Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Risale ve Bediüzzaman Üzerine / Risale-i Nur’un dili neden ağır? / Gülay Atasoy

Risale-i Nur’un dili neden ağır? / Gülay Atasoy

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Risale-i Nur’un dili neden ağır?

Gülay Atasoy

Telefondaki hanım ısrarla soruyordu:

Ben Risale-i Nur’u çok seviyorum. Okuduğum zaman anlayamadığımdan mutlaka anlayan birinin açıklamasını istiyorum. Keşke bu eserler herkesin anlayacağı dille yazılmış olsaydı; o zaman herkes anlardı. Anlamak için çalışmak gerekiyor. Neden Bediüzzaman Arapça, Osmanlıca ve Farsça kelimeler kullanmış?”

Bunun bazı sebepleri vardır. Evvelâ, Risale-i Nur, Harf İnkılâbının yapıldığı, ezanın Türkçe okunduğu, Kur’ân’ın yasaklandığı ve Türkçeleştirilmek istendiği bir zamanda yazılmıştır. Özellikle asırlardan beri oluşan bir kültür ve inancı temsil eden dilimizin yozlaştırıldığı bir devirde kaleme alınmıştır.

İşte, Risale-i Nur, bir yandan îmanımızı kuvvetlendirirken, diğer yandan inanç ve kültürümüzün önemli bir taşıyıcısı olan dilimizi de koruma görevini yerine getirmiştir.

Ayrıca, her ilim dalının kendine ait bir terminolojisi vardır. O ilmi ancak onun terminolojisiyle anlatabilirsiniz. Îman ilminin de elbette bir terminolojisi olacaktır. O derin anlamları sığ kelimelerle aktaramazsınız. Örneğin, bir kazan suyu bir bardağa sığıştıramadığınız gibi…

Zâten Risale-i Nur’un yazılışında İlâhî bir sevk vardır. Bediüzzaman’ın talebelerinden Bayram Yüksel’in hâtırası bu konuya bir nebze açıklık getirmektedir:

“Üstadımız bâzan diyordu: ‘Elhamdülillah, ben bugün bu kadar okudum, çok istifade ettim; bugün îmanım çok inkişaf etti.’ Hayretler içinde bize gösterirdi. ‘Fesübhanallah, bu eseri hiç görmemiş gibi istifade ettim. Nasıl mübârek günlerde câmilerde tecdid-i îman ederler; biz de Risale-i Nur’u okumakla tecdid-i îman ediyoruz’ derdi. ‘Kardaşlarım, bakın ben bu kadar yer okudum, hiç yanlış bulamadım. Risale-i Nur’un telifinde inayet-i İlâhiye ve hıfz-ı Rabbânî bize yardım ettiler. Bizim bu ne hünerimiz, ne de kabiliyetimiz… Bu tamamen Cenâb-ı Hakk’ın ihsan ve kereminden, biz âcizlere bir lûtf-u ihsanıdır’ derdi. ‘Kardaşlarım, nasıl geldi ise öyle yazıyorum. Hiç değiştirmeye cesaret edemiyorum. Hiç fikrimi de karıştırmıyorum’ derdi.” (Son Şahitler Bediüzzaman Said Nursî’yi Anlatıyor, c. 3, s. 73)

Doğu ve Batı kaynaklarını okuyan, ülkemizin büyük mütefekkirlerinden Cemil Meriç’e “Risale-i Nur’un dilini ve üslûbunu nasıl buluyorsunuz?” diye sormuşlar. Meriç şu cevabı vermiş:

“Her eser kendi dilinde doğar. Risale-i Nur’un dili Kur’ânî ve İslâmî kelimeler, tercüme edilemez. Risale-i Nur îmanın dilidir; îman tercüme edilemez. Îman, hendese değil ki tercüme edilsin.

“Risale-i Nur’u tercüme etmek mümkün değildir. Risale-i Nur’u anlamaya çalışmak ancak bize nasîb olabilecek en büyük mükâfattır. Risale-i Nur’un kelimeleri üzerinde oynamak kimsenin hakkı değildir, haddi değildir.”

Bediüzzaman, bir Nur talebesine bâzan okuyuvermek lûtfunu bahş ederken, “Risale-i Nur, îmanî meseleleri lüzumu derecesinde izah etmiş. Risale-i Nur’un hocası, Risale-i Nur’dur. Risale-i Nur, başkalarından ders almaya ihtiyaç bırakmıyor” demiştir.

Risale-i Nur’u anlama konusunda Üstad bir talebesine de şöyle bir ders verir:

“Bir risale en aşağı insandaki bin tecessüsün [sorunun] karşılığı olarak yazılmıştır. Bir âmîden [cahilden] tâ bir filozofa kadar herkese hitab eder. Temsillerdeki hakikatleri anladığınız kadar size kâfidir. Bir bahçeye girenin, o bahçedeki elma ağacından boyunun yetiştiği, dallarından elinin yetiştiği elmaları yemesi kâfidir. Yüksekteki elmalar ise boyu uzun olanlarındır. Anlayamadık diye üzülmeyin. Ben bile Risale-i Nur’a muhtacım. Tekrar tekrar okudukça dersimi alıyorum.” (Son Şahitler Bediüzzaman Said Nursî’yi Anlatıyor, c. 4, s. 152)

Demek ki Risale-i Nur’u anlamıyoruz diye bırakmamalıyız; tekrar tekrar okumalıyız. Çünkü bu sıradan bir edebiyat kitabı değil, Kur’ân-ı Kerîm’in îmanî âyetlerinin tefsiridir. Bir fizik, kimya veya matematik dersini bile bir okumayla anlayabiliyor muyuz?

Kaldı ki, bütün ilimlerin şahı ve padişahı îman ilmini ve bütün ilimleri içinde saklayan Kur’ân-ı Kerîm’in tefsirini hemen bir okumayla anlamak mümkün değil.

Bediüzzaman, “Risale-i Nur, sâir ilimler ve kitaplar gibi okunmamalı; çünkü ondaki îman-ı tahkikî ilimleri, başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyenin gıda ve nurlarıdır” demektedir.

“O dersler, ulûm-u îmaniyeden olduğu için, bir insan yalnız kendi nefsine dinlettirse yeter. Bahusus, siz dâima bir iki hakikî kardeşi de bulursunuz. Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenâb-ı Hakk’ın zîşuur çok mahlûkatı vardır ki, hakaik-i îmaniyenin istimaından çok zevk alırlar.”

Evet, Risale-i Nur, Allah’ı hatırlatan hâlis bir zikir olduğundan melekler, onun ders yapıldığı yere inerler.

Üstad, Isparta’da Arabî Mesnevî-i Nuriye’den Tahiri, Zübeyir, Ceylan, Sungur ve Bayram Ağabeylere ders yaparken talebeler çok yoruldukları bir sırada, “Evlâtlarım! Bu ders yalnız bizi değil, bütün kâinatı alâkadar eden bir derstir. Bu dersi mele-i âlânın sâkinleri de dinliyorlar. Bu ders çok mühimdir” demiştir.

Bizler gerektiğinde dünyaya ait bir makamı elde etmek için yabancı bir dili öğrenmek uğruna gecemizi gündüzümüze katıyoruz. Şu hâlde ebedî hayatımızın kazanılmasına vesile olan îman ilmini bize ders veren Risale-i Nur’u orijinal hâliyle anlamak için de bir parça gayret sarf etsek çok mudur?

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Ramazan’dan Sonra

Ramazan’dan Sonra Fatma Bayram Bazı anları sonsuza kadar durdurmak istesek de zaman -iyi ki- bizi …

Önceki yazıyı okuyun:
Risale-i Nur’un Genleriyle Oynamayın! / İsmail AKSOY

İsmail AKSOY Risale-i Nur’un Genleriyle Oynamayın! Sadeleştirme adı altında öteden beri yürütülen kampanyalar yeni değil. …

Kapat