Sen misin haddi çiğneyen?
UZUN YILLAR önceydi. Yaklaşık üç-dört saat sürecek bir yolculuk için ulaştığım havaalanında, hemen ilgili acentanın yolcu kabul sırasına girip beklemeye başladım. Ortam oldukça kalabalık ve sesli tabi bu arada.. Sesli ama, ben o an pek de havaalanı, otogar, istasyon gibi mekanlardaki şu meşhur ‘negatif enerjiyi’ düşünecek halde değilim. Epey uykusuz ve halsiz bir vaziyette, bir an önce uçağa, daha doğrusu koltuğuma kavuşarak dinlenme moduna geçmeyi düşünür bir haldeyim.
Bu arada kalabalık da arttıkça artıyor. Yoğun insan, valiz, nefes, ağlayan çocuk, stres her yanı kaplamış durumda. Sıkıntı had safhada tam anlamıyla. Dahası, zaten ağır ilerleyen sıra bir türlü bitmek bilmediğinden oflayıp-puflamak benim için de an meselesi!
İşte tam da o an, dikkatimi hayli çeken ve benimle aynı sırada beklemekte olan iri cüsseli ve kilolu o ‘ağır sıklet’ adamı görmüş oldum. Ardındansa gözlerim en az üç kişi ebadındaki bu adama -gayr-ı ihtiyari- takılmış halde, kendimi onun yaşamakta (ve yaşatmakta) olduğu muhtemel zorlukları düşünür buldum..
Ne var ki, adamcağızı belki tam da rahat bir koltuk ve dinlenebileceğim bir yolculuk hayali kurduğum sırada fark etmemden olacak, aynı anda “Yahu kim bilir bu hangi garibanın yanına oturacak?” gibi gaflet dolu bir cümleyi de içimden kurmuş bulundum.
Her ne ise, vakit gelip çattı. Ben uçağa uzanan körüğe ilk girenlerden biri olarak, hemen üçlü koltukların ortasındaki yerime ulaşıp vakit kaybetmeden yolculuğa hazır vaziyete girmiş oldum. Tabi bir yandan da uçağa giren yolculara bakıyorum belki tanıdık biri vardır diye. İşte o sıra, bahsettiğim o iri cüsseli ve kilolu adam koridorun başında belirdi. Adamcağız güçlükle adım attığı ve neredeyse tamamını kapladığı koridorda yavaş yavaş ilerledi, ilerledi ve tam yanıma gelip durdu!
Olan olmuştu, evet…
O, elindeki numarayı koltuk numarasıyla son bir kez daha karşılaştırırken, ben başıma geleni anlamış bir vaziyette: “eh, hadi bununla geçmiş olsun, aldın mı şimdi dersini?” vs. nevinden cümleleri içimden dizmeye başlamıştım bile.
Bu pişmanlıkla, bir yandan da toparlanıp ondan önce “merhabalar” diyerek selamlamaya çalıştım bu yol arkadaşımı gayet içten bir tebessümle..
Ve yol boyunca koltuğumun neredeyse sadece yarısına hükmedebilmiş olsam da; teoride iyi bildiğimi sandığım bir hayat dersini bu kez böylesi zor bir pratikle daha iyi almış olduğumu hissediyordum.
Hangi dersi mi? Demek ki insan başkalarının fizikî özellikleri hakkında (bu hayli cazip gözükse ve de) “sadece kendi içinden yapsa” bile kendince ‘espriler’ yapmamalı, haddini harbiden bilmeliymiş vesselam…
Mustafa H. Kurt
- Mutluluk İçli Köftede midir? - 19 Haziran 2024
- Sen misin Haddi Çiğneyen? - 10 Mart 2024
- Varoluşu Fanilikte Aramak! - 11 Eylül 2023
- Eski(mez) Normal ve Yeni Anormal… - 10 Haziran 2023
- Goethe ve Mahzun Eseri “Batı-Doğu Divanı” - 2 Nisan 2023
- O “uymaz özellikler” - 2 Kasım 2022
- ‘Bilmediğiniz Durumlar Var’ Sapması - 17 Aralık 2021
- Sıradan, sırası gelmiş bir gün… - 16 Kasım 2021
- ‘Bu yolda da kaza olur mu hiç?’ - 9 Temmuz 2021
- “Hangisini seçmeli?” - 8 Haziran 2021