Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Risale ve Bediüzzaman Üzerine / Risaleler ve Bektaşî mantığı: Üç eksen kayması 1-2

Risaleler ve Bektaşî mantığı: Üç eksen kayması 1-2

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Risaleler ve Bektaşî mantığı: Üç eksen kayması – 1

Yusuf KAPLAN

Nerede durduğumuzu, Arşimet noktamızı, pergelin ayaklarının nerelere basması gerektiği yakıcı sorununu vuzûha kavuşturmadan; hangi “dil”i / kimin dili’ni konuştuğumuzu, hangi idrak biçimiyle dünyaya, eşyaya ve İslâm’a baktığımızı belirginleştirmeden; kısacası, tıpkı Efendimiz (sav) gibi, tıpkı O’nun çağdaş vârisi Bediüzzaman gibi “ümmîleşme”den (= çağın/ın çocuğu olma ama Hz. Adem’den bu yana bize iletilen hakikatin ve bütün çağların tanığı ve tanıdığı olma zorlu, çileli ve varedici yolculuğuna soyunmadan) Kur’ân’a ve Sünnet’e gidebileceğimizi, Risaleleri anlayabileceğimizi, Kur’an’dan ilham alıp, asrın idrakine İslâm’ı söyletebileceğimizi zannediyoruz! Ne büyük gaflet! Ne ayartıcı bir yanılsama! Ne ürpertici bir zihin kayması bu, Ya Rab!

Çağ, bizim çağrı’mızın kurduğu bir çağ mı? Bizim çağrımızın kurmadığı bir çağ, bizim idrak biçimlerimizin işlemediği, zihnimizi köleleştirici bir ağ, idrak biçimlerimizi yok edici bir bağ, bakış açılarımızı yer’inden ederek yerle bir edici bir ayakbağı değil de nedir; düşündük mü hiç?

Böylesi bir hâl, bizi, Bektaşî mantığından (yani, Hakikate / dolayısıyla Risalelere teslim olmak yerine, Hakikati / dolayısıyla Risaleleri teslim almaktan) başka nereye götürebilir ki?

* * *

Şam’da dünyaca ünlü bir tarihçinin ofisindeyiz. Adama bir soru soruyorum; aldığım cevap çıldırtıyor beni. Sorduğum soru şu: Hz. Peygamber, tarihte ne yapmıştır? “Liberte, egalite ve fraternite” diyor Şam’lı tarihçi. Adam, bana Fransız Devrimi’ni anlatıyor!

Şirazem bozuluyor: Adama diyorum ki, “Beyefendi! Ben size, Fransız Devrimi nedir, diye sormadım; Hz. Peygamber, tarihte ne yapmıştır, diye sordum”.

Cevap: “Ben de size, Hz. Peygamber’in Fransız Devrimi’nden 1200 yıl önce Fransız Devrimi’ni gerçekleştirdiğini söylüyorum ya işte!”

Kafayı yemek üzereyim: “Beyefendi! Bana hâlâ Hz. Peygamber’in ne yaptığını söylemediniz. Bana, Hz. Peygamber’in, 1200 yıl önce Fransız Devrimi’ni gerçekleştirdiğini söylemekle, nasıl bir zihin kayması yaşadığınızın, tarihin belli bir döneminde gerçekleştirilen Fransız Devrimi’ni tarihötesi’leştirerek özneleştirdiğinizin, Efendimizi’ de tarih dışına iterek nesneleştirdiğinizin farkında mısınız, siz?” diyorum. Ve arkadaşlara, “bu adam, tam bir fosil, ne dediğinin farkında değil” diyerek ünlü Şam’lı tarihçinin ofisini terk ediyoruz derhal.

* * *

İkinci örnek: Bu kez bir risale sempozyumundayız Türkiye’de. Konuşmacıların çoğu profesör. İlk konuşmacı prof., bildik ezberleri tekrarlıyor sadece. İkincisi de aynı şekilde. Onlar rahat; ama ben (yine) kafayı yemek üzereyim: “Bu ne yahu?” diyorum kendi kendime ve sinirden elimdeki kalemi kırdığımı fark edemiyorum bile. Herkes bana bakıyor: “Pardon!” diyorum, özür diliyorum.

Ardından üçüncü profesör de risalelerden cümle cümle yaptığı ezberlerle aynı “ezber”leri tekrarlayınca, “Hoca be!” diyorum, “ne kadar da güzel ezberlemişsiniz böyle!” Hoca, ne dediğimi anlamadan, bir de, “teşekkür ederim Yusuf Hocam!” deyince, kendimi dışarı atıyorum hemen: Deli danalar gibi boş bir oda arıyorum, nefes nefese. Çıldırmak üzereyim. Başka uygun bir yer bulamadığım için, lavabo’ya “atıyorum kapağı.” Ve, “iki dil sahibi, geleceğimizin anahtarlarını elinde bulunduran bir adam, bu kadar mı döndürülür mezarında!” diyerek yüksek sesle hem konuşuyor, hem hıçkırıklara boğuluyor, hem de elimi yüzümü yıkamaya çalışıyorum!

Ve bir anda sempozyumu düzenleyen arkadaşlardan biri beliriveriyor yanıbaşımda: “Hayırdır, Yusuf Hocam; kötü bir şey mi var?” diye soruyor. “Sormayın”, diyorum, “dert büyük, hem de çok büyük”…

Bir taksiye atlayarak, sempozyumdan kaçıyorum…

* * *

Durduğunuz yer, baktığınız yeri de, bakış biçimlerinizi de, gördüklerinizi de belirler.

Oysa durduğumuz bir yer yok bizim: Yersiz-yurtsuzuz: Arşimet noktamızı yitirmiş, pergelimizi şaşırmış vaziyetteyiz: “Evsiz” ve “dilsiz”iz: Her şeye başkalarının durduğu yer’den bakıyor, başkalarının dilini konuşuyoruz: İslâm’a da, çağa da, eşyaya da İslâm’ın idrakiyle değil, asrın idrakiyle bakıyoruz: Çağın ağları ve bağları, “idrakimize deli gömleği gibi giydirilmiş”, asrın idrakinin belirlediği kalkış noktası, bizim de kalkış noktamız hâline ge/tiri/lmiş durumda: Biz de varış noktası’na (saadet asrı’na) bu kalkış noktası’ndan (yani asrın idraki’nin zihnimizi, idrak biçimlerimizi ve bakış açılarımızı tarumar ettiği bu yıkıcı ve her şeyimizi yok edici algılama ve görme biçimleriyle) gidebileceğimizi düşündüğümüzün de; çağları aşan nebevî yer’imizi, idrak biçimlerimizi, bakış açılarımızı yitirdiğimizin de farkında bile değiliz hâlâ: Tastamam semantik bir intihar bu, oysa.

Yarınki yazıda, bizi bu semantik intiharın eşiğine fırlatan Bektaşî mantığının / nominalizmin, Türk entelijansiyasını, İslâmî çevreleri ve Nur talebelerini zihnî, “siyasî” ve sosyo-psikolojik düzlemlerde nasıl üç büyük eksen kaymasının eşiğine sürüklediğini sarsıcı örneklerle göstermeye çalışacağım.

Risaleler ve Bektaşî mantığı: Üç eksen kayması – 2

Batı uygarlığının düzleştirici zeitgeist’ının bütün dünyada hâkim kılınmasından ötürü, bütün insanlar, kendi dünyalarına, düşünce birikimlerine ve hayatlarına bile yalnızca Batılı algılama ve düşünme biçimleriyle bakıyor ve yön veriyorlar artık. Bu durum, hem Batı uygarlığının dışındaki medeniyetleri, tarihte tatile mahkûm ederek tarih dışına itiyor; hem de tarumâr ederek tanınamaz hâle getiriyor.

İşte insanlığın başına gelebilecek en büyük felâket, semantik intihar dediğim ve çağ körleşmesine yol açan bu “felâket ve helâket”tir.

Bu çağ körleşmesini aşmadan, yalnızca mevcut hâkim / Batılı zihin kalıplarıyla düşündüğümüz için, asrın idrakini İslâm’a giydirdiğimizi, İslâm’ın idrakini paranteze alarak yok ettiğimizi, İslâm’ı tanınamaz hâle getirerek tarih dışına ittiğimizi, Batılı zihin kalıplarının ve Batı uygarlığının egemenliğini, bizzat kendi ellerimizle pekiştirdiğimizi fark edemiyoruz bile.

* * *

Bir örnek: Adam, modernliğin kurucusu Descartes’ın felsefesinden yola çıkarak, tasavvufu, İbn Arabi’yi anlamaya çalışan bir kitap yazıyor ve sanki iyi bir halt etmiş gibi bununla da övünüyor!

Nedir bu? Tam anlamıyla semantik intihardır. Descartes kim, İbn Arabî kim? Descartes, İbn Arabî’nin eline su dökebilir mi? Bu ne ürkütücü bir zihin kayması ve aşağılık kompleksidir böyle! Descartes’ı geçtik, Wittgenstein, Heidegger gibi büyük düşünürlerle bile İbn Arabi’yi karşılaştırmaya kalkışmak ürpertici bir zihin ve eksen kaymasının göstergesidir! (Ki, postmodernlikle birlikte tasavvuf gibi âlî / yüce bir varoluş ve tefekkür deryasını, âdî / pespaye postmodern / neo-liberal söylemlere boca -aslında iğdiş- etmek moda olduğu için, bu tür çalışmalar gırla gidiyor!) Nokta’yla deniz’i aynı kefeye koymaktan, insan türünün zekâsına, melekelerine hakaret etmekten başka nedir ki, bu?

* * *

Bu semantik intihar / zihin kayması fenomeni, zorunlu olarak Bektaşî mantığının tek geçer akçe hâline gelmesine yol açıyor. Bu, Risaleler’in algılanmasına ve popülerleştirilerek içinin boşaltılmasına yol açan mantıkta da aynen gözleniyor. O yüzden, pozitivist kafanın, rasyonalist / akılcı zihin yapısının, Risalelerin algılanmasına damgasını vurması önlenemiyor.

Çeşitli Nur çevrelerinde Bediüzzaman’ın “akılla vahyi sentezlediği”, “Batı bilimi ile İslâmî ve imânî hakikatleri birleştirdiği” şeklindeki sığ algılama biçimi, tam bir zihin ve eksen kaymasının ürpertici göstergeleridir.

Oysa bu algılama biçimi, Bediüzzaman’ı değil, aksine mevcut modern algılama biçimlerini meşrûlaştırmaktan ve Bediüzzaman’ın engin tefekkür dünyasını sığ, pozitivist, rasyonalist modernist algılama biçimlerine boca etmekten başka bir işe yaramaz; Risalelerin çağ aşan ve çağ açacak imkânlarını yok etmekle ve kapılarını kapatmakla sonuçlanır.

* * *

İkinci eksen kayması şu: Son zamanlarda Bediüzzaman’ın siyasî düşüncesini oluşturan vahye ( “Şeriat-ı Garra-yı Ahmediye”ye) dayanan söylemlerini, pespaye postmodern / neo-liberal söylemlere boca eden yaklaşımlar, Nur çevrelerinde oldukça moda ve revaçta! Önüne gelen, Bediüzzaman’ın “aslında ne kadar liberal, demokrat, hürriyetçi bir kişi” olduğunu “ispat eden” (!) sempozyumlar filan düzenliyor! Bediüzzaman, bu kadar ucuzlaştırılabilir, sığlaştırılabilir ve yok edilebilir ancak!

Oysa bu çabalar, Bediüzzaman’ı nesneleştirmekten, gayr-ı meşrûlaştırmaktan ve tarih-dışına itmekten, buna mukabil, her şeyi izafileştirici, mübahlaştırıcı, “pornografikleştirici” (ayartıcı) postmodern / neo-liberal söylemleri özneleştirmekten, meşrûlaştırmaktan, (üstelik de bizim ellerimizle!) yeniden-üretmekten başka bir şeyle sonuçlanmaz.

Acaba bu yazılarımdan ötürü, “bizim başkalarından akıl almaya ihtiyacımız yok” diyen Nur talebesi kardeşlerim, bu yakıcı gerçekleri görebiliyorlar mı?

Sosyo-psikolojik düzlemde gözlenen üçüncü eksen kayması, Batıcı / seküler çevrelerin Batılılara karşı büyük bir aşağılık kompleksiyle; Nur talebeleri de dâhil bütün İslâmî kesimlerin ise Türkiye’de üçüncü sınıf liberal / seküler çevrelere -Bediüzzaman’ın vakar’ından, özgüven’inden fersah fersah uzak- bir eziklik duygusuyla yaklaşmaları biçiminde tezahür ediyor. Sıradan bir liberal, Bediüzzaman hakkında abartılı laflar ettiğinde baş tacı ediliyor! Pes yani!

* * *

Bu yazılar dolayısıyla yoğun bir e-mail akışı oldu. Pek fazla cevap veremediğim için özür diliyorum. Gelen yoğun, tebrik, takdir ve dualara -bilmukabele diyerek- teşekkür ediyorum.

Bu yazıların yazılması sürecindeki katkılarından ötürü, başta Ümit Şimşek ve Abdurrahman İraz ağabeyler olmak üzere, Dilruba’nın sahibi Said Bey, Hüseyin Yılmaz, Seyit Erkal ve Metin Karabaşoğlu ile Kaynak, Ufuk ve Şahdamar yayınlarının değerli yöneticileri kardeşlerime kalbî teşekkürlerimi sunmak isterim.

Amacım, sadece Nur talebelerinde değil, daha çok Türkiye’deki seküler ve İslâmî entelijansiyada hâkim olan Risaleler ve Bediüzzaman hakkındaki ezberleri bozmaktı. Bu maksadın büyük ölçüde hâsıl olduğunu gözlemliyorum. Kimseyi rencide edecek bir adam değilim. Ama “uyuşan, uyuyan, opaque’leşen /donan, ezberci” zihinleri rahatsız etmek, sarsmak, silkelemek bir sorumluluk benim için.

Eğer Risalelerin ve Bediüzzaman Hazretlerinin bihakkın, derinlikli bir şekilde anlaşılmasına ufak da olsa bir katkım olmuşsa, kendimi bahtiyar hissederim.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Manevî Hayata Hizmetleri

Üstad Said Nursi’nin Manevi Hayata hizmetleri   Bedîüzzaman Hazretleri hayatını ‘eski Said’ ve ‘yeni Said’ …

Önceki yazıyı okuyun:
Bediüzzaman’ın açtığı nebevî çığır-3 / Yusuf KAPLAN

Yusuf KAPLAN Bediüzzaman'ın açtığı nebevî çığır-3 Bu yazıda, ezberlerimizi tarumâr edecek cümleler kurmaya çalışacağım. (Böyle …

Kapat