerdir. Onlara göre, Hz. Peygamber yukarıdaki hadiste, madenle rikâzın arasını atıf “vavı” ile ayırmıştır.

Ancak konuya dil bilgisi açısından dikkatlice bakıldığında, Hz. Peygamber “Maden kuyusuna düşen hederdir” buyurduktan sonra, Madende beşte bir zekât vardır” ifadesini kullansaydı, insan eliyle gömülen defineler hüküm dışı kalırdı. Halbuki “Rikâzda beşte bir zekât vardır” buyurulunca, hem madenler hem de defineler kapsama girmiş olmaktadır. Çünkü rikâz iki manaya da gelmektedir. Kâmus ve diğer lügat kitaplarında rikâz şöyle tarif edilmektedir: “Allah’ın yerleştirdiği, yani maden, câhiliye ehlinin gömdükleri ve madenden altınlar, gümüş parçaları gibi şeyler” (el-Kâmusul-Muhît, ra ke ze maddesi). İbnül-Esîr bu konuda şöyle demektedir: “Hicaz ehline göre rikâz, câhiliye ehlinin yere gömdüğü şeylerdir. Irak ehline göre ise, madenlerdir. Sözlükte iki manaya gelmektedir. Çünkü ikisi de yere yerleştirilmiş, yerde sâbit olmuştur” (en-Nihâye fî Garîbil-Nadîs, II, 107).

Rikâzın madeni de kapsamına aldığını şu hadis ifade etmektedir. Ebû Hanife Amr bin Şuayb babasından, o da kendi babasından rivâyet etmiştir: “Adamın biri harabelerde bulunan şeylerin hükmünü Rasûlüllah’a sormuş, Nebî (s.a.s) şöyle cevap vermiştir: “Onda ve rikâzda beşte bir vardrr” (Ebû Ubeyd, el-Emvâl; Hâkim, Müstedrek ve Ebû Dâvud rivâyet etti. Tirmizi hasen hadis dedı).

İmam Şafiî, İmam Mâlik ve Ahmed bin Hanbel’e göre, madenlerde zekât miktarı kırkta birdir. Bunlar, zekât miktarı icma ve nass’la belirlenen altın ve gümüş paraya kıyas yaparlar. Ancak insan eliyle gömülen rikâzda, şartları varsa beşte bir zekâtı, öngörürler.

Mâlikî mezhebinin meşhur olan başka bir görüşü madencilik konusunda ayrı bir ekonomik teori oluşturur. Buna göre ister katı, ister sıvı olsun yerden çıkan her çeşit maden, İslâm devletine aittir. Maden ocakları ve yer altında bulunan petrol, devletin mülküdür. Çünkü bunlar özel sektöre mülk olarak geçerse, giderek kötü niyetli kişilerin tekelinde toplanabilir. Kötü rekabet kan dökmeye götürebilir. Bu yüzden madenlerin, geliri toplum yararı için harcanan ve devlet temsilcisi tarafından yönetilen bir statüye kavuşturulması gerekir.

Hz. Peygamber’in sünnetinde su, ateş ve otun müslümanlar arasında ortak olduğu açıkça belirtilmiştir. Bir sahabî, Allah elçisinden Ma’rib’deki tuzlayı kendisine ikta’ etmesini istemiş ve Rasûlüllah da bunu ona vermiştir. Ancak adam gidince kendisine: “Ey Allah’ın Rasûlü, ona neyi verdiğinizi biliyor musunuz? Ona sürekli akan ve kesilmeyen suyu verdiniz” denildi. Bunun üzerine tuzla daha sonra geri alınıp, toplumun hizmetine verildi. Rasûlüllah (s.a.s) ölü bir arazi olup, sahabinin bu tuzlayı imar ettiğini düşünmüş, ancak pınar ve kuyu suları gibi kesilmeyen bir su olduğunu anlayınca kendisinden geri almıştır (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, 275, 276, 281).

Hamdi DÖNDÜREN

***

Soru-Cevap 

Bir kimse kendisine veya başkasına ait bir yerden bulduğu hazineyi-defineyi-madeni, devlete vermeyip kendine alabilir mi? Ayrıca devlete veya başka bir şahsa ait araziden, kimseye haber vermeden izinsiz hazine çıkarsam, yarısı kendime kalanı da devlet kuruluşuna veya fakirlere versem aldığım helâl olur mu?

– Define, hazine veya rikaz denilen konuda âlimlerin farklı görüşleri vardır. Hanefilere göre, hem madenler, hem de eski devirlerde yer altına gömülen her türlü kıymetli eşya “Rikaz” kapsamındadır. Diğer üç mezhebe göre, madenler “Rikaz” kapsamında değildir.

– Altın-gümüş gibi defineler beş parçaya bölünür. Bunlardan beşte biri, devlet alır. Şafiilere göre bunu zekat olarak dağıtılması gerekir. Diğer mezheplere göre ise,  kamu yararı için kullanılır.

– Âlimlerin cumhuruna göre, bulunan defineden alınan beşte biri devlet tarafından dağıtılır. Bazı alimlere göre ise, defineyi bulan kimse de bu beşte birini bizzat kendisi de dağıtabilir. (bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 2/786).

Şahsın kendi evinde veya han ve otelinde yaptığı kazıda, vergi kapsamına giren madenlerden birine rastlarsa, İmam Ebû Hanîfe’ye göre, bundan yergi alınmaz. İmameyn’e göre, diğerlerinde olduğu gibi beşte bir vergi alınır. (Et-Tebyîn – Zeylaî)

Başkasına ait bir arazide yapılan kazıda define ya da vergi kapsamına giren bir madene rastlanırsa, bunun beşte biri mutlaka devlete vergi olarak ödenir. Geriye kalan kısım, İmam Ebû Hanîfe’ye göre, arazi sahibine aittir. (Şerh-i Tahavi – Fetâvâ-yi Hindiyye)

Arazinin sahibi var, ama bilinmiyor, vârisleri de ortada yoksa veya tanınmıyorsa, devlet hazinesine bırakılır. (Tatarhaniyye-Bedayi-Bahrirâik-Şerh-i Tahavi) Vârisleri tesbit edildiğinde onlara verilir, tesbiti mümkün olmadığında olduğu gibi devlet hazinesine devredilir.

Yapılan kazılarda, başkasına ait olmayan bir arazide silah, kap, süs eşyası, ve benzeri şeyler bulunursa, bu da define sayılır ve beşte bir vergisi alınır. (Et-Tebyin – Zeylai – Fetâvâ-yi Hindiye; bk. Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/147-149)

Not: Madenler ve deniz mahsulleri konularında detaylı bilgi için aşağıdaki açıklamaları okumanızı tavsiye ederiz.

“Sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak ediniz…” (Bakara, 2/267)

ifadesi ile genel olarak ziraî mahsullerden zekât yükümlülüğüne işaret edilmiş olduğuna ve âyetteki “infak ediniz” emrinin, fakihlerin çoğunluğu tarafından “zekâtını veriniz” anlamında tefsir edildiğine yukarıda temas edilmişti. Allah Teâlâ topraktan çeşitli mahsuller bitirdiği gibi, O’nun yarattığı çok çeşitli madenler de yine topraktan çıkarılmaktadır. Bu sebeple, fakihler zikredilen âyetin umumi anlamı gereğince madenlerde de ödenmesi gerekli bir hakkın bulunduğunu düşünmüşlerdir.

Hz. Peygamber (asm)’in hadislerinde ve sahabe uygulamasında, yeraltında bulunan define ve madenlerin vergilendirildiğine dair çeşitli rivayet ve bilgiler bulunur. Fıkıh literatüründe “rikâz” madenleri, diğer yeraltı zenginliklerini ve yer altında gömülü antika, hazine ve benzeri eşyayı ifade eden geniş bir kapsama sahiptir. Bu itibarla konu rikâz, madenler, deniz mahsulleri olmak üzere üçlü bir ayırım içinde ele alınabilir.

a) Rikâz

Rikâz terimi, maden, define ve hazine gibi kendiliğinden yeraltında bulunan veya insanlar tarafından yeraltına gömülüp gizlenen her türlü kıymetli maden ve eşyayı ifade eder.

Hz. Peygamber (asm)’in

“Rikâzda humus (1/5 nisbetinde vergi) vardır.” (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, nr. 856-860)

buyurduğu, Hz. Ömer (ra)’in Medine dışında bulunan 1000 dinar altın paranın 200 dinarını devlet adına beytülmâle aldığı, Hz. Ali (ra)’nin de madenleri rikâz diye isimlendirip, çıkarılan maden parçalarından ve bulunan eski devirlere ait paralardan 1/5 nisbetinde vergi aldığı rivayet edilir. (Ebû Ubeyd, a.g.e, nr. 871, 874-875)

Rikâzla ilgili hadis ve sahabe tatbikatını değerlendiren fakihler, bu terimin kapsamı üzerinde görüş ayrılığına düşmüşlerdir.

İmam Şafiî, İmamı Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’e göre rikâz, eski devirlerde yer altına saklanan ve İslâmî devirde bulunan kıymetli eşya, hazine ve definedir. Madenler rikâzın kapsamına girmez. Hatta İmam Şafiî rikâzı sadece Câhiliye devrinde gömülmüş olan altın ve gümüşe hasreder.

Hanefî fakihleri ise hem madenleri ve hem de eski devirlerde yeraltına gömülüp gizlenen her nevi kıymetli eşyayı rikâz mefhumu içinde mütalaa ederler.

Rikâz; eski devirlerde yeraltına gömülen veya herhangi bir sebeple yeraltında kalan kıymetli eşyayı ifade ettiğinde,

1. Mevât (işlenmemiş, sahipsiz) topraklarda veya sahibi bilinmeyen topraklarda bulunmuş ise 1/5’i vergi olarak alınır, kalan 4/5’i bulana verilir. Mülk arazide bulunmuş ise Hanefîler’e göre 4/5’i mülk sahibi veya vârislerine ait olur. Bu eşyayı gayri müslim tebaadan biri veya çocuk da bulsa durumda bir değişiklik olmaz.

2. Bulunan altın-gümüş ve kıymetli eşyanın İslâmî alâmet (mühür, yazı gibi) taşıması halinde “lukata” hükümleri uygulanır. Bu halde bulunan eşya bir sene müddetle -usulüne uygun- ilân edilir, sahibi çıkmazsa beytülmâle teslim edilir.

3. Bu nevi bulunan eşyanın vergilendirilmesi için cumhura göre nisab da aranmaz. İmam Şafiî nisab şartını ileri sürmüştür.

4. Fakihler rikâzın 1/5 nisbetinde vergiye tâbi olabilmesi için, bulunduktan sonra üzerinden bir sene geçmesinin şart olmadığında görüş birliğindedir.

Rikâz ile ilgili hadislerde, alınan 1/5 nisbetindeki verginin zekât verilecek kimselere mi, yoksa fey kapsamında düşünülüp zekâtın dışında kalan muhtelif devlet giderleri için mi harcanacağı hususunda açıklık yoktur. Bu sebeple fakihler rikâzın dağıtımı hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

İmam Şafiî rikâzdan alınan 1/5 nisbetindeki verginin zekât verilecek kimselere sarfedileceğini, Ebû Hanîfe, -bir görüşe göre- İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel ise bu gelirin fey hükümlerine tâbi olup zekât dışında, kamu hizmetlerine harcanacağım savunmuşlardır.

Rikâz, yeraltına gömülmüş altın, gümüş, hazine yani kenz ve define anlamına alındığında önemli bir devlet geliri sayılmamalıdır. Çünkü bu çeşit hazine ve antik eşyanın bulunup çıkarılması sık sık rastlanan bir olay değildir. Ancak, Hanefî fakihlerine göre madenler rikâz mefhumu içinde mütalaa edildiğinden, rikâzın vergilendirmesi büyük önem taşımaktadır. Hemen aşağıda izah edeceğimiz gibi, bu durumda hem kapsamı genişlemiş olacak ve hem de maden vergi nisbetleri 1/5 olarak kabul edildiğinden devlet gelirleri içinde önemli bir yekûn tutacaktır.

b) Madenler

Arap yarımadasında İslâm’ın ilk devrinde maden işletmeciliği ve ticareti pek gelişmemiş, bunun sonucu olarak maden vergi hukuku tatbikatı da sınırlı sayıdaki uygulama örneğine münhasır kalmıştır. Bu sebepten dolayı da müctehidler hangi nevi madenlerin zekâta tâbi olduğu, hangilerinin olmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

Hanefî fakihlerinden Serahsî (ö. 490/1090), maden vergi hukuku yönünden önemli olan aşağıdaki taksim şeklini verir.

Yeraltından çıkarılan madenler üç kısımdır:

1. Katı olup eritilebilen ve dökümü yapılabilen madenler; altın, gümüş, demir, bakır gibi.
2. Eritilmeye elverişli olmayan katı madenler; mermer, kireç, kömür gibi.
3. Sıvı olup katılaşmayan madenler; cıva, petrol gibi.

Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına göre, katı olup eritilebilen ve dökümü yapılabilen altın, gümüş, demir, bakır gibi madenler vergiye tâbidir. Eritilmeye elverişli olmayan yakut, zümrüt, mermer, kireç gibi madenlerle, sıvı olup katılaşmayan civa, petrol gibi madenlerden vergi alınmaz.

Şâfiî’ye göre, sadece altın ve gümüş madenleri zekâta tâbidir, bunların dışında kalan madenler zekâta tâbi değildir.

Hanbelî fakihleri ise, altın ve gümüş ile diğer madenler arasında herhangi bir fark gözetmemişler ve Bakara sûresinin 267. âyetinin genel anlatımından hareket ederek, cinsi ne olursa olsun bütün madenlerin zekâta tâbi olduğu görüşünü savunmuşlardır. Hanbelî mezhebine göre, yerden çıkan bütün madenler zekâta tâbidir. Bu madenlerden ister altın, gümüş, demir, bakır gibi eritilip dökümü yapılabilir cinsten olsun, ister yakut, zümrüt, sürme gibi sert olup eritilemeyen madenler olsun, isterse zift, neft, petrol gibi sıvı halde bulunan madenlerden olsun, bir ayırım gözetilmeksizin hepsinden zekât alınır.

Günümüzde özellikle petrol gibi yeraltı zenginlikleri sadece şahıslar değil ülke ekonomileri açısından da büyük bir önem ve değer taşımaya başlamıştır. Klasik dönem fakihlerinin madenlerin zekât veya vergiye tâbi olup olmadığı konusundaki görüşleri, dönemlerinde bilinen ve elde edilen madenlerin o günkü ekonomik değeriyle ve toplum için taşıdığı önemle yakından bağlantılıdır. Zekâtı ve vergilendirmenin temelinde servetten pay alınıp ihtiyaç sahipleri ve toplum yararına harcanması olduğuna, fakihler de daima bu ilkeyi korumaya çalıştıklarına göre, onların madenlerin zekâtıyla ilgili görüşlerinin günümüze aktarılması, bu ilke ve çerçeve dahilinde yapılmalıdır. Bu itibarla Hanbelî mezhebinin görüşü doğrultusunda hareket edip, günümüzde bütün madenlerin zekâta tâbi tutulması gerektiğini ifade etmek, diğer mezheplerin görüşleriyle de esasta çelişmez. Bu anlayış zekâtın ruhuna daha uygundur. 85 gram altım olanı zekâta tâbi tutup milyarlarca dolarlık kazanç elde eden maden ve petrol işletmecisini zekâttan muaf tutmak İslâm’ın daima öngördüğü ve önem verdiği adalet ölçüsüyle bağdaşmasa gerektir.

Madenlerden alınacak zekâtın nisbeti konusu fakihler arasında tartışmalıdır. Hanefi mezhebi fakihleri madenleri rikâz mefhumu içinde mütalaa ettiklerinden, rikâzla ilgili hadise istinaden vergi nisbetinin 1/5 olacağı, İmam Şafiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel ise madenlerden 1/40 (% 2.5) nisbetinde zekât alınacağı görüşünü benimsemişlerdir.

Madenlerin zekâta tâbi olabilmesi için belli bir nisaba ulaşması ve üzerlerinden bir sene geçmiş olması şart mıdır?

Hanefî mezhebine göre madenlerde nisab aranmaz. Bulunan veya işlenen maden az da olsa çok da olsa vergiye tâbidir. Çünkü maden rikâzdır, Rikâzda da 1/5 nisbetinde alınması gerekli bir “hak” olduğu hadisle belirtilmiştir. Buna göre sahipli arazide eritilebilen ve dökümü yapılabilen altın, gümüş, demir, bakır gibi bir maden bulunursa devlet 1/5 nisbetinde vergisini alır, kalanı yani 4/5’i o arazi sahibine verilir.

İmam Mâlik, İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre ise madenlerin zekâta tâbi olabilmeleri için nisab miktarına ulaşması gerekir. Bu da hadislerle gösterilen altın ve gümüş nisabıdır. Madenler bu kıymetlere ulaşmadıkça zekâta tâbi olmazlar.

Bütün fakihler madenlerin zekâta tâbi olabilmeleri için üzerinden bir sene geçmesinin şart olmadığı görüşünde birleşmişlerdir.

Maden, sahibi bilinmeyen arazide veya devlete ait topraklarda bulunursa yine devlet 1/5 payını alır, kalan 4/5’i bulana ait olur.

Hanefiler’e göre madenlerden alınan 1/5 nisbetindeki vergi fey hükmüne tâbidir, dolayısıyla kamu yararına olmak üzere devlet giderleri içinde sarf edilir.

(Fey: 1. İslâm hukūkuna göre devletin gayrimüslim tebaadan aldığı cizye, haraç ve ticâret malları vergilerine verilen isim. 
2. Gayrimüslimlerden barış yoluyle alınan mal ve arâzi. – Kubbe altı Lügatı) 

Diğer mezhep imamlarına göre ise alınan vergi zekâttır ve Tevbe sûresinin 60. âyetinde gösterilen zekât sarf yerlerine harcanır.

c) Deniz Ürünleri

Bu konuda Hz. Ömer (ra)’den bir uygulama örneği aktarılır: Hz. Ömer (ra) Ya’lâ b. Ümeyye’yi deniz kıyılarına âmil (vergi tahsildarı) olarak tayin eder. Ya’lâ deniz kıyısında bulunan bir anber hakkında Hz. Ömer (ra)’den yazılı görüş ister. Hz. Ömer (ra) de ashapla istişareden sonra şöyle görüş bildirir:

“Şüphesiz anber, Allah’ın nimetlerinden biridir. Anberde ve onun gibi denizden çıkarılan diğer kıymetlerde 1/5 (nisbetinde vergi borcu) vardır.” (Ebû Yûsuf, el-Harac, s. 76)

İslâm vergi hukukunun klasik dönemdeki önemli müelliflerinden Ebû Ubeyd de Emevî Halifesi Ömer b. Abdülazîz’in Umman âmiline, denizden çıkarılan balıkların değeri gümüş nisabına ulaşırsa, onlardan zekât tahsil etmesini emrettiğini rivayet eder. (el-Emvâl, nr. 888) Ve adı geçen müctehid halifenin denizden çıkarılan her türlü kıymetli eşyanın zekâta tâbi bulunması görüşünde olduğunu bildirir.

Dönemlerinde denizden elde edilen ürünlerin önemli bir yekûn tutmadığı için olmalı, fakihler deniz mahsullerinin zekâta tâbi mallardan olmadığı görüşündedirler. Ebû Yûsuf ise denizden çıkarılan inci, mercan gibi kıymetli süs eşyaları ile anber gibi kokuların 1/5 oranında vergiye tâbi tutulması gerektiğini ileri sürer. (bk. İslam İlmihali, Diyanet İşleri Başkanlığı, 2/450-453) (Sorularla İslamiyet)

***

Define aramak ve sahiplenmek konusunda Diyanet’in fetvası:

Bir vatandaşın, ‘Define aramak ve bulunduğunda sahiplenmek caiz mi?’ şeklindeki soruyu değerlendiren Din İşleri Yüksek Kurulu’un cevabı:

“Kaynaklarda, toprağın altına gizlenmiş, sahibi bilinmeyen para ya da değerli eşyaların bulunması halinde bunların kime ait olacağı ve bundan devlete verilecek vergi konusunda çeşitli özel hükümler yer almaktadır. Bu hükümler, konu ile ilgili görülen bazı rivayetlerin yorumları ile dönemin idari ve sosyo-kültürel yaklaşımları ve devlet siyaseti ışığında belirlenmiştir. Define arama işlemlerinin rastgele ve bilinçsizce yapılması pek çok tabiat ve kültür varlığının zarar görmesine, yok olmasına veya yurt dışına kaçırılmasına sebep olmaktadır. Günümüzde define arama işlemleri Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile diğer ilgili mevzuata göre yürütülmektedir. Bu mevzuata aykırı şekilde define aramak kamusal ve bireysel haklara tecavüz anlamına geldiğinden caiz değildir.”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
“Tekbir getirerek o yolu nasıl geçtik hâlâ bilemiyorum”

1926 Ordu doğumlu olan Av. Bekir Berk Ağabey, 1951’de İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1973 senesine …

Kapat