Ana Sayfa / Yazarlar / Sen ve Malın Babanındır, Hadisinin İzahı

Sen ve Malın Babanındır, Hadisinin İzahı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“Sen ve malın babanındır”, hadisine göre, anne veya baba çocuklarının mallarından istedikleri gibi tasarruf edebilirler mi?

Cevap:

Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselam şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz sizin yediğinizin en helâli, (meşru) kazancınızdan olan (lokma)dır. Şüphesiz sizin çocuklarınız da sizin kazancınızdandır.” (İbn Mace, Ticaret 64)

Bîr adam, “Ya Resûlallah! Benim (biraz) malım ve çocuğum vardır. Babam da cidden benim malımı kökünden tüketmek ister.” dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurdu:

“Sen babanın (kazancı)sın, malın da babana (helal) dır.” (İbn Mace, Ticaret 64)

Diğer bir rivayette ise: “Sen ve malın babana aitsiniz. Şunu bilin ki, evlatlarınız kazançlarınızın en temizlerindendir. Öyleyse evlatlarınızın kazançlarından yiyin.” (Ebû Davud, Büyû, 79) buyurulmuştur.

Ana-babanın ihtiyaçları oldukları takdirde –israf ve savurganlık yapmamak şartıyla- oğullarının mallarından yararlanmaları caizdir.

Hadislerde geçen “babanındır” lafzı, elbetteki mülkiyet için değil, mubah olduğunu belirtmek için. Yoksa mal çocuğundur. Zekâtı o verir. Malı miras bırakan da odur.

Yine hadiste geçen “Babam malımı kökünden tüketmek ister” anlamına gelen “ictiyâh” kelimesi, bazı nüshalarda “muhtaçtır” şeklindedir. Buna göre cümle,“Babam malıma ihtiyaç duyuyor” şeklinde olur. Bu cümle “ihtiyaç duyuyor” şeklinde kabul edilirse hadisin manası izaha ihtiyaç duymayacak kadar açıktır. Fakat “bitirecek, tüketecek” şeklinde olduğu takdirde, kelimenin tevili gerekecektir. Bu kelimenin izahı sadedinde Hattâbî şöyle demektedir:

“Hz. Peygamber (asm)’e soru soran zâtın; babasının, malını tüketeceği tarzındaki sözlerinden maksadı, babasına vereceği nafaka sebebiyle malının tükenmesidir. Yani babasına vereceği nafakaya, malının fazlası ve geliri kâfi gelmemekte, malın kalanını da almak istemektedir. Ama Rasûlullah (a.s.m), adamın mazeretini kabul etmemiş, babasının nafakasını vermeme konusunda ruhsat vermemiştir. Aksine, sen ve malın babana aitsiniz, buyurmuştur. Bu sözün manası şudur: Eğer malın kâfi geliyorsa, baban senin malından ihtiyacı kadarını alır. Ama senin malın yoksa veya kâfi gelmiyorsa o zaman çalışacaksın ve babanın nafakasını vereceksin. Baban kendi malı gibi senin malını da ihtiyacı nisbetinde alır. Senin malın bulunmadığında çalışarak mal kazanabilirsen, çalışıp babanın nafakasını ödemen gerekir.” (bk. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/97

Diğer taraftan hadiste çocuk babanın bir kazancı sayılmıştır. Çocuğa kazanç demek, mecazî mânâdadır. Çünkü çocuk babasının bir parçasıdır.

Şevkânî, bu rivayetleri dikkate alarak, evlâdın malına babanın ortak olduğunu, bu nedenle baba, evlâdının malından ondan izin almadan da yiyebileceğini ve kendi malında tasarruf ettiği gibi onun malında da tasarruf edebileceğini söyler. Ancak, israf yollarında ve sefihçe harcayamaz. Fakir olan baba ve anaya nafaka vermenin zengin olan çocuk üzerine farzdır.

İbnü’l-Hümâm ise, hadîste geçen “Sizin evlâdınız da sizin kazancınızdandır” anlamına gelen mealindeki cümlenin mânâsı “Çocuğun malı babanın malıdır” şeklinde değildir. Çünkü Allah Teâlâ ölen kişinin çocukları olduğu zaman, ölenin babasına sâdece altıda bir, nisbetinde bir miras payı vermiştir. Eğer kişinin malının mülkiyet hakkı babasına âit olmuş olsaydı kişi öldüğü zaman malının tamamının babasına verilmesi gerekecekti, demiştir.”

Avnü’l-Mabûd yazarı da bu hadîsin şerhinde özetle şöyle der: “Baba, evlâdın dünyaya gelmesine sebep olduğu için, evlâd onun bir nevi kazancı sayılmış ve dolayısıyla evlâdın kazancından yemek ona helâl kılınmıştır.”

Hattâbi: Bu hadîs, nafaka verebilir durumda olan evlâdın, kendi baba ve anasının nafakasını vermekle mükellef olduğuna delâlet eder. İyi durumda olan baba ye anaların nafakalarının evlâdına farz olduğu konusunda âlimler arasında ihtilâf vardır: İmam Şâfii’ye göre baba fakir ve çalışamaz durumda olursa, nafakası evlâdına farzdır. Eğer babanın öz malı varsa veya vücutça bir sakatlığı bulunmayıp çalışabilir durumda ise nafakası evlâdına farz değildir. Diğer fıkıhçılar ise: Baba ve ananın nafakası evladın üzerinde farzdır, demişlerdir.

Tıybi de İmam Şâfi’ye göre, muhtaç ve çalışamaz durumda olan baba ve ananın nafakası evlada (yani erkek çocuklara) farzdır. Fakat muhtaç olmayan veya çalışabilenlerin nafakası evlada farz değildir. Şafi’den başkası böyle bir şart koşmadan baba ve ananın nafakasının evlâda farz olduğuna hükmetmişlerdir, demiştir.

Buna göre ilgili hadislerde, babanın ve annenin bir ihtiyacı yok iken ve nafakadan ayrı olarak evlâdının malını elinden alıp dilediği gibi kullanma manası yoktur. (bk. Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 6/333-335)

Anne baba fâsık, günahkâr ise onlara itaat nasıl olmalıdır?

–  Anne ve babaya itaatte sınır ne olmalıdır?
– Dinimiz, anne babayı razı etmeden cennetin olmayacağını söylüyor. Fakat anne baba ilahi kuralları hiçe sayıyorsa, onlara itaat olabilir mi?
– Benim ebeveynime göre gıybet, küfür, kalp kırma sıradan şeyler. Hâl böyle olunca onlara göstermem gereken saygı olmadığı gibi, günden güne nefretim büyüyor. Onları razı etmenin öncelikli yolu sevmekten geçer. Sevgi saygıyı doğurur. Saygı itaati…
– Bu zincir olmadan itaat olmaz, olsa da riya olur. Ne önerirsiniz?

Cevap

Esma Bintu Ebî Bekr (radiyallahû anha) anlatıyor:

“Henüz müşrik olan annem yanıma geldi; nasıl davranmam gerekeceği hususunda Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)’den sorarak:

‘Annem yanıma geldi, benimle (görüşüp konuşmak) arzu ediyor, anneme iyi davranayım mı?’ dedim.

‘Evet, ona gereken hürmeti göster.’ dedi.[Buharî, Hibe 28, Edeb 8; Müslim, Zekat 50 (1003); Ebu Davud, Zekat, 34 (1668)]

Hadiste zikri geçen, Esma’nın annesi hakkında birçok münakaşalar var. Bizim için hadisin ifade ettiği ahkam mühimdir. Anne ve baba kafir olsa bile onlara karşı insani vazifelerimizi, evlatlık alaka ve hürmetini göstermek gerektiği anlaşılmaktadır. Hatta bu hadisten, kafir bile olsa anne ve babaya nafaka vermenin vacip olduğu hükmü çıkarılmıştır.

Kafir bile olsa anne ve babaya karşı hürmet etmek ve nafaka vermek meselesinin ehemmiyeti şuradan anlaşılmaktadır ki, yukarıdaki hadis üzerine vahiy gelmiş ve mesele Kur’an-ı Kerîm’de hükme bağlanmıştır.

“Sizinle din hususunda muharebe etmemiş, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış olanlara iyilik, onlara adaletle muamele etmenizden Allah sizi men etmez. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.” (Mümtahine, 60/8)

Müşrik bile olsa anne ve babaya hürmet hususunda şu ayet daha açıktır: (Mealen)

“Eğer onlar (ebeveyn) sence ilimde (yeni) olmadık herhangi bir şeyi bana eş tutman üzerinde seni zorlarlarsa, kendilerine itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana dönenlerin yoluna uy…” (Lokman, 31/15)

Bu açıklamalara göre Müslüman olan bir anne baba, ne kadar günahkar olursa olsun, onlara saygı ve hürmette kusur etmemek lazım geldiği kendilinden anlaşılır.

İtaat etmek ayrıdır, isyan etmek ayrıdır. Allah Teâla’ya isyan olmadıkça anne-babaya mutlak itaat emredilmiştir. O halde Allah’ın emrine aykırı olmayan her isteklerini yerine getirmek gerekir. Allah’ın emirlerine aykırı olan isteklerine ise uyulmaz; ama isyan da edilmez. Bu istekleri yerine getirilmez ve sessiz kalınır. Hürmet ve saygı devam eder.

Kalpleri çeviren Allah’tır. Ona iltica etmek gerekir. Çocukların anne babalarına gösterdikleri bu sevgi, saygı ve hürmet onların kalplerinin yumuşamasına neden olabilir. Hedef ve gaye onları kazanmak olmalıdır.

Dinimiz teyze ve dayıyı anne yerinde, hala ve amcayı da baba yerinde kabul etmiştir. Bu sebeple onlara hürmet ve saygı anne babaya yapılmış gibi kabul edilmiştir. Onların haram isteklerine uyulmaz. Fakat saygı, hürmet ve sılayı rahimde kusur etmemek gerekir.

Diğer akrabalara gelince, sıla-i rahimi kesmek doğru değildir. Günahkâr da olsa onlarla ilişkiyi kesmek yerine tedavi etmek için çalışmak gerekir.

İyi günde iyi insanlarla herkes kardeşlik yapar. Önemli olan en zor zamanlarda kardeşlik yapmak ve kardeşini kötülükleri ve günahı içinde bırakmamaktır.

Gerçek vefa gerçek dostluk ve kardeşlik budur.

İnanç yönünden bâzı kusurları, İslâmî yaşayış bakımından birtakım eksiklikleri olan akarabalarımızın, imkân nispetinde bu eksikliklerininin telâfisine çalışmak, onları hakka ve hakikata ısındırmaya gayret etmek bize düşer.

Cenâb-ı Hakk’ın da Peygamberimize (asm) tavsiyesi açıktır:

“Önce en yakın akrabalarına hakkı tebliğ et.” (Şuarâ, 26/214)

Bu İlâhî tavsiye hepimiz için geçerli değil midir?


Sorularla İslamiyet

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
İncil’de Tahrifat

İncil’de Tahrifat ***İsa: “Elohi, Elohi, lema şevaktani?” “Tanrım, Tanrım! Beni niçin terk ettin? diye bağırdı.” …

Kapat