Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Şehrin ve Hayatın Hâl Dili: GÖNÜLLÜLÜK

Şehrin ve Hayatın Hâl Dili: GÖNÜLLÜLÜK

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Prof. Dr. Recep ASLAN
Afyon Kocatepe Ün. Veteriner Fak.Fizyoloji Anabilim Dalı

Anadolu coğrafyasının mayası medeniyetimizin şehirlere nakşettiği asıl dil gönüllülüktür.
Fıtrat toplumunun gönüllülük dilinin en okunur ve duyulur sesi vakıflardır. Bu dilin mümbit iklimi “vakfet, yaşa ve yaşat” anlayışını düstur edinmiş gönüllülük medeniyetidir. Vakıf medeniyeti olarak da bilinen bu gönüllülük, yeryüzünü imara memur halîfetullah vasıflı insanın irfan ve
tevhide dayalı idrak sesinin görünür hâle gelmiş hâlidir ve bu ses, bu soluk sınırı olmaksızın hayata bir hediyedir. Gönül dili ve gönüllülük fıtratın insana ve diğer varlıklara bakan en önemli yüzüdür.
Gönüllülüğe bakan yönüyle vakıflar, hayata karşılıksız ve beklentisiz verişin somutlaşmış sesidir.
Sosyolojik olarak ise; bölmeden,
ötekileştirmeden kabul eden insanın varlığı tek bir vücut gibi gören kalp ve zihin dünyasının tüm zamanlarda anlaşılabilecek dilidir.
Bu önemli seslenişi güncel kulakla dinlemeye, anlamaya, ikame ve
ihyâ etmeye mecburuz. Âdem aleyhisselamdan gelen genetik bilgiye sevdalı bireyler, sivil toplum kuruluşları, akademi, yerel yönetimler ve merkezî iradenin öncelikli sorumluluğu bu dili anlamak ve güncel kazanımlarla kullanmak ve sürdürmektir.(1)

Gönüllülüğün hüviyet kazanmış
dili vakıflar, dönüşüm sürecinde Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’den miras alınan Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti misyonu kaybedilmeden günümüze aktarılmış, Vakıflar Genel Müdürlüğü vasıtasıyla
çok zorlu millî ve küresel koşullara rağmen korunmuş ve yaşatılmıştır. Bir hâl dili olarak eserler ve etkileri ile bir mânâyı ikame eden bu dil, şehir ve toplum hayatının alanında sesini duyurmuştur. Osmanlı toplumu ve günümüz Türkiye’sinde vakıflar ve gerçek STK’lar, okutan, eğiten, doyuran, giydiren, ısıtan, evlendiren, iyileştiren, hayvana sahip çıkan, halk sağlığını koruyan, yol, su, okul, mescid inşâ eden, tekkeleri ile hayatı ve gönülleri imar eden, hülâsa her derde derman bir dilin seslenişi devam eden anıtsal ve canlı belgelerdir.

Her toplumda farklı isimlerle karşımıza çıkan hayr ve infak dili, kadim kültürümüzde vakıf olarak tezâhür etmiştir. Osmanlı’da devletin dış güvenlik, iç işleri ve adalet hizmetleri dışındaki tüm hizmetlerinin vakıflar yoluyla yerine getirilmiştir. Bu sivil inisiyatif, tam da demokrasi kültüründe arzulananı yapmış, vakıfların olmadığı koşullarda şehir ve toplum hayatı noksan, eksik ve sürdürülemez bir format inşâ edilmiştir. Bin yıla yakın süren bu gönüllülük, şehir ve toplum hayatının bina edildiği temel platform olarak gerektiği gibi anlaşılabilmiş değildir. Câzibe merkezi şehirler, marka şehirler gibi kavramlara ulaşılabilmesi, insanı ve şehir hayatının diğer bileşenlerini ezmeden, yok etmeden sağlanabilmelidir. Aksi hâlde, dünyanın yedi harikası kapsamındaki piramitleri ve Çin Seddi’nin hangi koşullarda insana inşâ ettirildiği unutulmamalıdır. İnsan hakları, risk gruplarına pozitif ayrımcılık, insan onuru, barışık yaşam, yaşam boyu öğrenme gibi evrensel değerleri koruyan bir gönüllülük esastır. Taşıdığımız mirasın günümüze de ufuk açacak ilerilikte olduğunu ortaya çıkarak daha kılcal, daha spesifik çalışmalara ihtiyaç vardır, hatta bu konuda bir enstitü, bir anabilim dalı oluşturulması düşünülmelidir.
Osmanlı Devleti’nde altyapıdan şehirciliğe, çevreden sağlığa, temizlikten onarıma, eğitimden kültüre, kız çocuklarından yaşlılara, kimsesizlerden engellilere, evlenecek olanlardan geçim sıkıntısı çekenlere, ekonomiden ticarete tüm toplum ihtiyaçları vakıflara konu olmuş, hayatın sürdürülebilirliği için ihtiyaç duyulan her bir alanda inşâ edilmiş vakıflar bu aktiviteleri vazifeleri bilmişlerdir.(2, 3)

Yalanın Dili: Toplum Menfaati Giydirilmiş Yapılar

Çok kısa da olsa mutlaka vurgulanması gereken bir husus var ki toplumumuz bu konuda yaşadığı acı tecrübeyi bu uyarı ile daha anlamlı bir yere oturtabilecektir. Sivil toplumun dilini ve gönüllülüğü anlamaya çalışırken, toplum menfaati kisvesi giydirilmiş bireysel ego tatmin yöntemlerini ve ajandası gizli organizasyonları baştan
kapsam dışı bırakmak gerekmektedir. Toplumda gönüllülük refleksini felç eden hatta öldüren bir dejeneratif faktör olan sahte gönüllü kuruluşların günlük dildeki tam karşılığı, yalan, kandırma ve süslenmiş yüzsüzlüktür. Gönül, kalbin doğruyu yanlıştan ayıran fuad özelliğinin duygusal ifadesidir. Bu tanım doğrultusunda inşâ edilecek bir gönüllülük dili, şehir ve toplum için olmazsa olmazdır. Bu önemli koşul insanın fıtratında mevcut olsa da, işlemcisindeki virüslü program onun aktif olmasını engellediğinden, ailenin, devletin, eğitim sisteminin, şehreminlerinin, medyanın, kanaat önderlerinin ‘hak söz’ niteliğindeki gönül dilini etkin kılmak gibi aslî bir sorumlulukları olduğu unutulmamalıdır.

Şehir Hayatı ve Popülasyon Ekolojisi İçin STK’lar

Gönüllülük dili popülasyon ekolojisinin güçlü olduğu şehirlerin sürdürülebilir kalkınması için şarttır. Sanatını, işini gönüllü yapmak, toplam kalite yönetimi açısından da tecrübe edilmiş bir yöntemdir. “Gönülsüz aş, ya karın ağrıtır ya baş.” deyişi tamamen bunu vurgular ve bir çıktı kontrolü ifadesidir. Bu sebeple, gönüllülük üzerine bina edilen müesseseler, şehir hayatı ve toplum için hayâtî platformlardır. Sürdürülebilir gönüllü teşekküllerin bugünkü adı sivil toplum kuruluşlarıdır, kültürel hafıza lügatimizdeki adı ise cemiyetler ve vakıflardır. Gönüllülük esasına dayalı bakış açıları, aktiviteler, şehrin ve hayatın kılcallarına nüfuz etmemişse, o toplum kör, sağır ve dilsizdir; sağlıklı bireysel münasebetler ve kişilik gelişim süreçleri geliştirilemez. İnsana ve topyekûn varlığa karşı kör, sağır ve dilsiz bir toplumda insan onurunu, barışı ve demokratik yaşam standartlarını ikame etmek ve sürdürmek mümkün olmaz. Halkın kararlara organik katılımı anlamının standartlarının yükseltilebilmesi ancak toplumun dilini bilen, izleyen ve bu konuda kullanılabilir bilgiler üreten bir sistemle mümkündür ki bunu sağlayacak tüm zamanlara ait olgu gönüllülüktür.

Şehir Hayatında Gönüllülük Dili Göstergeleri

İnsan hamurundaki potansiyel değerlerden biri, karşılık beklemeksizin yardımlaşma ve dayanışma hissidir, kendisindeki gücü paylaşma duygusudur. Bu hissi ve bu duyguyu yaşamış ve yaşatmış sayısız vakıf ve cemiyet, süregelen tarihimizde insana, şehre, çevreye karşı önemli bir işlevi yerine getirmiştir.

Kısaca vakıf, bir malın veya bir gelirin, şahsî mülkiyetten çıkarılarak, belli şartlar ve hedeflerle ama bir karşılık beklemeksizin insan, hayvan ve çevrenin hizmetine tahsis edilmesidir. Tarihimizdeki sayısız vakıf bu evrensel görevin toplumumuzca nasıl yerine getirildiğinin belgeleridir. Yaşantıyı şehir hayatı ve yaban hayatı olarak bölmemesine rağmen, kapsama alanı fotoğrafları çekildiğinde vakıfların şehir hayatını ve doğayı bir bütünlük içinde koruduğu ve geliştirdiği görülmektedir. Birkaç örneğe bakmak, bunu somutlaştırması açısından önemlidir.

Mürselli İbrahim Ağa tarafından bina edilen Leylek Vakfı, İzmir Ödemiş’teki leyleklerin beslenmesi için senelik yüz kuruş tahsis ederek, bunu vakfiyesinde kayıt altına almıştır. Hicrî 1307, Mîlâdî 1189 yılında kurulmuştur ve kim bilir kaç leylek bu vakıf sayesinde havada uçmaya devam etmiştir. Sevgi ve şefkat medeniyetinin insanı, çocuk, kadın, hasta ve yaşlılar gibi risk gruplarına sürdürülebilir bir hayatı sağlık, eğitim ve geçimiyle sağladığı gibi, aç kalan kurtları, yaban atlarını, kuşları ve yaralanan hayvanları da göz ardı etmemiş, onların tedavisi, beslenmesi ve biyolojik çeşitlilikteki yerlerinin korunması için o günün STK’larını, vakıfları kurmuşlardır. Mahallesindeki ihtiyaçlıyı, hapisteki mahkûmu, çatıdaki leyleği unutmayan bir gönüllülük var ki günümüzün gürültü kirliliği ve dezenformasyonu arasında, global ve yerel platformlarda hakkıyla fark edilmiyor. Bu gönüllülükle inşâ ettikleri ev, cami, okul, han, çarşı, saray gibi her türlü yapının güneş alan, rüzgâr vurmayan cephelerinin emniyetli noktalarına standardı yüksek kuş evleri inşâ etmişler, mezarların üzerine yağmur suyu biriktiren suluklar yapmışlardır. Bursa’daki Gurabâhâne-i Lâklâkan, bugünkü ifadesiyle Leylek Hastanesi, şehir hayatının tüm paydaşları için, hatta misafirleri için, toplum gönlünde çalışan nasıl bir geotasarım programı olduğunun belgesidir. Herhangi bir kuş, kovulma tehlikesi olmaksızın, istediği evin üzerinde yuva yapabilir ve evden özel destek de görürdü. Her bireyin bir STK olduğu bu altyapı mutlaka fark edilmeli, bunu inşâ eden veri tabanı araştırılmalıdır.
Bir başka örnek, dinlenmek için bahçe vakfıdır ki millet bahçelerine ilham kaynağı olduğu söylenebilir. Vakfiyesinden anlıyoruz ki bu vakıf vakfettiği ev ve dîvanhanenin yanındaki münasip alanı halkın dinlenmesi, hava alması ve mesireliği için tahsis etmiştir. Hatta vakfedilen bahçenin önü ve yanlarına, görüntü kirliliğine sebep olacak yapıların yapılmamasını, buranın sadece bahçe olarak düzenlenmesini şart koşmuştur. İhtiyaç olması hâlinde kahve, limonata, dondurma gibi gıdaların satılabileceği yapılara müsaade edilebileceği, gelecek kiranın bahçe düzenlemesini yapacak bahçıvan ve dikilecek ağaç ve çiçeklerin masrafı için kullanılması şart koşulmuştur…

Bayezid Sani tarafından Hicrî 901, Mîlâdî 1496 yılında kurulan, köprüleri sel zararından korumayı, böylece ulaşım güvenliği ve şehirdeki ihtiyaçların sürdürülebilirliğini hedefleyen vakıf, gönüllülüğün tüm detayları nasıl kuşattığının tüm zamanlara ait evrensel bir belgesidir. Amasya civarındaki köprüler ve yollarının selin hasarından, getireceği ağaç ve taşlardan temizlenmesinin, o günün koşulları göz önüne alındığında şehir hayatı için nasıl hayâtî bir aktivite olduğu görülebilir.

Bursa İznik’te 1594 yılında kurulan ve herkese mevsiminde meyve ulaştırmayı hedef edinen vakıf, 1734 yılında Ahmed Nureddin tarafından İstanbul Bebek’te Ekmekçi Nureddin Vakfı olarak kurulmuş, burada yaptırılan köşk ve limanda halkın temiz hava alması talep edilmiştir. İnsanın suya olduğu kadar havaya da ihtiyacı olduğunu, temiz havada yapılan solunumla kirli havadaki solunumun fark ve etkilerini hesap edip titizlenen bu gönüllülük örneği, günümüz şehirlerinde daha bir anlamlı hâle gelmektedir.

Şehir ve toplum hayatının her bir
detayını, hayatın kılcal damarları
gibi destekleyen ve tüm zamanların STK’ları olan vakıfların medeniyetimizdeki faaliyet alanları şaşırtıcı detaylara sahiptir. Legonun çok farklı bu parçaları mükemmel bir harmoni ve spektrumu geniş, boyutları çakışık bir manzara oluşturmaktadır ki, bu gönüllülük hafızasının akademik olarak uzun soluklu çalışmalarla okunmasına, yerel yönetimlerce de güncellenerek yaşatılmasına ihtiyaç vardır.

Fatih Sultan Mehmed’in bânîsi olduğu Duvar ve Sokak Temizliği Vakfı, Kaptan-ı Derya Gazi Hasan Paşa tarafından 1778 yılında İstanbul ve Çanakkale akarlı Çevre Düzenleme Vakfı, Aydın’da Helvacıoğlu Hamal tarafından 1837 yılında Ahmed bin Abdullah adıyla kurulan ve Aydın Orta Mahallesindeki çeşmenin suyuna yaz günlerinde 90 gün boyunca kar tedarik edilerek suyun soğutulmasını sağlamak amaçlı vakıf, Amasya’da 1780 yılında Hasan oğlu Ahmed Efendi tarafından, her yıl Recep ayında pişirilecek üç batman (yaklaşık
25-32 kg) helvayı Gök Medrese ile Advetül Gazi Medresesi önünde dağıtan vakıf, İstanbul ve Edirne civarındaki göllerin temizlenmesi ve yaşatılması amacıyla 1585 yılında Hamza oğlu Ali Bey tarafından kurulan vakıf, İstanbul’da 1865 yılında Abdullah kızı Ayşe Sıddıka Hanım’ın kurduğu, her yıl altı bin kuruşu evlenmek isteyen fakir kızların merasimleri, elbise masrafları ve yaşlı kadınlarla ilgilenen vakıf, 1384 yılında Urfa’da Alaeddin oğlu Hasan tarafından yetim ve öksüzlere ergenleşinceye kadar bakmayı hedeflemiş vakıf, 1860 yılında Amasya Gümüşhacıköy’de yıkılmaya yüz tutmuş ve suyu çekilmiş çeşmeleri ihyâ amacıyla kurulmuş vakıf, 1903 yılında Siirt’te Hüseyin Ağa’nın kurduğu ve tüm gelirlerinin görme engellilere tahsis edildiği vakıf, 1588 yılında Diyarbakır Beylerbeyi Hüsrev Paşa tarafından, Van Gölü’ndeki deniz trafiğinde oluşabilecek kaza ve arızalara karşı tam donanımlı bir acil yardım gemisi yaptırarak, göl ve kıyı emniyeti için çalışan vakıf, 1574 yılında Sokullu Mehmet Paşa tarafından kurulan ve Rumeli, İstanbul ve Anadolu’da savaşa gidecek gazi ve mücahitler için iyi atlar yetiştiren vakıf, 1794 yılında İstanbul’da Mihrişah Vâlide Sultan tarafından oluşturulan ve askerlerin her türlü giyecek, yiyecek ve savaş malzemelerinin alınmasını gaye edinen vakıf, toplumun kalkınması ve sanayileşme amacıyla 1773 tarihinde kurulan ve İstanbul Eğrikapı’da kaymak, yoğurt, süt imalathaneleri ile mumhane, kükürthane, çinihane, fırın ve beş adet şişehane kuran III. Mustafa Vakfı, 1708 yılında İstanbul’da Selim oğlu Hacı İbrahim Paşa tarafından kendi borçlular ve hapse düşen Müslümanlara senede bin akçe verilerek sosyal ve bireysel terapi amaçlayan vakıf, 1857 yılında İstanbul’da Abdullah kızı Zeliha Hanım adıyla kurulan ve her kurban bayramında 1500 kuruşa iyisinden kaç adet kurban alınırsa alıp muhtaç mahallelerde kesip dağıtan vakıf, 1661 yılında Köprülü Mehmed Paşa adıyla kurulan ve köylerde de gece bekçiliği yapılmasını temin eden vakıf, 1497 yılında İstanbul’da Doka Veled-i Petros adıyla kurulan ve kurtulmak isteyen Hristiyan kölelere on bin dirhem borç vererek, özgürlüklerine kavuşmalarını sağlayan vakıf, 1321 yılında Sivas’ta Hattab bin Mehmed adıyla kurulan, hastalık ve doğal olaylar karşısında geçim darlığına düşen Müslüman yetimlerin ve dul hanımların ihtiyaçlarını karşılamayı, zor durumda ve bakıma muhtaç kişilerin sürdürülebilir şekilde yaşar hâle gelmelerini temin için çalışan vakıf, 1308 yılında Şam’da Selahaddin kızı Saliha Hatun adıyla kurulan ve karada, denizde düşmana esir düşen Müslümanların fidyeleri verilecek
hürriyetlerine kavuşturulmalarını ve beldelerine ulaşmalarını sağlayan vakıf gibi, literatürde yüzlercesi mevcut olan, hayatı ihyâ ve imar eden dilin seslenişi olan vakıf ve cemiyetler bir hâl dili olarak çok özel bir çalışma alanıdır.(4)

Burada verilen birkaç örnek şunu göstermektedir ki gönül dilinin hâlâ
duyulan etkin sesi olan bu gönüllülük hareketleri tüm Anadolu şehirlerinde ve ihtiyaç hissedilen her alanda günümüzde bile aklımıza gelmeyecek detaylar içeren rollerini sürdürmektedir.

Sonuç

Kaybolma riski taşıyan fıtrî/entelektüel şehir hayatının erozyon alanlarından birisi kendi dilini ve değerlerini hakkıyla tanımamaktır.
Bu kapsamda, fıtratın ve asilliğin sesi olan gönüllülüğün menfaat ve beklentiye dayalı duygu, düşünce ve yaşantı karşısındaki mücadelesi desteklemeli; bu süreçte akademi, STK’lar ve yerel yönetimler üçlüsü mutlaka iş birliği içinde çalışmalıdır. Toplum sağır, kör ve dilsiz ise o toplumda enformasyona ve iş birliğine dayalı hayat döngüsü için tehlike vardır. Şehir ve toplum hayatında çok sesliliğin orkestra şeflerinin orkestrasına yabancı olmaması zorunludur. Fıtratı seslendiren koronun sürdürülebilirliği açısından, toplumun dilini izleyen ve bu konuda kullanılabilir bilgiler üreten güncel tüm imkân ve donanımlardan yararlanan bir gönüllülük sistemi oluşturulması gerekir.

Gereken güç, tecrübe ve hafızanın halîfe vasıflı insanın genlerinde ve toplumsal bellek arşivimizde güçlü ve canlı olarak var olduğunu görüyoruz. “Toplum olarak gönüllü tavırlar üretebilmek ve bu tavırlar bağlamında organize olabilmek, şehir ve toplum hayatının asıl gıdasıdır ve geliştirilmesi gereken
yönüdür, ayrıca hür yaşantının güvencesidir. Bu güvence hoş bir sedâ olan gönüllü ve sürdürülebilir tavırlar sayesinde yaşar. Toplumsal tavırlardaki bu dengenin izlenebilmesi ve korunmasında, sivil toplumun dili önemli değil “hayâtî” role sahiptir. Gönüllülüğün geliştiği toplumlarda bu dili kullanan STK’lar ilâç gibidir. Bu nedenle gönüllü medeniyetler, toplumun diline güçlü yetkiler ve destekler vererek, birey ve toplum patolojilerinin önlenmesi için mücadele etmelerini isterler. Gönüllülük mutlak mânâda onarma ve geliştirmeye yönelik olmalıdır. Yıkıcı dil anlamındaki oluşumlar hiçbir iletişim tekniğinde legal değildir; bu sebeple suistimal edilen sivil itaatsizlik kabul görmeyen bir dildir.
Bu dilin suistimal edilmeden kullanılmasını sağlamak, birey ve toplumu canlı ve sürdürülebilir yapacağı kural ve koşulları oluşturmak sosyoloji, psikoloji, mühendislik, eğitim ve yönetim bilimleri ile diğer disiplinlerin öncelikleri arasındadır. Şehir ve toplumun gönüllülüğe dayalı iletişim dili ve lisanıhâli oluşturulduğunda hayat her
yönüyle daha kaliteli ve daha huzurlu olacaktır.

Kaynaklar
1. Dündar Y., İNŞİRAH: Sadr, Kalp, Fuad, Lüb., (2015), ss. 13-20.
2. TDV İslam Ansiklopedisi, “Şeriyye ve Evkaf Vekâleti”, (2010), Cilt 39: 7-8.
3. Akdeniz M., Kadastro Uygulamalarında Vakıf Taşınmazların Yeri, II. Kadastro Kongresi, Ankara, (2008), ss. 2-5.
4. Dündar Y., Mutluluk Yönetimi, Uyum Ajans, Ankara, (2016), ss. 47-49.
5. Müftüoğlu M. F., (Editör), Tarihte İlginç Vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayını, (2012).
6. Tarihimizdeki İlginç Vakıflar: http://www.sosyalsorumluluk.org/tarihimizdeki-ilginc-vakiflar/
7. Vakfiyelerden Örnekler: http://www.dunyabizim.com/mercek-alti/24628/tarihte-bazi-ilginc-vakiflar
ve-vakfiyelerinden-ornekler

Şehir Düşünce Dergisi, 2019-14 (Esenler Belediyesi yayını) 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kur’an’ın Bir Mu’cizesi

Kan ve fışkı arasında süt. “min beyni fersin ve demin” Onların karınlarından, fışkı ile kan …

Kapat