Ana Sayfa / Yazarlar / Şeyyad Hamza

Şeyyad Hamza

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Edebiyatımız İslâmî temaları anlatan birçok şair ve yazar ile dolu, ama gariptir ki bu metinler adeta ayıklanmış, ortaya  inançsız ve laik denen belalı metinler çıkarılmış. Perde arkasında garip bir ihanet ekibi herşeyi tahrib etmiş, elli yıldan fazladır muhafazakâr iktidarlar yeni bir yapılanma ile sınıfa girememiştir. Millet bahçesi yap, hastahane yap yap da asıl ihanet kimliksizlikten, öğrencinin kafasında onu yönlendirecek bir portre yok. Ne batı ne doğu, ne yerli ne millî, yazık. Bediüzzaman’ın talebelerinin kültürel meşguliyetleri yok, o kadar yapacak şey var, ama gayret ve irade yok, rahat döşeğinde debdebe ile yaşamak varken kim çalışır.

Hayatı hakkında pek bilgimiz olmayan Şeyyad Hamza’nın Akşehir’de Nasrettin Hoca Mezarlığında “Asli Hatun Binti Şeyyad Hamza” yazılı bir mezar taşından, Aslı adında bir kızı olduğu ve Akşehir, Sivrihisar taraflarında yaşadığı sanılmaktadır. Şiirlerinden İslâm kültürünü ve tasavvufun inceliklerini kavramış, Arap ve Fars kültürünü bilen bir mutasavvıf olduğu görülmektedir.(Murat Yüksel)

Şeyyâd Hamza ile ilgili bilgilerimiz bugün için sınırlıdır. Yazardan ilk kez söz eden Fuad Köprülü olmuştur. Köprülü’ye göre Şeyyâd Hamza bir 13. yy. şairidir: “Hacı Kemal’in, hattâ tezkirelerde bile adları geçmeyen en eski Anadolu şâirlerinin de eserlerini içine alan meşhur Câmiü’n-Nezâir’inde Şeyyad Hamza adlı bir şâirin basit bir lisan ve ibtidâî bir arûz ile yazdığı tasavvufî-ahlâkî bir şiiri vardır ki dil, mevzu’, nazım şekli bakımından eski bir eser olduğunu açıkça gösterir. Tezkirelerde ve hâl tercemesi kitaplarında hiç ismi geçmeyen bu adam hakkında Lâmi’î’nin Lâtâ’if’inde mevcut bir rivâyet onu, Nasrettin Hoca ile çağdaş, kerâmet gösteren bir mutasavvıf olarak bildirmektedir. Nasretttin Hoca’nın H. 683 (M. 1284-85)’de öldüğünü göz önüne alacak olursak (Fuad Köprülü, Nasrettin Hoca, İst. 1918, s. 3 v.d.); Şeyyad Hamza’nın da XIII. yüzyıl şahsiyetlerinden olduğunu iddia edebiliriz. Esâsen eserinin mâhiyeti de bunu kuvvetlendirmektedir”.

Görüldüğü gibi, Fuad KÖPRÜLÜ’nün Şeyyâd Hamza’yı 13. yy. şairi olarak görmesinin tek nedeni Bursalı Lâmiî Çelebi [ö. 1529]’nin Letâ’if’inde geçen iki Nasrettin Hoca fıkrasında Şeyyâd Hamza ile Nasrettin Hoca’nın aynı çağda yaşamış kişiler olarak geçmesidir. Yûsuf ve Zelîhâ mesnevisini yayımlayan Dehri DİLÇİN de aynı görüştedir: “Şeyyad Hamzanın hal tercümesi hakkında, şimdilik, esaslı hiçbir bilgimiz yoktur. Ancak Bursalı Lâmii’nin, Letâifinde kaydettiği bir fıkradan onun, Nasrettin Hoca ile çağdaş olduğu anlaşılıyor. Bu fıkra her bakımdan Nasrettin Hoca’nın lâtifeleriyle okşaşır bir şekilde olmadığı gibi Şeyyad Hamza’ya yakışan tarafı da yoktur. Bununla beraber lâtifedeki konuşma şekline bakılırsa Şeyyad Hamza’nın o çağlarda epeyce yaşlı bir adam olduğunu seziklemek mümkündür. Gerek bu seziye, gerek Nasrettin Hoca’nın (683-1284) ölümü hakkındaki rivayete dayanarak Şeyyad Hamza’nın da XIII. asır ortalarında yaşamış olduğunu oranlamak ve böyle kabul etmek icabeder”.

Daha sonraki araştırıcılar da, genellikle, Fuad KÖPRÜLÜ’yü tekrar etmişlerdir. Şairin 13. yüzyılda değil fakat 14. yüzyılda yaşadığı gerçeği, sağlam kanıtlarla, ilk kez Metin AKAR tarafından ortaya konmuştur.

Millî Kütüphane’de bulunan 3772 numaralı yazmada Şeyyâd Hamza’nın veba salgını üzerine 50 beyitlik bir kasidesi vardır. Kendi kızı da veba salgınında ölmüş olan yazar, burada 48. beyitte h. 747 (m. 1348) tarihini verir. Dolayısıyla onun 14. yüzyılın birinci yarısında hayatta olduğu ortaya çıkar. Söz konusu veba salgını, 1345-1353 arasında insanlığı kırıp geçiren “Kara Veba”dır, Anadolu’ya girdiği yıl 1348’dir.

Şiirlerinden başka Yusuf ile Züleyha isimli bir mesnevisi ve Destan-ı Sultan Mahmut isminde bir başka eseri de vardır.

Na’t-ı Şerif 

Senin ışkun kamu derde devâdur ya Resullallah

(aşk kelimesi çok geniş bir boyutta kullanılmaktadır, aşkın bir çok tarifi ve uygulaması edep ve etik değildir, tasavvufta da çok kullanılır. Beşeri aşka da İlâhî aşka da aynı kelime ile varılır. Resulullaha olan sevginin müşahhas anlatımı Bediüzzaman’da netleşir, o, Sünnet-i Seniyyye risalesinde peygambere nasıl ittiba edilir, bunun aklî, kalbî ve fiilî izahını yapar. “Kul in küntüm tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullah” ayeti de, Allah kendisine olan sevginin ancak habibine olan ittiba ile gerçekleşeceğini söyler. Bütün dinî ibadetler ve yasaklar peygamberin hayatıdır. Bediüzzaman eserlerinde Resulullaha ait çok bahisler anlatmıştır, nübüvvetin gereği, ve Peygamberimize has olan yanı ile birlikte, 350 kadar mucizesinini de anlatır, ayrıcı modern bir biyografi tarzında On Dokuzuncu Söz’de onun hayatını icmal eder, açılımı bir koca kitap olur ve Bediüzzaman’ın konu icmalinde ne kadar harika olduğunu gösterir. Bunun yanında nübüvvet kurumunun gerekliliğini felsefi boyutta da anlatır. Peygamber Allah’ın ışığıdır, nasıl güneş işıksız görünmezse Allah da nübüvvet ışığı ile görülür. Ayrıca bir büyük sanat külliyesinin bir sanat felsefecisiyle bir sanat uzmanı ile anlatılması gibi kainatın da insanlara onların anlayacağı şekilde bir peygamberle anlatılması gerektiğini belirtir.

Şeyyad Hamza’nın bu nat-ı şerifi Peygamberimizin bir kalbî ve aklî biyografisidir. 

Senin katında hâcetler revâdur ya Resulallah 

Senin nurun gören gözler ne ay gözler ne  yıldızlar
Nurundan gice gündüzler ziyâdur ya Resulallah 

Teründen açılır güller sözünden şehd ü şekerler
Senünle hasta gönüller şifâdur ya Resulallah 

Habibsin padişahlara tabibsin derd ü ahlara 
Şefaatin günahkâra atâdur ya Resulallah

Ay u güneş yedi yıldız seni öğer kamu dümdüz
Senin sözünden ayruk söz hatadur ya Resulallah 

Hased kılur sana iblis zihî ahmak olur telbis 
Seni sevdigiyçün İdris a’lâdur ya Resulallah 

Ururlar nevbetin daim bu beş vakti sünnetin kâim

(Şeyyad Hamza burada namazı nevbete benzetir, insanlar günde beş vakit camiye gidip nöbetlerini tutarlar, onun en büyük sünneti ancak bu camiye gitmekle sabit olur. Namazı nevbete benzetmesi çok anlamlıdır, ve din ancak kaim olan sünneti olan namazla canlılık kazanır. Bediüzzaman da ibadet ve namaz üzerinde durur her boyutunu namazın zenginleştirir,namazın her rüknünü doldurmak için büyük bir fikri çaba sarfeder,özellikle namazın efalini doldurur.)

Gelürse hânuna her kim salâdur ya Resulallah

Mugaylanlar harir geydi beriyyeler abîr oldu
Senin cefalarun derdi vefadur ya Resulallah 

Satıldı Yusuf-ı Kenan inen az nesneye pinhan 
Seni görmek bana bin can bahâdur ya Resulallah

Dâvud eğninde hil’atun Halil Hânında nimetün
Musa elinde ibretün asâdur Ya Resulallah

Mübarek türbesi yerde dolu nur ile perverde
Velî ruhun feleklerde ayandur ya Resulallah

Sakusun Kabe-i Zemzem hemişe káim-i muhkem 
Hızır ümmetine her dem sakadur ya Resulallah

Şeyyad Hamza ol Şahdan diler kim kurtula ahdan
Seni medh etmek Allah’tan atâdur ya Resulallah 

Nat-ı Şerif gayet kalbî ve hassas bir ruhtan tezahür etmiştir, okurken şairin derinliği hissedilir. Annem veliyullah bir hanımdı, onun defle Şeyyad’ın bir gazelini söylediğini duymuştum. İlk defa Fuzuli’nin Beni candan usandırdı gazelini de ondan duymuştum. Aşk ve coşku idi rahmetli eline defi aldı mı günahları defeder, Erzurum’un müridan-ı Nakşibendisini cezbeye getirirdi. Geçti gitti birkaç günlük fasıldı. Her eve gittiğimde Kırkıncı Hoca “anana söyle bana dua etsin” derdi. Erzurum iki mezar; Kırkıncı Hoca ve Rüveyde Hoca, yıkıldı başımıza baca.

Şeyyad Hamza 

Ne Yatursen Eyâ Gâfil

Ne yatursen eyâ gâfil gözün aç gör bu erkânı
Haka irmek diler isen okı âyât-ı Kur’ân’ı

Eger okıyasen Kur’ân, bulasen derdüne dermân
Özüni komagıl gâfil uyan iste bu dermânı

Dimegil kim benem server var imdi hâcene yalvar
Eğer diler isen rehber kıla cânuma îmânı

Kime kim nasîbi değdi elini dünyâdan çekdi
Kelîmüm diyüben öğdi Çeleb Musî bir ‘Umrânı

Sekiz uçmak yidi tamu bizim içün durur kamu
Sen ona sığın iy ‘âmû ki virür mahlûka cânı

Şular kim dünyâdan geçdi âhiret şerbetin içdi
Hidâyet kapusın açdı okur dâ’imâ Kur’ân’ı

Şehenşâh-ı zamân oldur ki virür mahlûka canı
Anun ‘aşkı nûrı birle görürüz cinn ü insânı

Diler isen Şeyâd Hamza kıla Hakk cânunı râhat
Sana dünyâ ola ‘ibret gel a terk it bu vîrânı

Bu şiir insanlara nasıl Kur’an okumayı emreder özendirir. Şeyyad hürmet âmiz bir insan Allah şefaatine mazhar etsin felaket asrının mecununlarını.

Yusuf ile Züleyha mesnevileri üzerine çalıştım, bunların içinde Süleyman Demirel ‘de Şeyyad Hamza üzerine çalışan bir ilim adamının kitabından faydalandım, daha doğrusu okudum, karşılaştırmalı bir eser ortaya koydum, onu bir romana dönüştürdüm. Yayınlamayı düşünüyorum.işte Dehri Dilçin’in çalıştığı bu mesnevi Şeyyad Hamza’nındır. Hamdullah Hamdi’ninki kadar kapsamlı değil ama ana hatlarıyla vaka örgüsünü içine alıyor,

Türk Dil Kurumu Kitaplığında A/301’de kayıtlı bulunan Kitâb-ı Güzîde’nin içinde yer alan Yûsuf ve Zelîhâ mesnevisi Dehri DİLÇİN tarafından yayımlanmıştı.

Kudretli bir hükümdarla yoksul bir dervişi, başka bir deyişle, madde ile manayı karşılaştırarak sonunda nefsine hükmetmesini bilen dervişi varlık ve ihtişam içindeki sultandan üstün göstermeye çalıştığı Dâstan-i Sultân Mahmûd mesnevisi ise Sâdettin BULUÇ tarafından yayımlanmıştır. Tek nüshası bulunan eser, aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilât” ölçüsüyle yazılmıştır. Büyük bir olasılıkla 16. yy.ın ikinci yarısında istinsah edilmiştir.

Şeyyâd Hamza’nın bu iki eseri dışında İstanbul Umumi Kütüphanesi, numara 5782’de kayıtlı Câmi’u ‘n-nazâ’ir’de bulunan bir manzumesi, başka iki manzumesi, Anadolu Türkçesinden farklı bir Türkçe ile yazılmış bir manzumesi, iki gazeli, Bursa Umumi Kütüphanesi, numara 882’de kayıtlı 52 yapraklı bir şiir mecmuasındaki beş manzumesi, ölüm konusunun işlendiği 12 dörtlükten oluşan lirik bir şiiri ve Millî Kütüphane’de, numara 3772’de kayıtlı 50 beyitlik bir kasidesi tespit edilmiştir.

Garip olan Thomas Mann gibi bir Avrupalı Alman Yazar Yusuf ile Züleyhayı üç çilt romana dönüştürmüş bizim  çok sayıda Klasik edebiyat hocamız var ama ses yok, hala klasik edebiyatta vezin kafiye anlatılır, imaj bile yok.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
“Üfürükten Teyyare” Kripto Vazife

Vazife verildiğinde Sayın Bay oldukça gerilmişti. “Acaba bile bile timsah yuvasına mı yollanıyorum?” diye acayip …

Kapat