Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Seçme Yazılar / Sevdamı Benden Almasınlar / Mehlika YAĞMUR

Sevdamı Benden Almasınlar / Mehlika YAĞMUR

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Sevdamı Benden Almasınlar

Etrafına dikkatle bakınarak yürüyordu. “Nerede?” diye sordu yanındakilere. “Bilmiyoruz” dediler. Düşündü, “sahilde” dedi kendi kendine. Yürümeğe başladı sahil boyu. Deniz, yeleleri ahenkle salınan munis bir at gibi dalgalarını kıyıya salıyordu. Epey ilerlemişti bile. İşte. Oradaydı. Oturmuştu. Daha çok önüne bakıyor bir eli şakağındayken diğer elini kumlarda gezdiriyordu. Bazen de başını hafifçe kaldırıyor derin bakışları adeta denizin sularında kayboluyordu.

Heybetli adam, ruhu acıyan gence yaklaşmıştı nihayet. Dalgaların sesi çakıl taşları üzerinde çıkan ayak seslerini gizleyemiyordu. Geldi ve bir müddet ayakta bekledikten sonra yanına yakın oturdu.

Nasılsın? Dedi.

Genç başını ona doğru çevirdi ve sadece dudağının kenarında hüzün kıvrımı taşıyan bir tebessümle mukabele etti.

Anlat! Dedi heybetli adam.

Suskunluğa bürünen genç yine cevap vermedi. Ne diyebilirdi ki?! Derin acılar dilsizdi. Fakat öyle bir “Anlat!” demişti ki yüksek ruhlu adam; “Bin yıl da, beklerim anlatmazsan!”

Donuk bir şekilde bekledi genç. Ayağa batan dikeni bile arayıp bulana kadar heba oluyordu ya insan. Gönlüne batan diken(ler)i nasıl bulup da göstersindi?!

Bir müddet sonra sol eline baktı genç. “Bunu tutanları ben bıraktım” Sonra sağ eline baktı. “Bunu tutanlar da elimi çok acıttılar” “…” “Sevdamı benden aldılar. Şimdi yalnızım, sevdasızım” Ve yine sustu. Bu susmak nasıl bir sükûttu ki; feryadı büyük adamın ruhunda yankı yapıyordu:

Beşerin merhametten yoksun nazariyeleri değil midir insanı böyle mazlum kılan. Ah merhametsiz nazarlar, merhametten yoksun zekâlar! Ahh sû-i zanlar! Kim bilir hangi ümit dolu masum sineleri kor etti zanna müptela olanlar!”

Menfi notlar, yanlış yargılar düzelebilir belki bir gün. Peki psikolojik yaraları, yıkılmış bir kuvve-i maneviyeyi, şevk ve heyecan kaybını kim ve nasıl telafi edecek!?”

Oysa mağduriyete giriftar edilen gönüllerin duaları değil miydi semayı aşanlar? Ah semayı aşan duaları unutanlar… Neydi insanları su-i zanna bu kadar cüretkâr kılanlar!?”

Zordur şevk ve heyecan kaybının telafisi. Annesini kaybetmiş bir yavruya, solmuş bir çiçeğe, yıkılmış bir harabeye, yanmış bir viraneye döner insan.”

Fakat sessizlikte ruhuyla söyleşip duran ve kendini sükûta kelepçelemiş bu genç bilmiyordu ki, yüksek ruhlu adam kararlıydı. Gönüllere batan manevi dikenleri çıkaracak o hekim, yağmurun toprağa yaptığını yapacak, hasta genci hayata kavuşturacaktı. Çünkü o çok mahirdi.

Adam gencin kanayan yüreğini kucakladı ve anlatmaya başladı bir manevi sultandan:

Allah’ın rızasını düşünmekte samimi isen, mahlûkata dayanma, onlardan bir şey bekleme. O derece ki; mal-mülk sahibi bir ailenin çocuğuysan bile onlardan bir şey temenni etme.

Mahlûkattan bir şey ümit etme çünkü onlar; açılıp kapanan bir kapı, bir mevsim meyve verip bir mevsim vermeyen ağaç gibidirler.

Unutma ki her işte, ortada yalnız Allah ve nefsin vardır. Kul olmanın özü nefse muhalefettir.

Olanların hepsini Allah’tan bil ki, gerçek manasıyla ehl-i tevhid olasın. Kullar tarafından gerçekleştiği vehmine kapılma. Allah’ı unutup yaptıkları işleri tamamen kullara izafe etme ki ehl-i sünnet kalasın.

Mahlûkattan nasibine düşeni alırken Allah’ın emrine göre al ve daha ileri gitme. Allah zaten senin ve onların üzerindeki hükmünü vermiştir. Haddini aşıp bir de sen hükmetmeye kalkmamalısın.

Allah’ın sana verdiği ilim ve bilgi sebebiyle müstağni isen acele etmemeyi de öğrenmelisin. Temennisinde bulunduğun işte bir müddet bekle, hemen ‘bu ilham Allahtan’dır’ deyip o işi yapmaya girişme. Hayrın tamamını gözle. Zira sen işe giriştiğinde akıbetinin ne olacağını, bir fitne mi yoksa Allah’ın senin için bir imtihanı mı olduğunu bilemezsin. Allah’ın sana bir yol açmasını bekle. Şayet o iş Allah’ın senden beklediği ve istediği bir işse ona sevk edilirsin. Artık onda bir fitne bile olsa sen ondan korunur, gözetilirsin. Zira Allah kendi fiilinden dolayı seni cezalandırmaz. Bela ve ceza insana ancak kendi fiillerinden dolayı gelir.

Bazı işler vardır ki, onlar Allah’ın hükmünü açık olarak bildirdiği işlerdir. Bunlarda helâle uyar haramdan kaçınırsın. Fakat bazı işler de vardır ki hükmü açık değildir. Bunlar kulun kendi tercihiyle hareket ettiği anlardır. Bu işlerde kendi iradene güvenme. İstişare, tevekkül ve teslimiyet hakikat ve feraset ehilleri içindir. Ki bu hal, Allah’ın seçkin kullarının halidir.

İnsanın nasibi olmayan bir şeyin ardından koşması ona verilecek en büyük cezadır.” denilmiştir.

Nasibin olan şeyin peşine düştüğünde ise hırs yapma ki Allah katındaki edebe zıt düşmesin.

Unutma ki her sevda tahammül ister. Tahammül muvaffakiyetin diğer adıdır. Hem sadece meyveli ağaçlardır taşlanan. Ondandır ki: “Derdi bal olanın sabrı da dağ olmalı” denmiştir.

Bir de; gönlün sırrına mezar olmalı ki muradın çabuk hâsıl olsun. Bu Resûlullah Efendimiz’in (asm) ümmetine bir nasihatidir. Ondandır ki; her kim sırrını gizlerse muradına çabuk erişir. Gizlilikten yararlan! Böylece kıskançlıktan korunursun. Kedere düşmeden işin ve gönlün selamet bulur.

Genç dinliyor, dinleniyor ve kendi kendine diyordu:

Bir çekirdek bile, toprağın yüzüne olan özlemi ve çiçek açma sevdasıyla kendini feda etmekteydi. Demek ki ölümle başlayan aslında hayatın ta kendisiydi. “Bittim” denilen an, hakikatte yeniden dirilmekti. Belki de uğruna ölmek aşkın en büyük deliliydi.

Kuyulara atılmadan Yusuf, testereyle kesilmeden Zekeriyya, İsmailleri vermeden İbrahim olunabilir miydi? İsmaillerden bir İsmail olmak için nefsi Allah’a kurban etmek gerekti.

Az konuşmuşlar fakat çok şey anlatmışlardı.

Ayağa kalktı genç. Manevî bir ameliyattan çıkmış yorgun düşmüştü. Ama acıtılan ve kanayan elleri büyük bir sükûnetle dergâh-ı ilahiye uzanmış ve tüm zerrelerine sevdası tekrar bahşediliyordu.

Yağmur çiselemeye başladı… Fakat yüreğine yağmurların en güzeli yağıyordu. Çünkü yağmurun güzeli yüreğe yağandı.

Sevdası yeniden ılık ılık yüreğine akarken; “Allah’ım” diyordu genç, “N’olur sevdamı benden almasınlar!” Ve büyük adamın ayak izlerini takip ederek tekrar geldiği kalabalıklara karışıyordu.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Önceki yazıyı okuyun:
Bir Zamanlar Kastamonu’da Neler Oldu?

Bir Zamanlar Kastamonu'da Neler Oldu? Şair Yavuz Bülent Bakiler, Safa Vakfı'nda yaptığı bir konuşmada, Kastamonu'nun …

Kapat