Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Şehir Kuran İnsandan İnsan Kuran Şehre

Şehir Kuran İnsandan İnsan Kuran Şehre

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Şehir Kuran İnsandan
İnsan Kuran Şehre

-Kur’ân-ı Kerim’de Şehirle Alakalı Kelimeler Bağlamında Bir İnceleme-

Prof. Dr. Ali Karataş 1

İnsan kendisine verilen çeşitli yetiler sayesinde varlıkla ilişki kuran, kişiliğini ve kimliğini inşa eden bir varlıktır. Ancak bu inşa süreci boşlukta gerçekleşmemekte, bilakis birçok faktör kişilik ve kimlik inşasını etkilemektedir. Bireyin kimlik ve kişilik inşasını belirleyen bu faktörlerden birisi de şehirdir. Şehrin inşa edilmesi insana bağlı olduğu halde yani şehir bir fail değil meful iken nasıl oluyor da bir fail olarak şehrin, insanı inşa ettiği sorulabilir. Aslında burada tek bir fail var, o da insan. Şehre bu rolün verilmesi belki mecazen olabilir. Çünkü insan nasıl isterse şehri öyle inşa eder, sonrasında inşa ettiği bu şehrin etkisi ile kendisini şekillendirir. Bu nedenle insanın inşa edilmesi için şehrin doğru bir şekilde inşası önemlidir. Ayette de buyrulduğu üzere insanın eliyle yaptığı şeyler yine insana dönmektedir: “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu. Böylece Allah -dönmeleri için- yaptıkları şeylerin bir kısmını onlara tattırmaktadır.”2

İnsan, ihtiyaçları için mekân ve şehir inşa eder. İhtiyaçlar sadece dünyevî arzu ve isteklere yönelik ise mekânlar bunlara göre şekillenir. Dolayısıyla mekân ve insanın inşasında döngüsel bir durum söz konusudur. İnsan şehir kurarken dünyasını ve ahiretini kazandıracak unsurları dikkate almadığında yaptıklarının sonucu yine kendisine dönecektir. İnsan mekânda yaşamakta ve zamanını mekânla inşa etmektedir.

Kur’ân penceresinden bakıldığında mecazen de olsa şehre fail rolü verildiği görülür: “Nice şehir/ karye var ki Rabbinin ve elçilerinin buyruğuna başkaldırdı.”3 ayeti buna bir örnektir. Ayette şehir ile içindeki halkı kastedilmiş olsa da, bu ikisinin birbirinden ayrı düşünülemeyeceği dikkate alındığında, şehirlerin ruhlarından ve bir tavır alış biçimlerinin varlığından söz edilebilir. Şöyle ki insan kendi inancını, kültürünü ve
değerlerini şehirler üzerinden görünür kılar. Bu bakımdan şehirler toplumların aynası ve medeniyetlerin hafızası gibidir. İnsanın inancı, fazileti ya da rezileti mekândan bağımsız olmayıp belli bir mekânda ortaya çıkar. Bu bakımdan insan ile şehir arasında canlı bir ilişki vardır. Bundan olsa gerek Kur’ân şehri bir fail olarak takdim eder, insana verilen nitelikleri şehre yükler. Bu bağlamda zikredilen ayetlere bakıldığında Kur’ân’dan hareketle şehre yönelik bazı sonuçlara ulaşılabilir.

Kur’ân’da Şehirle İlişkili Kelimeler

Kökü Farsça “il, kent” anlamındaki şahr olan şehir sözcüğü TDK sözlüğünde “nüfusunun çoğu ticaret, sanayi, hizmet veya yönetimle ilgili işlerle uğraşan, genellikle tarımsal etkinliklerin
olmadığı yerleşim alanı, kent, site” şeklinde tanımlanmıştır. Şehrin Arapça karşılığı ise medînedir. Kur’ân’da karye, dâr ve beled-belde medîne ile anlamsal açıdan ilişkili olan sözcüklerdendir. Konumuza katkısı açısından bu kelimelere kısaca değinelim.

Kur’ân’da on yedi defa geçen medîne4 “bir yere yerleşmek” anlamındaki m-d-n filinden gelmekte olup “yerleşilen yer” demektir. Başka bir görüşe göre ise “hükmetmek” anlamındaki dâne kelimesinden türemiş olup “sultan tarafından idare edilen yer” manasındadır. Bu yerlerin üçünde özel olarak Medine şehri ifade edilmektedir. Kur’ân’daki kullanımlarına bakıldığında kelime, herhangi bir vasıfla olumlu veya olumsuz bir değerle nitelenmeden insanların kendisinde ikamet ettiği bir yeri/mekânı anlatmaktadır.

“Toplanmak” anlamındaki k-r-y kökünden gelen karye insanların kendisinde bir araya geldiği yerdir.5 Daha çok “suyun toplanması” şeklinde bir muhtevaya sahip olan k-r-y fiilini bu bağlamda düşündüğümüzde karyede insanların bir araya gelme sebebinin suya dayandığı söylenebilir. Su hayattır ve hayatın kaynağı sudur. Bu nedenle medeniyetler su havzalarında şekillenmiştir. Karye, Kur’ân’da elli yedi yerde geçmektedir. Bu yerlerin çoğunda geçmiş toplumların helak edilmesiyle ilişkili bir muhtevaya sahiptir. “Allah şöyle bir şehri/ karyeyi örnek veriyor: Bu şehir güvenlikli ve huzurluydu. Her yerden oraya bolca rızık geliyordu. Derken bu karyenin/şehrin ahalisi Allah’ın nimetlerine nankörlük etti. Allah da onlara yapıp ettikleri yüzünden açlık ve korkuyu tattırdı.”6 ayetinde öncelikle karye güzel bir vasıfla zikredilmiş ancak halkının yaptıkları yüzünden bu karyenin çeşitli musibetlere maruz bırakıldığı bildirilmiştir. Söz konusu karye bu ayete göre güvenilir, insanı tedirginliğe sürükleyen unsurlardan uzak bir yerdir. Bu karyenin/yerin rızkı her taraftan bolca gelmektedir. Zikri geçen karye âmine özelliğine sahiptir yani korku, tedirginlik, endişe, açlık, öldürülme vb. kötü unsurlardan uzaktır. Karyenin mutmain olması ise endişeye sevk eden durumların ortadan kaybolmasıyla gelen huzurdur. Üçüncü özelliği ise rızkını temin edecek şeylerin buraya çokça gelmesidir. Rızkın bol olması bir yerin halkının refahını artırmaktadır. Ancak refah ve bolluk şımarmaya da sebep olabilir. Bu nedenle karyenin halkı şımarıp Allah’ı inkâr ettiğinde güven ve huzur ortamı kaybolmuş böylece Allah onları açlık ve korku ile imtihan etmiştir.

Binaları bir araya getiren mahal, duvarın kendisini kuşattığı ev” anlamındaki dâr sözcüğü Kur’ân’da türevleriyle 55 defa geçmektedir. Geçtiği yerlerde ev, şehir anlamlarının yanı sıra cennet ve cehennem anlamlarına da gelmektedir.7 
Ayetlerde bir şehir gibi özel olarak yerleşim yerine işaret etmekten ziyade mesken edinme ve yerleşme bağlamında insanların bulunduğu yerleri, bazılarının bu yerlerden zorla çıkarılmalarını ve bazı toplumların yurtlarında helak edilmesini anlatmaktadır. Allah, insanların yurtlarından edilmelerini yasaklamış ve bu konuda İsrailoğulları’ndan söz almıştır.8 Yurttan çıkarma o derece kötü bir davranış ki insan ile Allah arasında özel bir misaka konu olmuştur.

Diğer bir kelime olan belde, çeşitli manalara gelse de temelde “merkez” demektir. Kök itibariyle “devenin bir yere çökmesi ve oturması” anlamındaki b-l-d fiil olarak “bir yeri yurt tutmak, devamlı kalmak üzere bir yere yerleşmek”; isim olarak ise “yerleşenler tarafından yaşanabilir bir hale getirilen ve sınırları belirli geniş yer” manasındadır. Vahşi hayvanlar için büyük çöl, ölüler içinde de mezar vatan olduğu için belde diye isimlendirilmiştir. Buna göre belde gerek yerleşilen gerekse yerleşilmeyen boş her türlü yer için kullanılan bir kelimedir.9 Bu kökten
türeyen kelimeler Kur’ân’da beled, belde ve çoğul olarak da bilâd şeklinde toplamda on dokuz defa geçmektedir. Beldenin, beledin kısımları olduğu söylenir. Beled bazı ayetlerde özelde Mekke’ye işaret etmekle birlikte cins isim olarak da genel bir mânâ içeriğine sahiptir. Geçtiği ayetlerde âmin, tayyip, meyyit; belde ise meyte ve tayyib sıfatları ile nitelenmiştir. Şimdi beled ve belde kelimelerini bu sıfatlarıyla birlikte inceleyelim.

Kur’ân Bağlamında Beled ve Beldenin Özellikleri

a) Güvenli ve Korkudan Uzaklık/Âmin

“Korkunun zıttı, kalp huzuru” anlamına10 gelen el-emn ile aynı kökten olan âmin olma yani  güvenlik وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا بَلَدًا اٰمِنًا 
Hani “İbrahim ‘Rabbim! Bu şehri güvenli bir yer eyle.” demişti”11 ayetinde bir beldenin niteliği olarak zikredilmiştir. Bu belde Mekke’dir. Hz. İbrahim, Mekke’nin güvenilir bir şehir kılınması için Allah’a dua etmiş ve Allah da onun duasını kabul buyurmuştur. Normal durumlarda ve savaş esnasında başka yerlerde yasak olan davranışlar buraya gelenlerin korkudan emin olması için haram kılınmıştır. Bu bağlamda bu şehirde kuşların avlanması, ağaçların kesilmesi ve öldürme gibi davranışlar men edilmiştir. Allah, emin bir şehir olarak “Şu emin beldeye yemin ederim ki!”12 şeklinde Mekke’ye yemin ederek ona özel bir önem vermiş ve böylece onun insanlara güven veren bir yer olmasına dikkat çekmiştir. “Yemin ederim bu beldeye!”13 ayetinde de kendisine yemin etmek sureti ile Mekke’ye değer atfetmiştir.

Mekke daha önce çöl halinde, dağlar arasında susuz, bitkisiz bir vadi iken Hz. İbrahim hanımıyla kundaktaki çocuğu Hz. İsmail’i getirip buraya bırakmıştı. Burası daha sonra Kâbe’nin burada inşa edilmesiyle insanların akın ettiği bir yer haline geldi. Cana dokunulmayan bir yer olarak insanların korkudan emin olduğu şehir niteliğini kazandı. Fakat kafirlerin zalimce tutumları ile bu niteliğini bir süre de olsa kaybetti. İnsanlar inançlarından dolayı zulme uğradı. Neticede bu belde kendisine akın edilen merkez değil kendisinden kaçılan bir yere dönüştü.

b) Sevimli ve Hoş/Tayyib Olmak

“İğrenç ve kötü” anlamındaki habis kelimesinin zıttı olan tayyip “sevimli, güzel ve hoşa giden” şey demektir.14 ۚ
ِّوَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۚ وَالَّذ۪ي خَبُثَ لَا يَخْرُجُ اِلَّا نَكِدًاۜ كَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ۟

Rabbinin izniyle güzel memleketin bitkisi (güzel) çıkar; kötü olandan ise faydasız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir kavim için ayetleri böyle açıklıyoruz.”15
ayetinde beled, tayyib ve habis sözcükleri ile nitelenmiştir. Bu ayet mümin ve kafiri anlatan bir darbı mesel olarak alınabilir. Bununla birlikte burada verilen misalin hakiki mânâda da değerlendirilmesi mümkündür. Bu çerçevede tayyip yani hoş olan toprağın ve şehrin bitkisi de güzel çıkar. Bu şehir güzel ürünler verir. Burada mümin güzel bir şehre benzetilerek şehir ve insan arasında bir ilişki kurulmuştur. Müminin davranışları nasıl iyi bir niteliğe sahipse şehrin ortaya çıkardığı ürünler de benzer nitelikte olacaktır. Allah, Kur’ân’ı gönderdiğinde ona inanan ve onun gereklerini yerine getiren insan güzel davranışlarda bulunur. Toprağı bereketli olan bir şehre yağmur yağdığında da o şehrin bitkisi güzel olarak ortaya çıkar. Bu nedenle insan kendisini inşa etmesi gerektiği gibi yaşadığı şehri de inşa etmelidir. Çorak bir yere yağmur yağsa da bu yerden ürün elde etmek zor olacaktır. Bu nedenle şehrin bereketli topraklarda kurulması oradaki bereketi artıracak bir unsurdur.

Toprağı kirli olan bir yere gelince, oraya yağmur yağsa da o yer faydasız ürün verir. Bu durum kafiri niteler. Kafir ürün vermeyen veya faydasız ürün veren toprağa benzer. Nasıl ki bu toprağa yağmur yağdığında bu yağmur ona fayda vermiyorsa kafir kendisine fayda veren şeyleri duysa da ondan öğüt olmaz. Toprak ürün verecek nitelikte olmalı, şehir de bu şekilde. Bir insan kendisini gerçeklere kapatırsa ona öğüt etki etmez. İnşa ettiği şehri de faydalı ürünler ortaya çıkaracak bir halde inşa ederse o şehir güzel ürünler verir. İnsanlar o şehirde yaşamak ister, oradan kaçmaz. Bazı mekânlar ferahlık verirken bazıları da iç bunaltısına sebep olur. Suyun içine konulduğu kabın suyun temizliğini etkilemesi gibi insanın içinde yaşadığı şehrin tayyip veya habis olması onun ruhunu da etkileyecektir. Zira insan tabiat olarak güzelden hoşlanmaya ve çirkinden de nefret etmeye meyillidir.

Andolsun, Sebe’ kavmi için oturduğu yerlerde büyük bir ibret vardır. Biri sağda, diğeri solda iki bahçeleri vardı. (Onlara:) Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin. İşte güzel bir memleket ve çok bağışlayan bir Rab!”16 ayetinde hoş bir beldeye değinilmiştir. Bu ayette bahsedilen Sebe, Yemen’e yerleşmiş, kurdukları medeniyet dillere destan olmuş bir kavimdi. Halkı zenginlik, sağ ve sollarından uzayıp giden bağ ve bahçelerin ortasında bir vadide huzur içinde yaşamaktaydı. Güvenli ticaret yolları tesis etmişler ve kârlı ticaretler yapmışlardı. Hz. Süleyman’ın davetiyle müslüman olan kraliçe Belkıs zamanında manevî olarak da yükselmişlerdi. Öyle ki Allah, bu beldeyi “İşte güzel bir memleket.” diye takdim eder. Ancak Sebeliler daha sonra şirk ve tefrikaya düşmüş, Allah’ın nimetlerine nankörlük etmişlerdi. Nitekim bir felaketle bu imkânlarını kaybetmiş, tayyip vasfını yitirmiş ve buradan göç etmek zorunda kalmışlardı.

c) Ölü/Meyyit Olmak

Beled ve belde kelimeleri meyte ve meyyit kelimeleriyle de nitelenmiştir. Bu ayetlerde ürün bitirme özelliğini yitirmiş ancak Allah’ın kendisini yağmur ve suyla dirilttiği ölü şehir ve toprağa dikkat çekilmiştir. Allah’ın yağmurla dirilttiği belde imanla hayat bulan ve Allah’ın imanla dirilttiği şehre benzer ki şu ayet böyle bir bağlamda anlaşılabilir: “Rüzgârları rahmetinin önünde müjdeleyici olarak gönderen O’dur. Biz, gökyüzünden tertemiz bir su indiririz. O suyla ölmüş topraklara hayat bahşederiz, yarattığımız nice hayvan ve insanın su ihtiyacını
onunla karşılarız.”17. Peygamber’in sunduğu ilke ve esasları kendisine rehber edinmeyen bir şehir ölü bir toprak ve şehirdir. Peygamberler Allah’ın gönderdiği adeta tertemiz bir su gibidir. Bu su, insan ve canlılara hayat verdiği gibi peygamberler de hem insana hem de insanın inşa ettiği şehre hayat verir. Şehirler, vahyin ilkeleri ile meyte/ölü olmaktan kurtulur ve içinde yaşayanlar da ruhsuzluktan, cansızlıktan imanla azat olurlar.

Şehrin ruhu “insanlar tarafından oluşturulan ve var kılınan, bir mekâna kimlik ve kişilik kazandıran şey” olarak tanımlanabilir. Şehrin ruhu bir şehirden sökülüp alındığında o şehir taş yığınından öte bir şey değildir. Bu ruh, şehre insan tarafından verilir. Şehir ile insan arasındaki ilişki iki sevgilinin birbiriyle olan münasebeti gibidir. İnsan şehri var eder ve şehir de insanı ayakta tutar.18 Eğer bir şehirde insanı ayakta tutan ve insanı o şehre ait kılan, aidiyeti güçlendiren unsurlar yok ise tıpkı birbirini seven iki insan arasındaki bağın kopması gibi şehirle insan arasındaki bağ da kopar. Bu nedenle insan ailesi, yakınları ve dostları ile bağını güçlendirecek unsurları çoğaltması gerektiği gibi şehirle bağını kuracak etkenleri de inşa etmeli ve oluşturmalıdır. Bu yapılmadığında şehirle arasındaki bağların kopması kaçınılmazdır.

NOTLAR
1 Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Temel İslâm Bilimleri Bölümü
2 Rûm, 30/41.
3 Talak, 65/8.
4 Ebû Nasr İsmail b. Hammad el-Cevherî, es-Sıhâh, thk. Ahmed Abdülğafur Attar (Dâru’l-İlm Li’l-Melâyîn, Beyrut, 1987), 6/2201.
5 İbn Fâris, Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luğa, tahk. Abdüsselam Muhammed Hârun (Dâru’l-Fikr,
Beyrut, 1979), 5/78.
6 Nahl, 16/112.
7 ‘Ebū ‘Abdillāh el-Huseyn b. Muhammed ed-Dāmeġānī, Kāmūsu’l-Kur’ān, thk. ‘Abdul’azīz
Seyyid el-’Ehl, Dāru’l-’İlm li’l-Melāyīn, Beyrūt, 1983, 177.
8 Bakara, 2/84.
9 İbn Fâris, Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luğa, 1/298.
10 Cevherî, es-Sıhâh, 5/2701.
11 Bakara, 2/126.
12 Tîn, 95/3.
13 Beled, 90/1.
14 Cevherî, es-Sıhâh, 3/453.
15 Araf, 7/58.
16 Sebe, 54/15.
17 Furkan, 25/49.
18 Mehmet Mahfuz Söylemez, “Şehirlerin Ruhu Üzerine”, Yakın
Doğu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2018, c. IV, S. 2, s. 383.

Din ve Hayat Dergisi, 45. Sayı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
“Allah Kimseyi Fahiş – Sefil – Etmesin!”

"ALLAH KİMSEYİ FAHİŞ - SEFİL- ETMESİN!" Bir -güya- "ulusal" gazetedeki üç-beş yazar ile o “kitle”nin …

Kapat