Ana Sayfa / Yazarlar / Rububiyet, terbiye ve varlığı eğitim faaliyeti / Himmet UÇ

Rububiyet, terbiye ve varlığı eğitim faaliyeti / Himmet UÇ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Prof. Dr. Himmet Uç

Rububiyet, terbiye ve varlığı eğitim faaliyeti

Bediüzzaman, Allah’ın Rab isminin faaliyetini, yaptığı işleri rububiyet olarak ifade eder. Rab, varlıkların ihtiyaçlarını takib eden ve veren, varlık vadisine uğradığı andan itibaren bütün kainatı onun yaşaması için onun arkasından ona koşturan, tahşit edendir. Bu isim o kadar büyüktür ki Müslümanlar kendilerini böyle yaşatan bir ilaha her beş vakit namazda ve kırk kere Kur’an’ın hülasası olan Fatiha suresinin başında hamdi alemin Rabbine sunarlar. İnsan ile bu ismin irtibatı ve alakası ve insanın bunu düşünmesi o kadar önemlidir ki günde kırk kere alemi kendine sunan Allah’ın bu sunma faaliyetini düşünmesi gerekir. Bu yüzden Bediüzzaman bu faaliyeti çok yönlü olarak eserlerinde izah eder, kişinin düşünce ve müşahedesini zenginleştirir.

Rububiyetin iki yönü vardır, biri Allah’a taalluk eder, onu şöyle izah eden Bediüzzaman “Evet bütün kainatta, hususan zihayatlarda ve bilhassa terbiye ve iaşelerinde her tarafta, aynı tarzda, ve umulmadık bir surette, beraber ve birbiri içinde hakimane, rahimane bir dest-i gaybi tarafından olan bir tasarruf u amm elbette bir Rububiyet-i Mutlaka’nın tereşşuhudur ve ziyasıdır.” Terbiye ve iaşe… İaşeyi anladık, yani vücut özelliği kazandırılımış canlıların hayatının devamı için gerekli gıdalar maddi manevi temin etmek ve ona sunmaktır. O zaman terbiye ne demek? Terbiye vücudu her canlıya özel şekilde yaratmak ve devamı için gerekli tedbirleri almak, vücudun umumi görünümünü bozmayacak şekilde onu korumak, tehlikelerden sakındırmak ve lhasıl çok şey bu terbiye faaliyeti. İaşe hem onun içinde hem de ondan sonra gelen önemli ve yine terbiye içinde yer alan bir fiil. Doğduğundan ölünceye kadar terbiye ve iaşe iç içe cereyan ediyor. Allah kulu ile her an meşgul.

Rububiyetin ikinci yönü ise; Allah’ın hem kendine hem de insana şuurlu mahlukata düşünen ve gören mahlukata yani özellikle insanlara dönük estetik düşünce faaliyetidir. Bunu izah eder “O Rububiyetin kendi cemalini izhar ve kemalatını ilan ve kıymetli sanatlarını teşhir ve gizli hünerlerini göstermek gibi en mühim maksat ve gayeleri, cüziyatta ve zihayatta temerküz ve içtima ettiğinden” Kulunu yaratıp onu terbiye edip onun maddi manevi ihtiyaçlarını gideren ilah ona karşı duruşunun gayelerini anlatır. Bunlardan biri “kendi cemalini izhar” Yani Allah o insana kendi güzelliklerini sunuyor, gösteriyor, yani; ben seni bu kadar harika şekilde terbiye ve iaşe ediyorsam sen de benim bütün mahlukata dağıttığım güzellikleri oku, onların inceliklerini gör. Çünkü güzelliği izhar etmek ondan anlayan insan içindir insandan başka izhar edilmiş bir cemale karşı tavır koyacak bir başka canlı yok. Gerçi Bediüzzaman diğer gözleri olan canlıların da seyirci olduğunu söylüyor, Evet kuşların, kedilerin , köpeklerin, böceklerin alemi seyrettiğini insan onları derinden süzünce anlıyor. Ama onların seyirlerinin ne şekilde olduğu bize meçhul. Şuurlu ve ifade edilir olan güzellik seyri insana verilmiş. Diğeri “kemalatını ilan” Her kemal sahibi kendi kemalini insanlara açar. Kemal veya kemalat ne demek onu tarif eder, o da birkaç şubeli bir fiil “Bu kainatın bütün ulvi hikmetleri, harika güzellikleri, adilane kanunları, hakimane gayeleri hakikat-ı kemalatın vücuduna bilbedahe delalet” Dört şey kemalat; ulvi hikmetler yani yaratılışın insana ve Allah’a dönük gayeleri, sonra harika güzellikleri yaratmak yine kemali olan bir ilahı gösterir. Her şey güzel ve yerli yerinde. Adilane kanunlar da sosyal ilişkilerin estetiği nasıl çirkin bir geometrik tasarım çirkin se insan ilişlerilende adaletsizlik de öyle çirkin herşey kevni yaratılış ve insani ilişkileri düzenleyen kanunlar hep adilanedir. Zaten Adl ismi hem hukuki ve hem de cismani güzelliklerin teorisidir, İsmi Adl de bunlar izah edilir. Sosyal ilişkilerin de varlığın, yaratılış, diziliş ve insana arzı da estetiktir, Adl isminden doğar. Bir de hakimane gayeler, yani Allah neyi hangi gaye için yaratmışsa o gaye ile onun fiziki ve ruhi parelelliği var. Şimdi bunların dördü de kemalat içinde, kemalat da Rubuibiyet içinde.

Rububiyetin gayelerinden ikincisinin üçüncüsü “kıymetli sanatlarını teşhir” Çocuklar bile resimlerini sınıf tahtasına asar ve teşhir eder ve tavır beklerler. Estetik buna tavır alma diyor. Şimdi Allah eserini gösteriyor ki eserin güzelliğine, kulunun estetik tavır almasını istemesi normaldir. Bu kadar güzellik içinde onlara ilgisiz durmuk Rububiyetin gayelerini bozar. Bu yönü ile bakarsak ibadetlerimizin düşünce yönü ne kadar yetersiz değil mi? Yunus Emre bu tavrı ifade eder;

Her nereye baksam dopdolusun

Seni nere koyam benden iç eri

Asırlardır anlatılan dinin bu seyir ve temaşa yönü yoktur. Hallbuki namaz bile bu seyir ve temaşa ile doludur. İşte Rab isminin izahında gördüğümüz gibi.

En son “gizli hünerlerini göstermek gibi” Demek insan varlıkların zahiri geometrisine değil daha derinlere içindeki gizli hünerlere de nazar etmesi gerektiğin söylüyor. Nedir bu gizli hünerleri Allah’ın? Mesela varlığın birbiri içinde topyekün tasarımı bir gizli hüner bunu birçok insan ve düşünür fark edememiş. Hegel denen o büyük zannedilen filozof, bu varlığın içiçeliğini kaotik olarak görüyor. Bediüzaman, bu içiçeliği tevhid ile mutlak intizam ile izah ediyor. Mesela hakikatı salatın rumuzu da bir gizli hünerdir. Bunları okuyunca Bediüzzaman’ın “akılları ve kalpleri Risale-i Nura musahhar yap” duasının manasını anlıyorum. Biz uğraşmıyoruz ki veya az uğraşıyoruz ki başkaları da bize baksın düşünsün. Düşünmek yasak sanki, tefekkürsüz talebelik… Sadece gözü değil kalpleri ve akılları diyor ve diyor “bir yıl bu risaleleri a n l a y a r a k okuyan adam zamanının büyük bir alimi olur.” Anlamadan nasıl olunur, gel de işin içinden çık.

Maksadım eleştiri değil, bu okyanus gibi metinlerin üstünden jet hızı ile geçmek bana ağır geliyor, ağlıyorum, beş yıl içinde bin beş yüz sayfa kitap bin beş yüz sahife de makale yazdım, otuz da edebiyat araştırması ve yüze yakın makale. Sanki sanata, düşünceye, tefekküre düşman bir skolastik içinde yüzüyoruz, ama çaresiz. Necip Fazıl;

Haykırsam kollarımı makas gibi açarak

Durun kalabalıklar bu sokak çıkmaz sokak

Akif;

Arnavutluk yanıyor kalk baba kabrinden kalk

Der.

Üzgünüm Üstadım, bir de benim halime bak.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Kiminle Nasıl Konuşmalı? / Muhammed Numan ÖZEL

Muhammed Numan ÖZEL Kiminle Nasıl Konuşmalıyız? BELÂGAT: Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve …

Kapat