Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Risale ve Bediüzzaman Üzerine / Risale-i Nur, vazifesi, Risale-i Nur ve Kur’an / İsmail Aksaraylı

Risale-i Nur, vazifesi, Risale-i Nur ve Kur’an / İsmail Aksaraylı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bu yazımızda; Said Nursî’nin davası, hedefi nedir, Risâle-i Nur hareketi nasıl bir harekettir, Risâle-i Nurlar nasıl eserlerdir?gibi suallere Risâle-i Nur külliyatında Said Nursî tarafından verilmiş cevap ve açıklamalar bulunmaktadır. Risâle-i Nur ve Risâle-i Nur hareketinin, dolayısı ile Said Nursî’nin ‘mesleği’nin, gayesinin ne olduğu, Risâle-i Nur eserleriyle ele almaya çalışılmıştır:

Risâle-i Nur, Said Nursî tarafından telif edilen -yazılan- eserlerin adıdır. Risâle kelimesine sözlüklerde mektup, kitap, küçük kitap, elçinin taşımış olduğu mektup gibi anlamlar verilir. Arapça aynı kökten türeyen “risâlet” kelimesi de dini terim olarak “peygamberlik” demektir. Kendilerine kitap (risâle) gönderilmesinden dolayı Allah’ın elçilerine “resûl” denir.

Risâlelerde, “Risâle-i Nur Mesleği” yerine‘Risâle-i Nur’un hareketi, vazifesi, hedefi, maksadı, gayesi, dâvâsı, çalıştığı, tâlimatı, meşrebi, yolu ve programı’ gibi ifadeler de yer alır. Risâle-i Nur’da “meslek” sözünün, kavram olarak bu anlamları da içine alacak şekilde kullanıldığı görünür. Günümüzde meslek kelimelisi yerine “öğreti” ve sanatta, siyasette, düşünce hayatında ortaya çıkan “yeni bir görüş, yöntem, hareket, cereyan, tarz” anlamlarında akım ve -izm ile biten kelimeler de kullanılmaktadır: Realizm, realist görüş, idealizm, idealist görüş, dogmatizm, dogmatik akım, komünizim, komünist akım, bolşevizm, bolşevik hareketi… gibi.

“RİSÂLE-İ NUR İSMİ VERİLMESİ”

Risâletü’n Nur, Arapça; Risâle-i Nur, ise Farsça isim tamlamasıdır, “Nur Risâlesi” demektir.

Nur: ışık, parlaklık; ateşi olmayan, yakmayan aydınlık anlamlarına gelir. Allah’ın isimlerinden biri de Nur’dur (En-Nur). Âlemi ve insanlığı, mânen inkârın karanlığından îman nurunun aydınlığına girmelerine sebep olmaları dolayısıyla Kur’ân ve Hz. Muhammed’in (a.s.m.) de bir ismi Nur’dur.

Said Nursî, Risâlelere “Risâle-i Nur, Risâleti’n – Nur veya Risâletü’n – Nur” ismi verilmesi hakkında şunları söyler:

“Kur’ân-ı Kerim’in feyzinden kalbime doğan füyûzâtı yanımdaki kimselere yazdırarak bir takım risâleler vücuda geldi. Bu risâlelerin heyet-i mecmuasına “Risâle-i Nur” ismini verdim. Hakîkaten Kur’ân’ın nuruna istinat edildiği için, bu isim vicdanımdan doğmuş. Bunun ilhâm-ı İlahî olduğuna bütün îmanımla kaniim.”[1]

“Kitaplarımı en ziyade îzâh ve tenvir eden: “nur” misâlidir. Kur’ân-ı Hakîm’deki en evvel aklıma, kalbime parlayan ve fikrimi meşgul eden:  “Allahu nûru’s semâvâti ve’l arz meselühî nûrihî kemişkêtin”[2] âyetidir. Hem hakâik-ı İlâhiyyede müşkilâtımın ekserisini halleden: Esmâ-yı Hüsnâ’dan Nûr ism-i nurânîsidir.”[3]

Said Nursî, telif ettiği 130 kitaptan (risâleden) meydana gelen külliyatındaki herbir kitabı “Risâle” ismiyle adlandırmıştır. Meselâ: 10. Söz, Haşir, Risâlesi; 23. Lem’a, Tabiat Risâlesi; 25. Söz, Mûcizât-ı Kur’ânîye Risâlesi gibi. “Risâlet’ün-Nur’un eczaları “Sözler” namıyla iştihar etmişler [şöhret bulmuşlar], “sözler” ise, Arapça ‘kelimât’dır.”[4]

RİSÂLELERİN TASNİFİ

Said Nursî, risâlelerin tasnifini şu şekilde yapar:

“Risâle-i Nur, başta otuz üç adet Sözler’dir ve Sözler namiyle yâd edilir.

Fakat, Otuz Üçüncü Söz müstakil değil, belki otuz üç adet Mektubat’tan ibârettir. Ve Mektubat namiyle zikredilir.

Sonra Otuz Birinci Mektup dahi müstakil değil, belki otuz bir adet Lem’alar’dan mürekkettir. Ve Lem’alar adı ile müştehirdir[iştihar etmiştir].

Sonra Otuz birinci Lem’a dahi müstakil olmamış o da inşaallah Otuz bir adet Şualar’dan mürekkeb olacak.

(…) Sözlerin hâtimesi Otuz İkinci Söz’dür.

(…) Risâle-i Nur’un Otuz Üçüncü Söz’ü ise (…) otuz üç adet mektuplardan ibâret ve Mektubat namında otuz üç kitap ve yüzden ziyade risâlelerdir.”[5]

 SAİD NURSÎ’NİN TARİF ETTİĞİ MESLEK:

Said Nursî’nin tarif ettiği meslek: ahlâk-ı Ahmediye (a.s.m.) ile ahlâklanmak ve sünnet-i Peygamberiyi (a.s.m.) ihya etmektir –Hz. Peygamberin (a.s.m.) sünnetini hayatlandırmaktır-; rehberi Kur’ân, maksadı i’lâ-yı kelimetullahtır -Allah’ın kelâmını yüceltmektir-.[6]

Said Nursî; Risâle-i Nurları, mesleği -îmana ve Kur’ân’a hizmet mesleği- itibariyle meşguliyetini Kur’ân ve îmana hasretmesi neticesi yazmıştır.[7] Onun, bütün hayatının neticesi ve sermayesi Risâle-i Nurdur.[8]

Said Nursî’ye göre dünyada “üç mesele” vardır:

“Biri hayat, biri şeriat, biri îmandır.

Hakîkat noktasında en mühimmi ve en âzamı [büyüğü], îman meselesidir.”[9]

Sadi Nursî, bu dünyada hakiki vazifesinin Kur’ân’ın esrarını neşretmek;[10] âhiret ve ölümün ebedî idamından Müslümanları kurtarmak olduğunu söyler.[11]

[1] Şualar, s. 375.

[2] “Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misâli, bir lâmba yuvası olan mişkât gibidir.”, Nur Sûresi, 24/35.

[3] Barla Lâhikası, s. 271.

[4] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 84.

[5] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 113.

[6] Divan-ı Harb-i Örfi, s. 56.

[7] Barla Lâhikası, s. 367.

[8] Tarihçe-i Hayat, s. 450; Emirdağ Lâhikası, s. 20.

[9] Kastamonu Lâhikası, s. 86.

[10] Lem’alar, s. 230.

[11] Tarihçe-i Hayat, s. 505; Mahkeme Müdafaları, s. 166, 215; Tarihçe-i Hayat, s. 505.

Risale-i Nur’un Vazifesi

Risâle-i Nur’un vazifesi, sahabeler gibi verâset-i nübüvvet [Hz. Muhammed’in (a.s.m) tevhid davasına vâris olmaları] sırrıyla, yalnız îman nurlarını neşretmek ve ehl-i îmanın îmanlarını kurtarmaktır.[12]

Meşgul olduğu meslek iman hizmeti olan Risâle-i Nur’un ‘vazifesi’, hizmet-i îmaniye’dir.[13]

Risâle-i Nur’un maksadı: îman ilmini elde etmek ve îman hakîkatlerini bilmeyenlere ve bilmek ihtiyacında olanlara tesirli bir surette bildirmek[14] ve muhtaç olanlara yetiştirmektir.[15]

Risâle-i Nur’un vazifesi: ebedî hayatı mahveden ve dünya hayatını da dehşetli bir zehire çeviren mutlak inkâra karşı îmanî olan hakîkatlerle gayet kat’î, en inatçı zındık feylesofları dahi îmana getiren kuvvetli delillerle Kur’ân’a hizmet etmektir.[16] En önemli vazife: insanlığı dalâletten ve küfr-ü mutlaktan [Allah’ı inkârdan ve mutlak inançsızlıktan] kurtarmak ve beşerî bir taun olan maddecilik fikrini iptal etmeğe çalışmaktır.[17]

Risâle-i Nur: Kur’ân hakîkatlerini küfre karşı müdafaa etme vazifesini üzerinde taşır.[18] İki hayatı imhâ eden küfr-ü mutlaktan kurtarmak bu zamanda çok ehemmiyetlidir[19], bin seneden beri Kur’ân aleyhine ve İslâmiyet ve insaniyet zararına ve adem -hiçlik, yokluk- âlemleri hesabına tahribatçı külli cerayanlara karşı[20] Kur’ân ve îman namına mukabele edip müdafaa eder[21]. Yeryüzünün en geniş dairesinde, en dehşetli ve küllî -toplu- bir hücumda, tecavüz eden dalâlet -inkâr- ordularına karşı atom bombası gibi kudsî bir derstir.[22] Zındıklara, maddecilere, tabiatçılara meydan okuduğu halde, hiçbir feylesof, hiçbir meselesini cerh edememiştir.[23]

‘En Büyük Meseleden Daha Büyük Mesele’

Said Nursî’ye göre: Risâle-i Nur meselesi ‘çok naziktir’[24], ‘hayat – memat meselesi’dir.[25] Ondan dehşet alan gizli münafıklar, ellerinden geldiği kadar onu küçültmek isterler ve çok ehemmiyet verdiklerinden, zâhiren ehemmiyetsiz göstermeye çalışırlar.[26]

Risâle-i Nur’un ve talebelerinin meşgul oldukları vazife yeryüzündeki bütün muazzam meseleden daha büyüktür.[27] “Bu mesele küçük bir mesele değil, Kur’ân hakîkatlarını en mütemerrit ve en muannit feylesoflara ve zındıklara karşı güneş gibi ispat eden Risâle-i Nur eczaları küre-i arzı kendi ile alâkadar eder, bu asrı ve istikbâli kendi ile meşgul edecek bir hakîkat-i Kur’âniyedir[28], ehl-i dünyanın bütün muazzam meseleleri bizim meşgul olduğumuz muazzam meselemizin en küçüğüne mukabil gelemiyor.”[29]

MÂLİKÜ’L MÜLK’ÜN MAKSADI

Risâle-i Nur; insan, niçin dünyaya gönderilmiştir; neden bütün kainat, onun için yaratılmış, bu kadar masraf yapılmıştır; insanın bunlara layık ne ehemmiyeti vardır? Mâlikü’l Mülk’ün [Kânat mülkünün sahibi Cenâb-ı Hakk’ın] maksadı nedir, insanları ne için işlettiriyor,[30] şeklindeki sorulara cevap verir.

İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmet ve gayesi: Hâlik-ı Kâinat’ı tanımak ve ona îman edip ibadet etmektir. Bu gaye ile dünyaya gönderilen insanın yaradılış vazifesi ve üzerine zimmetlenen farz vazife: mârifetullah, Allah’ı bilmek, O’na îman etmek ve Hâlik’ının, yaratıcısının, vücudunu ve vahdetini, bir olduğunu, tasdik etmektir.[31]

Kâinatın vücudundan ve icadından maksat: kâinat ağacının meyvesi olan insandır, gaye de odur.[32] Kâinat içinde küçük bir âlem olan insan, arzın yaratılışının ruhudur.[33] Yeryüzüne halife ve hâkim kılınmıştır.[34] İnsanın, halife olması, Allah’ın hükümlerini icra ve kanunlarını tatbik etmesi içindir.”[35] Yeryüzündeki her şey, istediği gibi tasarruf etmesi için onun emrine verilmiştir.[36]

Kâinatta yapılan bütün masraf ve ihsan; kudretli, ikrâmı seven Zât-ı Rahîm’in kendini sevdirmek ve tanıttırmak istemesinin neticesidir.[37] Kâinatın, Hayy ve Kayyum olan Sânii -Sanatkârı-, hadsiz çeşitli nimetleriyle kendini hayat sahiplerine bildirip, onlardan o nimetlere karşı teşekkür ve sevdirmesine mukabil, sevmelerini ve kıymettar sanatlarına mukabil, medih ve senâ etmelerini ve Rabbânî emirlerine karşı itaat ve ibadetle mukabele etmelerini ister.[38] İnsanlara, bu nevi ibadeti Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ders vermiştir.[39] Risâlet vazifesini en mükemmel bir tarzda yerine getiren de O’dur (a.s.m.).[40] Hz. Muhammed’in (a.s.m.) risâleti; Sani’in en mühim bir maksadı, bir nuru, bir aynasıdır.[41]

İnsanın kıymetini ve vazifelerini ve kemâlâtını bildiren en büyük rehber ve en mükemmel insan olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, insana dair bütün kemâlâtı ve vazifeleri en mükemmel bir surette kendinde ve dininde göstermiştir,[42] dini bütün saadetlerin ve medeniyetlerin esaslarına sahiptir.[43]

MUHAMMED’İN (a.s.m.) DÂVÂSI

Said Nursî; Hz. Muhammed’in (a.s.m.), insan nev’ine en yüksek reis ve uyulacak rehber ve üstat; büyük ve kudsî vazifelerle insanların imdâdına gönderildiğini vurgular.[44]

Hz. Muhammed’in (a.s.m.) bütün dâvâlarının esası ve hayatının gayesi: Vâcibü’l Vücud’un vücuduna ve vahdetine ve sıfatına ve isimlerine delil ve şahitlik ve Vâcibü’l Vücud’u ispat ve ilan etmek ve bildirmektir.[45] Hz. Muhammed (a.s.m.),  “Lâ ilâhe illallah” deyip dâva etmiş,[46] ‘Vahdâniyet’ti tebliğ etmiştir.[47] İslâm âlemi de her gün beş defa, yüzer milyon lisânlar ile teşehhütte -namazda Ettehıyyâtü’yü okurken- o dâvâyı, kâinata ilan, O’nun (a.s.m.) iddiasına şahitlik eder. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın dâvâsı, iddiası olan tevhide –Allah’ı birlemeyi- inananların hepsi îmanlarıyla destek verir. O’nun (a.s.m.) dâvâsına inanmanın fiili duası olan ibadet, O’nu (a.s.m.) tasdik etmenin muşahhas delîlidir.

Said Nursî; Hz. Âdem’den (a.s.) günümüze kadar milyarlarca, günümüzde de yüz milyonlarca müminin günde beş vakit fiilî ve sözlü dualarının reddolmayacağı ve onların gittiği tevhid yolunun yanlış olamayacağını söyler:

“İstanbul’da Beyazıt Câmii’nde namaz kılarken, “İyyâke na’budü ve iyyâke nestaîn”[48] dedim. Baktım, o câmideki cemaat, benim gibi diyerek bu dâvâma ve“İhdinâ”[49] daki duama tamamen iştirak edip tasdik ettikleri zamanda, bir perde (…) açıldı; gördüm ki (…) İslâm âlemi, büyük bir mescit suretini aldı. Mekke, Kâbe mihrap hükmüne geçti. Bütün namaz kılan Müslümanların safları, dairevî bir tarzda o kudsî mihraba dönerek, benim gibi “İyyâke na’budü ve iyyâke nestaîn” deyip, her biri umum namına hem dua, hem dâvâ, hem tasdik eder, hem onları kendine şefaatçi yapar. (…) Bu kadar büyük bir cemaatin yolu, dâvâsı yanlış olamaz ve duası reddedilmez.”[50]

‘İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞİN YEGÂNE GAYESİ’

Hz. Muhammed (a.s.m.), insanlığın derin bir aşkla ve yaradılış ve istidatlarının pek kuvvetli bir şevkle aradığı bâki hayata sağlam bir yol açmıştır.[51] İnsanın bu dünyaya gelişinin yegâne gayesi; Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın en büyük mûcizesi olan Kur’ân-ı Hakîm’i hedef alıp, ona bakarak, yaradılış neticesine bilerek yürümektir.[52]

Kelâm-ı Ezelî’den [Allah’ın kelâm sıfatından] gelen Kur’ân, kıyamete kadar akıp giden insan kâfilelerini muhâtap alır.[53]

“EĞER HZ. MUHAMMED (A.S.M.) OLMASAYDI …”

Hz. Adem’den (a.s.) günümüze bütün mevcudata, insan kafilelerine sorulan: Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir?[54] suallerine tam, doğru ve mükemmel bir şekilde insan nevi adına elindeki Kur’ân-ı Mûcizü’l Beyân ile yalnız O (a.s.m.) cevap vermiştir.[55]

Hz. Muhammed (a.s.m.), ‘Fahr-i Âlem’dir,[56] kâinat Hâlik’ının tercümanı ve sevgilisidir,[57] âlemin kendisiyle iftihar ettiği zâttır. Bütün mevcûdât onun nuruyla iftihar edip, ona alâkadarlık gösterir. Zât-ı Ahmediyye’nin (a.s.m.) nuruyla âlemin şekli değişmiş, o nur ile insan ve bütün kâinatın hakiki mâhiyetleri ortaya çıkmıştır. Eğer o Nur olmasaydı, mevcûdât yokluğa mahkûm ve kıymetsiz, mânâsız, faydasız, abes, karmakarışık, tesadüf oyuncağı bir evham karanlıkları içinde kalırdı.[58]

12 Kastamonu Lâhikası, s. 298.

13 Şualar, s. 353.

14 Emirdağ Lâhikası, s. 454.

15 Emirdağ Lâhikası, s. 208.

16 Tarihçe-i Hayat, s.531.

17 Şualar, s.336.

18 Mahkeme Müdafaları, s. 82.

19 Şualar, s. 268.

20 tahribatçı külli cerayanlar: dünyayı saran yıkıcı akımlar.

21 Emirdağ Lâhikası 1, s. 124.

22 Şualar, s. 396.

23 Mahkeme Müdafaları, s. 71.

24 Şualar, s. 377.

25 Mahkeme Müdafaları, s. 42.

26 Tarihçe-i Hayat, s. 579.

27 Emirdağ Lâhikası 1, s. 43.

28 Emirdağ Lâhikası, s. 47.

29 Emirdağ Lâhikası 1, s. 44.

30 Sözler, s. 368.

31 Şualar, s. 97.

32 Sözler, s. 652; Şualar, s. 214.

33 Barla Lâhikası, s. 171.

34 İşârât’ül İ’caz, s. 198.

35 “Cenab-ı Hakk’ın arzında beşerin halife olması, Allah’ın hükümlerini icra ve kanunlarını tatbik etmesi içindir.”, İşârât’ü-İ’caz, s. 209.

36 Şualar, s. 234; İşârât’ül İ’caz, s. 198.

37 Şualar, s. 49.

38 Lem’alar, s. 313.

39 Lem’alar, s.118.

40 Sözler, s. 614.

41 Şualar, s. 34.

42 Lem’alar, ss. 336-337.

43 Mesnevi-i Nuriye, s. 48.

44 Şualar, s. 498.

45 Şualar, s. 130.

46 Sözler, s. 243.

47 Şualar, s. 128.

48 “Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım isteriz.”, Fâtiha Sûresi, 1/5.

49 “Bize hidayet eyle …” Fâtiha Sûresi, 1/6

50 Şualar, s. 488.

51 Şualar, s. 498.

52 Sözler, s.274.

53 Sözler, s. 128; İşârât’ül İ’caz, s. 7, 13.

54 Sözler, s. 64; 244, İşârât’ül İ’caz, s. 13.

55 İşârât’ül İ’caz, s. 13.

56 Şualar, s. 496.

57 Mektubat, s. 102, 204.

58 Sözler, s. 73.

3. Risale-i Nur ve Kur’an

Kuran’ın Maksadı

Kur’ân’ın maksadı, insanlara bilmediği şeyleri bildirmektir,[59] bütün zamanlarda, insanların maddi ve mânevî ihtiyaçlarını temin için inmiştir.[60] İnsanın bu dünyaya gönderilmesindeki maksatta “taallüm” yani bilme ve bildirme vardır.[61]Mûcize-i kübrâ-i Ahmediye (a.s.m.) [Hz. Muhammed’in en büyük mucizesi] olan Kur’ân-ı Mûcizü’l Beyân ilimlerin ve fenlerin doğru hedeflerini ve dünyevî, uhrevî kemâlâtı ve saadeti açıkça gösterir; çok büyük teşviklerle insanları onlara sevk eder.[62]

Kur’ân, “Hâlık-ı Kâinat’ın bütün kemalâtının mûciz lisanı ve bütün maksadlarının hârika mecmuası”,[63] kâinat kitabının açıklaması ve yaratılanlara karşı Allah’ın hüccetidir.[64]

Kur’ân-ı Hakîm’in verdiği en mühim bir ders, âhirete îmandır.[65] Âhiret inancı, şahsî ve içtimâî insan hayatı ve saadetinin ve kemâlâtının esasıdır.[66]

Îman ve İslâmiyet iki dünya saadetinin vesilesidir.[67] İslâmiyet, Kur’ân’ın neticesi,[68] âhiret hayatı da bütün kâinatın neticesidir.[69]

Kur’ân; müessistir, din-i mübînin esasıdır ve âlem-i İslâmiyet’in temelleridir.[70] İslâmiyetin dayandığı bu temeller,Kur’ân’ın takip ettiği maksatlardır; onun dâvâsının esaslarıdır; bunlar: Tevhid, Nübüvvet, Haşir, Adâlet ile ibâdet olmak üzere dörttür. Bu dört hakîkat, Kur’ân’da dört esastır ve Kur’ân’ın her tarafında yayılmıştır. Birinci maksadı Tevhiddir. Tevhid, Kur’ân’ın en büyük esasıdır, îmanın birinci rüknü [esası] ve teklifin [insanın imtihana tâbi tutulmasını, emir ve yasaklarla denenmesinin] temelidir. Îman esaslarından en mühimi, Allah’a îmandır. Sonra nübüvvet ve haşirdir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim; îman ilmi olmalıdır, ilimlerin esası, ilimlerin şâhı ve pâdişahı îman ilmidir.[71]

Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın tebliğinin temelinde âhirete îman vardır;[72] bütün hayatında ‘Vahdâniyet’ten sonra en daimi dâvâsı, iddiası, dâvâsının bir esası da âhirettir. O Zât (a.s.m.), ebedî saadeti dâvâ edip beşere müjde vermiştir.[73] İnsan nevi; bütün fıtratı ve ruhu ve istidâdı ile lezzetin ta kendisi olan bâki hayatı ister.[74] Âhiret inancı, içtimâî ve şahsî insan hayatının üssü’l esası ve saadetinin ve kemâlâtının temelidir.[75]

İnsan, cevheri itibariyle daima hakîkati arar ve daima maksadı saadettir.[76] Kasden ve bizzât kimse küfrü kabul etmez; yalnız şirk, nefislerinin hevâ ve hevesine yapışır. Onlar da içine düşer, pis olurlar. Ondan çıkması güçleşir.[77] Tabiat ve sebepler bazı insanlara sayısız muhallerden kurulan şirk ve küfrün kapısını açmıştır.[78] Şirk, kâinata karşı büyük bir tahkir ve tecavüzdür; kâinatın kudsî vazifelerini ve yaradılış hikmetlerini inkâr etmekle kâinatın şerefini kırar.[79] Şirk içindeki felsefe, insanlığı zulmete, karanlığa atmıştır; bu felsefeye göre ‘kâinat adem, yokluk ve hiçlik ve zeval ve fena karanlıklarında yuvarlanan karmakarışık vahşetli bir virâne ve dehşetli bir matem yeridir.[80] Îman gözüyle bakılmadığında dünya, hiçlik derelerinde ve yokluk karanlıklarında yuvarlanıp gitmektedir.[81]

Adem [hiçlik] şerdir,[82] îman nurdur,[83] îman nuru, muhabbet-i İlâhiyyenin ziyasını tâzammun eder,[84] insanı ışıklandırır.[85] Allah’a îman ve muhabbet etmenin neticesi: dünyanın bin sene mes’ûdâne hayatı, bir saatine değmeyen cennet hayatı ve cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat müşahedesine değmeyen bir kudsî, münezzeh cemâl ve kemâl sahibi olanZât-ı Zülcelâl’in müşahedesi, rü’yetidir ki: hadîs-i kat’î ile ve Kur’ân’ın nassıyla sabittir.[86] Kur’ân, mahz-ı hidayettir; îman nurlarının madenidir. Îman nurunun aksi zulümattır. Kur’ân’ın muhalifi bilmüşahede küfrün dalâletidir.[87]

Risale-i Nur ve Kuran

Risâle-i Nur mesleği “Cadde-i Kübrâ-yı Kur’âniye”dir;[88] yolu da; insanlara bu caddeyi açan[89] Hz. Muhammed’in (a.s.m.) yoludur.[90]

Bu cadde: ‘Sahabe ve Asfiya ve Tâbiîn ve Eimme-i Ehl-i Beyt ve Eimme-i Müçtehidînin caddesi’dir,[91] her senede üç yüz milyon Müslümanın yürüdüğü ve üç yüz milyar Müslümanların hakîkate ve saadet-i dareyne gittikleri büyük caddedir.[92] Bu büyük caddeyi Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Mi’râcı ile açmış, îman hakîkatlerinin en yüksek mertebelerine gitmiş[93] ve Mi’râc ile açtığı o kapıyı açık bırakmıştır.[94] “Bütün Sözler ve bütün Mektuplar, o caddeyi gösterir.”[95]

Kur’ân’dan gelen Sözler ve Nurlar, yalnız aklî ilmî meseleler değil; aynı zamanda kalbî, ruhî, hâlî, îmanî mes’elelerdir ve pek yüksek ve kıymettar maarif-i İlâhiye [Allah’ı bilme, bildirme ilmi] hükmündedir.[96]

Risâle-i Nurlar; bu asırda, insanları irşat eden ehemmiyetli ve mânevî ve ilmî bir mürşittir,[97] Kur’ân ve îman hakikatlerini muhtaç ve müştak olanlara güneş gibi bildirir.[98]

59 İşârât’ül İ’caz, s.158.

60 Mesnevi-i Nuriye, s. 71; Şualar, s. 37.

61 Sözler, s. 329.

62 Sözler, s. .275.

63 Mesnevi-i Nuriye, s. 71; Şualar, s. 37.

64 Mesnevi-i Nuriye, s. 19.

65 Lem’alar, s. 214.

66 Gençlik Rehberi, s. 68.

67 Mektubat, s. 84.

68 İşârât’ül İ’caz, s. 126.

69 Şualar. s. 217.

70 Sözler, s. 251.

71 İşârât’ül İ’caz, s.12; Muhakemat, s.12; İşârât’ül İ’caz, s.105; Mektubat, s. 347, 407; Sözler, s. 797.

72 İşârât’ül İ’caz s. 180.

73 Şualar. s. 217.

74 Şualar, s. 481.

75 Şualar, s. 179.

76 Muhakemat, s.124.

77 Mesnevi-i Nuriye, s.71.

78 Mesnevi-i Nuriye, s. 30.

79 Şualar, s.12.

80 Şualar, s. 506.

81 Sözler, s. 217.

82 Siracünnur, s. 31.

83 Sözler, s. 328.

84 Sözler, s. 341.

85 Sözler, s. 326.

86 Sözler, s. 691.

87 Mektubat, s. 202.

88 Lem'alar, s. 152.

89 Mektubat, s. 328.

90 Mektubat, s. 355.

91 Mektubat, s. 90.

92Tarihçe-i Hayat, s. 390.

93 Mektubat, s. 328.

94 Sözler, s. 616.

95 Mektubat, s. 355.

96 Mektubat, s. 379

97 Kastamonu Lahikası, s.

98 Tarihçe-i Hayat, s. 381.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Manevî Hayata Hizmetleri

Üstad Said Nursi’nin Manevi Hayata hizmetleri   Bedîüzzaman Hazretleri hayatını ‘eski Said’ ve ‘yeni Said’ …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kelâmullah’da İstifham-ı İnkârî Üslûbu

Rahmân Sûresi’nde 31 defa tekrar edilen “Rabbinizin ni‘metlerinden hangisini ya­lan­larsınız?” âyetiyle Rabbimiz olan Allah’dan başka …

Kapat