Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Kelimeler & Kavramlar / Ruhâniyet ve ruhânî kavramları hakkında

Ruhâniyet ve ruhânî kavramları hakkında

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Ruhaniyat ne demektir?

Ruhaniyat denildiğinde, melaike veya melaikelere benzeyip farklı mahiyet taşıyan ve cesetten mücerred olanlar ile, ölen mümin insanların ruhları olarak anlaşılmalıdır.

Ruhaniyat denildiğinde, İslam âlimlerince üç nokta mülahaza edilmiştir.


1. Hareketi olanlar.

2. Hareketle beraber hayatı olanlar.
3. Hayatla beraber idrak sahibi olanlar.

Demek ki; cemadattan ta insana kadar, yaratılan mahlukatın mümessili, şahsı manevisi ve cevheri anlamında ruh; şümullü olarak kullanılmıştır.

Muazzez Üstadımız On Yedinci Söz’de  ve  Yirmi Dördüncü Söz’ün Dördüncü Dal’ında ruhaniyatı yukarıdaki sınıflandırmaya uygun şekilde değerlendirmiştir.

Dolayısıyla ruhaniyat denildiğinde bütün mahlukatın hareket ve faaliyetlerinden sorumlu, onları idare ve temsil eden başka isim ve özelliklerle anılan ruh anlaşılır.

Cansızlarda hareket ve kuvvet gibi hususiyetlerden, melaikelerin mahiyetlerinden, nebatatı sevk ve idare eden kanunlardan, hayvanatın sıfatlar yüklendiği ruhlarından ve insanların, idrak ve iradeyle kemale eren ruhlarına kadar olan bütün mahiyetler; ruhun şümulü ve ihatası içerisindedir.

Bu şümullü olan ruh tabiri; bulunduğu yere göre isimleri değişebilir.

Neticede;
 hareket sahibi olan cansızlardan, en mükemmel olan peygamberlerin ruhlarına kadar, basitten mükemmele doğru ruhaniyat sınıflandırılmıştır.

Üstad Bediüzzaman, kâinatı bir bayram, bir şehri âyin suretinde değerlendirip, bütün mahlûkatı da, ‘mahiyetleri itibariyle’ ruhaniyat kabul edip, bu bayramda takdir edilen miktarca yaşadıklarını, kaldıklarını ve tenezzüh ettiklerini, vazifeleri bitince de terhis edildiklerini söylemektedir.

Aynı şekilde Yirmi Dördüncü Söz’ün Dördüncü Dal’ında ameleler olarak dört sınıf mahlukattan bahsediyor.

1. 
Melâikeler.

2. Hayvanlar.
3. İnsanlar.
4. Bitkiler ve cansızlar.

Bunların tamamını da ruhaniyat olarak ifade etmektedir.

Demek ki; ruhaniyat özel bir hususiyet ve isim değil, umumi bir tabirdir. 
Bu ruhaniyat tabiri ile, cemadattan başlayarak nebatat, hayvanat, melekler, cinler, şeytanlar ve insanlar olarak hepsi kastedilmektedir.

Hepsinin de dünyada kader ile tayin edilen ayrı ayrı vazifeleri ve gayeleri vardır. Bütün ruhaniyatı ve vazifelerini müşahhas olarak saymak ve bilmek mümkün değildir. Ancak sınıflandırılarak tayin ve tarif edilebilir. Daha geniş malumat için On yedinci Söz ile Yirmi Dördüncü Söz’ün Dördüncü Dal’ının dikkatle mütalaa edilmesini tavsiye ederiz.

***

Ruhanîler

Melekler, cinler ve ruhaniler ayrı varlıklardır.

“Melekler” nurani ve latif mahlukturlar. İradeleri sadece hayır ve ibadet cihetine çalışır; isyan ve günah işleme kabiliyetleri yoktur.

“Cinler” de latif bir fıtrata sahiptirler. Yalnız meleklerden farklı olarak şerre de kabiliyetleri vardır; bu noktadan meleklerden ayrılırlar. Yani cinler ile melekler fıtratlarının letafetleri noktasından birbirlerine benzerler, lakin şerre kabiliyet noktasından ayrışırlar.

“Ruhaniler” kainattaki kanunlardan oluşan bir tür soyut varlıklardır. Bunlar ne cinlere ne de meleklere benzerler. Kainatın her yanını kuşatan mücerret varlıklardır.

Ruh da özü itibarı ile bir kanun-u İlahidir. Bu yüzden kainattaki mücerret kanunlara bir cihetle ruhaniler denilebilir. Mesela, suyun kaldırma kanunu bir ruhani olabilir.

“Ruhaniler”in diğer bir manası ölmüş insanların ruhlarıdır ki bu ruhlar salihlerden ise serbestçe kainatta dolaşırlar. Şayet kafir ve günahkar insanların ruhu ise, bu ruhlar kabir hapsinde azaba mahkûmdurlar.

Sorularla Risale

***

Konuyla ilgili bir yazı

Ruhaniyat hakikati

Ruhaniyat kelimesi lügatta madde âleminden başka bir âlemde, ruhlar âleminde yaşayan varlıklar, cinler ve melekler olarak ifade edilmektedir.

Risale-i Nur’da ise ruhaniyatın âlem-i melekutun1 sakinleri olduklarına ve tabakat-ı âliyede2 bulunduklarına işaret edilmektedir.

Sözler Risalesi’ndeki “zemin gibi, semavatın da kendine münasib sekeneleri bulunsun. Lisan-ı şer’îde o ecnas-ı muhtelifeye, melaike ve ruhaniyat tesmiye edilir.”3 cümlesi ile bizlere beyan edilen ruhaniyat hakikati Nur Külliyatı’nın çeşitli kısımlarında da zikredilmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri ruhaniyat ile ilgili olarak “kesafetli topraktan ve küduretli sudan mütemadiyen letafetli hayatı ve nuraniyetli zevil-idraki halkeden Hâlık’ın, elbette ruha ve hayata münasib şu nur denizinden ve hattâ zulmet bahrinden bir kısım zîşuur mahlûkları vardır. Hem çok kesretli olarak vardır. Melaike ve ruhaniyatın vücudlarına dair “Nokta” namında bir risalemde ve 29. Söz’de iki kerre iki dört eder derecesinde bir kat’iyyetle isbat edilmiştir” ifadesi ile nuraniyetli idrak sahibi olan çeşitli mahlûkatın, varlıklarının kesin bir şekilde ispatlandığını beyan etmektedir.4 Ve hatta bütün dinlerin, bütün asırlarda ruhanîlerin varlıklarını; ittifakla kabul ettiklerini dile getirmektedir.5 Bununla beraber şu dünyanın zemin yüzünün, bahar ve yaz zamanında esma-i hüsnanın lâtif nakışlarıyla süslenmesi ile ruhaniyatın ve melaikenin nazarlarını buraya celb ettiği ve arzın onlar için şirin bir mütalâagâh olduğu Nur Risalelerinde aktarılmaktadır.6 

Ayrıca 16. Sözde geçen “nasıl cismaniyata cam ve su gibi şeyler âyine olur. Öyle de, ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misalin bazı mevcudatı âyine hükmünde ve berk ve hayal sür’atinde bir vasıta-i seyr ü seyahat suretine geçerler ve o ruhanîler hayal sür’atiyle o meraya-yı nazifede, o menazil-i latifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler.”7 ifadesi ile ruhanîlerin lâtif menzillerde gezdiklerinden ve nuraniyet sırrıyla bir yerde iken pek çok yerde bulunabileceklerinden bahsedilmektedir. 

Hem 29. Sözde kâinatın keyfiyatının; melaike ve ruhaniyatın varlıklarını gerektirdiği anlatılmaktadır. Zira kâinat had ve hesaba gelmeyen tezyinat, mehasin ve hikmetli nakışlarla tezyin edildiğinden; bu ikram ve ihsanı tefekkür edip istihsan ile hayret nazarlarını celb edecek mahlûkatın lâzım geldiği ifade edilir. Keza o san’atlı varlıkları tefekkür etmek ruhların gıdası ve kalblerin taamı hükmündedir. Hem o nihayetsiz tezyinatın (süslemeler) nihayetsiz bir tefekkür ve kulluk vazifesini icab ettirdiği, fakat insan ve cinler âleminin bu ibadetlerin milyondan ancak birisini yerine getirdiği nakledilmektedir. İşte bu nihayetsiz ve çeşitli olan ubudiyet vazifesiyle melaike ve ruhaniyat muvazzaftırlar. Böylece kâinat bir mescid-i kebir hükmünde olarak nuranî saflarla dolup şenlenmektedir. Zira kâinatın her bir cihetinde ve her bir dairesinde ruhaniyat ve melaiklerden birer taifeler bulunmakta ve ubudiyet vazifelerini yerine getirerek gıdalanmaktadırlar.8 

Dipnotlar:

1- Mektubat, s. 454.
2- Sözler, s. 185.
3- Sözler s. 162.
4- Sözler, s. 466.
5- Sözler, s. 472.
6- Sözler, s. 185.
7- Sözler, s. 178-179.
8- Sözler, s. 466.

Yeniasya

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Hisbe, İhtisab – Hisbe Teşkilâtı ve Muhtesib

Hisbe ( الحسبة ) Arapça’da “hesap etmek, saymak; yeterli olmak” anlamlarındaki hasb (hisâb) kökünden türeyen ihtisâb …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
İslâm’ı Kimlik Yapan Millet: Malaylar

Yazan: Prof. Dr. Ahmet KAVAS İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Asya’nın güneydoğu bölgesinde yer …

Kapat