Ana Sayfa / Yazarlar / Şehadette Niçin Hem Abduhu Hem Rasûluhü Diyoruz?

Şehadette Niçin Hem Abduhu Hem Rasûluhü Diyoruz?

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

ŞEHADETTE NEDEN, 

HEM ABDUHU,  HEM RESULÛHU  DİYORUZ?

 

“O’ zât (), ubûdiyet-i külliye cihetiyle 

kesret tabakatının dergâh-ı İlâhîye elçisi olduğu gibi, 

kurbiyet ve risalet cihetiyle dergâh-ı İlâhînin kesret tabakatına memurudur.”

(10. Söz, 2. İşaret)

 

Şehadet getirirken, “ve resûluhu” dediğimizde 

o en büyük, en ileri ve en kâmil Nebi’nin()

Allah’ın bizlere gönderdiği, 

bir hidayet rehberi, bir “beşîr” (müjdeleyici) 

ve “nezîr” (korkutup sakındırıcı) olduğunu dile getirmiş, 

olduğumuz gibi; Cenab-ı hakk’ın hakkında, 

“Demek  ك  ”  zamirinin mercii, 

geçen sıfât-ı kemaliye ile mevsuf olan Zat’tır…”

yani,

Ey Besleme-i şerif’in cami ve 

ve Kemâl sıfatları olan Rahman ve Rahim ismiyle mevsuf, 

Din günün Sahibi, 

Varlığı, terbiye eden, vazifelendiren ve hidayet ve nimetiyle rızklandıran 

Alemlerin Rabbi olan ve bütün isim ve sıfatlarında

CELÂL ve CEMÂL ve KEMÂL mertebelere sahip 

Kusur ve noksandan münezzeh SÜBHAN olan Allah’ım; 

Sana, (-كَ-) yalnız ve ancak SANA İbadet ederiz!..

diye zikrederken iman-ı billah’ı tasdik ettiğimiz gibi;

İşte,

O “sıfât-ı kemaliye ile mevsuf olan Zat ”a karşı,

kulluk cihetinde de bütün bu kulluk vazifelerini 

en mükemmel ve küllî mânâda yapan tek Zât, 

Allah Resûlü Muhammed ()dir

Biz, şehadet getirirken“abdühu” demekle 

O()’nun, bu vazifeyi en mükemmel ve ileri derecede 

yerine getirdiğini ifade etmiş olduğumuz gibi,

Ve yine, O()nun ’ibadette ve kullukta da en ileri kul, 

bütün kulların 

Allah katında temsilcisi, elçisi olduğuna da şehadet etmiş oluruz!..

Meseleye 

küllî bir ubudiyyet nazarı le bakacak olursak,

 O()’nun küll olan kulluk ciheti şudur ki; 

Cem’ sîgasıyla zikredilen نَعْبُدُ’deki zamir, üç taifeye işarettir..

Birincisi

insanın vücudundaki bütün âzâ ve zerrâta râcidir ki, 

bu itibarla şükr ü örfîyi eda etmiş olur.”

(İşârâtü’l-İcâz)

Yani,

Birincisi, bütün insanları temsilen maddi ve manevi varlığı 

ve zerreleri adedince 

vücuduyle bütün kullar adına, ibadet ve ubudiyyeti ile,

bir Rehberi Ekmel, bir İmam-ı Azim’’dir!..

 

“İkincisi, 

bütün ehl-i tevhidin cemaatlerine aittir;

 bu cihetle şeriata itaat etmiş olur.”

(İşârâtü’l-İcâz)
Yani,

ikincisi, Adem (a.s) dan  

asr-ı saadete kadar bütün nebilerin O()’nu müjdelediği

ve yine asr-ı saadetten 

kıyamete kadar bütün velilerin O()’nu tasdik ettiği,

ve davasına baş koyduğu 

Seyyidi’l – Mürselin, Hatemü’l -Enbiya’dır!..

 

“Üçüncüsü, kâinatın ihtiva ettiği mevcudata işarettir. 

Bu itibarla, şeriat-ı fıtriye-i kübrâya tâbi olarak hayret 

ve muhabbetle kudret ve azametin arşı altında sâcid ve âbid olmuş olur!…”

(İşârâtü’l-İcâz)

“Göklerdekiler ve yerdekiler hep O’nu tesbih ederler.” 

(Haşr,24)

Ayet-i celilesi’nce vazifeleriyle ibadet, tesbihleriyle 

sena ve zikir halinde olan 

yerde ki ve göktekilerin, 

bütün maddi ve ruhani yaratılmış mahlukatın,

ibadet ve kulluklarını 

yerdekilerin göktekilerin halifesi olarak,

dünyada kulluğuyle Abid,

mahşerde şefaatiyle, arşı azamın altında Sacid olan,

Allah’ın varlığa gönderdiği 

Habibi, Şefî’î ve İki cihan Serveri, Fahr-ı Kainat’tır!..

 

Rabbimiz Zariyat suresi 56. Ayette şöyle buyurmaktadır;

(Ben) cinleri ve insanları, 

ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım!..”

İbn Abbas’tan bugünkülere kadar tüm müfessirler, 

‘’Biz insanları ve cinleri 

ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” ayetindeki 

‘illa li yabudun’ (bana ibadet etsinler diye) ifadesini 

‘illa li yarifun’ (tanısınlar, bilsinler diye) şeklinde tefsir etmiştir.

 ‘ibadeti’ niçin, ‘marifet’ olarak tefsir edilmiş denilirse…

Zira; 

Marifetsiz ibadet, ibadet değildir. 

Bir şekilden başka bir şey değildir. 

İbadetin özü marifettir

Demek 

ibadet, marifetullaha götürür…

Ubudiyyet, yani kulluk yakine (velayet mertebelerine) vasıl eder…

 

İşte bu sebeptendir ki; Âlemin tüm zerrelerini 

tahlil edip tanımış olsanız bile eğer kendinizi tanımıyorsanız; 

marifetullah’a veya yakîn’e  ulaşamazsınız… 

 

Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbeh.” 

(Nefsini bilen Rabbini bilir.) 

(Aclûnî, II, 262).

 

Demek;

Allah’ı tanımanın tek yolu, nefsi tanımaktır. 

İnsan eğer kendini tanımazsa asla Hakk’ı tanımaya yol bulamaz…

 “Zariat süresi 56.nin âyet-i uzmânın sırrıyla, 

insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gāyesi; 

Hâlık-ı Kâinât’ı 

-kâinâtın yaratıcısını- tanımak ve O’na îmân edip, ibâdet etmektir. 

Ve insanın vazîfe-i fıtratı -yaratılış vazifesi- 

ve farîza-i zimmeti -boynunun borcu-, 

ma‘rifetullah ve îmân-ı billahtır -Allah’ı tanımak ve îmân etmektir-

ve iz‘ân -iyice anlamak- ve yakîn -şübhesiz bilmek- ile vücûdunu 

ve vahdetini –birliğini tasdîk etmektir!..” 

(7. Şuâ,95)

Nitekim; Miraç gecesinde Efendimiz ()’

bu kulluk vazifesini 

velayetinin en yüksek makamında,

en mükemmel bir şekilde yerine getirmiştir…

 

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm

o gecede Cenâb-ı Hakka karşı selâm yerinde اَلتَّحِيَّاتُ ِللّٰهِ demiş. 

Yani, 

“Bütün zîhayatların, hayatlarıyla gösterdikleri

tesbihat-ı hayatiye ve Sânilerine takdim ettikleri 

(vazife ve ibadetlerine dair)  fıtrî hediyeler, 

Ey Rabbim, Sana mahsustur…

Ben dahi,

bütün onları tasavvurumla ve imanımla Sana takdim ediyorum!..”

(6. Şua)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Mevlid Kandili Hakkında

Mevlid Gecesi / Kandili Hakkında ! Bu yazıdan sonra alttaki başlıkları tıklayarak diğer yazılara da …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Soyunun Devamı Uğruna Ölen Canlı

Soyunun Devamı Uğruna Ölen Canlı   Karıncalar oldukça uyumlu bir toplum olarak yaşıyorlar. Kolonilerinin büyük …

Kapat