Riyakârlığın Dört Alâmeti

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

AH ŞU RİYÂKÂRLIĞIMIZ!

Yazar: Soner DUMAN

Az önce Hz. Ali’ye ait güzel bir söz okudum. Bu güzellikten başkalarının da haberdar olmasını istedim.

Söze geçmeden önce şöyle bir girişle başlayalım:

Bir mümin için şu fani ömrün nihaî gayesi bu dünyadan iman ile göçüp gitmek ve Allah’ın rızasına nail olmaktır. Bunun dışındaki bütün her şey gelip geçicidir. Dünyada neye sahip olursan ol, hangi konuma ulaşırsan ulaş, neyi başarmış olursan ol eğer iman etmemişsen ve bu imanına uygun bir hayat sürmemişsen bunların hiçbir kıymeti yoktur. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Kim de kadın veya erkek, mümin olarak faydalı bir iş yaparsa işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir.” (Mümin, 40)

İman etmeyen bir kimsenin yapıp ettiği işler ne kadar iyi ve güzel olursa olsun bu amel âhirette onun kurtuluşunu sağlamaz. Rabbimiz, inkârcıların amelleriyle ilgili şöyle buyurmuştur:

“Onların yaptıkları her bir (iyi) işi ele alırız, onu saçılmış zerreler haline getiririz (değersiz kılarız).” (Furkan, 23)

“İnkâr edenlere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan onu su zanneder; nihayet ona vardığında orada herhangi bir şey bulamamış, üstelik yanıbaşında da (inanmadığı, kendisinden sakınmadığı) Allah’ı bulmuştur; Allah ise, onun hesabını tastamam görmüştür.” (Nur, 39)

Demek ki amelin kabul edilmesinin “ön şartı” iman etmek. Peki amelin kabul olması için tek başına iman yeterli mi? Kesinlikle değil! Bir de amelin “son şartı” var. Amelin ruhu, özü. O olmayınca amel kuru bir cesede benziyor. Tahmin edeceğiniz üzere bu “ihlas”tır. İhlasla yapılmayan her iş “riyâ / gösteriş” olarak nitelenir. Allah, riya ile yapılan ameli kabul etmez; çünkü görünürde amel yapılmış olsa bile sırf Allah rızası için yapılmamış, Allah dışında başka varlıkların rızası için yapılmıştır. Amelini ihlas ile yapan kimseye “muhlis”, ihlas ile yapmayan, gösteriş yapan kimseye ise “mürâî” denir.

İşte Hz. Ali’nin sözü tam da burada önem kazanıyor. O mürâî’nin alametlerini şöyle belirtiyor:

Mürâînin dört alameti vardır:
1. Yalnız iken tembellik eder.
2. İnsanlarla birlikteyken gayretlidir.
3. İnsanlar tarafından övüldüğünde ameli arttırır.
4. İnsanlar tarafından eleştirildiğinde ameli azaltır.”

(Ebu’l-Leys es-Semerkandî, Tenbîhü’l-gâfilîn, s. 30)

Hz. Ali’nin bu sözü o kadar önemli ki. Bu söz bize bir ölçü veriyor. Bizler hayatımızda gerek ibadet, gerekse toplumsal hayatta “İslam’ı tebliğ”, “emr-i bi’l-maruf” şeklinde İslamî faaliyetler yapıyoruz. Acaba yaptığımız bu işleri gerçekten ihlas ile ve Allah rızası için mi yapıyoruz? Bunu nereden bileceğiz?

Hz. Ali bunun için şu ölçüleri veriyor:

Gösteriş yapan kimse tek başınayken tembeldir. Bildiklerini amele dönüştürme konusunda gayretsizdir, keyfine düşkündür. Ama aynı kişi toplum içindeyken kendisini öyle bir görüntüye bürür ki zannedersiniz ki bir anını boş geçirmiyor, sürekli Allah yolunda çalışıp çabalıyor! Tek başınayken namazını paldır-küldür kılıyor ama topluluk içindeyken tam bir ihlas âbidesi! Tadil-i erkâna riâyet ederek ağır ağır kılıyor! Tek başınayken Kur’an okumuyor, Allah’ı zikretmiyor ama topluluk içindeyken ağzından duayı, zikri düşürmüyor! Tek başınayken eline kitap almaz ama insanların arasına karıştığında kitabı övüyor, bir zamanlar okuduğu kitapları sayıp döküyor!

Oysa gerçek ihlas sahibi kimse amelini insanlara beğendirmek için yapmadığından halk içindeyken nasılsa yalnızken de öyledir. Ya da tersten söylersek yalnızken nasılsa halk içinde de öyledir.

Gösteriş yapan kimse insanlar tarafından övüldüğünde daha bir gayretli olur; çünkü istediğini almıştır. “Demek ki yaptıklarım takdir ediliyor, beğeniliyorum” diye düşünür. İnsanların daha fazla gözüne girmek, daha fazla beğenilmek için daha fazla gayret eder. Ama herhangi bir sebeple insanlar tarafından eleştirilecek olsa bu defa “bu insanlara iyilik yaramıyor arkadaş!”, “bundan sonra iyilik yapmayacağım”, “kimse iyilikten anlamıyor” gibi laflar eder, amel etmeyi yavaşlatır veya bırakır.

Eğer gerçekten ihlas sahibi olsaydı Allah için yaptığı amellerden dolayı övülmesi onun gayretini arttırmaz, eleştirilmesi de amelini azaltmazdı. Çünkü kişi yaptığı işin doğru olduğuna inanıyorsa ve gerçekten ihlaslı ise hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaz, çekinmez. Yine birileri tarafından övüldü, takdir edildi, alkışlandı diye amelini arttırma yoluna gitmez.

Hz. Ali’nin (r.a.) söylediği bu sözler o kadar önemli ki… Gerçekten ihlas sahibi olmak o kadar zor ki. “Ben ihlaslıyım” diyebilmek hem mümkün değil, hem de böyle düşünmenin kendisi ihlasa aykırı!

Hz. Ali, hepimizin umumî hastalığından söz ediyor. Gerçekten ihlaslı olanları tenzih ederek söyleyeyim ki bu hastalıklar şu veya bu miktarda hepimizde var.

Rabbimiz gerçek anlamda ihlasa erdirilmiş kullarından olmayı cümlemize nasip eylesin. Bizleri riyanın her türünden muhafaza eylesin.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Rehberimiz Resûlullah, Üstad ve Risale-i Nur’dur / Hüsnü Bayramoğlu Ağabey (Kısa Video)

Kapat