Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Şehirli Haklarının İhmal Edilen Yüzü: Mânevî Gelişim

Şehirli Haklarının İhmal Edilen Yüzü: Mânevî Gelişim

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Prof. Dr. Recep Bozlağan
Marmara Üni. Siyasal Bilg. Fak. Dekanı

Şehirli hakları veya moda tabirle kentsel haklar dendiğinde üzerinde durulan temel konu “fiziksel ve mekânsal anlamda daha iyi bir ortamda yaşama hakkı” olarak temellendirilmekte ve bu hakkın gereği olan bütün düzenlemeler bu zemin üzerine inşa edilmeye çalışılmaktadır. Hål böyle olunca, getirilen çözürmlerin önemli kısmı belki de büyük çoğunluğu, Türk insanının geleneklerine, inançlarına, değerlerine ve bir bütün olarak maneviyatına yabancı kalmaktadır.

Şehirlerimizin yaşanabilirliği, caddelerin genişliği, kaldırımların düzeni, parkların ve yeşil alanların peyzajı, apartmanların ve binaların sıra sıra olması, taşıtlar için yeterli otoparkların varlığı, ulaşım sisteminin düzenli çalışması, kültür ve spor tesislerinin yeterliliği gibi fiziksel-mekânsal özellikler taşıyan kriterlere indirgenmektedir. Şehrin dayandığı felsefe, onu anlamlandıran ruh, şehir hayatını şekillendiren manevî dinamikler ya geri planda kalmakta ya da hatırlara hiç gelmemektedir.

Sonuçta selâm vermenin sünnet, tebessümün sadaka, kul hakkını çiğnemenin günah, israfın haram olduğu bir inanç sisteminin temsilcilerinin yaşadığı şehirler, yine onların ellerinde âdeta bir yeryüzü cehennemine dönüşebilmektedir.

Türkiye şehirlerinde neredeyse hiç kimse birbirine selâm vermemekte, tebessüm dahi etmemektedir. Devlet dairesindeki memurun suratı asık, hastanedeki doktorun suratı asık, karakoldaki polisin suratı asık, asansörde karşılaştığınız insanların suratı asık. Selâmın ve tebessümün
unutulduğu, şüphe ve tereddüdün hákim olduğu bir topluma dönüştük.

Kul hakkından korktuğunu iddia eden, ama trafikte diğer insanların haklarına asla saygı duymayan, trafik kurallarının hiçbirine uymayan, trafikte tartıştığı insanları öldüresiye döven, zaman zaman cana kasteden ve hatta öldürebilen insanların yetişebildiği bir topluma dönüştük. En dindar hatta ehl-i tasavvuf mimarların, müteahhitlerin bile “Amerikan” hayat tarzına taş çıkartacak bir umursamazlıkla projelendirdiği ve inşa ettiği siteler ve rezidanslar şehirlerimizin her tarafını işgal etmekte. 30-40 katlı apartmanlar, toplumumuzun mezar taşlarını andırırcasına boş bulunan her arsaya dikilmekte. 5-6 katlı apartmanların arasında kalan bir arsaya 30-40 katlı rezidanslar inşa edilirken, çevredeki binalarda oturan insanların manzarasının kapanması, güneşinin engellenmesi, şehrin nefes alma koridorlarının tıkanması, siluetinin yok edilmesi ve gözüdönmüş bir rant hırsının teşvik edilmesi hiç kimseyi rahatsız etmemektedir.

Koca bir mahallede yaşayabilecek yüzlerce insan bir apartmanda balık istifi gibi üst üste yaşamaya zorlanmakta ve bu konut tercihi özendirilmektedir. Apartmana girenin çıkanın belli olmadığı, neredeyse hiç kimsenin birbirini tanımadığı, alt katta cenâze mâtemi tutulurken üst kattakinin yüksek sesle müzik dinlediği, hatta tepine tepine dans ettiği, apartman toplantılarına hiç kimsenin katılmadığı, komşuluğun tamamen unutulduğu, herkesin kendi keyfine (kafasına) göre takılarak haz peşinde koştuğu, atomize olarak kendi dünyasını kurduğu bir hayat tarzı muteber håle geldi.

Mahremiyet ilkesinin hiç hatırlanmadığı, evin dış kapısından bakan birinin salonda kim var kim yok görebildiği, misafirlerin hiçbir zaman rahat edemediği, salon dışında oturulabilecek ferah bir odanın bulunmadığı, Müslümân aileler için değil, âdeta komün hayatı yaşayan topluluklar için inşa edilmiş evler kapış kapış gitmektedir.

En gencinden en yaşlısına kadar ülke nüfusunun büyük çoğunluğu kısa zamanda zengin olmanın derdine düşmüş vaziyettedir. Durum o kadar vahim boyutlara ulaştı ki bir gayrimenkul satış şirketi “İstanbul’da toprağın olsun, isterssaksıda olsun.. Kısa zamanda zengin olmak istiyorsanız bizi arayın” sloganı ile reklâm yapabilmekte; Peygamberimiz Hz. Muhammed’in övgüsüne mazhar olmuş Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği, Mimar Sinan’ın göz nuru ile ilmek ilmek işlediği, Osmanlı padişahlarının imar etmek için birbirleriyle yarıştığı İstanbul’u zengin olmanın bir aracı olarak görebilmektedir.

Cüzdanî gelişim vicdanî gelişimin önüne geçmiş, izzet ve itibar tamamen maddiyata odaklanmış vaziyette. Zengin dindarların bile evlerine hiçbir fonksiyonelliği olmayan, her biri diğerinden pahalı aksesuarlardan, dekoratif objelerden ve gösterişli mobilyalardan girilememekte; lüks, gösteriş ve şatafat almış başını gitmiş durumdadır. Duvarlara birkaç suret yerleştirildiğinde, bu insanların evlerini ehl-i dünyanın evlerinden ayırmak neredeyse imkânsız hâle geldi.

Gittikçe içi boşlatılan mânevî değerler sûreta yaşanmakta, kimi zaman da dünya nimetlerine konmanın bir aracı olarak görülmekte ve ustaca kullanılmaktadır. Birçok ağızdan dökülen dualar, mütevazı sözler ve mutedil håller, menfaat mücadelesinin maskelerine dönüşerek, toplumun dayandığı asli değerleri içten içe kemirmektedir.

Hülâsa ülke topraklarının %99’u iskân edilmemişken, yetmiş beş milyon insanı bir avuç toprakta ikâmete mecbur bırakan, şehirlerde rant kavgasını körükleyen, insanı tekâmüle erdirecek inanç ve değerleri ayaklar altına alan bir şehirleşme sürecinden sağlıklı nesillerin çıkması mümkün değildir. Son elli yıldır devam eden bu sürecin varabileceği nokta Gezi Parkı’ndan başka bir şey değildir. X, Y, Z, Ğ kuşakları bu şehirlerin ve şehirleşme eğiliminin doğal ürünüdür ve gerekli tedbirler alınmazsa sonuç daha vahim olabilir.

Tipkı yanan bir mumun erimesi gibi toplumumuzu sessizce eriterek onun özünü bozan, şeklini şemalini biçimden biçime sokan bu çürüme sürecinin durdurulması, devletin, yerel yönetimlerin, sivil toplum örgütlerinin ve kanaat önderlerinin en âcil görevlerinden biri hâline gelmiştir. Toplumun hiç olmazsa çoğunluğunun manevî anlamda gerçek bir tekâmül sürecine girdiği, maddiyata odaklanmaktan kaynaklanan illetlerden büyük ölçüde kurtulduğu, yardımlaşmanın, dayanışmanın, kul hakkına saygının ön planda tutulduğu bir manevî gelişim sürecinin başlatılması elzemdir.

Yaygın ve örgün eğitim müfredatında, belediyelerin ve diğer kurum ve kuruluşların faaliyetlerinde insanî değerlerin anlam ve önemi etkili bir şekilde işlenmelidir. Aileler çocuklarını kanaatkâr, toplumsal değerlere saygılı, demokratik değerlere bağlı, inançlı bir şekilde yetiştirmeye özen göstermelidir. Bu durum, çocukların yüksek özgüven sahibi olmalarını da kolaylaştıracaktır. Maddiyatın insanı küçülten labirentinden kurtulan çocuklar, maneviyatın sağladığı gönül zenginliği ile olağanüstü bir cesarete ve irade gücüne yelken açabilecektir. Kültür ve sanat hayatımız da manevî gelişimi teşvik edecek ve yönlendirecek şekilde organize edilmelidir. Bütün kültürel ve sanatsal faaliyetlerin ana amacı insanı yüceltmek ve tekâmüle ulaşmasına katkı sağlamak olmalıdır.

Şehirli hakları yalnızca fiziksel-
mekânsal unsurlara ve kentsel sistemlerin düzenli bir şekilde işlemesine indirgenmemelidir. Bir şehir ne kadar düzenli görünürse görünsün, içinde yaşayan insanlar egoist, sadist ve hedonist ise o sistem çürüyerek yok olmaya mahkûmdur. Manevî gelişim insanın en temel haklarından hatta yükümlülüklerinden biri olarak kabul edilmeli ve bunun hayata geçirilmesine yönelik kapsamlı bir eylem planı uygulanmalıdır.

Kaynak: Şehir ve Düşünce Dergisi, 2. Sayı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Suriye devleti nasıl kuruldu? Esed dönemi nasıl başladı?

Yavuz Sultan Selimin 1517 yılındaki Mısır seferi sırasında fethedilerek Osmanlı Devletine dahil edilen Suriye toprakları …

Kapat