Rıza kavramı hakkında

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

RIZÂ

Kabul gösterme, memnun etme, şu veya bu şekilde cereyan eden hadiseyi hoş görüp itiraz ve muhalefet etmeyerek kabul etme. Mukabili red, muhalefet ve itiraz etmektir.

Arapça bir kelime olan rızâ, öncelikle Cenâb-ı Hakk (c.c)’in takdir ettiğine karşı olmamaktır. Bu bir kulluk vazifesi olarak tanımlanır. Hakk’tan gelen ve hak olan bir şeye razı olmamak, rıza göstermemek ahmaklık alâmetlerinden sayılmıştır. Buna mukabil bâtıl bir şeye rıza göstermek de bir tuğyan, bir isyan eseri olarak kabul edilir ki, zaten küfre de rıza gösterilmez; çünkü küfre rıza küfürdür’ (Buhari, Meğazî, 46).

Rızâ, kaza’nın hükümlerine kalbin güzel bir surette bakması ve teslimidir. Her durum ve her işte Cenab-ı Hakk’a itimattan, kulluk vazifelerini yerine getirmekten ibarettir.

Hakikatte, sır ve özü belli olmayan, akla aykırı ve nefse zahmetli görünen, ilâhi kazanın hükmüne karşı kulun pozisyonu teslim ve rıza’ olarak meydana gelir. Çünkü o hükmün sonunda hayır mı, şer mi’ olduğu bilinemez. Ve onun öyle olması Allah katında kesinleşmiş ve takdir edilmiş şeyler arasındadır.

Şu kadar var ki, günah olan şeylerden, tehlikelerden kaçmak rızaya zıt olmaz. Belki rıza, kendisinden kaçınılması gerekli olan şeylerden kaçmaktır, şeklinde de tarif edilmiştir (Ahmet Rıfat, Tasvîr-i Ahlâk, sh. 255).

Alimler, rıza’nın müstehap olduğu konusunda ittifak halindedirler.

Rıza hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.

Bazıları rızayı makamlar olarak anlamıştır. Bunlara göre rıza, tevekkülün sonudur. Kulun çalışıp çabalamakla ona ulaşması mümkündür. Kazanmakla elde edilir, anlayışı hakimdir. Bu görüş sahipleri, Allah’ın razı olanları methedip övdüğünü, kendilerini rızaya davet ettiğini, bunun da güç yetecek bir şey olduğunu söylerler.

Allah Rasûlü (s.a.s), Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, Rasûl olarak Muhammed (s.a.s)’den razı olan imanın tadını tatmıştır” buyurur (Sahih-i Müslim, Abbas b. Abdil Muttalib hadisi, No: 56).

Bazılarına göre rıza “haller” topluluğundandır. Bunlar; Rıza kesbî değildir, yani kul için çalışıp gayretle elde edilemez; diğer haller gibi kalbe inip yerleşen şeydir derler. Bunların görüşlerine göre haller, sırf Allah vergisidir.

Bir de bu iki görüşten başkaca makam ve haller kaynaştırılmıştır. Kuşeyri de bu görüşü savunanlardandır. Bu görüş sahiplerinin düşünceleri özetle; “Rıza’nın başlangıcı kul için çalışıp kazanmakla elde edilebilir. Ki, bu makamlar topluluğuna dahildir. Ve sonu hallerdendir. O halde baş tarafı makam, sonu hal’dir” şeklindedir (Risale-i Kuşeyri, sh. 415 Medaricu’s-Salikin, İbn Kayyim el-Cevziyye, II, 153).

Rıza, sebebi itibari ile kesbî (kazanarak, çaba sarfederek meydana gelen); hakikatı itibarı ile de vehbî (Allah vergisi)dir.

Rıza Makamı Yahya İbn Muaz’a “Kul ne zaman rıza makamına ulaşır?” diye sorulduğunda o; “kendinde, “Allah Rasûlü’nün Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, Rasûl olarak Muhammed’den razı olma” prensibini uyguladığı zaman ve “Bana verirsen kabul ederim; vermezsen razı olurum; beni terk edersen sana ibadet ederim; beni çağırırsan icabet ederim” diye cevap verir.

Zünnün el-Mısrîye göre üç şey rıza’nın alâmetlerindendir.

1) Kaza gelmeden evvel ihtiyarını terk etmesi (Yani Allah’ın ezelî hükmünün yerine gelmesinden önce seçmeyi bırakmak);

2) Kaza geldikten sonra acıyı kaybetmek (acı duymamak);

3) Belâda sevginin tahrik olması (Yani belanın içinde sevginin heyacanını kabartmaktır) (İbnül-Kayyim el-Cevziyye, Medaric, II, 157; Risale-i Kuşeyrî, Rıza bâbı, Terc. Ali Arslan, 419).

İbn Kayyim el-Cevziyye’ye göre. Rıza üç kısımdır:

1) Avamın Allah’ın taksimine ve bağışına rızası; 2) Havass (Alimler)in O’nun kaza ve kaderine rızası; 3) Hassül Havassin rızası ki; bu da Allah’tan gayrısı yerine bizzat Allah’tan razı olmalarıdır (Medari’cu’s-Salikin, II, 160).

Kur’ânî bakış açısıyla rıza, yönelmenin şartlarından sayılmıştır:

Allah ” Ey itminâne ermiş ruh! Dön rabbine, sen O’ndan razı, O senden razı olarak, haydi gir kullarımın içine, gir Cennetime” (el-Fecr, 89/27-30) buyurur.

Rasûlüllah (s.a.s) bir adama şöyle dedi: “Deki: Allah’ım! Senden mutmain olan bir lütuf istiyorum. Sana ulaşmaya inanan, hükmüne rıza gösteren ve Sana kanaat eden” (İbn Kesir, Muhtasar, III, 639).

Rabbine güvenen, yoluna güvenen, Allah’ın takdirine güvenen, varlıkta ve bollukta, gizli ve açıkta, verdiğinde ve vermediğinde O’na güvenen bir kimlikle kulluk rıza’ya ulaşır. Allah da onları rahmetine ve himayesine alır (Seyyid Kutub, Fîzilalil-Kur ân, XVI, 207; Elmalılı M. Hamdi Yazır, Kur’an dili, VIII, 5818).

Yukarıdaki ayette Rabbül-Alemin rıza sıfatıyla nefsin kendine dönüşünü bir hale bağlamıştır. Bu durumda “Nefsin Rabbine dönüşü için şart olan rızaya’ girmektir.”

Rıza üç derecedir: 1) Şirk’ten temizlenip Rab olarak Allah’tan razı olmaktır. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyruluyor: “De ki: O, herşeyin Rabbi iken ben O’ndan başka bir Rab mi arayacağım?” (el-En’am, 6/164).

“De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah’tan başkasını mı dost edinecekmişim?” (el-En’am, 6/14). Yine aynı sürede geçen bir âyette: “O size o kitabı açıklanmış bir halde indirmişken Allah’tan başka bir hakem mi arayacakmışım?” (el-En’am, 6/114).

Kul için yegâne ilah, ibadete lâyık tek varlık, mabudu mutlak olan Allah olursa, bu noktada Rab olarak Allah’tan razı olma derecesi meydana gelir.

2) Allah’tan razı olmaktır. Bu, O’nun sıfatları, fiilleri, isimleri ve hükümlerine razı olmayı gerektirir. O da tamamıyla kaza ve takdir buyurduklarına rıza göstermektir.

Kulluğun aslı, kulun Allah’ın rızasında ve hoşlanmadığı şeylerde O’na uygun davranması, razı olduğu şeylerden razı olması, gazab ettiği şeylerden hoşlanmamasıdır.

Bu derece ilk dereceyi içine alır mahiyette düzenlenmiştir.

3) Allah’ın rızasına rıza göstermektir. Kul, nefsi için ne hoşnutsuzluk, ne de hoşnutluk görmez. Bu halde kendini, tahakkümünü terketmeye, ateşe bile atılsa temyizi yok etmeye sevk eder. Bu derece diğer derecelerden en yüksek olanıdır. Bu makamda kişi, Rabbinden gelenlere yine Rab’binin yardımı ile razıdır (İbn Kayyim, Medâricu’s-Salikin, Terc. Heyet, 153-203)

Kur’ân-ı Kerim’de Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz” (et-Tekvir, 81/30) buyruluyor.

Rıza’nın şartına gelince; Allah’ın kula en sevimli şey olmasıdır. Bu hal şunlarla bilinir:

1) Kalbine doğru Allah sevgisi bütün sevgilerin önüne geçmelidir.
2) Ma’bud-u Mutlak’a duyulan sevgi, bütün muhabbetlere üstün gelmeli ve Allah’ın sevgisi kalbe doğru önde ve üstün olmalıdır. Allah’tan başkasının sevgisi geride, mağlup ve dürülüp bükülmüş vaziyette olmalıdır. 
3) O’ndan başkasının sevgisi O’nun sevgisine tâbi olmandır. O, bizatihi sevgili ve ilk kasdolunan olur.

Bu üçü O’nun itaate ve ta’zime en lâyık olmasındandır (İbn Kayyim, Medaricu’s Sâlikin, II,161). Rıza konusunda gerekli olan ilmî şart ise, Allah’ın hükmüne razı olmak, Allah’ın takdirine itiraz etmemektir.

Abdülmelik ERDOĞAN

***

Konuyla İlgili Bir Yazı

Allah’tan Razı Olmak

Yazar: Ebubekir Sifil

Önce 5/el-Mâide suresinde karşılaşıyoruz bu ifadeyle. Hz. İsa ve annesi Hz. Meryem’in (ikisine de selam olsun) Hristiyanlar tarafından ilah edinilmesi konusunda kıyamet günü Hz. İsa (a.s)’ın, o “İslam peygamberi”nin hesaba çekileceğini, kendisine sorulacak soruyu ve vereceği cevabı zikreden ayetlerden sonra Allah Teala şöyle buyuruyor: “Allah buyurur ki: “Bu, işte sadıklara sadakatlerinin fayda vereceği gündür. Onlar için, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş budur.” (119. ayet)

Burada genel olarak sadıkların bir vasfı olarak zikredilen “Allah’tan razı olma” hali, bir diğer ayette şöyle geçiyor: “İslam’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, onlara güzelce tabi olanlar var ya, Allah onlardan razı olmuştur; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.” (9/et-Tevbe, 100)

Burada da Sahabe arasında, “es-Sâbikûne’l-evvelûn” (İslam’a ilk önce girenler) olma vasfıyla her zaman ayrı bir yer ihraz edecek olan “ilk sahabîler” ile onlara güzelce tabi olan Ümmet fertlerinin bir özelliği olarak zikrediliyor “Allah’tan razı olmak.”

Ona rastladığımız üçüncü yer 58/el-Mücâdile suresinin son (22.) ayetidir: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altından ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah’ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”

Ve nihayet 98/el-Beyyine suresinin son ayetlerinde (7-8) tekrar ediliyor bu form: Ayette gerek Ehl-i Kitap’tan, gerekse putperest müşrik olan küfür ehlinin akıbeti zikredildikten sonra şöyle buyurulur: “Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar mahlukatın en hayırlısıdırlar. Onların mükâfaatı Rabb’leri katında, altından ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Bu, Rabbine haşyet duyanların mükâfatıdır.”

Kur’an’da kendisine bu kadar yer bulmuş olan işbu “Allah’tan razı olma” halinin hakikati nedir diye baktığımızda karşımıza çıkan manzara şudur:

  1. Allah’tan razı olma hali, “es-Sâbikûne’l-evvelûn”dan itibaren bu Ümmet’in hayırlılarının vasfıdır.
  2. Rabb olarak, yaratıcı, kulluk edilmesi gereken biricik varlık olarak Allah Teala’yı bilmek ve kulluğu sadece O’na yöneltmek, Allah’tan razı olmanın bir göstergesidir.
  3. Sadece “iman” değil, aynı zamanda “salih amel” de Allah’tan razı olanların vasfı olduğuna göre, bizim için esas düğüm noktası burası. Dolayısıyla Allah Teala’nın varlığına ve birliğine iman yanında, O’nun gönderdiği bütün ahkâma “Radiytu billâhi Rabbâ” (Rabb olarak Allah’tan razı oldum) teslimiyeti içinde bağlanmak, Allah’tan razı olmanın vazgeçilmez göstergelerinden birisidir.

Şu halde ahir zamanda Din’in birtakım hükümlerini “sıkıntılı” bulup, “ele-güne izahta zorlanıyoruz”, ya da “çağdaş insana yakışmıyor”… gibi gerekçelerle askıya almak isteyenler, Rabb olarak Allah Teala’dan gerçekten razı olup olmadıklarını, dolayısıyla O’nun rızasına nail olup olamayacaklarını tekrar tekrar düşünsünler. Zira mealini verdiğimiz ayetlerde “Allah onlardan razı olmuştur; çünkü onlar da Allah’tan razı olmuşlardır” anlamının saklı olduğu, izahtan varestedir.

Milli Gazete – 24 Eylül 2007

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
“Çabuk Bakın, Âlem-i İslam’a Taarruz mu Var?”

İlkHa muhabirinin sorularına cevap veren Hüsnü Bayramoğlu Ağabey: İman Anahtar Gibidir Onbeş yaşındayken Üstad Bediüzzaman …

Kapat