Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Risale ve Bediüzzaman Üzerine / Riya, Şöhret ve İnsanların Teveccühünden Kaçınmak Düsturu

Riya, Şöhret ve İnsanların Teveccühünden Kaçınmak Düsturu

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Risale-i Nur Mesleğinde

RİYA, ŞÖHRET VE İNSANLARIN TEVECCÜHÜNDEN KAÇINMAK DÜSTURU VE ESASI

Bu mesele esasında istiğna düsturunun bir yönü olarak değerlendirilebilir. Yine de ayrı bir bahistir ve kesinlikle hizmet düsturlarından biridir.

Bediüzzaman nefsini muhatap alarak der ki:

1- «Sen, ey riyakâr nefsim! “Dine hizmet ettim” diye gurur­lanma. (*) اِنَّ اللَّهَ لَيُوءَيِّدُ هَذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ sırrınca, mü­zekkâ olmadığın için, belki sen kendini o recül-ü fâcir bilmelisin. Hizmetini, ubudiyetini, geçen ni­met­lerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve farize-i hil­kat ve netice-i san’at bil, ucüb ve riyadan kurtul.» (Sözler sh: 473) (*) (Buhari, Cihad: 182, Meğâzî: 38, Ka­der: 5; Müslim, İmân: 178; İbn-i Mâce, Fiten: 35; Dârimî, Siyer: 73; Müsned, 2:309, 5:45.)

2- «Bir müdür sebepsiz, gıyabımda tezyifkârâne, ha­karetli sözler söylemişti. Sonra bana söylediler. Bir saat kadar Eski Said damarıyla müteessir oldum. Sonra, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle şöyle bir hakikat kalbe geldi, sıkıntıyı izale edip o adamı da bana he­lâl ettirdi. O ha­kikat şudur:

Nefsime demiştim: Eğer onun tahkiri ve beyan et­tiği kusurlar şahsıma ve nefsime ait ise, Allah ondan razı olsun ki, benim nef­simin ayıplarını söyler. Eğer doğru söyle­mişse, beni nefsimin terbi­yesine sevk eder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır. Eğer ya­lan söylemişse, beni riyadan ve riyanın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtar­maya yardımdır. Evet, ben nef­simle musalâha etmemi­şim.» (Mektubat sh: 64)

3- «Eğer imana ve Kur’ân’a hizmetkârlığım cihe­tiyle ehl-i dünya beni tazyik ediyorsa, onun müdafaası bana ait değil. Onu, Azîz-i Cebbâra havale ediyorum.

Eğer asılsız ve riyaya sebep ve ihlâsı kıracak bir şöh­ret-i kâzi­beyi kırmak için teveccüh-ü âmmeyi hak­kımda bozmak murad ise, onlara rahmet! Çünkü te­vec­cüh-ü âmmeye mazhar olmak ve halkların na­zarında şöhret kazanmak, benim gibi adam­lara zarardır zannederim. Benimle temas edenler beni bi­lirler ki, şahsıma karşı hür­met istemiyorum, belki nef­ret ediyorum. Hattâ kıymettar mühim bir dostumu, fazla hürmeti için belki elli defa tek­dir etmi­şim.» (Mektubat sh: 65)

Ehl-i dalâletin müslümanları kendilerine çekme planı­nın teh­likesine karşı bir ikaz:

4- «İnsanda, ekseriyet itibarıyla, hubb-u cah de­nilen hırs-ı şöhret ve hodfuruşluk ve şan ve şe­ref denilen riyâ­kâ­râne halklara görünmek ve nazar-ı âmmede mevki sa­hibi olmaya, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz’î, küllî arzu vardır. Hattâ o arzu için hayatını feda eder derecesinde şöhret­pe­restlik hissi onu sevk eder.

Ehl-i âhiret için bu his gayet tehlikelidir. Ehl-i dünya için de gayet dağdağalıdır, çok ahlâk-ı sey­yi­enin de menşeidir ve insanların da en zayıf damarı­dır. Yani, bir in­sanı yakalamak ve kendine çekmek, onun o hissini okşa­makla kendine bağlar, hem onunla onu mağlûp eder. Kardeşlerim hakkında en ziyade korktuğum, bunların bu zayıf damarından ehl-i ilhâdın istifade etmek ihti­malidir. Bu hal beni çok düşündürüyor. Hakikî olmayan bazı biçare dost­larımı o suretle çektiler, mânen on­ları teh­likeye attı­lar.» (Mektubat sh: 412)

5- «Hâlık-ı Rahîmime yüz binler şükrolsun ki, ken­dimi ken­dime beğendirmemiş. Nefsimin ayıplarını ve ku­surlarını bana gös­termiş. Ve o nefs-i emmâreyi başkalara beğendirmek arzusu kal­mamış. Kabir kapı­sında bekle­yen bir adam, arkasındaki fâni dün­yaya riyakârâne bakması, acınacak bir hamakat­tir ve dehşetli bir hasâret­tir.» (Mektubat sh: 465)

Ehl-i dalâletin galebesinin sebebi:

6- «İnsanın mahiyetinde muzır madenler hük­münde bulu­nan fena istidatları işlettirmekten ve şan ve şeref na­mıyla, ri­yâkârâne nefsin firavuniye­tini okşamaktan ve vicdansızca tahribatlarından herkes korkmasından geli­yor. Ve o misilli şeytanî desi­seler vasıtasıyla muvakkaten ehl‑i hakka galebe eder­ler.» (Lem’alar sh: 86)

7- «Dalâlette, iktidarsızlar muktedir görünmeleri ve ehemmi­yetsizler şöhret kazanmaları içindir ki, hod­furuş, şöhretperest, riyâkâr insanlar ve az bir­şeyle iktidarlarını göstermek ve ihâfe ve ızrar cihetinden bir mevki ka­zanmak için ehl-i hakka muhalefet vaziyetine girerler. Tâ görün­sün ve nazar-ı dikkat ona celb olunsun. Ve ikti­dar ve kud­retle değil, belki terk ve atâletle sebebiyet ver­diği tahribat ona isnad edilip ondan bahsedil­sin.

Nasıl ki böyle şöh­ret divanelerinden birisi namazgâhı telvis et­miş, tâ herkes ondan bahsetsin. Hattâ ondan lâ­netle de bahsedilmiş de, şöhretperest­lik da­marı kendi­sine bu lâ­netli şöhreti hoş gös­termiş diye darbımesel ol­muş.» (Lem’alar sh: 86)

8- «Kanaat vasıtasıyla insanlardan istiğnâ etmek ci­hetinde, teveccühlerini aramaz. İhlâs kapısı açılır, riyâ kapısı kapanır.» (Lem’alar sh: 146)

Teveccüh-u nasdan kaçmak:

9- «Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki veri­lir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlâsı kaybeder, riyâya girer. Şan ve şeref ar­zusuyla teveccüh‑ü nâs ise, ücret ve mükâfat değil, belki ihlâs­sızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır.

Evet, amel-i salihin hayatı olan ihlâsın za­rarına tevec­cüh-ü nâs ve şan ve şeref, kabir kapısına kadar muvak­kat olan bir lezzet-i cüz’i­yeye mukabil, kabrin öbür tara­fında azâb-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından, te­veccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şan ve şeref pe­şinde koşanların kulakları çınlasın!» (Lem’alar sh: 146)

10- «Ehl-i hidayeti, ulüvv-ü himmetten sû-i isti­male ve dola­yısıyla ihtilâfa ve rekabete sevk eden, âhi­ret nokta-i nazarında bir haslet-i memdûha sayılan hırs-ı sevap ve vazife-i uhreviyede kana­atsizlik cihe­tinden ileri geliyor.

Yani, “Bu sevabı ben kazanayım, bu insanları ben irşad edeyim, benim sözümü dinlesinler” diye, kar­şı­sındaki hakikî kardeşi ve cidden muhabbet ve muave­netine ve uhuvvetine ve yardımına muhtaç bir zâta karşı rekabet­kârâne va­ziyet alır. “Şakirdlerim niçin onun ya­nına gidi­yorlar? Niçin onun kadar şakird­lerim bulun­muyor?” diye, enâniyeti oradan fırsat bu­lup, mezmûm bir haslet olan hubb-u câha tema­yül ettirir, ih­lâsı kaçırır, riyâ kapısını açar.» (Lem’alar sh: 151)

11- «İHLÂSI KIRAN İKİNCİ MÂNİ: Hubb-u cah­tan gelen şöhretperestlik saikasıyla ve şan ve şeref per­desi al­tında tevec­cüh-ü âmmeyi kazanmak, nazar-ı dikkati ken­dine celb etmekle enâniyeti okşa­mak ve nefs-i emmâ­reye bir ma­kam ver­mektir ki, en mühim bir maraz-ı ruhî olduğu gibi, “şirk-i hafî” tabir edilen riyâkârlığa, hodfu­ruşluğa kapı açar, ihlâsı zedeler.» (Lem’alar sh: 165)

Bediüzzaman Hazretlerinin hayat tecrübesinden na­zara verdiği bir ikaz:

12- «Kendi kendimi aldatmak ve yine başımı gaf­lete sokmak için, İstanbul’da haddimden çok fazla gör­düğüm makam-ı içtima­înin ezvâkına baktım, hiçbir faydası ol­madı. Bütün onların tevec­cühü, iltifatı, tesel­li­leri, yakı­nımda olan kabir kapısına kadar gele­bilir, orada söner. Ve şöhretperestlerin bir gaye‑i hayali olan şan ve şerefin süslü perdesi altında sakîl bir riyâ, soğuk bir hodfuruş­luk, muvakkat bir sersemlik suretinde gör­düğümden, anladım ki, beni şimdiye kadar aldatan bu iş­ler, hiçbir te­selli veremez ve onlarda hiçbir nur yok.» (Lem’alar sh: 231)

13- Kendini beğenen «Kusuru nefsine almaz belki avukat gibi kendini müdafaa ve tebrie eyler. Mübalâğalarla, belki yalanlarla nefsini medih ve tenzih ederek, adeta takdis eder ve derecesine göre, (*) مَنِ اتَّخَذَ اِلَهَهُ هَوَيهُ âyetinin bir tokadını yer.

Temeddühü ve sevdirmesi ise, aksülâ­melle istiskali celb eder, soğuk düşürtür. Hem amel-i uhrevîde ihlâsı kaybeder, riyâyı karıştı­rır.» (Lem’alar sh: 275) (*) (Furkan Sûresi, 25:43.)

14- «Ey şan ve şerefi, nam ve şöhreti isteyen adam! Gel, o dersi benden al. Şöhret ayn-ı riyâdır ve kalbi öldü­ren zehirli bir baldır. Ve insanı in­sanlara abd ve köle ya­par. O belâ ve musibete dü­şer­sen, (*) اِنَّا لِلَّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ de, o belâdan kurtul.» (Mesnevî–i Nuriye sh: 83) (*) (Bakara Sûresi, 2:156.)

Riyakârlığı şeref gösteren mimsiz medeniyet:

15- «Fısk çamuruyla mülevves olan medeniyet, in­sanları da o çamurla telvis ediyor. Ezcümle:

Riyâya şan ve şeref namını vermiş insanları da o pis ahlâka sevk edi­yor. Hakikaten in­sanlar o riyâya öyle alışmışlar ki, şahıs­lara yaptıkları gibi, millet­lere, hattâ unsurlara bile yapıyor­lar.

Gazeteleri o riyâya del­lâl, ta­rihleri de alkışçı yapmış­lardır. Bu yüzden şahsî hayatlar “hamiyet-i cahiliye” ün­vanı altında unsurî ha­yatlara fedâ edilmektedir.» (Mesnevî–i Nuriye sh: 188)

16- «Ey örf-ü nâsta şan u şeref namıyla müsemma olan şöh­reti isteyen adam! Gel bu mes’eleyi benden öğ­ren. Zira ben, kat’iy­yen gördüm ki, şöhret ayn-ı riya­dır ve kalbin ölümü demek­tir. Öyle ise aman ona talib olma ki, insanlara abd ve köle olmaya­sın. Eğer sana verilmişse yani içine düşmüş isen (*) اِنَّا لِلَّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ söyle.» (Mesnevî–i Nuriye sh: 165, Tercüme A. Badıllı) (*) (Bakara Sûresi, 2:156)

17- «Ehl-i medeniyetin terakki diye zu’mettikleri şey, ancak bir sukuttur. Ve iktidar diye zannettikleri iş, ancak bir ibtizaldir, bayağılıktır ve intibah diye dem vurdukları emir, ancak nevm-i gaf­lette bir batmaktır. Ve nezaket dedikleri mes’ele, nifakî bir riyadır. Ve zekâvet diye gu­rurlandıkları keyfiyet, ancak şeytanî desiselerdir. Ve insa­niyet diye tahmin ettikleri şey, an­cak insani­yetin hayvani­yete bir inkılabıdır.» (Mesnevî–i Nuriye sh: 192, Tercüme A. Badıllı)

18- «Cahiliyet devrinin menhus bir yadigârı olan un­suriyet­perverlik taassubunun izahı ve iç yüzü şöyle­dir ki: Birbirine tesa­nüd ile katılaşan bir gaflet ve birbi­riyle yar­dımlaşarak cevablaşan bir riya ve bir zu­lümden ibarettir. Evet bu gaflet, riya ve zul­mün be­lasıdır ki un­suriyet ve milliyeti ırkçılara mabud haline ge­tirmiştir. El’iyazübillah.» (Mesnevî–i Nuriye sh: 227, Tercüme A. Badıllı)

19- «Şu fâsık medeniyet, öyle müdhiş bir riya mey­dana ge­tirmiştir ki, medeniyetçilerin o riyadan kur­tul­ma­ları çok müşkil­leşmiştir. Çünki medeniyet riyaya şan ü şe­ref ismini tak­mıştır.

Evet medeniyetin bu riyası, adamı şahıslara dal­ka­vukluk ya­pıp müraîlik ettirdiği gibi, milletler ve un­sur­lara riyakâr ve tasni­atçı kılmıştır. Gazeteleri de, o riya ve mü­raîliğe dellâllar haline sokmuş, ta­rihi ise ona teşrifatçı ve alkışçı yapmıştır. Hem gaddar ve zalim hamiyet-i cahili­yenin desisesiyle mütemerrid olan unsuriyet-perverliğin hayatı içinde, şahsın mev­tini ona unuttur­muştur.» (Mesnevî–i Nuriye sh: 374, Tercüme A. Badıllı)

20- «Ya benim Rabbim ruz-u mahşerde dese ki: “Şu riya­kârı nîrana sevkediniz!.” Ne yaparım?

İlahî! Senin bab-ı rahmetinden başka bir melce’, bir kapı yoktur.» (Mesnevî–i Nuriye sh: 382, Tercüme A. Badıllı)

Riya-yı kelâmî:

21- «Nefsimin hakikatta günah ve hatalı şeylerini mehasin zannederek, onunla tasannukârane ferahlana­cak kıymettar bir malı olmadığı gibi, başkasının enaniyetle tekeddür etmiş ne­fislerine de bir kıy­met vermiyorum. Tâ ki onlara riya-yı ke­lâmî ile tasannu ve ubudiyetkâ­rane tekellüf ya­pa­yım.» (Mesnevî–i Nuriye sh: 386, Tercüme A. Badıllı)

22- «Ey kardeş bil ki! Hasenatın hayatı niyet ile­dir. (Yani li­vechillah olan niyet iledir.) Onların fesadı ise ucb, riya ve gös­teriş iledir.» (Mesnevî–i Nuriye sh: 403, Tercüme A. Badıllı)

23- «Gölgeli, gölgesiz suretler, ya bir zulm-ü mü­te­haccir veya bir riyâ-yı mütecessid veya bir heves-i müteces­simdir ki, beşeri zulme ve riyâya ve he­vâya, he­vesi kamçılayıp teş­vik eder.» (Sözler sh: 410)

24- “Amma felsefe ise, eneye mana-yı harfîyle değil; mana-yı ismîyle ve onunn varlığına tebaî değil, aslî olarak bakmış. Hem onu hakikî olarak kendi kendine maliktir zu’metmişler ve bir hakikat-ı sabitedir zannetmişler. Ve onu vazifesini yalnız kendi zatına muhabbet ile tekemmül-ü zatiyedir diye tevehhüm etmişler. İşte buradan şirkin bütün envaı teşa’ub edip dallanmıştır. Ve hem bu vaziyetteki enenin başı üstünde, dalaletin şecere-i zakkumu tenebbüt etmiştir.

İşte bak, o şecere-i zakkumeden kuvve-i behimiye dalının verdiği semere; zalim ve gaddar olan kuvveti ve müraî, riyakâr bir hüsnü alkışlamakla; beşerin enzarında bir cihette âbid ve bir cihette mabud olan sanemleri semere vermiştir.” (Mesnevî–i Nuriye sh: 403, Tercüme A. Badıllı)

Hayrı şerre çeviren riya:

25- «Rabian: Hayır, o vakit hayır olur ki Allah için ola… Eğer Allah için olsa, o vakit kat’î Onun izniy­ledir. Tevfik Onundur. Minnet Onadır. Senin hak­kın, şükürdür, fahir değildir. Çünkü fa­hir, irae, ya­ni gösteriş ve riya iledir. Riya ise, hayrı şer eder. Şerle iftihar edersen et! İşte bu hakikati bilmedi­ğindendir ki, nefsinden mağrur, gayrıya da gu­rurlu oldun.» (Nur’un İlk Kapısı sh: 45)

Hizmet-i diniye istiğna ile yapılabilir:

26- «Dünyaya tenezzül etmez, tamah ve zillete düş­mez, haki­kat mukabilinde dünya malını almaz, ta­sannua mecbur olmaz bir üstaddan alınan ders-i haki­kat elmas kıymetinde ise, sadaka al­maya mecbur olmuş, ehl-i ser­vete tasannua muztar kalmış, tamah zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş, sadaka verenlere hoş gö­rünmek için riyakâr­lığa temayül etmiş, âhiret meyvelerini dünyada yemeye cevaz göstermiş bir üstad­dan alınan aynı ders-i hakikat, elmas derecesinden şişe derecesine iner.» (Barla Lâhikası sh: 123)

Tenkidlere maruz kalmak, riyadan kurtulmaya ve­sile olur:

27- «Süleyman’da sadakatle beraber esaslı bir ihlâs gördüm. Evet, bu günlerde insafsız insanlar, onun şeref ve haysiyetini kıra­cak derecede, hakkında işâalar izhar ettik­leri zaman, ona tesellî nevinden dedim ki: “Sana bu su-i şöhreti takmakla riyadan kurtulursun.” O da kemâl-i sü­rur ve ciddî bir surette o teselliyi kabul etti.» (Barla Lâhikası sh: 200)

Riya sayılmayan hususlar ve riyakârlık sebebleri:

28- «Bu yakında hem Isparta’da, hem bu havalide Risale-i Nur’un İhlâs Lem’aları intişara başladığı mü­na­se­betiyle ve bir iki küçük hadise cihetiyle şiddetli bir ihtar kalbe geldi.

Riyaya dair Üç Nokta yazılacak.

Birincisi: Farz ve vaciplerde ve şeâir-i İslâmiyede ve sünnet-i seniyenin ittibâında ve haramların terkinde riya giremez izharı, riya olamaz—meğer, gayet za’f-ı imanla beraber, fıt­raten riyakâr ola. Belki, şeâir-i İslâmiyeye te­mas eden ibadetlerin izharları, ihfâsından çok derece daha sevaplı ol­duğunu, Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazâlî (r.a.) gibi zat­lar beyan ediyorlar. Sâir nevafilin ihfası çok sevaplı ol­duğu halde, şeaire temas eden, hususan böyle bi­d’alar zamanında ittibâ-ı sünnetin şera­fetini gösteren ve böyle büyük kebâir içinde, haram­ların terkinde takvâyı izhar etmek, değil riya, belki ihfâsından pek çok derece daha sevaplı ve hâlistir.

İkinci nokta: Riyaya insanları sevk eden esbabın,

Birincisi: Za’f-ı imandır. Allah’ı düşünmeyen, es­baba perestiş eder, halklara hodfuruşlukla riyakârâne vaziyet alır. Risale-i Nur şakirdleri, Risale-i Nur’dan aldıkları kuv­vetli iman-ı tahkikî der­siyle esbaba ve nâsa ubudiyet nok­tasında bir kıymet, bir ehemmiyet vermiyor ki, ubudi­yetlerinde onlara gösterişle riya etsinler.

İkinci sebep: Hırs ve tamah, za’f-ı fakr noktasında te­veccüh-ü nâsı celbine medar riyâkârâne vaziyet al­maya sevk ediyor.

Risale-i Nur’un şakirdleri, iktisat ve kanaat ve te­vek­kül ve kısmetine rıza gibi, Risale-i Nur’un dersin­den aldık­ları izzet-i imaniye, inşaallah onları ri­ya­dan ve dünya menfaatleri için hodfuruşluk­tan men eder.

Üçüncü sebep: Hırs-ı şöhret, hubb-u cah, makam sa­hibi ol­mak, emsaline tefevvuk etmek gibi hisler ve in­san­lara iyi görün­mek, tasannukârâne (haddinden fazla ken­dine ehemmiyet verdir­mek) ve tekellüfkârâne (lâyık ol­madığı yüksek makamlarda gö­rünmek) tarzını ta­kın­makla riya eder.

Risale-i Nur şakirdleri, ene’yi, nahnü’ye tebdil et­tik­leri, yani enaniyeti bırakıp, Risale-i Nur dairesinin şahs-ı mânevisinin he­sabına çalışması, ben yerine biz demeleri ve ehl-i tarikatın fenâ fi’ş-şeyh, fenâ fi’r-resul ve nefs-i emma­reyi öldürmek gibi riyadan kurtaran vasıtaların bu za­manda birisi de fenâ fi’l-ih­van, yani şahsiyetini kardeş­lerinin şahs-ı ma­neviyesi içinde eritip öyle davrandığı için, in­şaallah, ehl-i hakika­tin riyadan kurtulmaları gibi, bu sırla onlar da kurtulur­lar.

Üçüncü nokta: Vazife-i diniye itibarıyla nâsa hüsn-ü kabul ettirmek, o makamın iktiza ettiği yüksek tavır­lar ve vaziyetler, hod­furuşluk ve riya sayılmaz ve sayılmamalı—meğer o adam, o va­zifeyi, kendi enaniyetine tâbi edip istimal ede.

Evet, bir imam, imamet vazifesinde tesbihatları iz­har eder, ismâ eder hiçbir cihette riya olamaz. Fakat va­zife haricinde o tesbi­hatları âşikâre halklara işittir­meye riya gi­rebildiği için, gizlisi daha sevaplıdır.

Risale-i Nur’un hakikî şakirdleri, neşriyat-ı dini­ye­le­rinde ve ittibâ-ı sünnetteki ibadetlerinde ve içtinab-ı kebâ­irdeki takvâla­rında, Kur’ân hesabına vazifedar sa­yı­lırlar. İnşaallah riya olmaz. Meğer ki, Risale-i Nur’a, başka bir maksad-ı dünyeviye için girmiş ola. Daha ya­zı­lacaktı, fa­kat bir tevakkuf hali kesti.» (Kastamonu Lâhikası sh: 184)

Riya hissini görüp izale etmek:

29- «Hem on dakika zarfında, büyük bir müca­hede-i mânev­îde, benim cephemde, kırk ikilik bir top gibi düş­manlarıma atıp yol açtığı halde, o iki nefs‑i emmâ­renin, muvakkat bir gaflet fırsatında, hodgâmlık ve meyl-i te­fevvuk gibi gayet zulümlü ve zulümatlı his­siyle, büyük bir şükür ve teşekkür yerine, “Niçin ben atma­dım?” diye, en çirkin bir riya ve rekabet da­marını hissettim.

Cenab-ı Hakka yüz bin şükür edi­yorum ki, Risale-i Nur ve bil­hassa İhlâs Risaleleri, o iki nefsin bütün desâisini izale ve onların açtığı yaraları tedavi ettiği gibi, o bir dakika ve on dakikadaki hâletleri birden izale etti. Ve mânevî bir istiğfar olan kusurumu bildim. O hatânın muaccel cezası olan içindeki elemden ve azaptan kurtul­dum.» (Kastamonu Lâhikası sh: 234)

Şöhret, ihlâsa zıddır:

30- «Hususan acip bir riyakârlık olan şöh­retperest­lik ve câzibedar bir hodfuruşluk olan tarihlere şâşaalı geç­mek ve insanlara iyi gö­rünmek ise, Nurun bir esası ve mesleği olan ihlâsa zıttır ve münafidir.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 195)

Merdumgirizlik ihlâsa vesile olur:

31- «Bu zamanda şahsiyet cihetiyle insanlara za­rar verecek haller var. Risale-i Nur’un mesleğindeki âzamî ih­lâs için bu has­ta­lık verilmiş. Çünkü bu zamanda şan, şeref perdesi altında riya­kârlık yer al­dı­ğından, âzamî ihlâs ile bütün bütün enani­yeti terk lâzımdır.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 201)

32- «Hattâ tezahüre bir riyakârlık, bir hod­furuşluk, bir enaniyet mânâsını verip halk­larla görüşmeyi de terk ettiği ve rahmet-i İlâhînin ihsa­nıyla sesi de kesilmiş ki, dostlarla görüşmeye mec­bur olmasın ve hatırları da kırıl­masın.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 237)

Geylanî Hazretlerinin riyakârlığı tedavi eden şid­detli irşadı:

33- «Fütuhu’l-Gayb kitabında “Yâ gulâm!” tâbir et­tiği bir ta­lebesine pek müthiş ameliyat-ı cerrahiye ya­pı­yor. Ben kendimi o gulâm yerine vaz ettim. Fakat pek şiddetli hitap ediyordu: “Eyyühe’l-münafık,” “Ey dinini dünyaya satan riyakâr” diye, diye… Yarısını ancak okuyabildim. Sonra o risaleyi terk ettim. Bir hafta bakamadım. Fakat ameliyat-ı cerrahiyenin ar­kasından bir lezzet geldi işti­yakla o mübarek eseri acı tiryak gibi veya sulfato gibi iç­tim. Elhamdü lillâh, kaba­hatlerimi anladım, yaralarımı his­settim, gurur bir de­rece kırıldı.”» (Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh: 144)

Bediüzzaman Hazretlerinin riyakârlıkdan uzak dur­ması:

34- «Üstadımız, tekellüf ve taazzumdan asla hoş­lanmaz ve talebelerinin dahi tekellüf kaydından âzade ol­malarını emreder. Ve buyururlar ki: “Tekellüf, şer’an ve hikmeten fenadır, çünkü te­kellüf sevdası, insanı, hadd-i mârufu tecavüze sevk eder. Mütekellif olan­lar, bazan hodbinane ve tezahür ve tefâ­hur tavrı ve muvakkat so­ğuk bir riyakâr vaziyeti takın­mak­tan kurtulmaz. Halbuki bunların ikisi de ihlâsı zede­ler.”» (Tarihçe-i Hayat sh: 326)

Riyakârlık yalancılıktır:

35- «Evet sıdk ve doğruluk İslâmiyetin hayat-ı iç­ti­maiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakârlık, fiilî bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir ya­lancılıktır. Nifak ve müna­fıklık, mu­zır bir yalancılıktır.» (Hutbe-i Şâmiye sh: 45)

Riya, sevabı günaha çevirir:

36- «Nazar ile niyet mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı se­vaba, sevabı günaha kalb eder. Evet, niyet âdi bir hareketi ibadete çevirir. Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalbe­der.» (Mesnevî–i Nuriye sh: 51)

37- «Hayrat ve hasenâtın hayatı niyetledir. Fesadı da ucub, riyâ ve gösterişledir. Ve fıtrî ola­rak vicdanda şu­urla biz­zat hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyetle inkıtâ bulur.» (Mesnevî–i Nuriye sh: 201)

Merdumgirizlik ihlâsın muhafazasına vesiledir:

38- «İnayet-i İlâhiye dahi, hizmet-i imaniyedeki ih­lâsı kır­mamak ve tasannukârâne hodfuruşluk va­ziyetine girmeye mecbur etmemek ve ziyade hüsn-ü zan edenle­rin karşı­sında beni tekellüf­lere ve gösterişlere mecbur etmemek ve bu za­manda çok tesir eden şahsıma karşı te­veccüh, mu­habbet ve hizmete zarar veren kendini ma­kam sahibi göstermek vaziyetinden kurtarmak ve Kur’ân’dan gelen Risale-i Nur’un elmas gibi hakikatle­rini bana mâletmekle cam parçalarına indir­memek hikmetle­riyle, Cenab-ı Erhamürrâhimîn bana bu hasta­lığı vermiş­tir.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 61)

Şöhretli sahalardan kaçmak:

39- «Nur mesleğinde benlik ve gösteriş bir nevi şöh­retperestlik, merdud olduğundan, bu enaniyet zama­nında in­sanlara kendini satmaya çalış­mak ve beğendir­mek, bir anda Nur şakirdleri böyle bü­yük bir imtiyaz gibi bu eserlerle meşhur mev­kilere kendilerini göstermek bir nevi gösteriş olması cihe­tiyle, kader-i İlâhî, Nur şakirdle­rini tam ihlâsın mu­hafazası için şimdilik müsaade etmiyor.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 257)

40- «Ey fahre meftun, şöhrete müptelâ, medhe düş­kün, hodbinlikte bîhemtâ, sersem nefsim!

Eğer binler meyve veren incirin menşei olan kü­çü­cük bir çe­kirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün si­yah kurucuk çubuğu, bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çu­buğa, o çekirdeğe medih ve hürmet etmek lâ­zım ol­duğu hak bir dâvâ ise, senin dahi sana yüklenen nimet­ler için fahre, gu­rura belki bir hakkın var.

Halbuki sen, daim zemme müstehaksın. Zira o çe­kirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz-i ihtiyarın bulunmakla, o nimet­lerin kıymetlerini fahrinle tenkis ediyorsun, gururunla tahrip ediyorsun ve küfra­nınla iptal ediyorsun ve temellükle gasp edi­yorsun.

Senin vazifen fahir değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöh­ret değil, tevazudur, hacâlettir. Senin hakkın medih değil, istiğfardır, nedâmettir. Senin kemâlin hodbinlik değil, hüdâ­binliktedir.» (Sözler sh: 230)

41- «Hem insanlara kendini bildirmek bir şöhretpe­restlik olmasından, bir enaniyet, bir hod­fü­ruşluk, bir ri­yakârlık ihtimali var. Bu ise, bizim gibi­lere tam zarardır.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 161)

42- «Risale-i Nur Müellifi, bütün müellif ve mu­harrir­lerin en mütevaziidir. Şöhret ve tekebbürün en büyük düşmanıdır. Bütün dünya metâına arka çevirmiştir. Ne mal, ne şöhret, ne nü­fuz—bunların hiçbi­risi onun pâyine ulaşamamıştır ve ulaşamaz.» (Tarihçe-i Hayat sh: 654)

43- «Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle, ulûm-u ima­niye ve Kur’âniyeye çalışmak ve fehmetmek faziletini ih­san etmiştir.

Bu ihsan-ı İlâhîyi bütün hayatımda, lil­lâ­hil­hamd, tevfik-i İlâhî ile şu millet-i İslâmiyenin men­faatine, saadetine sarf ederek, hiçbir vakit vasıta-i ta­hakküm ve tagallüb olmadığı gibi, ekser ehl-i gafletçe matlup olan te­veccüh‑ü nâs ve hüsn-ü kabul-ü halk dahi, mühim bir sırra binaen benim menfûrumdur, onlardan ka­çıyorum.

Yirmi sene eski haya­tımı zayi ettiği için onları kendime muzır görüyorum. Fakat Risale-i Nur’u beğenmelerine bir emâre biliyo­rum, onları küstürmüyorum.» (Lem’alar sh: 171

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Manevî Hayata Hizmetleri

Üstad Said Nursi’nin Manevi Hayata hizmetleri   Bedîüzzaman Hazretleri hayatını ‘eski Said’ ve ‘yeni Said’ …

Önceki yazıyı okuyun:
Risale-i Nur’u levhalaştırmayı istiyorum

Hukukçu-İktisatçı ve Hattat Muhsin Demirel, hat çalışmalarını anlattı.(risale haber sitesindeki röportajın ll. bölümüdür) Risale-i Nur'u levhalaştırmayı …

Kapat