Ana Sayfa / Uncategorized / Sadakanın Def Ettiği İlk Bela “Merhametsizlik” / Orhan SALCI

Sadakanın Def Ettiği İlk Bela “Merhametsizlik” / Orhan SALCI

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

A R A L I K

Orhan SALCI

SADAKANIN DEFETTİĞİ İLK BELA “MERHAMETSİZLİK”

Bediüzzaman hazretlerinin teşhisiyle “dünyevileşme hastalığı”nın tüm insanları, benliğimizin tüm noktalarını bir kanser tümörü gibi sardığı bir asırda yaşıyoruz.

Dünyadan başka hiçbir derdimiz yok artık. Dünyalık sevdalarımızdan öte sevda kalmadı yüreklerimizde. Rabbimize en yakın olduğumuz anlarımızda, O’nunla tek sohbetimiz gene dünyalık üzerine.

“Ya Rabb! Beni iki cihanda aziz kıl, evlatlarımı da öyle. Beni ve evlatlarımı dünya ve ahiret nimetlerine erdir. Bizi dünyada rüsvay eyleme. Ya Rabb! Bize merhamet eyle. Bize acı. Rızkımızı bol, berketli eyle. Namerde muhtaç eyleme, kimseye yüz suyu döktürme. Yuva ver, yuvalarımızda huzur bahşeyle. Bizi iki cihanda aziz kıl…” Arada ahiret kelimesi geçiyorsa da ne söyleyen ne duamızı dinleyen Rabbimizden gizli değil ki, asıl istediğimiz ahiret değil.

Nimet derken dünya nimet ve servetlerini, rahatını, keyif ve lezzetini; izzet derken, dünyalık makam ve mevkileri, kastettiğimizi Rabbimiz biliyor.

Aza kanaat etmediğimizi, çoğu bulunca, birikmeye başlayınca nimetler, bırakın dağıtmayı harcamaya bile kıyamadığımızı biliyor Rabbimiz. Biliyor ve bilerek veriyor.

Dualarımız bile bencilleşti artık. Du ve niyazlarımızda sadece kendimiz, çoluk çocuğumuz, torun torbamız yer bulabiliyor. Allahın Rahmetini bile kıskanır olduk.

Bu hal iyi bir hal değil. Bu gidiş hayra gidiş değil, hayra alamet bir gidiş değil. Ebü Dâvud ve Tirmizi’de Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh)’den gelen bir rivâyette Resülullah (aleyhissalatü vesselâm) şöyle buyurmuştur: “Merhamet; ancak şaki’nin (ebedi hüsrâna uğrayanın) kalbinden çıkarılabilir.”

“Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir” hadis-i şerifini bu hadisle beraber okursak daha bir anlamlı hale geliyor. Yani bu halle hallenen, komşusuna içinde merhamet beslemeyen, besleyemeyen, yarasına merhem, derdine deva olamayan, olmaya çalışmayan merhametsiz kimse Ebedi hüsrana uğrayan şakiler dendir, bizden değildir anlamına gelip gelmediğini düşünmek, içimizden rahmetin alınıp alınmadığını sorgulamak gerekmez mi? İçinden merhemeti alınmış, özü koparılmış, rahmetten kovulmuş bir nesil olup olmadığımız sorgulanmalı değil mi?

Bir başka hadis -i şerifte “Merhametli olmadıkça inanmış sayılmazsınız!”
Bu hadis çok ciddi bir durumdan, çok ciddi bir tehditten bahsediyor değil midir? Ve “Allah, insanlara merhamet etmeyene rahmette bulunmaz.” (Buhârî,) hadsisi şerifi, asıl derdin, merhametsizlik olduğu hakkında bizi ikna etmeye yetmez mi?
Biz; Rahmet dininin mü’minleri, Rahmet Peygamberi’ (s.a.v)nin ümmetleri! Kendimizi rahmet-merhamet terazisinde tartmak, rahmet- merhamet aynasında kendi yüzlerimize bakmak durumunda değil miyiz?

Ve yine bizler, Kur’anda geçen evvelki helak olmuş kavimler aynasına da bakmak, kendimizi onların terazisiyle de tartmak zorunda hissetmeli değimliyiz nefislerimizi? Kabilden ne kadar farklıyız, nefislerimiz, egolarımız Firavun’dan ders almış mı almamış mı? Karun gibi “ben kazandım, ilmimle, emeğimle kazandım” diyebiliyor mu nefsimiz? Nefis bu der elbet lakin hikmet, hakikat, merhamet duygularımız, vicdanımız Karun’un servetini örten örttü gibi onun azmışlığını örtüp, “mü’minler kardeştir” deyip sadaka zekat vermekte ısrar ve devam edebiliyor mu?

Yahudi milleti gibi para ve servetin, dünyalığın etrafında, ateşin etrafında dönen kelebekler gibi, yanacağını bile bile dönmekten vazgeçemiyor, “aşağılık maymunlar olun dedik” tehdidine mazhar olan Yahudi milletinin azabına ortak olmaya mı çalışıyoruz, dünyalık sevdasında onlarla mı yarışıyoruz?

“Resulullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular ki: “Sadaka vermede acele edin. Çünkü belâ sadakanın önüne geçemez.” Yani, sadaka belayı defeder. Dünya rahatına aşık, hatta bağımlı hale gelen nefislerimiz buna da mı razı olmaz? Hergün belki milyon türlü bela başımıza, sevdiklerimizin başına gelme ihtimali varken, bir siper, bir kalkan istemek, aramak insanlığın gereği değil mi, aklın gereği değil midir? Bunun için olsun sadaka vermek, bir insanı mutlu etmek, mutlu görmek isteyemez miyiz?

Başkasını mutlu etmek, mutlu görmek ve bundan mutlu olmak. Bu hal, firavunlaşmış nefislerimize, bize ne kadar uzak ve fuzuli bir hal?
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Yarım hurma ile de olsa kendinizi ateşten koruyun” buyururlar. Gerçi biz ölümü düşünmüyoruz. Ölüm başkalarının başına gelen bir olası kaza. Hem çok uzak, ve hem de Cenab-ı Hakk merhametlidir, bu dünyada olduğu gibi ahrette de bizi bırakmaz, yakmaz, Cennetinden mahrum bırakmaz, nimetlerini eksiltmeden devam ettirir. Ettirmelidir de hatta (haşa).

إنْ اَحْسَنْتُمْ
اَحْسَنْتُمْ نْفُسِكُمْ “İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz” (İsrâ 7).
Etrafa bakıp rahmet vesilesi bir yaralı kalp, bir mahzun gönül, dara düşmüş bir kardeş bulmadan, derdine derman olmadan evlerimize dönmediğimiz bir günümüz olmalı hayatımızda. Bir merhamete muhtaç birinin kapısını çalmadıkça merhamet bizim kapımızı çalmaz. Merhametini kaybeden insanlığı kaybeder.
“Merhametli olmadıkça inanmış sayılmazsınız!”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Hicretiniz Kutlu Olsun / İsmail AKSOY

İsmail AKSOY Hicretiniz kutlu olsun “İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla,canlarıyla cihad …

Kapat