Ana Sayfa / Yazarlar / Şamlı Hâfız ve Hüsamettin Çelebi 

Şamlı Hâfız ve Hüsamettin Çelebi 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İki büyük zat; Hazreti  Bediüzzaman ve Hazreti Mevlana. İkisi de eserlerini kâtiplerine söyleyip yazdırmışlardır.

İkisi de eserlerini belli bir coğrafyaya değil dünyaya yaymışlardır.

Asıl adı Tevfik Göksu’dur. 1889’da İstanbul’da dünyaya geldi. Subay olan babası Veli Bey ile birlikte Şam’da yirmi yıl kalmasından dolayı kendisine “Şamlı Hafız Tevfik” denilmiştir. Şam’da bulunduğu yıllarda babası ile Üstad Bediüzzaman’ın Emeviye Camii’nde verdiği Hutbe-i Şâmiye’yi dinlerken babası Bediüzzaman’ı göstererek şöyle demişti: “Bu zat meşhur bir zattır. Ona iyi bak, ileride bu zata hizmet edeceksin.” Âlim ve ehl-i kalb olan babasının bu sözü yıllar sonra gerçekleşti ve Şamlı Hafız Tevfik, Üstad Bediüzzaman’ın Barla’ya mecburi ikamete tâbi tutulduğu yıllarda ona talebe ve kâtip oldu. Güzel hattıyla Nur Risalelerini yazdı ve “Nur’un Birinci Kâtibi” ünvanını aldı.

Barla’da, Selçuklulardan kalma 800 senelik Çeşnigir Paşa Camii’nde, ömrünün sonuna kadar imam-hatiplik vazifesi yaptı. Burada yediden yetmişe çok sayıda Barlalıya Kur’ân-ı Kerim okuttu; pek çok hâfız yetiştirdi.

Şamlı Hâfız Tevfik, Barla’da hem Üstad hazretlerine katiplik, hem cami imam-hatipliği, hem de Kur’ân-ı Kerim tilaveti muallimliğini aksatmadan sürdürdü ve Barlalıların gönlünde taht kurdu.

Üstadın Barla’ya ikinci gelişinde onu karşılayanlar arasındaydı. Üstadın “Şamlı! (Risale katipliği bitti) Şimdi ne ile meşgulsün?” sorusuna, “Üstadım, şimdi masumlara Kur’an okutuyorum” cevabını verince Üstad ona şöyle dedi:

“Kardeşim Şamlı! Risale telifindeki katipliğin ecri, mükafatı ne ise, bu masumlara okuttuğun Kur’an’ın sevabı da aynıdır.”

Üstadla beraber iken sayılamayacak kadar tevafuk ve kerametle karşılaştığını söyleyen Şamlı Hâfız, bir gün Üstadla çınar ağacının önünde otururlarken aşağıdaki dereden uzun ve büyük bir yılanın kendilerine doğru geldiğini görünce “Üstadım yılan geliyor” diye bağırmıştı. Üstad “Kardeşim, hiçbir mahluk yoktur ki Cenâb-ı Hakk’ın emri dairesinde hareket etmesin. Biraz cesaretli ol” dedi. Ancak o “Üstadım, vallahi bu ne emir dinler ne de nehiy” deyip uzaklaşmaya başladı. Biraz sonra Üstad, yılan yaklaştığında cebindeki mendili çıkarıp yılana doğru attı. Yılan Üstadın mendiliyle bir süre oynayıp oyalandıktan sonra, oradan uzaklaştı.

Risale-i Nur Külliyatı’nın çeşitli yerlerinde adı Şamlı, Hafız Tevfik ve Tevfik olarak geçen Hafız Tevfik’in Barla Lâhikası’nda Bediüzzaman Said Nursî ile hicrî 1300 senesinin müceddidi olan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî arasındaki benzerlik ve farklılıkları ele aldığı ilmî bir makâlesi de bulunmaktadır. 1965 yılında vefat eden Şamlı Hafız Tevfik’in kabri Barla’dadır.

***

Mevlana’ nın Mesnevi’sini de ilhamla yazdığı belirtilir. Hüsâmeddin Çelebi’ye irticalen yazdırılan Mesnevi’de muhteva ve şekil açısından sistematik bir yöntem takip edilmemiştir. Eserde Mevlânâ’nın telif sürecinde bazan sabaha kadar söylediği ve Hüsâmeddin Çelebi’nin bu yüzden uykusuz kaldığı, acıkıp bir şeyler yediği sırada ilham kaynağının bulandığı gibi hususlar anlatılır. Hüsâmeddin Çelebi, Mevlânâ’nın Mesnevi’yi yazdırırken hiçbir kitaba müracaat etmediğini, eline kalem almadığını; medresede, Ilgın kaplıcalarında, Konya hamamında, Meram’da aklına ne geldiyse söylediğini; kendisinin de bunları hemen zaptettiğini, hatta yazmaya yetişemediğini söyler. Bazan geceli gündüzlü birkaç gün hiç durmadan söylediğini, bazan aylarca sustuğunu belirtir. Bu durum, ilâhî hakikatlere dair mânaların insân-ı kâmilin ayna mesabesinde olan kalbine daimî bir surette tecelli edip bazı anlarda dilden taşmasına (feyiz) işaret eder.

Mesnevi’nin her cildi tamamlandığında Mevlânâ’ya okunmuş (mukabele), Mevlânâ düzeltilecek yerleri bizzat Hüsâmeddin Çelebi’ye yazdırmış, yaptığı hizmetten dolayı ciltlerin muhtelif yerlerinde onu “Hak ziyası, sâmî-nâme, ruh cilâsı, nazlı ve nazenin varlık,..” gibi lakaplarla anmış ve eseri kendisine ithaf etmiştir. Mevlânâ cilt başlarındaki Arapça dîbâceleri her cildin bitiminden sonra, kırmızı mürekkeple yazıldığı için “surh” denilen başlıkları da her cilt bitimindeki okumalar esnasında yazdırmıştır. Eflâkî, Hüsâmeddin Çelebi dışında Mesnevi yazmakla görevli kâtiplerin de bulunduğunu kaydeder. Sahih Ahmed Dede, Sultan Veledin VI. cildin sonundaki üç kardeş hikâyesinin yarım kaldığını Mevlânâ’ya hatırlattığını ve hikâyeyi kendisinin tamamlayarak Mesnevi’ye eklediğini aktarır. Ancak Sultan Veled’in zeylinde de hikâyenin bitmediği görülmektedir.

Mesnevi’yi şiir söylemek amacıyla telif etmeyen Mevlânâ’nın poetikasında (şiir sanatında) şiir, düşüncelerini anlatmak için bir aletten öteye geçmez; hatta şiiri küçümseyen ifadeler kullanır, mânanın şiire sığamayacağını, harfin lâyıkıyla mânaya suret olamayacağını belirtir. Şiiri mânayı tasvir eden suret olarak görür, ancak sûretsiz mânanın zuhur edemeyeceğini de vurgulayarak tasavvufî mânaların şiir şeklinde söylenmesini uygun bulur ve bu anlamdaki şiiri yüceltir.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
İblisin Enaniyetle İmtihanı ve Biz

İnsan, dünyada bir miheng noktasıdır. Tarihten, hadiselerden her şey insan ekseninde değerlendirilir. Yani bir cümle …

Kapat