Sıdk, sadakat, sâdık, sıddîk

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

SIDK

Lügat manası:

  1. (Sıdk.dan) Dostluk, bir kimseye Allah (C.C) için kalpten bağlılık, kalbî ve samimî doğrulukla olan dostluk. Dostlukta sebat, vefadarlık. (Yeni Lügat, Abdullah YEĞİN).
  2. (Ar. ṣadāḳat) Kendisine iyilik edene, lutufta bulunup koruyana minnet ve şükran duyguları ile bağlanma, bu bağlılığa yakışır şekilde davranma, hâinlik ve döneklik etmeme, vefâkarlık gösterme.(Kubbealtı Lügati)
  3. Bir ameli, Allah emrettiği için yapmak, ihlâs; emredildiği gibi yapmak ise sadakattir. Sadakatin bir manevî, diğeri fiilî olarak iki ciheti vardır. Kişinin bağlandığı şeye ciddi ve kalbî samimiyetle bağlılığı, sadakatin manevî cihetidir. Bu manevi bağlılığın fiilî tezahürü ise, bağlandığı şeyin icaplarını harfiyyen ve tasarruf etmeden ifa etmek ve fiilen sadakatini ispat etmektir. Eğer kişi, kudsi ve manevi bir merciden gelen düstur ve hükümlerin fiilî tavsiye veya emredilen şekle, kendi anlayışıyla yeni tarzlar ihdas ederek tasarruf ediyorsa, bu kimse sadakati zedelemiş veya terk etmiş ve kendi arzusuna uymuş olur. (İslam Prensipleri Ansiklopedisi)

***

“Her şeyde doğru olma” anlamında Kur’anî bir kavram. “Sa.Da.Ka” fiilinden masdar olan “Sıdk”, “konuşanın inancı itibariyle söz ve fiilinin birbirine uygun olması”dır. Bir va’din yerine getirilmesi bakımından sözün doğru olması “sıdk” olduğu gibi bir olayın haber verilmesi bakımından da sözün doğru olması “sıdk”dır. Kur’an-ı Kerim’de “Hâdis (olayları haber veren söz) bakımından Allah’tan daha doğru olan kimdir…” (en-Nisa, 4/87) ve “Allah (c.c) hak olarak va’detti. Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır…” (en-Nisa, 4/122) buyrularak Allah (c.c)’ın hem haber verme, hem de va’dini yerine getirme bakımından hiç kimsenin tahayyül edemeyeceği şekilde “sıdk” sahibi olduğu belirtilerek meydan okunuyor. Kur’an’da daha çok rasuller için kullanılan “sıddik” ise sıdk’ı en fazla olan, yani asla yalan söylemeyen kimse demektir.

Yukarıda lügat anlamı kısaca açıklanan “sıdk” terimi, peygamberlerin en önemli özelliklerinden biridir. Risalete ehil olabilmek için her peygamberin bu sıfatı üzerinde taşıması gerekir.

Öyle ki; içerdiği sözü ve yaptığı anlaşması, ciddiyetle mizahı ve olay nakletmesi gibi bütün sözleri, süzgeçten geçirilirse, gerçeğe uygun düşer. Bu sıfat herhangi bir suretle yerinde olmazsa risalet davası temelinden sarsılmış olacaktır. Çünkü insanlar doğru söylemeyen bir peygambere güvenemez. Doğru olan peygamberin herhangi bir surette gerçeğe ters düşen bir söz söylediği görülmemiştir.

Bir peygamberin Allah namına davet ettiği şeyi kendi nefsinde yaşaması gerekir. Çünkü risaletin en büyük gayesi Cenab-ı Hakk’ın insanları mükellef kıldığı ahkamı onlara tebliğ etmektir. Çünkü Allah ile ilişkisi olan kimse herkesten daha çok O’nun azametine müdriktir. Dolayısıyla O’nun hiç bir emrine karşı gelmez. Zira Ona karşı gelmek ihanettir. Hain olan kimse de Allah’ın risaletinin ehli olamaz.

Kur’an-ı Kerim’de bir çok peygamber için doğruluk vasfı kullanılmakta, bazılarına “sıddik” denilmektedir.

“Kitap’ta İsmail’i de an. Çünkü o va’de sâdık rasul bir nebi idi” (Meryem, 19/54).

“Yusuf, ey sâdık kimse!. ” (i’usuf, 12/46).

“Kitap’ta İbrahim’i de an. Çünkü o sıddîk nebi idi” (Meryem, 19/41).

“Kitap’ta İdris’i de an: Çünkü o sıddîk bir nebi idi” (Meryem, 19/56).

Yine son nebi Hz. Muhammed (s.a.s)’in de sadık olduğu, yalancılardan olmadığı Kur’an-ı Kerim’in bir çok yerinde anlatılmakta, İslam tarihine, özellikle risaletin Mekke dönemine bakıldığında Rasulüllah (s.a.s) gerçeğin şehadeti, inananların ve düşmanların şehadetiyle “Sadıkul-Va’dul-Emin” olduğu ortaya çıkmaktadır.

Sıdk kavramı, Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala’nın va’dettiği şeyleri yerine getirmesi özelliği olarak da kullanılır:

“Rabb’ının sözü sıdk (doğruluk) ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun kelimelerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O hakkıyla işiten ve bilendir” (el-En’am, 6/115);

“İşte onlar öyle kimselerdir ki, amellerinin en güzelini onlardan kabul ederiz ve onların kötü amellerinden vaz geçeriz: onlar Cennet ashabı arasındadırlar. Bu, onların va’d oluna geldikleri sıdk (dosdoğru) bir va’ddır” (el-Ahkaf, 46/16).

Sıdk, aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’in bir ismidir.

“Sıdk’ı (doğru olan Kuran) getirene ve onu tasdik edenlere gelince, işte müttakiler onlardır” (ez-Zümer, 39/33);

“Allah hakkında yalan uydurandan ve kendisine gelen sıdkı (doğru olan Kur’an’ı) yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kafirler için Cehennem de yer mi yok sanki?” (ez-Zümer, 39/32).

Kur’an-ı Kerim’de genel olarak doğruluktan ve doğruluğun faziletinden bahseden pek çok ayet-i kerime vardır. Bu ayetler mü’minlerin sâdıklarla beraber olmalarını emreder. Allah (c.c) buyurur ki: “Ey iman edenler! Allah’tan korkunuz ve sadıklarla beraber olunuz ” (et-Tevbe, 9/119).

Gerçekten sadakat kıyamette kulun kurtuluşu için bir garanti mahiyyetindedir. Allah’ın gazabından kurtuluşa sebeptir; Onu Cennete götürür. Allah buyurur ki: “…Bu (gün) doğru söyleyenlerin (sadıkların) sıdk (sadakat) larının kendilerine fayda vereceği bir gündür. Altında ırmaklar akan cennetler -ki orada daimi ve ebedi kalıcıdırlar- onlarındır. Allah kendilerinden razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır ve işte bu en büyük kurtuluş ve saadettir” (el-Maide, 5/119).

Doğruluğun esası; bir şeyin meydana gelmesi tamamlanması kuvvetinin kemale ermesi kısımlarının bir araya toplanmasıdır.

Doğruluk (sıdk; sadakat) niyet söz ve amelde olur. Niyette doğruluk son derece azimli olmak ve Allah’a yönelmek için iradeyi kuvvetlendirmek ve engelleri aşmaktır. Bu ise Allah’ın farz kıldığı şeylere koşmakla elde edilir. Bunun da başında Allah yolunda cihad gelir. Cihadın bir türü de Allah’a davettir. Davete mani olan herkesten yüz çevirmek, bunlardan uzaklaşıp nefret etmek gerekir. Çünkü onlar gaflet içinde yaşayan insanlardır. Dünyada gördüklerinden başka bir şey bilmezler. Onların ulaştıkları bilgi derecesi budur. Gerçekte ise, cehalet ve nefsani arzunun kendisidir. Doğru kimsenin kalbi çok hassas olur; davete mani olan kimselere karşı tahammül edemez. Bunun için de onlardan sıkılır; onlarla komşuluk, arkadaşlık yapamaz; onlarla düşüp kalkamaz, onlardan uzak kalmakla gönlü açılır; Allah’a seyr ve sülûkunda ve ona davet hususunda acele etmeye teşvik eden kimselerden hoşlanır.

Sözde sadakat, dilin hakkı ve doğruyu söylemesidir. Dil böyle alışınca, artık hiç bir bâtıl konuşmaz.

Amelde sadakat, şer’i yollara uyarak Rasulullah (s.a.s)’e tabi olmak suretiyle olur. Müslüman sözde, niyette ve amelde sadakatı gerçekleştirince, sıddıkiyet derecesine ulaşır. Bu derece ise, Cenab-ı Hakkın mü’min kullarından istediği Rasulüllah (s.a.s)’e hitap ile yönelttiği bir derecedir. “Ve şöyle de; Rabbim, beni sıdk (ve selamet) girdirişiyle girdir; sıdk (ve selamet) çıkarışıyla çıkar ve tarafından da hakkıyla yardım edici bir hüccet ver” (el-İsra, 17/80).

“Sıdk girdirişi ve çıkarılışı” demek, müslümanın herhangi bir şeye ve herhangi bir işe girişip başlamasının, ondan çıkışı ve onu terkinin Allah için ve Allah ile olmasıdır. Yani yaptıkları ve yapmadıkları Allah’ın rızasına bağlıdır. Kul bunları eda ederken Allah’tan yardım dileyerek yapar. Maksadı da Allah’ın rızasıdır. Gayesi de yalnız Allah’dır. “De ki: Benim namazım da ibadetlerim de hayatım ve ölümüm de, hiç bir ortağı olmayan alemlerin Rabbı olan Allah’ındır” (el-En’am, 6/162-163).

Müslüman sıddıkiyetin bu derecesine erince, hayatta onun nazarında rağbet edilecek başka bir gaye kalmaz. Ancak bunun ayakta kalışı Allah’ın rızasına vesile olacaksa ayakta kalmayı tercih eder. Şayet bu gayeyi kaçırır veya elde edemeyeceğini anlarsa, hayattan yüz çevirir ve ölümünü ister.

Hz. Ömer (r.a)’ın şöyle dediği rivayet edilir: “Üç şey olmasaydı dünyada kalmayı istemezdim; 1- Allah yolunda iyi cins atlar sırtında savaşmak; 2- Gece ibadetinin meşakkat ve zorluğuna katlanmak; 3- Sözün temizini hurmanın temizini seçer gibi seçen kimselerle düşüp kalkmak”. Hz. Ömer (r.a)’ın arzu ettiği bütün bu sayılanlar Rabb’ı razı edecek şeylerdir.

Sadık bir müslüman davetçinin sadakati yüzünden ve sesinden belli olur. Rasulüllah’ı tanımadan evvel onunla konuşan kimseler şöyle derlerdi: “Vallahi bu bir yalancı yüzü ve bir yalancı sesi değildir”.

Davetçinin yüzünde ve sesinde doğruluk eserinin görülmesi, muhatabına tesir eder; onun sözünü kabule, ona saygı beslemeye sevkeder. Ancak, muhatapları son derece kör kalpli kimselerse onlara tesir etmez.

Ne olursa olsun, beyan ettiğimiz manada sadakat müslüman için ve Allah’a davet eden herkes için zaruridir. Çünkü imanın esası doğruluk; münafıklığın esası da yalandır. Davetçinin yalancı olması mümkün olamaz. Peygamber (s.a.s)’in buyurdukları gibi, yalan ahlaksızlığa sevkeder. Ahlaksız bir kimsenin ise davetçi olması mümkün değildir.

Yüce Allah peygamberlerden ve inananlardan ahd olarak sadıkları ve kâzibleri birbirinden ayırmıştır:

“Biz nebilerden kuvvetle ahitlerini almıştık. Senden, Nuh’tan İbrahim’den Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan (evet) onlardan ağır bir misak (söz) almıştık “;

“Ki (Allah) o sâdıklara sıdklarından sorsun, o kafirlere de acı bir azab hazırlamıştır” (el-Ahzab, 33/7-8);

“Mü’minlerden öyle erler vardır ki Allah’a verdikleri ahidlerinde durdular; onlardan kimi adağını yerine getirdi, kimi de beklemektedir; sözlerini asla değiştirmemişlerdir”; Ki Allah sadıkları sıdklarıyla mükafatlandırsın, münafıklara da dilerse azap etsin, dilerse tevbe edenlerin tevbelerini kabul etsin. Şüphesiz Allah Gafur ve Rahimdir” (el-Ahzab, 33/23-24);

“İnsanlar yalnız “inandık” demekle hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun ki biz onlardan öncekilerini sınadık elbette Allah (sınayıp) sâdıkları bildirip açığa çıkaracak, kâzipleri (yalancıları) bildirecektir” (el-Ankebut, 29/2-3).

İşte yukarıdaki ayetlerde bahsedilen sâdık erlere Cenab-ı Hak mükafat olarak “sıdk”, mekanlarını “sıdk” bir va’d ile vadetmiştir:

“İçlerinden bir adama “insanları uyar ve iman edenlere Rabbleri katında kendileri için bir kademe-i sıdk (doğruluk makamı, kademesi) bulunduğunu müjdele” diye vahyetmemiz insanlara tuhaf mı geldi ki kafirler; “bu apaçık bir sihirbazdır” dediler” (Yunus, 10/2);

“İşte onlar öyle kimselerdir ki, amellerinin en güzelini kendilerinden kabul ederiz ve onların kötü amellerinden (günahlarından) vazgeçeriz. Onlar Cennet ashabı arasındadır. Bu onların (dünyada iken) va’d oluna geldikleri sıdk (dosdoğru bir va’ddır)” (el-Ahkaf 46/16);

“Muhakkak ki muttakiler cennetlerde ve ırmaklar (ın kenarın) dadırlar “.

“Sıdk makamında (doğruluk meclisinde) gayet muktedir (güçlü) bir melikin yanındadırlar” (el-Kamer, z 54/54-55);

Allah buyurdu ki: “Bu, sadıklara sıdklarının fayda sağlıyacağı gündür onlar için altlarında ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Ondan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve saadet budur” (el-Maide, 5/119)

Muammer ERTAN

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Hisbe, İhtisab – Hisbe Teşkilâtı ve Muhtesib

Hisbe ( الحسبة ) Arapça’da “hesap etmek, saymak; yeterli olmak” anlamlarındaki hasb (hisâb) kökünden türeyen ihtisâb …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Bediüzzaman Hazretlerinin vâris tayin ettiği talebeleri
Mutlak Vekil Tartışmaları Üzerine

Şeriat, tarikat, siyaset ve irşad ehli nezdinde saff-ı evvel tabir edilen şahısların her zaman ayrı bir makamı …

Kapat