Secde kelimesinin günlük hayatta kullanıldığı yer namazda kıyam ve rükudan sonra yapılan insanın başını yere koyduğu, Allah’ın azameti ve büyüklüğü karşısındaki insanın alabileceği tutum yani “Sen azametlisin, biz ise bu azamet karşısında başımızı yere koyuyoruz” demek. Secde kelimesinin bu anlamı günlük hayatta bundan öteye gitmeyen bir mana.
Bediüzzaman zaman ve mekan itibariye farklı secde kelimeleri kullanır, bunlardan bir peygamberimiz gelmeden önceki döneme ait secde kelimesiyle kurulan cümlelerdir. Geçmiş mukaddes kitaplarda peygamberimizden bahsedilirken ona secde edildiği söylenir.
Zebur‘da, Yetmiş İkinci Bâbında şu âyet var: “Bahirden bahre mâlik ve nehirlerden, arzın makta’ ve müntehâsına kadar mâlik ola… Ve kendisine Yemen ve Cezayir mülûkü hediyeler götüreler… Ve padişahlar ona secde ve inkıyad edeler… Ve her vakit ona salât ve hergün kendisine bereketle dua oluna… Ve envârı, Medine’den münevver ola… Ve zikri, ebedü’l-âbâd devam ede… Onun ismi, şemsin vücudundan evvel mevcuttur; onun adı güneş durdukça münteşir ola…”
Yukardaki cümlede padişahların peygamberimize inkıyat ve secde ettiklerini söyler. Bu secde bizim hayatımızdaki secde gibi değil, nasıl bir duruş olduğu konusunda bir tarif yapamıyorum.
Bediüzzaman yukarıdaki Zebur’dan alınmış kayıtları yorumlar. “İşte şu âyet, pek âşikâr bir tarzda Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâmı tavsif eder. Acaba Hazret-i Davud aleyhisselâmdan sonra, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmdan başka hangi nebî gelmiş ki, şarktan garba kadar dinini neşretmiş ve mülûkü cizyeye bağlamış ve padişahları kendine secde eder gibi bir inkıyad altına almış ve hergün nev-i beşerin humsunun salâvat ve dualarını kendine kazanmış ve envârı Medine’den parlamış kim var? Kim gösterilebilir?” Bediüzzaman mazide cereyan etmiş bir olayı daha günceller ve muhit kazandırır.
Yine Peygamberimize peygamberlik gelmeden önceki bir olayı Bediüzzaman nakleder. “Meşhur Bahîra-i Rahibin meşhur kıssasıdır ki, nübüvvetten evvel, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, amcası Ebu Talip ve bir kısım Kureyşî ile beraber Şam tarafına, ticarete gidiyorlar. Bahîra-i Rahibin kilisesi civarına geldikleri vakit oturdular. İnsanlarla ihtilât etmeyen münzevî Bahîra-i Rahip birden çıkageldi. Kafile içinde Muhammedü’l-Emin’i (a.s.m.) gördü. Kafileye dedi: “Şu Seyyidü’l-Âlemîndir ve peygamber olacaktır.” Kureyşîler dediler: “Nereden biliyorsun?” Mübarek rahip dedi ki: “Siz gelirken baktım ki, havada, üstünüzde bir parça bulut vardı. Siz otururken, şu Muhammedü’l-Emin (a.s.m.) tarafına bulut meyletti, gölge yaptı. Hem görüyordum ki, taş, ağaç ona secde eder gibi bir vaziyet gördüm. Bu ise nebîlere yapılır.” Burada Bahira Rahip taş ve ağacın Muhammedü’l-Emin’e secde eder gibi bir vaziyetini gördüğünü ifade ediyor. Secdeden kastedilen ağaçların nasıl bir vaziyet aldığı konusu herkesin hissedebileceği bir durumdur.
- On Dokuzuncu Söz Üzerine - 26 Eylül 2023
- Bir Gece Şiiri - 22 Eylül 2023
- Bülbül Şiiri / Mehmet Akif ERSOY - 11 Eylül 2023
- Hizmet Rehberinden – 2 - 3 Eylül 2023
- Malazgirt Savaşı ve Türk – Kürt Kardeşliği - 26 Ağustos 2023
- Hizmet Rehberinden - 24 Ağustos 2023
- Hikmet-i Amme, Umumî Hikmet - 17 Ağustos 2023
- Güzellik ve Peygamber - 13 Ağustos 2023
- Güzel ve Estetik Yorumlar - 11 Ağustos 2023
- Bakmak, Görmek ve Göstermek - 9 Ağustos 2023