Yeryüzü yaratılınca, geçirdiği kaç bin seneler içinde kendisini bir amaca kullanıcı bır varlıktan yoksundu. Onun özü olan balçıktan insan suret, yapıldı ve bu suret kaç yüz yıllar öylece hareketsiz durdu. Fakat bu toprak ve su karışımı balçıktan yapılmış surete ruh üflenince öyle bir sıçrayış yaptı ki, o günden sonra kainat insanın emrine verildi.
Artık kalk borusu çalmıştı. İnsana görevler verildi, sorumluluklar yüklendi. Bunun karşılığı olarak da düşünme ve kavrama yeteneği bağışlandı. Böylece insan, düşünen bir varlık olarak hayatta tutacağı yolu seçmek zorunda idi. Yol seçmek, kolay değildi bu. Gerçeğe varmak için her yolu denemek gerekti. Bu deneme sırasında insan sürçmüş ve sapmıştı. Hz. Adem’in sürçmek ve eğri yola sapmaktan nasıl dönüş yaptığı malum… İnsan ne melek ne de şeytan… Belki ikisinden de üstün. İyilikte meleği geçer, kötülükte şeytana ulaşabilir. İnsanın yer yüzünde kargaşalık çıkarması, bu ikinci özelliğinin eseridir. Ama yolu bu değil. İnsan, kargaşalığa sebep oluyor diye, bunlardan üstün kabiliyetleri olmadığını kim söyleyebilir? Onun akıl ve şuur sahibi olmasının hedefi, Allah’ın ilmindeki gayeyi gerçekleştirmektir. Aslında insan bu gayeye adaydır.
Buna akıl ve kavrama gücüyle, öz varlığındaki hayırseverlikle ve bu hayırseverliğin aydınlattığı doğru yolda yürümekle, onu daima gözeten Allah’ın ilham ve yol göstermesiyle varması tabii bir sonuçtur.
İnsan hangi kılığa bürünürse bürünsün, sonunda yaratıcısının huzuruna varacaktır. İster şeytanca davransın, ister melekçe. İşte ilk insanla günümüz insanı arasında bu bakımdan sıkı bir ilgi vardır. Bu ilişkiyi biyolojik yapıda arayanlar varsa da, «şebek»in kuyruğunun nasıl düştüğünü izah edemiyorlar. Bugüne dek dağda, taşta, ağaçta yaradanını arayanlar, yahut soylarını hayvansal yapıya bağlayanlar madde içinde boğulmaktan öteye geçemediler. Eriyen, çürüyen maddelere yahut olmayan şeylere dayanınca insan kendini güçlü sandı.
Fakat yanıldı. Son asırlardaki temel düşünce çatlaklıkları da bu akıl ve mantık ölçüsünü kullanamayıştan ortaya çıkmadı mı? Komünizm denilen ve maddeyi orta malı yapan çatlaklıkla, maddeyi şahsın malı yapan kapitalizm çatlağı, insanın özellikleri açısında, ne kadar gülünç kalıyor?
İnsanın görevi kendisine gösterilen yolda yürümektir. Yoksa yeni bir yol aramak sapıtır onu. Işte yaratıcının ihtarı: “İnsan kendine hiç kimsenin gücü yetmez mi sanıyor?
Diyecek ki: “ben nice servetler tükettim” fakat onu bir gören yok mu sanıyor? Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi? Fakat insan sarp yokuşu tırmanmadı. Sarp yokuşun ne olduğunu bilir misin? Bir köleyi azad etmek (İnsana insanca davranış), yahut açlık gününde bir öksüzü doyurmak, sonra iman edip birbirlerine hayırlı olmayı tavsiye edenlerden olmak.” İşte gösterilmiş olan yol budur. Maddeyi kim kimin adına nasıl kullanacak?.. “Fakat onu bir gören yok mu?” sorusuyla gerçek aydınlatıyor. Maddecilerin düşüncesi, insanı, sahili meçhul bir ummanda küreğe mahkûm etmeğe benziyor. Son sözü büyük şair’in mısralarına bırakalım:
“Durun kalabalıklar bu cadde
çıkmaz sokak.”
Haykırsam kollarımı makas gibi
açarak..
Sur Dergisi, 1. Sayı, Ocak 1976
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024