Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Müdafaalar & Cevaplar / Bediüzzaman’ın hayattaki yakın talebelerinden Risale-i Nur’u sadeleştirme açıklaması

Bediüzzaman’ın hayattaki yakın talebelerinden Risale-i Nur’u sadeleştirme açıklaması

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bir yayınevinin Risalelerden birini ‘sadeleştirerek’ yayınlaması üzerine Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin hayattaki yakın talebelerinin beyanatı:

Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi adı altında girişilen tahrifat teşebbüslerinin son olarak “sadeleştirilmiş Lem’alar” şeklinde almış olduğu merhaleler üzerine, Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin talebeleri olarak aşağıdaki hususları umumî efkâra duyurmayı vazife biliyoruz:

1. Aziz Üstadımız hayatta iken de Risale-i Nur’un dili üzerinde bazı tasarruflar yapılması istikametinde teklif ve teşebbüsler olmuş; fakat Üstadımız Risalelerin lisanıyla oynamaya ve onu değiştirmeye hiçbir surette izin vermemiş, bu tür teklif ve teşebbüsleri kat’î bir surette reddetmiştir. Bu husus bütün Nur talebeleri tarafından gayet iyi bilinen bir hakikattir. Daha evvelki açıklamalarımızda bu hususla alâkalı olarak kâfi miktarda misal zikrettiğimizden, geçmiş beyanlarımızla iktifa ediyoruz. Arzu edenler, bu hususta, 1990 yılında neşrettiğimiz uzun mektuba müracaat edebilirler.

2. Bizzat Üstad Hazretlerinin dersinde ve hizmetinde bulunan, onun tarafından neşriyat hizmetleriyle vazifelendirilen ve kendisinin dâr-ı bekaya irtihalinden sonra da Nur’un her türlü hizmetinin mes’uliyetini bizzat Üstadın vasiyetiyle üstlenmiş bulunan talebeleri olarak bizler de, aramızda hiçbir ihtilâf olmaksızın, tam bir ittifak ve icmâ’ ile, Üstadımızın bu husustaki hassasiyetine her ne pahasına olursa olsun riayet edilmesi gerektiğine inanıyor ve bu husustaki azmimizi ifade ediyoruz.

3. Herhangi bir edip veya sanatkârın sıradan bir eseri üzerinde dahi sahibinin rızası hilâfına tasarrufta bulunmak en büyük bir saygısızlık telâkki edilirken, insanlık âlemine Risale-i Nur Külliyatı gibi, ihtivâ ettiği hakikatler kadar fevkalâde üslûbuyla da mümtaz bir eseri armağan etmiş bulunan Bediüzzaman Hazretleri gibi bir müfessir, müceddid ve mütefekkirin eserleri üzerinde kalem oynatmak ne mânâya gelir, kıyas edilsin!

4. Şimdiye kadar sadeleştirme adı altında yapılan teşebbüslerin nasıl netice verdiği meydandadır. Bunun en son nümunesinde ise, sadece kelimeleri değiştirilmekle kalmamış, bir de Üstadın cümlelerine, ifade ve üslûbuna da müdahale edilmiş ve bunun neticesinde, ortaya, ruhu çekilmiş bir ceset mesabesinde, donuk, cansız, zevksiz bir metin çıkmıştır. Mehmed Akif gibi büyük bir edip ve şaire “Victor Hugo’lar, Shakespeare’ler onun ancak talebesi olabilir” dedirten Bediüzzaman gibi bir zâtın metinleri üzerinde böyle fütursuzca kalem oynatan kimselerin bu densizliklerini hayret ve ibretle seyrediyor ve bu cür’eti nereden ve kimlerden aldıklarını merak ediyoruz.

5. Bu çeşit teşebbüslere bahane teşkil eden “Risale-i Nur’ların anlaşılmadığı” iddiasını kabul etmek de mümkün değildir. Eğer bu iddia doğru olsaydı, Risale-i Nur’lar, telifinden bu yana bir asra yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, hâlâ bu kadar çok satılmaya ve milyonlarca insan tarafından tekrar tekrar okunmaya devam etmezdi. Halbuki bugün kimi yetkili, kimi de yetkisiz olarak en az bir düzine yayınevi Risale-i Nur’ları neşretmeye devam etmektedir. Dünyada başka hiçbir eserin mazhar olmadığı böyle bir rağbete Risale-i Nur’u eriştiren şey, onun anlaşılmaz oluşu mudur?

6. Risale-i Nur’un diline en uzak zannedilen gençlik arasında ise, bu eserlere karşı iştiyak her geçen gün artmakta, yurdun dört bir tarafında orta öğrenim ve üniversite gençlerinden niceleri kendilerini Nurların kucağına atmaktadırlar. Onlar bir yandan Risale-i Nur’u daha iyi anlamak için onun harikulâde lisanına vâkıf olmaya çalışırken, bir yandan da Risaleleri tercümelerinden tanıyan başka milletlere mensup insanlardan birçoğu, bu eserleri orijinal diliyle okumak için Türkçe öğrenmektedir.

7. Bugün konuşulan dil ile Risale-i Nur’un dili arasında bir mesafe olduğu muhakkaktır. Ancak buna sebep Risale-i Nur’un dilinin ağırlığı olmadığı gibi, bunun çaresi de Risale-i Nur’u bugün konuşulan dilin seviyesine indirmek değildir. Çünkü Risale-i Nur, bir asra yakın zamandan beri vicdan-ı umumînin bozulmasına yol açacak derecede tahribata uğrayan şeâir-i İslâmiyeyi tamir etmek ve yeni yetişen nesillere unutturulan hakaik-ı İlâhiyeyi ve mukaddes kelimeleri tekrar bu milletin hafızasına yerleştirmekle vazifelidir ve bu vazifesini de kendisine has lisanı ile yerine getirmekte, ilim ve irfan hayatımızdan dışlanmış bulunan mefhumları tekrar milletimize kazandırmaya çalışmaktadır. Hangi suretle ve niyetle olursa olsun onun lisanıyla oynamanın, Risale-i Nur’u bu kudsî vazifesinden alıkoymaya teşebbüs mânâsına geleceğini, her vicdan sahibi takdir edecektir.

8. Bugün geldikleri yeri ve milletimizin gözünde eriştikleri mevkii Risale-i Nur’a borçlu olanlar, Hazret-i Bediüzzaman’ın hatırasına hürmet göstermek hususunda herkesten fazla hassasiyet sahibi olması icap eden kimselerdir. Muazzez Üstadımızın “Ben bile kalem karıştıramıyorum” dediği metinlere müdahale etmek veya ettirmek, kadirşinas insanların velînimetlerine karşı şükran borcunu ödemek için ihtiyar edecekleri bir yol olmasa gerektir. Böyle teşebbüslere tevessül eden, müsamaha gösteren, destek olan veya meyil duyan kimselerin, iç âlemlerinde derin bir muhasebeye girişerek Üstadımızın şu beyanları karşısında kendi nefislerini yoklamaları, herkesten evvel kendi menfaatlerine olacaktır:

“Bir şey daha kaldı, en tehlikesi odur ki: İçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında, bir enaniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enaniyetlidir. Çabuk enaniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da; nefsi, o ilmî enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risalelere karşı muaraza ister. Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde; nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözler’in kıymetlerinin tenzilini arzu eder, tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın.”

9. Muazzez Üstadımızın hizmetinde bulunan talebeleri olarak şu hususun kat’iyetle bilinmesini istiyoruz ki, Risale-i Nur yağmalanacak sahipsiz bir mal değildir; bu eserleri hedef alan her türlü tahrifat teşebbüslerine karşı, biz, Üstadımız tarafımızdan omuzumuza yüklenmiş bulunan vazifeyi, kimsenin hatırına bakmadan ve zerre kadar tereddüt göstermeden yerine getireceğiz. Hangi niyetle olursa olsun böyle teşebbüslere tevessül edenler, bu hareketlerinin Risale-i Nur’a, Müellifine ve talebelerine karşı alenen ve fütursuzca meydan okumak mânâsına geldiğini idrak etmeli, böyle bir meydan okuyuşun nasıl bir âkıbeti dâvet edeceğini düşünmeli ve eğer insaf ve idrak sahibi iseler, derhal yanlışlarından dönerek tövbe etmelidirler.

Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin hizmetinde bulunan talebeleri

Mustafa Sungur, Hüsnü Bayram, Abdullah Yeğin, Said Özdemir, Ahmet Aytimur, Salih Özcan, Abdülkadir Badıllı ve Mehmet Fırıncı


Abdulkadir Badıllı’dan Sadeleştirmeye Reddiye

Abdulkadir Badıllı Ufuk yayınevinin yüzlerce itiraza rağmen Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin telif ettiği Risale-i Nur Külliyatından “Lem’alar” isimli kitabı  sadeleştirmesinin ardından yayınevinin “Sözler” isimli kitabıda sadeleştirmesi üzerine şu açıklamaları yaptı

Hadsiz delaili dinlemiyen ve safsata-i nefse tabi olmuş gibi olan bir güruhun, Hazreti Üstadın vekil ve varislerine isyan etmiş bir hocanın fetvasıyla Risale-i Nur’un kudsiliğine hücuma geçenlerle karşı karşıyayız.

Şöyleki: Adı geçen hocanın Risale-i Nur’da yapılan tahrife verdiği fetvasının istinad ettiği dört kaynağı vardır. Bu kaynaklar:

1. Hadis-i bilmananın caizliği.
2. Necip Fazıl’ın görüşü.
3. Kendi yazdığı kitaplarının tashih işini başkasına bırakması.
4. Sadeleştirmeyi basit bir tercüme ameliyesine benzetmesi
Burada bu tali’siz hocaya ve sırtını dayadığı kalemşör bir muharrife şöyle sesleniriz ki: Eğer siz Risale-i Nur’u müstakim ,müessir, bir kitap kabul edip inanıyor iseniz, ona teslim olmalısınız. Dünyevi binbir muzahrafatla bulaşık ve maddi işler içinde dağınık olan fikirciğinizi, Risale-i Nur’un nevvar, feyazanlı, müstakim, hakikattar, rehberli meselelerine karıştırmak yerine, doğrudan onun cazibe-i umumi gibi olan kudsi cazibesine tabi olup onun üslubunu benimseyip, ona ram olup arkasından giderdiniz. Ama heyhat!
1. Hocanın zahiren dayandığı “hadis-i bilmana” mefhumuna gelince, bundan evvelki yazılarımda (Lem’alar kitabınıneşne’ane tağyiri münasebetiyle yazdığım yazılarda) Hocanın “ hadisi bilmana”mefhumunu hiç alakası olmayan Nurların tahrifine tatbikinin yanlışlığına dair künhüyle izahatlar verdiğimden tekrarlamayacağım.
2. N.Fazıl’ın Nurlardan alıp sadeleştirme ismi altında sinsice tahrif eylediği nümuneler yanımızda mahfuzdur.İcabederse bunları ibret-i alem için neşredebiliriz. Hz Üstad bunları görmüştür ve gördüğü zaman, bu tahrifi durdurmak için talebelerini devreye soktuğuna dair belgeler yanımızda mevcuttur.
3. Hocanın üçüncü dayanağı ki, kendi yazdığı kitapları tashih işini başkalara havale etmesi meselesidir. Biz de deriz, onun kitapları günlük, aylık ve geçici bir zamanlık meseleleri ihtiva eder. Onun yazdığı kitaplar maddi ve geçici meselelere dair olduğu için başkası tarafından yazılamayacak şeyler değil, çok kolay ve basit ifadelerdir. Mahza ilham-ı hak olan Risale-i Nur’ları bunlara kıyas etmesi öyle bir kıyas-ı maal-farıktır ki, güneşi yerdeki herhangi parlak bir cam parçası ile kıyas gibi olur.
4. Dördüncü istinadgahı ki, herhangi bir basit tercümeye, sadeleştirme tahrifini benzetmesidir. Tercüme, bir dilden tamamen başka olan diğer bir dile çevirme işidir. Mesela, Türkçeden İngilizceye ve Arapçaya çevirme gibi. O da, tamamen ve olduğu gibi bütünüyle çevirmedir. Neymiş, Risale-i Nurlar Türkçe değil,Osmanlıcaymış! Onun için bu da sadeleştirme tahrifiyle tercüme edilir demişler. Kendi ecdanının dillerini hususi bir sinsilikle unutturmaya çalışan tıynetsiz, milliyetsiz bir güruha yardım etmek ve ona şuursuzca kapılmak demek olan bu düşünce insanı dehşete düşürüyor.

Ne İslam âleminde ve ne de dünyanın hiçbir yerinde,Türkiye’de uygulanan bu tahrifdar sadeleştirme vaziyeti yoktur. Tefsir vardır, şerh vardır, tahşiye vardır, ama ka’tiyetle kitabın metnine dokunmamak üzere. Bu hususu eski yazılarımda da ve bu meseleye dair yazdığım bir kitabımda da ispatlıca yazmışımdır.

Bu dördüncü maddeye ek bir şeyde şudur: Hoca diyor ki, “İmam-ı Gazali iyi Arapça bilmemiş de,yazdığı kitaplarını başkaları tashih etmişler, üslubunu değiştirmişlerdir.”
Cevap: Bu yakıştırma tamamen hilaf-ı hakikattır. İmam-ı Gazali’nin yazmış olduğu eserlerin tamamı – büyük küçük – belki on bin sayfayı tutar. Kimya-yı Saadet hariç diğer bütün eserleri en fasih bir Arapça iledir. Kendi asrında revaçta olan üslubun en üstünü ile kitaplarını yazmış bir zattır. Ve hiçbir kimse bir kelimesine dokunmuş değildir. Şu olabilir: Eski asırlarda kullanılan Arapça imla ile bu asırın imla tarzı arasında bir değişiklik olduğu için, sadece imla noktasından bazı tashihler yapılmış olabilir. Hepsi bu kadar. İmam-ı Gazaliyi Arapça bilmemekle ittiham etmek bir bilmezliktir.
Şimdi, kudsi nur kitabımız olan Sözler de sadeleştirme telvisinden geçirildi. Reklamcı bir şahıs, telvis edip haram ettikleri şu tahrifli kitapların satışını yüksek bir rakama çıkardıklarını söyledi. Televizyon kanalları da, birkaç masum çocuğu şahit göstererek konuşturdu ve bunları yayınladı.
Bunların bu kitapları sattıkları yer ve kişiler, okullarındaki, dershanelerindeki, yurtlarındaki öğrencilerdir. Gazeteleri de böyledir. Psikolojik manevi bir baskı ile bunları abone ettirerek satıyor. Yani, yalancı, abartmalı reklamlarla ki, “Nur kitapları anlaşılmıyordu; şimdi anlaşılır hale getirildiler” gibi…
Reklamcı şahıs dedi ki: Üstadda kendi eserlerinin bazı yerlerini değiştirdiği için bizde Nurları değiştiririz.

Cevap:

1. Bir müellif kendi malı olan eserlerinde bazı değişikler yapabilir. Ama başkası, hele manalar denizi olan Nurların feyezanlı hakikatlarından çok uzak olup, Nurları basit bir kitap şeklinde addeden bir kimse o ameliyeyi yapamaz. Yapsa küstahlık yapmış olur.
2. Hazret-i Bediüzzaman kendi eski eserleri için bakınız ne diyor: “… Hem Türkçenin sarf, nahvini bilmediğimden, manaya giydirdiğim üslubun döğmeleri pek karışık oluyor. Hatta‘Evet, işte, şimdi, hemde, zira, olan, şu, bu’ tekerrürleri sizin gibi beni de usandırıyor. Başkasının tashihinede kat’iyyen razı olamıyorum. Zira külahıma püskül takmak gibi, başkasının sözü sözlerimle hiç münasebet ve ülfet peyda etmiyor, sözlerimden tevahhuş eder.” (Münazarat, İfade-i Meram, “Hamisen” bölümü.)
Aynı bu manada (eski yazılarımda kayıtlı olduğu gibi) Av. Ahmet Hikmet Gönen için Üstadın yazdığı bir notta şöyle deniyor: “Hem vekilimiz Ahmet Beye haber veriniz ki, müdafaayı makine ile yazdığı vakit, sıhhatine pek çok dikkat etsin. Çünkü ifadelerim başkasına benzemiyor. Bir harfin ve bazan bir noktanın yanlışı ile bir mesele değişir, mana bozulur.” (Osmanlıca şualar sh.738.)
Şimdi,şu nasih hasiyetli mektubun içindeki incelikleri herhalde ehl-i basiret kimseler idrak etmektedirler; başka bir şey yazmaya da gerek yoktur sanırım. Mektuptaki ince hakikatleri takviye ve te’yiden hadiseleri arzediyorum.
1. 1947’lerde İstanbulda meşhur vaiz Şemseddin Yeşil, Risale-i Nur’dan bazı parçaları sadeleştirerek kitapları içinde neşrettiğinde,Hazret-i Üstad şahsen değil, talebelerini devreye sokarak karşı çıkmış ve durdurmuştur. Bu hususta Emirdağ mektuplarının asıllarında yazılı ifadeleri vardır.
2. Aynı yıllarda Karabüklü Dr. Mustafa Ramazanoğlu (Oruç) küçük bir kitap yazdı, içine Risale-i Nur’dan bazı parçalar derc eyledi. Üstad Hazretleri yanındaki talebelerine, elleriyle Ramazanoğlu’nun ifadeleri olan kısımları, üstüne kağıt yapıştırarak, Nur’a ait kısımları bıraktı.
3. 1949’da Afyon hapsinde Ahmed Feyzi Kul’un Nurlardan bazı parçaları sadeleştirerek neşri için iznini Hazret-i Üstaddan samimane ve ısrarlı bir şekilde istediği zaman -İnebolulu merhum İbrahim Fakazlının şehadet ve rivayetiyle – Hz Üstad ona: “Kardeşim Ahmed Feyzi, ben sana yapma demiyorum, ama öyle bir şeyi yaptığın zaman, o takdirde ona ismimi koymazsın. Çünkü öylesi bir eser benim değildir” demiştir.
4. 1951’lerde, meşhur kalemşör Necip Fazıl Kısakürek Risale-i Nur’dan bazı parçaları sadeleştirip Büyük Doğu mecmuasında neşrettiği zaman, Hazret-i Üstad o parçaları eski yazıya çevirtip şahsen inceledi. Risale-i Nur’un kudsi, ince manalarını muhafaza edememiş, belki çoğu yerde bozmuş olduğunu gördü. Talebelerini devreye soktu ve o bir çeşit bozma hareketini durdurdu. Şu yazılan hadiselerin belgeleri yanımızda mevcuttur. İşte hal ve encam böyle! Binaenaleyh, Nurları sadeleştirmeye yönelik girişimlerin mutlaka bir bozma, bir tahrif ve tağyir hareketi olduğuna şüphe yoktur. Saf bir niyetle dahi olsa, bu hükmü lağvetmez.
Bu münasabetle, eski yazılarımda kaydettiğim Hz. Üstad tarafından çok açık ve hiç tevilsiz bir şekilde üstünde olduğumuz mevzuu dile getiren Nur’dan iki parçayıda burada kaydettikten sonra, hükmü okuyuculardan basiret ehline bırakacağız.

İşte:

Fihrist Risalesinden on birinci mektubun fihristi (bizzat Hz. Üstadın ifadesidir):
Bu mektup perişan görünüyor. Bu perişan mektup münasebetiyle kardeşlerime ihtar ediyorum ki: Bu küçük mektupları hususi bir surette bazı kardeşlerime yazmıştım. Büyük mektuplar meydana çıktıktan sonra küçüklerde umumun nazarına gösterilmesi lazım geldi. Halbuki tanzimsiz, müşevveş bir surette idiler. Onlar ne hal ile yazılmış ise, öyle kalması lazım geliyor. Sonradan tashih ve tanzim etmeye mezun değiliz.

İşte bu On Birinci Mektup perişan bir surette birbirinden çok uzak dört meseleden ibarettir. Hem müşevveş, hem perişandır. Fakat şairlerin ve ehl-i aşkın zülf-ü perişanı sevdikleri ve istihsan ettikleri nev’inden, bu mektup da, zülf-ü perişan tarzında, soğuk tasannu karışmadan, hararet ve halavet-i asliyesini muhafaza etmek niyetiyle kendi halinde bırakılmış.

Ve bu samimi ifadeleri takviye eden Yirmi Beşinci Lem’anınAltıncı Devasının, unutularak iki defa yazıldığını sonradan gören Hz. Üstad, onun haşiyesinde şunu yazmıştır:
Fıtri bir surette bu Lem’a takattur ettiğinden, Altıncı Mertebede iki deva yazılmış. Fıtriliğine ilişmemek için öylece bıraktık. Belki bir sırrı vardır diye değiştirmedik.
Bir şey daha: Bazı lahika mektuplarında “tashih ve ıslah edebilirsiniz” tabirleri vardır. Üstad hazretleri tashih ve ıslah diyor. Bozup sadeleştirme ile tahrif ediniz, üslubunu değiştiriniz demiyor.
Gelelim, 1940’larda Kastamonu’da başta Abdullah Yeğin ağabey olarak bir-iki liseli gençlerin Latin harfi olan yeni yazıya çevirip okumaları için hususi şekilde birkaç parça Nur Risalelerine mahsus vermiş olduğu izin ve “bazı kelimat-ı Arabiyede tasarruf edildi” şeklinde yazdığı mektuptaki hadiseye gelelim.
Burada mezkur mektubun o bölümünü aynı metniyle aldıktan sonra, bazı noktaların anlaşılmasını sağlayan bir-iki noktayı erbab-ı ilim ve ehl-i basirete arz etmeye çalışacağım. İşte:
“Saniyen: Burada lise mektebine tesirli bir nur girdi. O da Otuz İkinci Sözün Birinci Mevkıfı, Otuzuncu Lemanınism-i Adl ve Hakem Nükteleri, Tabiat Leması Hatimesine kadar; Ayetü’l-Kübra’nın [Evet bu dünya misafirhanesine giren her bir adam…]la başlayan Birinci makamın başında – ilham ve vahy mertebeleri hariç kalıp – ta On Sekizinci Mertebe olan kainatın hudus hakikati, ta İmkan’a kadar… yeni hurufla bir ihtar ile izin verdik. Daktilo el makinesiyle kendilerine yazdılar.

Siz de bu dört parçayı birden cilt yapıp yeni huruflaehl-i inkara on ikilik top güllesi gibi atabilirsiniz. Fakat yirmi sene evvelki Türkçe ile şimdiki Türkçenin farklı olduğundan, yeni Türkçe için bazı kelimat-ı Arabiyede tasarruf edildi. Siz de öyle yapabilirsiniz. Risale-i Nur yirmi sene evvelki Türkçe ile konuşur. O zamanı görmeyen gençlere teshilat olmak için bazı tabiratı değiştirirseniz iyi olur.” (Osmanlıca Kastamonu lahikası, teksir-sh.278.)

Evvela: Erbab-ı irfana şu hususları arzederiz ki, bu mektubun yazılış sebebi, ilk olarak zuhur eden bir mühim hadise ki, liseye Risale-i Nur’un girmesi ve iki-üç lise talebesinin Nurlarla alaka peyda etmesiyle beraber, Latin harfiyle yazılmasına Risale-i Nur’dan üç-dört parça için manevi ihtar ile izin verilmiş olmasıdır.

Bu ilk zuhur eden hadisenin hatırı için, mektupta isimleri geçen parçalara mahsus bazı kelimat-ı Arabiyede tasarruf yapılmıştır. Bu tasarrufu başkası değil, bizzat Hazret-i Bediüzzaman yapmıştır. Ve o gün için yalnız o üç-dört parçada kendisinin yaptığı tasarrufun aynısını yapmaları hususunda, Isparta’daki sadık talebelerinede izin vermiştir. Tasarruf görmüş mezkur o dört parça da bilahareAsa-yı Musa kitabına aynen dercedilmiştir ve o tarzda devam etmektedir.

Saniyen: Kastamonu Lahikası asıllarında mevcut olan o mektubun o kısmı, bilahare Hazret-i Müellif tarafından 1959 da tanzim edilip umuma neşir için hazırlanan şimdiki mevcut Kastamonu Lahikasında (tasarruftan bahseden bölümü) çıkarılmış, daha da hiç neşredilmemiştir. Envar Neşriyat Latin harf Kastamonu Lahikası sh. 197’ye bakılabilir.
Salisen: İmam-ı Azamın: “Namazda Fatiha yerine onun tercümesinin okunması caizdir” fetvasının beş cihetle hususiliği gibi, buda onun gibi hususi ve bir defaya mahsus ve sadece üç-dört parça ile alakalıdır.
Rabian: Mektuptaki tasarruf etme izninin hükmünü nesheden Hazret-i Üstadın Emirdağ Lahikasındaki mektubudur. Ve bu nasih mektubun hükmünü teyid ve takviye eden birkaç ehemmiyetli ve Hz. Üstadın davranışını apaçık gösteren hadiseler vardır.
Kastamonu asıllarındaki mektubun hükmünü nesheden Emirdağ mektubunu aynen alıyoruz:
“Saniyen: Nur’un metni izaha ihtiyacı olsa, satırın üstünde, ya kenarda haşiyecikler yazılsa daha münasiptir. Çünkü hem herkes senin gibi (muhatab Ahmed Feyzi Kul ağabeydir) muhakkik, müdakkık olmaz; yanlış bir mana verir, bir kelime ilave eder, ehemmiyetli bir hakikati kaybetmeye sebeb olur. Tashihatında böyle zararlı ilaveleri çok gördüm. Hem benim tarz-ı ifadem bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor; bir parça dikkat ve temenni ister. Belki bunun da bir faidesi, bir hikmeti var.” (Her iki Emirdağ kitabı sh.661.)
Tashih ve ıslah nedir? Bütün eski ve kamil Nur talebeleri bunu şöyle izah ederler: “Müsvedde olarak yazıldığında, katibin hatalı yazması, imla noktasında hatasıv.s.; mesela, “sad” ile yazılan bir kelimeyi “se” harfiyle yazmış olabilir, siz bunları düzeltebilirsiniz. Osmanlıca imlaya göre hatalı yazılmışsa, doğrusunu yazınız” demektir.
Hülasa: 17 sene evvel bu mevzuda yazdığımız bir kitapta bir çok belgeleri konuşturarak (metin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih lazım gelir. Hem su-i istimale kapı açılır, muarızlar istifade ederler); hiçbir surette sadeleştirme denilen tahrife cevaz olmadığını isbat etmiştik. Geçen sene yazdığım birkaç yazımda da yeni deliller ibraz eyledik. Bu vaziyette, sadeleştirmeciler Risale-i Nur’un tağyir ve tahrifine -her şeye rağmen- devam ederlerse kat’iyyen bileceğiz ki, işin arkasında habis kuvvetler vardır, bu şahısları şu şenaatdar işte çalıştırmaktadır.
Biz Nur’un hamiyeti, Nur’un gayreti namına çok şeyler yazdık. Ve yazacağız. Bazı gizlilikleri -icap ederse- aleniyete çıkaracağız.
Bu kabih işin fetvacısı olan Gülen Beyin bir çok zikzaklıklarını, akide bakımından onu ayak altına alan bazı peşkeş çekmelerini ispatlı şekilde aşikare çıkaracağız. Günah bizden gitmiş olur. Vesselam.
Not: Bütün bunlarla beraber, Hz. Bediüzzaman’ın ve umum halis talebelerinin hukukunu, meselenin asliyetini, işin hakikatini ortaya çıkarmak için, umumi bir istişare cemaatini teşkil edip bütün detaylarıyla hocaları da dahil herkesle yüzyüze gelmeye ve her yerde oturup tartışmaya hazırım, hodri meydan diyorum.
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Manevî Hayata Hizmetleri

Üstad Said Nursi’nin Manevi Hayata hizmetleri   Bedîüzzaman Hazretleri hayatını ‘eski Said’ ve ‘yeni Said’ …

Önceki yazıyı okuyun:
İslâmcı aklın hazin göçü / Murat ÇİFTKAYA

Murat ÇİFTKAYA İslâmcı aklın hazin göçü Kanaatimce, günümüzde yanlış algılamaya kurban giden en önemli konulardan …

Kapat