Ana Sayfa / Yazarlar / Sâlikin Fenâ’da Seyrisülûkü…

Sâlikin Fenâ’da Seyrisülûkü…

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

SÂLİK’İN FENÂ’DA SEYRİSÜLÛKÜ…

Nur Hizmetinde ‘Fenâ’nın, bir de seyru sülûk sırasındaki eğitim sürecine göre sıralanan çeşitli dereceleri vardır.

a. Fenâ fi’l ihvân:
Uhuvvetin de müfridane muhabbet etmek, ,
sünneti hayatında ihyaya çalışmak,
tarıkını hatvelerini iyi bellemek!..
İhlasın ilk üç düsturuna tam riayet edip, dördüncü düsturdaki,
“Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda
ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip,
onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmek” makamına gelmektir.
Bilâahire,
“Kardeşler arasında buna tefânî denilir.
Yani, birbirinde fâni olmaktır.
Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup,
kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.” (21. Lem’a)

BU kısaca şu demektir;
Kardeşler arasında nifak hastalığına birlik ruhu ile şifa bulmak,
şikak illetine vahdet alâkaları ve uhuvvet münasebetleri ile çare aramak,
kin ve adâvete uluvvicenaplık, yani af ve hoşgörü penceresinden bakmak,
tarafgirlik zülmüne, ittifak rabıtaları ile serum olmak,
inat damarını sadakat ve azimin emrine verip, sıddıkıyet meziyetini kazandırmak
haset yılanını, isar ruhuyle hayırda yarış atına çevirmek,

Talebeliğin hâssası ve şartı şudur ki:
“Sözler’i kendi malı ve te’lifi gibi hissedip sahib çıksın
ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin.” (25. Lem’a)

Demek ki; Hizmette Sadakat, – Risaleleri kendi malı bilmek, öyle çalışmak, – Neşr etmek.
Kardeşin hassası ve şartı şudur ki:
Hakikî olarak Sözler’in neşrine ciddî çalışmakla beraber,
beş farz namazını eda etmek, yedi kebairi işlememektir.” (25. Lem’a)

b. Fenâ fi’l üstad:
Sâlikin şahsî irâde ve arzularını üstad’ının arzu ve iradâsinde eritmesi, kendi arzu ve irâdesini, üstadının arzu ve irâdesine göre yönlendirmesidir!..
“Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir.
Peder ile evlât, şeyh ile mürid mâbeynindeki vasıta değildir.
Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır.
Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer.” (21. Lem’a)
“Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir.
Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş
ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder.
Bu hılletin üssü’l-esası, samimî ihlâstır.”
(21. Lem’a)
Talebe odur ki;
Teslimiyeti tamme,
teyakkuzu tamme
ve teveccühü tamme ile Peygamberimiz (ﷺ)’dan
tam istifade eden Sahabelerin mesleğini hizmette,
aynen Üstadı gibi
(Uluhiyet, Nübüvvet, Haşir ve Adalet/Ubudiyet esaslı konularda) meslek edinmektir!..
Bunun ilk hatvesi hayata mana-i harfiyle nazar etmektir!..
Talebe odur ki;
“Risale-i Nur’un mayası ve meşrebi tefekkür ve şefkat olduğu cihetle, Üstadıının dediği gibi;
kendini “muhabbet fedaileri” bilip, İmanda terakki ve tekâmül cihetinde ise
“Haliliye Mesleği”nde olduğunu bilmelidir.
Bunun esas hatvesi ise; celali isimlerle değil, cemali isimlerle niyaz etmektir!..
Yani beddua ile değil dua ile!..
Talebe odur ki; Üstadının fikriyat ve hissiyatın da fena olsun!..
Üstadının yolunu yolu, davasını dava, derdini dert edinsin!..
“Bana, “Sen şuna buna niçin sataştın?” diyorlar.
Farkında değilim!..
Karşımda müthiş bir yangın var…
Alevleri göklere yükseliyor…
İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor…” (Tarihçe-i Hayat)

“O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum.
Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var?
O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi?
Dar düşünceler, dar görüşler!” (Tarihçe-i Hayat)

Talebe odur ki; Hasırda yatan peygamberini örnek olan Üstadı gibi, iktisad, sünnet ve ibadeti hayatında ihya etsin!..

“Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda
dünyamı da feda ettim, âhiretimi de.
Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına birşey bilmiyorum.” (Tarihçe-i Hayat)

Talebe odur ki; Üstadı gibi, davasında Metanet ve sebat üzere olmalıdır!..

“Bütün ömrüm harp meydanlarında,
esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde,
memleket mahkemelerinde geçti.
Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı.
Divan-ı harplerde bir câni gibi muamele gördüm;
bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım.” -Tarihçe-i Hayat

Talebe odur ki; Üstadı gibi, Rabbine karşı tevekkül ve teslimiyet içinde olmalı
“Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men edildim.
Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım.
Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim.
Eğer dinim intihardan beni men etmeseydi,
belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.” (Tarihçe-i Hayat)

Talebe odur ki; Üstadı gibi, İlimlerin esası olan Kur’an ilminin izzetini muhafaza ede!..

“Benim fıtratım, zillet ve hakarete tahammül etmez.
İzzet ve şehamet-i İslâmiye beni bu halde bulunmaktan şiddetle men eder.
Böyle bir vaziyete düşünce, karşımda kim olursa olsun, isterse en zalim bir cebbar, en hunhar bir düşman kumandanı olsa, tezellül etmem.
Zulmünü, hunharlığını onun suratına çarparım.
Beni zindana atar, yahut idam sehpasına götürür; hiç ehemmiyeti yoktur.”
(Tarihçe-i Hayat)

Talebe odur ki; Üstadı gibi Kur’an’ın hakimiyeti ve ihyası için İttihad-ı islam kaidesini ahir zaman olan bu zaman da düstur edinecek!..
“Ben cemiyetin iman selâmeti yolunda âhiretimi de feda ettim.
Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu.
Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına
bir Said değil, bin Said feda olsun.” (Tarihçe-i Hayat)

“Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, cenneti de istemem;
orası da bana zindan olur.
Milletimizin imanını selâmette görürsem,
Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım.
Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.” -Tarihçe-i Hayat

c. Fenâ fi’r Rasûl: Sâlikin şeyhinde veya üstadın da fenâyı yaşadıktan sonra
Hz. Peygamber (ﷺ)’in şahsında sevgi ve aşkla erimesi, O’nun (ﷺ) şahsiyetinde
fenâ bulmasıdır.
Rasûlullah (ﷺ)’ın sıfat ve ahlâkını benimseyip onunla bezenmesidir.
Birinci derece de;
Teslimiyeti tamme,
teyakkuzu tamme
ve teveccühü tamme ile Peygamberimiz (ﷺ)’dan
tam istifade eden Sahabelerin mesleğini hizmette,
aynen Üstadı gibi
(Uluhiyet, Nübüvvet, Haşir ve Adalet/Ubudiyet esaslı konularda) meslek edinmek

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.
“Aynen böyle de, şu âyet-i kerime der ki:
Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa, Habibullaha ittibâ edilecek. İttibâ edilmezse, netice veriyor ki, Allah’a muhabbetiniz yoktur.
Muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullahın Sünnet-i Seniyyesine ittibâı intaç eder.” 11. Lem’a
“Rabbim bana edebi güzel bir surette ihsan etmiş, edeplendirmiş.”
Evet, siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyyeyi bilen, kat’iyen anlar ki, edebin envâını, Cenâb-ı Hak, Habibinde cem etmiştir.
O’nun (ﷺ) Sünnet-i Seniyyesini terk eden, edebi terk eder.” 11. Lem’a

d. Fenâ fi’l dâva
(‘Alimlerin mürekkebleri şehidlerin kanıyla tartılır.’
‘Ümmetimin fesadı zamanında kim benim sünnetime yapışırsa yüz şehidin sevabını kazanabilir.’)
Bu iki hadîs-i şeriften alınan bir ilhamla, Risale-i Nur’la iman ve Kur’an davasına hizmet,
dava içinde üç türlü ibadettir;–
a-En mühim bir mücahede olan ehl-i dalalete karşı manen,
(Yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir;
teslim değil, imandır;
marifet değil, şehadettir, şuhuddur;
taklid değil tahkiktir;
iltizam değil, iz’andır;
tasavvuf değil hakikattır;
dava değil, dava içinde bürhandır.” (Barla-19)
gerçeğini göz önüne alarak mücahede etmektir. –
b-Üstadına neşr-i hakikat cihetinde, talebelik, kardeşlik, ve ya dostluk vasfıyla, yardım suretiyle hizmet etmektir. –
c-Müslümanlara iman (hakikatlerinin yaşamak ve yaşatmak hususunda duyurulması) cihetinde hizmet etmektir. –
e. Fenâ fillâh:
Sâlikin kendi sıfat ve vasıflarından sıyrılıp İmanın kemâl noktası olan Allah’ın sıfatlarıyla bezenmesidir.
”İman, Allah’ın ahlâkıyle ahlaklanıp, sıfatlarıyle sıfatlanmaktır” -Taftazani
Lügatin gereğine göre ve ilim dilinde bekâ kelimesinin üç manâsı vardır:
Birincisi: Baş tarafı da son tarafı da fenada olan şeydir; bu dünyâ gibi.
İkinci bekâ: İlk önce kesinlikle mevcut olmayan, fakat sonradan var olan ve hiç bir zaman fânî olmayacak olan varlıklar.
Âhiret, cennet, cehennem ve orada bulunanlar gibi.
Zîrâ Hak Teâlâ “Âhiret daha hayırlı ve daha bâkîdir.” (A’la, 87/17) buyurmuştur.

Üçüncü manadaki bekâ:
Mevcudiyeti hiç yok olmamış
ve asla yok olmayacak olan varlık.
Şânı yüce olan Hakk’ın ve sıfatlarının bekâsı böyledir.
Fenâ ilmi dünyânın fânî olduğunu bilmen, bekâ ilmi de âhiretin bâkî olduğunu bilmendir.
Ebu Saîd Harrâz’a göre
“Fenâ fillah; kulun kulluğunu görmekten fânı olması,
bekâ billah ise; kulun Allah’ın huzurunda bâki ve var olmasıdır.”

Bunlar, Kur’an-ı Kerîm’de:
“Yeryüzünde bulunan her canlı yok (fânı) olacak. Ancak, azâmet ve ikrâm sahibi Rabbinin zatî bakî kalacaktır.” (Rahman, 55/26-27).
İşte bundan dolayı Üstadımız buyuruyor ki;
” ‘Böyle küçük meseleler için kıymettar vaktimi sarf etmektense,
o çok kıymetli vaktimi zikir ve fikir gibi kıymettar şeylere sarf edeceğim.’ deyip çekilerek ittifakı zayıflaştırmayınız.
Çünkü bu mânevî cihadda küçük mesele zannettiğiniz, çok büyük olabilir.
Bir neferin, bir saatte, mühim ve hususî şerâit dahilindeki nöbeti bir sene ibadet hükmüne Bazen geçmesi gibi,

bu ehl-i hakkın mağlûbiyeti zamanında, mânevî mücahede mesâilinde,
küçük bir meseleye sarf olunan senin kıymettar bir günün,
o neferin o saati gibi bin derece kıymet alabilir, bir günün bin gün olabilir.
Madem livechillâhtır, o işin küçüğüne, büyüğüne, kıymetli ve kıymetsizliğine bakılmaz. İhlâs ve rızâ-i İlâhî yolunda zerre, yıldız gibi olur.
Vesilenin mahiyetine bakılmaz, neticesine bakılır.
Madem neticesi rızâ-i İlâhîdir ve mayası ihlâstır;
o küçük değildir, büyüktür.” (Yirminci Lem’a)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Sultan Mahmud’un Adağı

Padişahlar meclisinin kandili Sultan Mahmut Gazne'den kalkıp Hintlilerle savaşa gitmişti. Hintlilerin pek kalabalık olan ordularını …

Kapat