Ana Sayfa / Yazarlar / Seküler Riyazet : Diyet / Murat ÇİFTKAYA

Seküler Riyazet : Diyet / Murat ÇİFTKAYA

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Geçenlerde bir bayan öğretmen arkadaş şu anektodu anlatıyordu: “Benim kilo sorunum için sağlık merkezine gitmiştik; eşim hiç hesapta olmadığı halde kendi diyetisyenini görünce, ona görünmemek için neredeyse benim arkama saklandı. Ama diyetisyeni onu fark etti ve ‘Kadir Bey, sizi şöyle alabilir miyim?’ diye seslendi. Eşim, başı yere eğik, omuzları düşmüş bir halde yanına gitti. Diyetisyeni onu neredeyse zorla basküle çıkardı. Eşimin kilosu, haftalar önce diyete başladığı kiloyla aynıydı, gram azalmamıştı! Eşim utancından tek kelime edemedi…”

Bedenini yeterince inceltemememiş o kişinin hali, ruhunun terbiyesini emanet ettiği manevî mürşidi karşısında, vazifelerini hakkıyla ifa edememiş ve manevî mertebeleri geçememiş bir müridin mahcubiyetine benzemiyor mu sizce de?

Eskide tekkelerde veya manastırlarda, manevî üstadların ve mürşidlerin denetiminde ruhu bedenin dünyevî arzularından kurtarmak için zühd ve riyazet yoluna başvururdu insanlar. Şişmanlık manevî zayıflığın bir tezahürü olduğu için hoş görülmezdi. Kalıba değil kalbe bakan Yaratıcı’nın nazarında dünyevî şehvetlerin tuzağına düşmüş olmanın bir göstergesiydi şişmanlık. Zayıf bir beden ise maddî sağlık veya görünüş güzelliğinden ziyade ruhun yemek, içmek vs. gibi şehevî eğilimler karşısındaki mücadelesini işaretlerdi.

İnsanların kendilerini ruhları ve duygularıyla değil bedenleriyle tanımladığı, “ben” derken dış görünüşünü kastettiği, “olma”yı değil “görünme”yi tercih ettiği bir zamanda yaşıyoruz. Semaya kalb gözünü kapayıp sadece fizik âlemi görür ve kabul eder hale gelen, Descartes’la ruh ve beden bölünmesi yaşayıp bedeni insanın aslî unsuru saymaya başlayan modern kültür, bir anlamda bedeni kutsallaştıran ve heykellerinde abideleştiren antik Yunan kültürüne dönüş yaşadı. Tıpkı fizik âlem ya da “tabiat” gibi insan bedenini de egemen olunacak ve üzerinde bağımsız biçimde tasarruf edilebilecek bir alan olarak görmeye başladı. Modern insan “Bu beden benim!” diyen insandı. Ve kültür bizimki de dahil bütün coğrafyalara ihraç edildi…

Bugün, manevî mürşidlerin yerini diyetisyenler veya beslenme uzmanları almış durumda. İnsanlar ruhlarını değil, bedenlerini yüceltmeye ve inceltmeye çalışıyor. Diyet devasa bir sektör haline geldi bile. Neredeyse her köşe başında beliren “Fitness Center”ları, “uzmanından” zayıflama kürlerini, plastik cerrahinin çığ gibi yaygınlaşmasını, bedenin çeşitli yerlerindeki yağları eritmek için kullanılan âletlerin tüketiminin özellikle de yaz aylarına doğru nasıl patladığını bir düşünün.

Emanetten Mülke (İz Yayınları, 2003) isimli kitabında “Kadın Bedeninin Yeniden İnşası”nı inceleyen yazar Nazife Şişman, “Bugün gelişmiş ülkelerde fakirler hariç herkes diyette” diyerek ruhî tekamülün yerini bedensel incelmenin aldığını anlamlı bir şekilde dile getiriyor. “Sıska gövdeler, artık kendinden geçerek Tanrı yoluna adanmış olmaya eğil, dünyevî savaşın yoğunluğuna tanıklık etmektedir” diyor Şişman. “Modern toplumlarda, bedenlerimizi haz üretmek için düzenlemekte ve bir cinsel sembolizm sistemi olarak bedenin görünüşünü çoğaltmak için” diyet uygulamaktayız.

Geleceğin, yani âhiretin olmadığı bir dünyada gençlik ya da genç görünüm çok önemlidir. İşte diyet ve bedenin gençlik ve güzelliğini korumak için yapılan sporlar, kişinin gençlik yanılsamasını, ölümsüzlük inancını besleyen unsurlardır. Şişman’a göre, “Aslında zahitlik ve ruhbanlık hâlâ yaşamaktadır dense şaşırtıcı olmaz. Zira mankenler, dansçılar ve sporcuların bu ölesiye çalışma temposu, neredeyse seküler bir zühdü ifade etmektedir.” Tek bir farkla! “Hıristiyanlar, Müslümanlar veya seküler olmayan diğer zahitler, ruhlarını yüceltmeye çalışıyorlardı, şimdikiler ise bedenlerini mükemmelleştirmeye çalışıyorlar.”

Modern insan bedenini, tıpkı kalb aynası gibi, Yaratıcısının isimlerinin tecelli ettiği cismanî bir ayna olarak görmekten çoktan uzaklaştı. Beden ruhun fani dünyada geçici bir uğrak yeri olarak görülmüyor artık. Ruh unutulup ya da inkâr edilip Yaratıcı ile kurulan bağ koptuğunda, Sartre gibi şöyle diyor insanlar: “Ben bedenimi yaşıyorum. Ben bedenimden ibaretim. Bedenim benden ibaret.”

Modern zamanda, beden maddî aynalar yoluyla kıyasıya ve acımasızca incelenen, şehvetli nazarlara sunulan ve beğendirilmeye çalışılan, yaşlılık ve ölüm karşısında çaresizce korunmaya çalışılan, seyredilen, para kazanılan bir meta. Beden, dünyevileşen insanın yeni tapınağı. Ruhun manevî lezzetlerinin yerine tercih edilen geçici hazları çoğaltmak için cennet vaadiyle bolca yemek sunulan bir tanrı. Ama, bu günahın kirleri olan fazla kiloları temizlemek için cehennemî eziyetlerin reva görüldüğü bir mücrim, aynı zamanda.

Aslımıza döndüğümüzde; yani bedenimizin değil ruhumuzun esas olduğunu, ilâhî nazarda kalıbımızın değil kalbimizin daha önemli olduğunu anladığımızda bedenimizi de lâyık olduğu yöne çevirebileceğiz. O zaman bedenimiz için değil ruhumuzun sağlığı için az yiyeceğiz; çok yemeyi bedenimizden önce ruhumuzu sıkıntıya düşüren birşey olarak göreceğiz. Beka fani, çürümeye mahkûm bedenlerin harcı değil zira; beka ancak ruha tâbi olmakla, bedeni de ruha tâbi kılmakla mümkün…

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri Günümüzün hayat hızı ve anlayış tarzının getirdiği şeyler İslam’ın evrensel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Mehmed Emîn Vahîd Efendi

Solaklar Kethudâsı-zâde Mehmed Emîn Vahîd Efendi 1240/1824 senesinde İstanbul'da doğdu. Mehmed Emîn adında bir kişinin …

Kapat