Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Seçme Yazılar / Risale-i Nur Işığında Terakkiyat ve Tedenniyat İkilemi Arasında İnsan

Risale-i Nur Işığında Terakkiyat ve Tedenniyat İkilemi Arasında İnsan

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: Muhammed Şakir

Üstad Bediüzzaman “Semanın, sükût ve sükûneti ve intizam ve ıttıradı (uyum ve ritmi) ve vus’at ve nuraniyeti gösterir ki sekenesi, zeminin (yeryüzünün) sekenesi gibi değiller…” der ve sema ehlinin bütünüyle teslim ve itaatkar olduğunu söyler. Üstad, semadaki kevni ayetleri nazara vererek bunları söyler. Üstadın üslubuna aşina olanlarca bilinmektedir ki, onun kevnî ayetlere uzanması düz bir mantıkla veya eşyanın maddi yüzüne kilitlenmiş hikmetsiz bir akılla değil, aksine, kitabi ayetlerden, yani vahyin özünden hareketle varılan bir sonuçtur. Mesela şu ayet-i kerime sema ehlinden melaike taifesinin niteliklerini haber vermektedir: “… Allah kendilerine ne emrettiyse ona isyan etmezler ve her neye memur iseler onu yaparlar.” (Tahrim 6)

Evet, “melâike ve ruhaniyatın” hayat sürdüğü sema memleketinin ahalisi kendilerine ne emredilse, onu yapar, onu aşk, şevk, taat ve teslimiyetle yapar. Asilik ve itiraz onlarda yoktur. Yaşadıkları memleket bizimkisi gibi dar ve sınırlı değil, alabildiğince geniştir. Fıtratları sâfi, kendileri masum, makamları sabittir. Dolayısıyla zahmet, sıkıntı, münakaşa ve kavgayı gerektirecek herhangi bir sebep de aralarında yoktur. Bu, Kadîr-i Mutlak’ın onlar için murad ettiği ilâhî ve Rabbanî bir kanun ve bir işleyiştir.

Bu mesele de nereden çıktı, diye sorabilirsiniz. Ama ben bunu şunun için yazdım: sözleri okurken, hususen melaike ve ruhaniyete dair bahisleri okurken ve onlardaki mutlak taat ve teslimiyeti okurken gerçekten insan onlar gibi olmaya özenmeden edemiyor. Nitekim Vedûd olan Rabbimiz, zemin ehlinin isyan ve tuğyanını Kitab-ı Kerîm’inde zikrederken, sema ehlinin o mutlak teslimiyet ve taatını nazara verir ve zeminin ehli olan bizlere adeta “Ey kendilerine yazık eden kullarım! Siz neyinize güvenerek aşırıya kaçıyorsunuz? Helal ve haram sınırlarına riayette siz neden sema ehli gibi olamıyorsunuz!” manasını zımnen ihtar ediyor. Hakikatleri esas alıp onları tefekküre vesile kılan ve tefekkürü ile imanda kemale taşıyan yol işaretlerini bulanlara ne mutlu!

“Zemin ile gökler, bir hükümetin iki memleketi gibi birbirine alâkadardırlar. Ortalarında ehemmiyetli irtibat ve mühim muameleler vardır…” diyen Üstad, bu iki memleket arasındaki yardımlaşma, dayanışma, yekdiğerinin ihtiyacını cevablama gibi… fıtri konunun varlığına dikkat çeker. Fakat bu yoğun içiçeliğe rağmen yine de iki memleketin kanunları tamamen aynı değildir. Çok önemli farklılıklar bulunmaktadır. Zemin ehlinin sema ehlinden farkını Üstad şu cümlelerle ortaya koyup özetliyor: “Zeminde ecdad içtima etmiş, eşrar ahyara karışmış; içlerinde münakaşat başlamış. O sebepten, ihtilafat ve ıstırabat düşmüş, ve ondan imtihanat ve müsabakat teklif edilmiş, ve ondan terakkiyat ve tedenniyat çıkmış…” bu veciz ifadelerde büyük bir hakikatin manalarını görebiliyoruz. İsterseniz azıcık açalım…

Cenab-ı Hakk, yeryüzünde birbirine zıt varlıkların bir arada bulunmasını ve iç içe olup aynı mekânı paylaşmasını murad etmiş. Allah’ın bu zeminde yarattığı varlıkların tamamında bu kanunu okuyup görmek mümkündür. Bunun en basit örneği insanın bizzat kendisidir. Buradan devam edelim. Çünkü insanda (iman, marifet, taat, teslimiyet… ile) onu melaikeye üstün kılan geniş ve yüksek hasletler olduğu gibi, bu hasletlerin tam zıt olanları da vardır; isyan ve tuğyanıyla onu hayvanlardan daha aşağı mertebelere ve hatta lanetli şeytanların derekesine düşüren hususiyetler de bulunmaktadır. İnsanın bazen bizzat kendisiyle kavgalı olması gidip bu kanuna dayanıyor. İnsanı insanla, insanın hayvanlar âlemiyle, tabiat âlemiyle vesair varlıklarla bir çatışma ve kavga içinde olması işin bu tarafıyla ilgilidir.

Çünkü birbirine zıd varlıkların bir arada bulunması, tabiatıyla iyiler ile kötülerin bir arada ve iç içe olmalarını netice verir. Yeryüzü diye söylediğimiz şu gezegende şerliler ile hayırlılar ister istemez bir aradadırlar. Bu zıd kutupların bir arada bulunması netice itibariyle ve kaçınılmaz olarak münakaşa, kavga ve çatışmayı doğurur. Zira iyiler ile kötülerin ilelebed bir arada bulunmaları ve yaşamaları muhaldir. İşte iktidar olma ve hâkimiyet kurma yolu buradan geçer. Çünkü hayırlılar, hayır ve güzelliklerin zeminde yayılmasını ve hâkim olmasını isterler. Şerliler ise, şerrin… Hâsılı, münakaşa, ihtilafı, yani ayrılmayı ortaya çıkarır. İyi ile kötünün arasını kesin bir çizgiyle ayırır ve farklılıklarını tamamen zahir eder. Bu durumda, ortada kimse kalmaz, kalamaz. Ortadakiler tercihlerini ya iyiden ya da kötüden yana yapar. İhtilaf, yani ayrılma ile beraber ıstırap da ortaya çıkar. Her firak, kendi ruhunda acıyı, üzüntüyü, keder ve hasreti barındırır. Bir ailenin bireyleri arasında haktan yana tercihini yapan ile batıldan yana tercihini yapan örneğin, bu, insanı üzüntü ve kedere gark etmez mi? Biz maddi değil, manevi ıstıraptan söz ediyoruz.

İşte imtihan ve hemen onun peşinden müsabaka bu aşamada iken ortaya çıkar. İmtihan, ennihaye meydana çıkmış ve tamamen belli olmuş delillerden yola çıkarak yapılan tercihler bütününden ibarettir. Tercih yapılıp saffını netleştirdikten sonra ise, tercih ettiği yolda aynı yola tercih edenlerle birlikte ateşin bir müsabaka ve yarışa girmek icab eder. İmtihan aynı zamanda bir yarışmadır. Sözgelimi, iyiler, yani hak yolu tercih edenler, Allah ve İslam yolunda en makbul ve en güzel amellerde bulunmak için diğer mü`min kardeşleriyle müspet manada tam bir yarış ve müsabaka içinde olurlar, olmaları gerekir. Çünkü Allah, muhtelif imtihan vasıtalarıyla bizleri deniyor. Ölüm ve hayatı yaratması bunlardandır. Hangimiz daha güzel amelde bulunuyor, ortaya çıksın diyedir. Müsabakanın bir yüzü işin bu boyutuyla ilgilidir. Mü’min bireyler, mü’min cemaatler, mü`min grup, hareket ve partiler hayrın hâkim kılınması yolunda birbirleriyle yarış içinde olurlar, olmalıdırlar.

Müsabakanın diğer yüzü ise zıtlarımıza bakıyor, yani batılı tercih edip o yolda çalışanlara. Aslında müsabakanın hakiki manalarından en önemlisi de burada ortaya çıkıyor. Kötüler, kötülüğün yeryüzüne hâkim olabilmesi için var güçleriyle çalışırken, iyilerin yerlerinde çakılıp kalmaları doğru olur mu, akıl alır mı hiç! Allah bu müsabakada hayırlılara yol gösteriyor ve şerlilere karşı tedbirli hareket etmelerini emrediyor. Biz bu tedbirlerin neresindeyiz, muhasebeye girmek lazım.

Sözün özü: iki yüzü bulunan bu müsabakadan terakkiyat, yani ilerleme ve tedenniyat, yani gerileme hâsıla gelir. Terakkiyat ve tedenniyatı hem maddî hem manevî manada anlamak lazımdır. Yarışta, insan ya ileri hamleler yapıp öne geçer, hayırda güzel bir örneklik ortaya koyar. Ya da tersi…

Şimdi her birimiz bulunduğumuz nokta itibariyle, birey ve cemaat ve hatta ümmet olarak durumumuza bakalım. Biz, iki yüzü bulunan bu müsabakada yolun neresindeyiz, hangi derecede ve kilometredeyiz?

*İktibas, 15. Söz’den…

Muhammed Şakir / İnzar Dergisi – Kasım 213 (110. Sayı)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Nu’man Vehbî Efendi

NUMAN VEHBÎ EFENDI (Araçlı) Çavuşzâdelerden olup Nizam-ı Cedîd'in bidâyeti teşkilinde Kumbarahane Kışlası'nda Topçu Binbaşısı olan …

Kapat