Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Risale-i Nur Penceresinden Kur’an’a Göre Şefkat ve Merhamet

Risale-i Nur Penceresinden Kur’an’a Göre Şefkat ve Merhamet

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Dr. Abdülkadir Muhammed

Umarım ki, Allah-u Teala bana Arap dili ve tefsir ilimlerinde bundan sonra daha fazla ihtisas sahibi olmayı nasib eder. İlmi konularda araştırma yapmaya olan düşkünlüğüm, bir çok ilmî toplantıyı yakinen takip etmeme vesile oldu. Özellikle bu toplantılar Kur’an-ı Kerim ve tefsiri çerçevesinde gerçekleştirilmişse. Buradan hareketle, “Risale-i Nur açısından İnsana Kur’anî Bakış” başlığı altında Allah’ın izniyle gerçekleştirilen bu sempozyuma hazırladığım bir çalışmayla katılma cesareti gösterdim. Ancak benim için asıl zorluk bu sempozyumun “Risale-i Nur Külliyatı” çerçevesinde oluşuydu. Öncelikle bu kitapları çevremde soruşturmaya başladım. Sonunda Sudan’da bulunan bazı Türk kardeşlerle tanıştım ve onların büyük yardımını gördüm. Ayrıca bütün Risale-i Nur külliyatının Hartum’daki en büyük yayıncı olan Sudan Kitap Yayınevinde bulunduğunu öğrendim. Derhal oraya gittim ve Bediüzzaman Said Nursi tarafından telif edilen küçük risaleler de dahil olmak üzere Risale-i Nur Külliyatının tamamına yakınını temin ettim.

Allah’a hamd ve senadan sonra, sempozyum tertip heyetine ve Risale-i Nur’lara ulaşmam ve bu sempozyuma katılmam hususunda benimle mektuplaşarak beni teşvik eden Prof. Dr. Faris Kaya’ya teşekkür etmek istiyorum.

Tebliğimin başlığını “Risale-i Nur Penceresinden Kur’an’a Göre Şefkat ve Rahmet” şeklinde belirlemeyi uygun gördüm. Risalelerin tamamına ulaşamasam da, Said Nursi’nin konu hakkındaki pek çok eserini incelemeye gayret ettim. Buradan hareketle Risale-i Nur Külliyatının genel bakış açısının yanı sıra, Kurtubî, İbn Kesir, Seyyid Kutup gibi müfessirlerin eserleriyle de kıyaslamalar yaparak konuyu işlemeye çalıştım.

“Risale-i Nur Penceresinden Kur’an’a Göre Şefkat ve Merhamet” konusu, Said Nursi’nin telif etmiş olduğu eserlerinde ortaya koyduğu ilim umanından bir damla mesabesindedir. Bu konunun yanı sıra, bu sempozyuma iştirak eden çok alimler ve mütefekkirlerce ortaya konulan diğer mevzulardan azami derecede istifade edeceğimi umuyorum.

Said Nursi’nin Hayatına Kısa Bir Bakış:

Said Nursi miladi 1876-1960 yılları arasında yaşadı. Küçük yaşlarından itibaren İslami ilimler, Sarf ve Nahiv gibi ilimlerde çok ileri seviyelere ulaştı. İlminin yanı sıra eşsiz zekası ve güçlü hafızasıyla kendini gösterdi. Aynı zamanda matematik, astronomi, kimya, fizik, felsefe ve tarih kitapları okudu. Hatta bu ilim dallarından bazılarında kitap yazacak seviyeye gelmişti. Bu yüzden onu, ondaki fazileti ve ilmi kabullenme manasını ifade için “Bediüzzaman” denildi. Aynı zamanda Bediüzzaman İslam ümmetinin problemleriyle sıkıntılarıyla yakından ilgilendi ve çözüm yolları gösterdi. Bu yoldaki mücadelesi engellenmek istendi ve ömrünün büyük kısmını zindanlarda, işkence ve baskı altında geçirdi.

Risale-i Nur’un Tefsir Metodu

Said Nursi, Nur risalelerini “Risale-i Nur Külliyatı” ismi altında topladı. Eserlerinden dört tanesi temel eser özelliğini taşır. Bunlar, Sözler, Mektubat, Lem’alar ve Şualar’dır. Öncelikle benim bu eserlere verilen isimler dikkatimi çekmişti. Bunlar çok derin ve ince manalar ifade eder tabirlerdi.

Said Nursi’nin Kur’an-ı Kerim’i tefsir ederken seçtiği metodu iki kısımda incelemek mümkündür:

Birincisi; Tam anlamıyla tefsir ilminin esasları çerçevesinde her bir ayeti, ayet ve surelerdeki cümleleri tek tek sırafıyla tefsir eder. Bu ayetlerin tefsirinde kendi kelamını katmaz. Başka yorumlara yer vermez. Doğrudan ayeti tefsir eder. İşaratü’l-İ’caz isimli kitabıyla Fatiha Suresi tefsirini bu grupta ele alabiliriz.

İkincisi; Kur’an ayetlerinin tefsir edilmesinin yanı sıra, genel yorumlara da yer verilmesi. Açıklamak istediği bir meseleyi ele alırken ayetlere ve tefsirine de yer verir. Bir diğer ifadeyle ayetlerin tefsirinin yanı sıra başka meselelerin de izahı da yapar ve tefsir o anlatımın bir parçası halindedir. Bir ayetin tefsirinin yanı sıra başka konulara da yer verir veya ayetin manası bir fikrin ispatı ve izahı için delil gösterir. T11

Risale-i Nur’un zikredilen bu özellikleri Kur’an-ı Kerim’in hakiki ve manevi açılardan mirasçısı olduğunu, asrın akıl ve idrakine en uygun izahları ihtiva ettiğini açıkça gösterir.T21

Tebliğimize “Şefkat” ve “Rahmet” kavramlarının tarifiyle başlayalım. “Şefkat” kelimesinin sözlük manası

İbn Manzur’un Lisanü’l-Arab isimli eserinde şefkat kelimesinin sözlük manasıyla ilgili şu bilgilere yer verilir:

“Şefk ve şefkat, işfâk’tan türetilmiş iki isimdir. Şefk, incelik, acıma ve şefkat etme manasını taşır. Şefkatli olana şefîk denir. Çoğulu şafakûn’dur. Bir rivayete göre şair İshak b. Halef İbnü’l-Muallâ’ya şöyle demiştir, Sen benim hayatımı istersin, ben ise şefkatten onun ölümünü dilerim. Çünkü ölüm mahrumiyetten daha şereflidir.”

El-Leys’e göre şefk, korkma, sakınma anlamlarına gelir. £31 

“Rahmet” kelimesinin sözlük anlamı İbn Manzur şu tanımı yapar:

“Rahmet, rikkat ve kalp yumuşaklığı demektir. Merhamet etme anlamına da gelir. Rahime ve tarahhum kelimeleriyle aynı kökten gelir. Bir topluluğun terahhumu, birbirlerine karşı merhametli davranmaları demektir. Rahmet, mağfiret etme anlamına da gelir. Allah-u Teâlâ Kur’an’ı vasfederken şöyle buyurur; ‘Bu kitap, iman eden bir kavim için Rabbinden bir basîret, hidayet ve rahmettir’.T41 Yani Kur’an en ayrıntılı yollarıyla insanları hidayete ulaştırır ve rahmete vesiledir. Bir başka ayette de, ‘Sizden iman edenler için bir rahmettir’£51 buyurulur. Çünkü Kur’an, insanların imanına bir sebep olduğu için rahmettir. Merhamet de aynı kökten gelir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur; ‘Sonra iman edenlerden öyleleri vardır ki, sabrı ve merhameti tavsiye ederler.’.T61 Yani iman eden bu kişiler birbirlerine karşı rahmetle, acıyarak ve şefkatle hayrı tavsiye ederler. ‘Rahmetullahi aleyh’ tabirinde de aynı manalar vardır. Allah-u Tealâ şöyle buyurmuştur; ‘Allah’ın rahmeti ihsan sahiplerine yakındır’.T71 Bu ayette geçen rahmet kelimesinin son harfi olarak müenneslik (dişilik’ ‘te’si yerine normal ‘te’ harfi kullanılmıştır. Bunun sebebi olarak, bu kelimenin gerçekte müennes (dişi manayı ifade eden kelime’ olmadığı gösterilir.”£81

El- Ezherî ise şöyle der:

“Bu ayetteki rahmet kelimesinin son harfi ‘te’ olarak yazılsa da aslen ‘he’dir. İkrime şu ayetlerde geçen rahmet kelimelerine şöyle anlam verir; ‘Ve immâ tu’rizanne anhüm ibtiğâe rahmetin min Rabbike‘£91 ayetindeki rahmet rızk manasındadır. ‘Vemâ erselnâke illâ rahmeten lil-âlemînT101 ayetindeki rahmet ikram ve ihsan manasındadır. ‘Ve iz ezakna’n-nâse rahmeten min ba’di darrâ’ T111 ayetindeki rahmet kelimesi ise büyük bir sıkıntı ve açlıktan sonra verilen hayat ve rızık anlamını ifade eder.”

Aynı kökten türetilen Rahman ise, Allah’ın isimlerinden birisidir. El-Ezheri bu konuda şeyle der: “Bir başka varlık için Rahman denilmesi caiz değildir. Rahman ancak Allah’tır. Çünkü Rahman, rahmeti her şeyi kuşatan anlamındadır.”

El-Ezherî, Ebu’l-Abbas’ın Fatiha suresinde geçen “Errahmanu’r-Rahim” ifadesi hakkında şöyle dediğini nakleder:

“Birbiriyle aynı manayı taşıyan, ancak iki farklı dilden gelen iki isimdir. Rahman İbranice, Rahim Arapçadır.”

İbn Abbas şöyle demiştir:

“Her iki isim de rakîk, yani ince ve latif manalar taşır. Ancak birisi diğerine göre daha rakîktir. Bu Rahman ismidir. Rahim ise, yarattığı bütün varlıklara muhtaç oldukları rızkı verme, ihsan etme manasına gelir.”£121

Ruhm kelimesi de rahmat manasındadır. Bir kişi bir başkasına karşı merhametli ve iyiliksever bir şekilde yaklaştığında “vemâ akrabü ruhmün fülân” (Falan kişiye ne kadar merhametli’ denilir. “Ve arandâ en yübdi lehümâ Rabbühümâ hayran minhü zekâten ve akrabü ruhmâ£131 ayet-i kerimesinde ifade buyurulduğu gibi.

Ümmün Ruhmün (Merhametli Ana’ veya Ümü’r-Ruhm (Merhametin Anası’ tabirleri Mekke için kullanılmıştır. Örneğin Ümmü’r-Ruhm denildiğinde bu şehrin rahmet ve merhamet kaynağı olduğu kastedilmiş olur. Aynı şekilde el-Merhume, Resulüllah’ın (a.s.m.’ ve diğer iman edenlerin hicret ettikleri Medine için kullanılmıştır. Diğer yandan Allah, kendi inayet ve yardımına da Rahmet demiştir. Çünkü O’nun inayeti tıpkı yağmur gibi semadan iner.

Zülkarneyn’in kıssasından bahsedilirken “Kâle hâzâ rahmetün min Rabbî…’T141 buyurulur. Burada, “Allah’ın verdiği inayet ve rahmetle bu seddi kurdum” manası kasdedilmiştir.£151

Bütün varlıklar üzerinde görülen Allah’ın rahmeti

Said Nursi, Allah’ın rahmetini ihtiva eden “Bismillahirrahmanirrahim” üzerinde uzun uzadıya durur. Bu kavramdan hemen her şeyin feyizlendiğini söyler ve şöyle der:

“Besmelenin rahmet noktasında parlak bir nuru, sönük aklıma uzaktan göründü. Onu, kendi nefsim için, nota suretinde kaydetmek istedim. Ve yirmi otuz kadar sırlar ile, o nurun etrafında bir daire çevirmekle avlamak ve zaptetmek arzu ettim. Fakat, maatteessüf, şimdilik o arzuma tam muvaffak olamadım. Yirmi otuzdan beş altıya indi.”£161

Malumdur ki, Kur’an’daki Berâe Suresi hariç bütün sureler besmeleyle başlar. Aynı şekilde Neml Suresi 29-30. ayetlerde Yemen melikesi Belkıs’ın komutanlarına şöyle dediği aktarılır:

“Beyler, ulular. Bana çok önemli bir mektup bırakıldı. Mektup Süleyman’dandır ve ‘Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla’ diye başlamaktadır.”

Said Nursi besmele hakkında kaleme aldığı risalesinin Birinci Sır başlığı altında, varlıklar üzerine vurulan üç tane Rububiyet mühründen bahseder. Bunlardan birisi kainat üzerine, ikincisi dünya üzerine, üçüncüsü ise insan siması üzerine vurulmuştur.

“Bismillâhirrahmânirrahîm’in bir cilvesini şöyle gördüm ki:

Kâinat simasında, arz simasında ve insan simasında, birbiri içinde birbirinin nümunesini gösteren üç sikke-i rububiyet var.

Biri, kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün, tesanüd, teânuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübrâ-yı Ulûhiyettir ki, Bismillâh ona bakıyor.

İkincisi, küre-i arz simasında, nebâtat ve hayvanâtın tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh, tenasüp, intizam, insicam, lûtuf ve merhametten tezahür eden sikke-i kübrâ-yı Rahmâniyettir ki, Bismillâhirrahmân ona bakıyor.

Sonra, insanın mahiyet-i câmiasının simasındaki letâif-i refet ve dekaik-i şefkat ve şuâât-ı merhamet-i İlâhiyeden tezahür eden sikke-i ulyâ-yı Rahîmiyettir ki, Bismillâhirrahmânirrahîm’deki er-Rahîm ona bakıyor.

Demek, Bismillâhirrahmânirrahîm, sahife-i âlemde bir satır-ı nuranî teşkil eden üç sikke-i ehadiyetin kudsî ünvanıdır ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır. Yani, Bismillâhirrahmânirrahîm, yukarıdan nüzul ile, semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musaggarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi Arşa bağlar, insanî arşa çıkmaya bir yol olur.”£171

Said Nursi Şualar isimli eserinde Rahmaniyet ve Rahimiyet üzerinde durur. Öncelikle şu ayet-i kerimeye yer verir:

“De ki; Şayet Rabbimin kelimeleri için denizler mürekkep olsaydı, bir o kadar da misli getirilseydi, Rabbimin kelimeleri bitmeden denizler tükenirdi.£181

Ayet üzerinde yorum yaparken ilhamın mahiyetini, hikmetini ve neticesini anlatır ve bunları Dört Nur halinde sıralar. Birinci ve İkinci Nur başlığı Rahmaniyet ve Rahimiyetle alakalıdır. Burada şu değerlendirmeleri yapar:

“Birincisi: Teveddüd-ü İlâhî denilen kendini mahlûkatına fiilen sevdirdiği gibi, kavlen ve huzuren ve sohbeten dahi sevdirmek, vedûdiyetin ve rahmâniyetin muktezasıdır.

İkincisi: İbâdının dualarına fiilen cevap verdiği gibi, kavlen dahi perdeler arkasında icabet etmesi, rahîmiyetin şe’nidir.”£191

Said Nursi konuyla ilgili değerlendirme yaptığı bir başka risalesinin Üçüncü Sır başlığı altında Rahmet-i İlahiyeyi ele alır. Burada, önemine binaen Rahmet kelimesini sürekli olarak tekrar eder. Bu yorumlardan bazı bölümlerini aktarmak gerekirse:

“Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmüşahede, rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, bilbedâhe, yine rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlûkatı terbiye eden, bilbedâhe, yine rahmettir. Ve, bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine koşturan, bilbedâhe, rahmettir. Ve bu hadsiz fezayı ve boş ve hâli âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, bilmüşahede, rahmettir. Ve bu fâni insanı ebede namzet eden ve ezelî ve ebedî bir Zâta muhatap ve dost yapan, bilbedâhe, rahmettir.”

“Ey insan! Madem rahmet böyle kuvvetli ve cazibedar ve sevimli ve medetkâr bir hakikat-i mahbubedir. Bismillâhirrahmânirrahîm de, o hakikate yapış ve vahşet-i mutlakadan ve hadsiz ihtiyâcâtın elemlerinden kurtul. Ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin tahtına yanaş ve o rahmetin şefkatiyle ve şuââtıyla o Sultana muhatap ve halil ve dost ol.”

“Evet, kâinatın envâını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp, bütün hâcâtına kemâl-i intizam ve inâyetle koşturmak, bilbedâhe, iki hâletten birisidir:”

“Ya kâinatın herbir nev’i, kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor, muavenetine koşuyor-bu ise yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok muhâlâtı intaç ediyor; insan gibi bir âciz-i mutlakta en kuvvetli bir sultan-ı mutlakın kudreti bulunmak lâzım geliyor. Veyahut bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadîr-i Mutlakın ilmiyle bu muavenet oluyor. Demek, kâinatın envâı insanı tanıyor değil; belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir Zâtın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.”

“Ey insan! Aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki, bütün envâ-ı mahlûkatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hâcetlerine lebbeyk dedirten Zât-ı Zülcelâl seni bilmesin, tanımasın, görmesin?”

“Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor. Sen de Onu bil, hürmetle bildiğini bildir. Ve kat’iyen anla ki, senin gibi zaif-i mutlak, âciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fâni, küçük bir mahlûka bu koca kâinatı musahhar etmek ve onun imdadına göndermek, elbette hikmet ve inâyet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-i rahmettir.”

“Elbette böyle bir rahmet, senden küllî ve hâlis bir şükür ve ciddî ve sâfî bir hürmet ister. İşte, o hâlis şükrün ve o sâfî hürmetin tercümanı ve ünvanı olan Bismillâhirrahmânirrahîm‘i de, o rahmetin vusulüne vesile ve o Rahmân’ın dergâhında şefaatçi yap.”£201

Rahmetin bizzat kendisi, bu fani insanı sonsuzluk ve bekaya müştak hale getirmiş, insanı Rabbü’l-Alemin olan Allah’ın hitabına mülaki olacak bir seviyeye çıkarmış, Allah’ın fazlına ve keremine mahzar etmiştir.

“Altıncı Sır” başlığı altında Said Nursi, Allah’ın rahmetinin en büyük vesilesi ve en etkili şefeatçisi olduğunu vurgular.

Said Nursi, Allah’ın rahmetinin bütün mahlukat üzerinde görülen yansımaları üzerinde uzun uzadıya durduktan sonra, önemli bir noktaya parmak basar. Bu nokta, Cehennemin varlığıdır. Bazı insanların zihnine yer eden Cehennemin varlığının rahmete ters düştüğüne dair şüphe ve düşüncelerin izalesi için önemli açıklamalar yapar. Bu konuyu Şualar isimli kitabında iki nükte altında ele alır:

“Birinci Nükte:

Cehennem fikri, geçmiş iman meyvelerinin lezzetlerini korkusuyla kaçırmıyor. Çünkü, hadsiz rahmet-i Rabbâniye, o korkan adama der: “Bana gel, tevbe kapısıyla gir. Tâ Cehennemin vücudu, değil korkutmak, belki sana Cennetin lezzetlerini tam bildirsin ve senin ve hukuklarına tecavüz edilen hadsiz mahlûkatın intikamlarını alsın, sizi keyiflendirsin.

Evet, Cehennem ise, hayr-ı mahz olan daire-i vücudun Hâkim-i Zülcelâlinin hakîmâne ve âdilâne bir hapishane vazifesini gören dehşetli ve celâlli bir mevcut ülkesidir. Hapishane vazifesini de görmekle beraber, başka pek çok vazifeleri var.

İkinci Nükte:

Cehennemin vücudu ve şiddetli azabı, hadsiz rahmete ve hakiki adalete ve israfsız, mizanlı hikmete zıddiyeti yoktur. Belki rahmet ve adalet ve hikmet, onun vücudunu isterler. Çünkü, nasıl bin mâsumların hukukunu çiğneyen bir zâlimi cezalandırmak ve yüz mazlum hayvanları parçalayan bir canavarı öldürmek, adalet içinde mazlumlara bin rahmettir. Ve o zâlimi affetmek ve canavarı serbest bırakmak, birtek yolsuz merhamete mukabil, yüzer biçarelere yüzer merhametsizliktir.

Aynen öyle de, Cehennem hapsine girenlerden olan kâfir-i mutlak, küfrüyle hem esmâ-i İlâhiyenin hukukuna inkâr ile tecavüz, hem o esmâya şehadet eden mevcudatın şehadetlerini tekzip ile hukuklarına tecavüz ve mahlûkatın o esmâya karşı tesbihkârâne yüksek vazifelerini inkâr etmekle hukuklarına tecavüz ve kâinatın gaye-i hilkati ve bir sebeb-i vücudu ve bekası olan tezâhür-ü rububiyet-i İlâhiyeye karşı ubûdiyetlerle mukabelelerini ve aynadarlıklarını tekzip ile hukukuna bir nevi tecavüz ettiği haysiyetiyle öyle azîm bir cinayet, bir zulümdür ki, affa kabiliyeti kalmaz…”£211

Aynı şekilde Said Nursi Mesnevi-i Nuriye isimli eserinde de bu konuya değinmiştir. Burada İslamiyet’in kafirleri dahi kuşatan umumi bir rahmet olduğunu söyler. Şöyle der:

“İslâmiyet, bütün insanlara bir nur, bir rahmettir. Kâfirler bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir. Çünkü, İslâmiyetin telkinatiyle küfr-i mutlak, inkâr-ı mutlak, şek ve tereddüde inkılâp etmiştir. O telkinatın kâfirlerde de yaptığı in’ikâs ve tesirat sayesinde, kâfirlerin, hayat-ı ebediye hakkında ümitleri vardır. Bu sayede, dünya lezzetleri ve saadeti onlarca tamamıyla zehirlenmez. Bütün bütün o lezzetler elemlere inkılâp etmez. Yalnız tereddütleri vardır. Tereddüt ise, her iki tarafa baktırır. Devekuşu gibi, tam mânâsıyla ne kuş olur ve ne de deve olur. Ortada kalarak her iki tarafın zahmetinden kurtulur.”£221

Rahmet Olarak Resulüllah (a.s.m.)

Said Nursi Rahmetin en büyük vesile olduğunu vurguladıktan sonra, insanlar arasında rahmetin en güzel örneği, en faziletli temsilcisi, rahmeti en güzel şekilde anlatan dili, rahmete çağıranların en şereflisi bir zattan bahseder, Onun hakkında Kur’an-ı Kerim “Rahmeten lil-âlemîn“£231 olarak bahseder. O, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’dir (a.s.m.’. Böylesi ebedi bir hazineye ulaşmanın en güzel yolu sünnet-i seniyyeye ittibadır. Said Nursi, Resulüllah’a (a,s.m.’ vâsıl olabilmenin en önemli vesilesi olarak salavatı gösterir. Salavat, rahmet manasına gelir ve salavatı dile getirmenin mücessem hale gelmiş olan Rasulüllah’a (a.s.m.’ rahmet olmasıdır. Aynı zamanda salavat, rahmeten lil-âlemin olan Resûlüllah’a (a.s.m.’ vasıl olmanın en önemli vesilesidir.

Resulüllah’ın (a.s.m.) Ümmetine Olan Rahmeti

Said Nursi, Lem’alar isimli eserinde Resulüllah’ın (a.s.m.’ ümmetine olan rahmeti ve re’feti üzerinde ayrıntılı olarak durur. Bu açıklamalarını ise şu ayet-i kerime çerçevesinde yapar: “Andolsun ki, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir. (Ey Muhammed!’ Eğer senden yüz çevirirlerse de ki, Allah bana yeter. Ondan başka ilah yoktur. Ben sadece O’na güvenip dayanırım. O yüce Arş’ın sahibidir.”£241

Said Nursi bu iki ayet-i kerimeden hareketle yorumlarını iki nükte çerçevesinde yapar. Birinci Nükte’de şunları söyler:

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmetine karşı kemâl-i şefkat ve merhametini ifade ediyor.”

Evet, rivayet-i sahiha ile, mahşerin dehşetinden herkes, hattâ enbiya dahi “nefsî, nefsî” dedikleri zaman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm “ümmetî, ümmetî“£251 diye refet ve şefkatini göstereceği gibi, yeni dünyaya geldiği zaman, ehl-i keşfin tasdikiyle, validesi onun münâcâtından “ümmetî, ümmetî” işitmiş. Hem bütün tarih-i hayatı ve neşrettiği şefkatkârâne mekârim-i ahlâk, kemâl-i şefkat ve re’fetini gösterdiği gibi, ümmetinin hadsiz salâvatına hadsiz ihtiyaç göstermekle, ümmetinin bütün saadetleriyle kemâl-i şefkatinden alâkadar olduğunu göstermekle hadsiz bir şefkatini göstermiş.”

İşte bu derece şefkatli ve merhametli bir rehberin sünnet-i seniyyesine müraat etmemek ne derece nankörlük ve vicdansızlık olduğunu kıyas eyle.”£261

Bu açıklamaların ardından İkinci Nükte’de yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerimede geçen “Raûfün Rahîm” isimleri üzerinde yoğunlaşır. Bu Nükteyi Resulüllah’ın (a.s.m.’ torunları olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e olan şefkati ve re’fetine tahsis etmiştir. Said Nursi’ye göre bu şefkat ve re’fet sadece fıtrî bir yakınlıktan kaynaklanmaz. Bilakis, Resulüllah’ın (a.s.m.’ çok şumüllü olan nübüvvet görevinin önemli bir yansımasını üzerinde taşır. Said Nursi bu konuda şöyle der:

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, küllî ve umumî vazife-i nübüvvet içinde bazı hususî, cüz’î maddelere karşı azîm bir şefkat göstermiştir. Zâhir hale göre o azîm şefkati o hususî, cüz’î maddelere sarf etmesi, vazife-i nübüvvetin fevkalâde ehemmiyetine uygun gelmiyor. Fakat hakikatte o cüz’î madde, küllî, umumî bir vazife-i nübüvvetin medarı olabilecek bir silsilenin ucu ve mümessili olduğundan, o silsile-i azîmenin hesabına, onun mümessiline fevkalâde ehemmiyet verilmiş.”

“Meselâ, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Hasan ve Hüseyin’e karşı küçüklüklerinde gösterdikleri fevkalâde şefkat ve ehemmiyet-i azîme, yalnız cibillî şefkat ve hiss-i karâbetten gelen bir muhabbet değil, belki vazife-i nübüvvetin bir hayt-ı nuranîsinin bir ucu ve verâset-i Nebeviyenin gayet ehemmiyetli bir cemaatinin menşei, mümessili, fihristesi cihetiyledir.”

Evet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Hasan’ı (r.a.’ kemâl-i şefkatinden kucağına alarak başını öpmesiyle, Hazret-i Hasan’dan (r.a.’ teselsül eden nuranî nesl-i mübarekinden, Gavs-ı Âzam olan Şah-ı Geylânî£271 gibi pek çok mehdî-misal verese-i nübüvvet ve hamele-i şeriat-ı Ahmediye (a.s.m.’ olan zatların hesabına Hazret-i Hasan’ın (r.a.’ başını öpmüş. Ve o zatların istikbalde edecekleri hizmet-i kudsiyelerini nazar-ı nübüvvetle görüp takdir ve istihsan etmiş. Ve takdir ve teşvike alâmet olarak, Hazret-i Hasan’ın (r.a.’ başını öpmüş.”

“Hem Hazret-i Hüseyin’e karşı gösterdikleri fevkalâde ehemmiyet ve şefkat, Hazret-i Hüseyin’in (r.a.’ silsile-i nuraniyesinden gelen Zeynelâbidin, Cafer-i Sadık gibi eimme-i âlişan ve hakikî verese-i Nebeviye gibi çok mehdîmisal zevât-ı nuraniyenin namına ve din-i İslâm ve vazife-i risalet hesabına boynunu öpmüş, kemâl-i şefkat ve ehemmiyetini göstermiştir.”

Evet, zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.’ gayb-âşinâ kalbiyle, dünyada Asr-ı Saadetten ebed tarafında olan meydan-ı haşri temâşâ eden ve yerden Cenneti gören ve zeminden gökteki melâikeleri müşahede eden ve zaman-ı Âdem’den beri mazi zulümatının perdeleri içinde gizlenmiş hâdisâtı gören, hattâ Zât-ı Zülcelâlin rüyetine mazhar olan nazar-ı nuranîsi, çeşm-i istikbal-bînîsi, elbette Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in arkalarında teselsül eden aktab ve eimme-i verese ve mehdîleri görmüş ve onların umumu namına başlarını öpmüş. Evet, Hazret-i Hasan’ın (r.a.’ başını öpmesinden, Şah-ı Geylânî’nin hisse-i azîmesi var.”£281

Resulüllah’ın (a.s.m.’ re’feti ve şefkatiyle ilgili konulara yer veren İslami kitaplara ve özellikle Said Nursi’nin üzerinde durduğu “Raûfün Rahîm” ifadeleri hakkındaki diğer alimlerin değerlendirmelerine temas etmek gerekirse; Örneğin, Kadı İyaz “eş-Şifa bi-Ta’rîfi Hukûki’l-Mustafa” isimli eserinde, Resülullah’ın (a.s.m.’ bütün varlıklara olan rahmeti konusuna özel bir bölüm ayırmıştır. Bu bölümde Kadı İyaz şöyle der:

Onun bütün varlıklara karşı olan şefkati, re’feti ve rahmeti konusuna gelirsek. Allah-u Teala, T291…Sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir” buyurmuştur. Bir başka ayette ise, “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik” buyurulur. Bazı kişiler Resulüllah’ın (a.s.m.’ faziletinden dolayı Allah-u Teala’nın kendi isimlerinden ikisini onun için (Raûf ve Rahim isimleri’ söylemiştir.

Kadı İyaz, Resulüllah’ta (a.s.m.’ bulunan şefkatten dolayı ona böyle bir makam verildiğini söyler. Bu çerçevede, ümmetine kolay ve hafif mükellefiyetlerin yüklenmesi, onları korkutacak veya ağır gelecek davranışlardan uzak durmasını da değerlendirebiliriz. Tıpkı şu hadis-i şerifte ifade buyurulduğu gibi: “Eğer ümmetime zor gelmeyecek olsaydı, her abdest alışlarında misvak kullanmalarını emrederdim.” Onun ümmetine olan şefkatini gösteren bir başka örnek; Kavmi onu yalanladığı zaman Cebrail (a,s,’ geldi ve “Allah kavminin sana söylediklerini ve seni inkar edişlerini işitti. Dağlar Meleğine senin emirlerini yerine getirmesini emretti.” Dedi. Dağlar meleği ona seslendi, ona selam verdi ve dedi ki: “İstediğini emret. Eğer dilersen üzerinde durdukları yerin altını üstüne getireyim.” Bunun üzerine Resulüllah (a.s.m.’ şöyle buyurdu: “”Ben tam tersine onların sulbünden sadece Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan bir neslin çıkarmasını Allah’tan diliyorum.”£301

Resulüllah’ın (a.s.m.’ rahmetine dair bir başka örnek; Hz. Aişe (r. Anha’ bir gün devesine binmek isterken zorlanır ve deveye biraz eziyet verir. Bunun üzerine Resulüllah (a.s.m.’ şöyle buyurur: “£311

Aynı şekilde Zemahşeri’nin el-Keşşâf isimli eserinde de Tevbe Suresinde geçen “Raûfün Rahim” ifadeleri tefsir edilmektedir. Zemahşeri şöyle der: “Allah-u Teala kendi isimlerinden ikisini Resulüllah’ın (a.s.m.’ dışında hiç kimse için kullanmamıştır.”£321

Bir başka ayet-i kerimede de yine Resulüllah’ın (a.s.m.’ rahmetine işaret vardır: “O vakit Allah’tan bir rahmet ile yumuşak davrandın. Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp gideceklerdi Şu halde onları affet. Bağışlanmaları için dua et. İş hakkında onlara danış…“£331

Kurtubî, “el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an” isimli eserinde bu ayeti tefsir ederken şunları söyler:

“Uhud harbinin hemen akabinde Resulüllah (a.s.m.’ görevini ve emirlerini yerine getirmeyen bazı sahabeye karşı sert davranmamış, bilakis onlara yumuşaklıkla muamele etmişti. Bunu Allah’ın tevfikiyle gerçekleştirmiş, bu manayı ifade etmek için de ayet-i kerimede ‘linte’ denilmiştir. Ayrıca Hz. Nebi’nin (a.s.m.’ bir diğer sıfatı olarak kaba ve katı yürekli olmaması zikredilmiştir.

Kalp katılığı, asık suratlı olma, hoşnut olmama, şefkat ve merhamet azlığı şeklinde açıklanabilir.

Ayette geçen “lenfaddû” ifadesi “parçalanıp gidecekler” manasındadır. Bu açıdan kastedilen mana şudur:

“Ey Muhammed, eğer yumuşak kalpliliğin olmasaydı, sana yakın olanların gözündeki haşmet ve heybetin kaybolur ve onlara olan yakınlığın ortadan kalkardı.”£341

İbn Kesir tefsirinde Resulüllah’ın (a.s.m.’ rahmetini ifade eden Âl- İmran Suresi ile Tevbe Suresindeki mezkur ayetler arasında irtibat kurar. Âl-i İmran Suresi 159. ayette geçen “Allah’tan bir rahmet olarak onlara yumuşaklıkla davrandın” ifadesini şöyle yorumlamıştır: “Bu yumuşak davranma, Allah’ın bir rahmetidir.” Hasan el-Basri ise şöyle der: “Bu, Hz. Muhammed’in (a.s.m.’ doğrudan Allah tarafından verilen ahlakındandır.”£35_1 Bu ayet-i Kerime mana itibarıyla şu ayet-i kerimeye yakındır: “Siçin içinizden öyle bir Resul geldi ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. Mü’minlere çok düşkün, çok şefkatli ve merhametlidir.”£3_61

Anne-Babanın Rahmetleri

Said Nursi anne-babaya, özellikle yaşlılık dönemlerinde rahmetle davranmanın bir vecibe olduğu üzerinde durur. Bu yorumlarının dayandığı temel ise şu ayet-i kerimedir: “…Onlardan birisi veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, onlara ‘öf’ bile deme. Onları azarlama. İkisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve ‘Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi sen de onlara öyle rahmet et’ diyerek dua et.“£371

Bu ayeti yorumlarken Said Nursi şunları söyler:

Bu ayetle, “beş cihetle gayet mucizâne bir surette ihtiyar peder ve valideye karşı hürmete ve şefkate evlâtları davet ediyor. Ve madem İslâmiyet dini, ihtiyarlara hürmet ve merhameti emrediyor. Ve madem insaniyet fıtratı, ihtiyarlara karşı hürmet ve merhameti iktiza ediyor.”£381

Aynı ayeti Kurtubi şöyle yorumlar:

“Onlara rahmetli bir şekilde alçakgönüllülük kanatlarını ger, ifadesi, anne-babaya karşı şefkat ve merhamet gösterilmesi manasını ifade eden bir istiaredir. Onların emirlerine ve isteklerine tıpkı efendinin isteklerine boyun eğen bir hizmetçi gibi amade olma manasını taşır. Tıpkı Said el-Müseyyeb’in işaret ettiği gibi. Kanatları germe şeklinde bir benzetmenin yapılması ise, yavrularının üzerine kanatlarını geren kuşu akla getirir. Alçakgönüllülük ise onlara yumuşaklıkla davranmak demektir.”

Kurtubi bu ayet açıklarken şu noktaya da dikkat çeker: “Burada belki ilk muhatap Resulüllah’tır. Ancak asıl murad bütün ümmettir. Çünkü bu ayetin nazil olduğunda Resulüllah’ın (a.s.m.’ anne-babası yoktu.”£391

Bir başka ayette aynı mana ifade edilirken “züll” yani “alçakgönüllülük” zikredilmemiştir. “Sana tabi olan mü’minlere kanadını ger“£401 Burada hakkın azameti ve tekidi cihetine işaret vardır. “Mine’r-rahmeti” ibaresinde yeralan “min” ise tür manasının beyanı içindir. Yani bu kanat germe işinin hangi vasıflarla ve özelliklerle olacağı ifade edilmektedir. Ardından Allah-u Teala evlatları anne-babalarına karşı merhametle davranmaları ve onlar için dua etmelerini emretmektedir. Tıpkı küçükken onların gösterdikleri merhamet ve yakınlık gibi. Çünkü onlar çok küçük, hiçbir şeyden habersiz ve çok muhtaç olunan bir vaziyette iken evlatlarını kendi nefislerine tercih etmişlerdir. Geceleri uykusuz kalmışlar, kendileri aç da olsalar çocuklarını doyurmuşlar, kendileri açık da olsa evlatlarını giydirmişlerdir. Onların bu iyiliklerine ancak tıpkı çocukluk dönemlerindeki vaziyete benzer bir hale geldikleri ihtiyarlık çağında cevap verilebilir. Bu dönemlerinde onlara karşı şefkatle davranmak ve ihtiyaçlarını karşılamak gerekir.”£411

Seyyid Kutup, Fî Zılâli’l-Kur’an isimli tefsirinde, bu ayette gizli olan manalar hakkında şunları söyler:

“Çok tatlı bir dille konuşarak, lütufla davranmak, onların kalplerini incitmeden şefkatli bir şekilde davranmak anlamı vardır. Bu öyle bir merhamettir ki, onların en küçük istek ve arzularına cevap vermek ve gönüllerini yapmaktır.”£421

Şefkat Kahramanları Olarak Kadınlar

Said Nursi şefkati kadınlarla irtibatlandırır. Çünkü, kadınlardaki şefkat onları çocukları için kendilerini feda etme noktasına getirebilmektedir. Bu konuda şunları söyler:

“Risale-i Nur’un en mühim bir esası şefkat olmasından, nisâ taifesi şefkat kahramanları bulunmaları cihetiyle daha ziyade Risale-i Nur’la fıtraten alâkadardırlar. Ve lillâhilhamd bu fıtrî alâkadarlık çok yerlerde hissediliyor. Bu şefkatteki fedakârlık, hakikî bir ihlâsı ve mukabelesiz bir fedakârlık mânâsını ifade ettiğinden, şimdi bu zamanda pek çok ehemmiyeti var.”

Evet, bir valide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakikî bir ihlâs ile vazife-i fıtriyesi itibarıyla kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki, hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişafı ile hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabil ir.”£43_1

Sonuç

Bu çalışmamızda şefkat ve rahmet kelimelerinin lügat manalarını ele aldık. Risale-i Nur ışığında rahmetin muhtelif türlerini ortaya koymaya çalıştık. Gördük ki, Allah-u Teala’nın rahmeti bütün varlıklara, hatta kafirlere dahi şamildir. Sonra, Resulüllah’ın (a.s.m.’ ümmetine olan rahmetinin dünya hayatlarına ve haşir gününe olan yansımalarını gördük. Ardından anne-babaya, özellikle de ihtiyarlık çağlarında rahmetle muamele etmenin önemi üzerinde durduk. En son olarak da, kadınlardaki şefkat ve merhametin boyutlarına temas ettik.

Rahmet kelimesini ve aynı kökten türetilen diğer kelimeleri ele alırken, bu kelimenin ayet-i kerimelerde nasıl zikredildiğine yer verdik. Aynı şekilde rahmetin önemine işaret eden sünnet-i Nebevîden örnekler aktardık. Sonuç olarak Said Nursi’nin bu güzel haslet üzerine neden bu kadar durduğunu, karşılıklı sevgi ve fedakarlık için böyle bir hasletin ne kadar gerekli olduğunu ve buradan hareketle faziletli bir insan toplumunun oluşturulması için böyle bir haslete ne kadar çok ihtiyaç duyulduğunu anlamış olduk.

Dipnotlar:

m Dr. Ahmed Şukrü Şebsuğ, “Ulûmü’l-Kur’an ve’t-Tefsir fî Resâili’n-Nur”, Bediüzzaman Said Nursi Fikretuhû ve Da’vetühû, s. 82.

r21 Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Risale-i Nur: Yeni İman Okulu, Uluslar arası Bediüzzaman Sempozyumu, İstanbul-1992, s. 190.

£31 İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, C. 10, s. 179/180.

£41 A’raf Suresi, 203.

£51 Tevbe Suresi, 61.

£61 Beled Suresi, 17. £71 A’raf Suresi, 56.

£81 İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, c. 12, s. 230.

£91 İsrâ Suresi, 28.

ri01 Enbiya Suresi, 107.

ri11 Yunus Suresi, 21.

ri21 İbn Manzur, A.g.e., C. 12, s. 231.

ri31 Kehf Suresi, 81.

ri41 Kehf Suresi, 98.

ri51 İbn Manzur, A.g.e., c. 12, s. 232.

ri61 Kaynaklı İndeksli Lügatli Risale-i Nur Külliyatı (RNK’, İstanbul-1996, c. 1, s. 632.

ri71 RNK, c. 1, s. 632.

ri81 Kehf Suresi, 109.

ri91 RNK, C. 1, s. 907.

£201 RNK, c. 1, s. 633.

£2i1 RNK, c. 1, s. 967-968.

£221 RNK, c. 2, s. 1276.

£231 Enbiya Suresi, 107.

£241 Tevbe Suresi, 206.

£251 Buharı, Tevhid: 36, Tefsir: 17, Sûre 5, Fiten: 1; Müslim, Îmân: 326, 327; Tirmizî, Kıyâmet: 10; Dârimî, Mukaddime: 8.

£261 RNK, c. 1, s. 586.
£271 Şeyh Abdülkadir Geylanî, h. 470 yılında doğdu. Bağdat’ta ilim tahsili için gitti. Ebu Said el-Muharremî’den hadis ve fıkıh dersi aldı. Büy&£31 İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, c.10, s. 179/180.

Sorularla Risale

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri)

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri) Doç. Dr. Murat Sarıcık   “Dâru’s-Siyade”, “Nakîbu’l-Eşrâflar”(1) ve Seyyidler için, ilk kez …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Akıştaki İnsan

Hayat, akıp giden bir ırmak, çağlayan bir şelaledir. Bu akıntı içerisinde her insanın bir yeri …

Kapat