Ana Sayfa / Yazarlar / Şikayet ve Şükür, Rububiyet ve Ubudiyet / Ahmet KATIN

Şikayet ve Şükür, Rububiyet ve Ubudiyet / Ahmet KATIN

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

ŞİKAYET VE ŞÜKÜR, RUBUBİYET VE UBUDİYET AYRIMI

İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsanı havalandırıp baş aşağı felâkete atan şöyle bir hal var:
İstihkak nazara alınmayarak, Hakk’ın takdiri hakkında tefrit veya ifrat yapılır. Ve kuvvetine, kıymetine bakılmayarak küçük veya büyük bir yük altına alınır gibi gayr-ı insanî haller insanı insaniyetten düşürür, ya zulme veya kizbe sevk eder.

Meselâ: Bir fırka askerin mümessili bir nefer, bütün askerlik umûrunu bilmek veya bir katre sudaki timsalinden, şemsin azametini göstermek talebinde bulunmak, en yüksek bir insafsızlıktır. Çünki vasıf ile ittisaf arasında fark vardır. Meselâ: Katredeki timsal, şemsin evsafını gösterir. Amma o evsaf ile muttasıf olamaz.

İnsan hodgam ve zahirperest olursa, yani her şeye kendi keyfi ve lezzeti için ayrıca üstün-körü, yüzeysel, kabuğa bakıp özü görmeyen bir yapıda, mahiyette olursa, değerlendirmesi hep subjektif, kendine göre olur. Bu çeşit değerlendirme ve bakış açısı ise yüzde 99 insanı aldatır ve yanlış ve isabetsiz hüküm vermiş olur.

İnsan neyi hak edip-etmediğini bilmeden, Allah’ın tasarrufu, alması-vermesi hakkında menfi ve olumsuz kanaatler beyan eder. Kendisi hakkında az, başkalrına ise çok vermiş nazarıyla baktığı için ifrat ve tefrit gel-gitleri yaşar. Halbuki bilse ve anlasa ki, Allaha karşı kimsenin hakkı olamaz ki, şikayet edebilsin. Şikayet için bir hakkının kaybolması veya verilmemesi lazım. Allaha karşı hangi hakkımız olabilir. Olsa olabilse, her halimize ve her verdiğine şükür etmekliğimiz lazım. Bizi yoktan vareden, hayat, ruh, insaniyet, sağlık-sıhhat, iman ve İslamiyet gibi sonsuz nimetleri bize veren O değil mi? Biz O’nun hakkını şükür ve ibadetle, hamd ve muhabbetle ödeyebildik, yerine getirebildik mi ki, şikayete hakkımız olsun.

Sonra hoşumuza gitmeyen şeylerin, çirkin olduğunu bize düşündüren nedir? Halbuki, hastalanınca ne acı ilaçları, sevmediğimiz iğneleri, sağlığımıza kavuşmak için kullanmıyor muyuz? Görünüşte çirkin, ama hakikatı güzel değil mi? Bir ağacın parçalanması, dallarının kesilmesi güzel olur mu? Halbuki budama her ağacın gelişmesini, meyve ve sebzelerinin daha lezzetli, daha çok olmasını netice vermiyor mu? Her maden kalitesini yükselmesi için, ateşlere sokulmuyor mu, örs ve çekiçle dövülmüyor mu, kalıplarda sıkıştırılıp, adeta suyu çıkarılmıyor mu? Ve bunlar onların kemali, gelişmesi, kıymetlenmesi, herkesin takdirini kazanması için yapılmıyor mu? Evet güzelin güzelliğini arttıran, çirkinin çirkinliğidir.
İşte insan ubudiyet ve kulluğun kolay, hafif ve rahat vazifelerini terk edip, Rububiyetin, Allah’ın terbiye ve tasarrufunun altına girince altında eziliyor. Cesedi değil, kalbi, ruhu, aklı eziliyor. O zaman ya zalim, ya yalancı oluyor. Her şeyi kullarının iyiliği ve kemali için yapan, kullarını hiç hak etmedikleri halde, hadsiz nimetlerle donatan, isyan ettikleri halde, pişman olup, dönebilmeleri için mühlet veren Allaha karşı Onu haksızlıkla ittiham etmek zulüm ve yalancılık olmaz mı?
Zulüm ve yalan insaniyet makamında olmayan kötü sıfatlardır. İnsanın fıtratı hakkaniyet ile doğruluk ve sadakat üzerine yoğrulmuştur. Zulüm ve yalan insaniyet mertebesinden insanı şeytaniyet derekesine eksi derecesine düşürür.

Basit ve rütbesiz bir asker, orgeneralin eğitim, talim gibi askerliğe ait işlerinden ve emirlerinden ancak milyonda birini bilebilir. Bu asker, generalin tasarruflarını tenkid etse, elbette zulüm ve yalanla meşgul olmuş olur. O kendi işiyle alakalı vazifelerini yapacak ve orgenerale hüsn-ü zanda bulunacak.(Bu bir temsil ve misaldir)

Veya bir su damlası güneşin ışığının, renginin, gezegenleri çekip-çeviren kuvvetinin, sıcaklığının ne kadarını gösterebilir? Damlanın acizliği, güneşin acizliğini değil, damlanın kabiliyetinin azlığını gösterir. Güneşten bütün azametli kabiliyetlerini damlada göstermesini istemek, insafsızlıktır. Çünki, mesele Güneşte değil, damladadır. O azameti damla kabiliyeti nisbetinde gösterir, ama üzerinde taşıması imkan haricidir.

Üstelik burası imtihan yeridir. İnsanların akıllarına kapı açacak, ama iradesini elinden almayacak tarzda sorular sorulup, cevabı anımsatacak, hatırlatacak, yakınlaştıracak işaretler yapılıyor. Ama açık cevabın bulunması bizden isteniyor. Bulanın veya kaybedenin biz olmamız lazım ki, istidat ve kabiliyetler açılsın ve inkişaf etsin.
Bu bahis Rububiyet vazifesi ile ubudiyet vazifesinin farklılığını anlatmak ve insanı hakiki vazifesine çevirmekle, dünya ve ahiret saadetini kazanmasına vesile olmak için yazılmakla beraber (çok manalarından aciz aklıma görünen ancak şimdilik bu kadar manasında) şuna da misal olur belki:

Bazen Müslümanlar tenkid edilir. Hacı, hoca, namaz kılan, sakallı, sarıklı, çarşaflı vb. şöyle yaptı, böyle etti diye.
Halbuki İslamiyet’i bir Askeriyeye benzetsek, mesela Peygamber asm. Genel Kurmay Başkanı… Mesela ben de rütbesiz bir er, bir askerim. Bir askerin Orgeneralin bildiğini bilmesi, Onun kuvvetinde olması mümkün değildir. Bir askerden generalin işi beklenmez. Öyle de: bir Müslüman Peygamber değildir ve olamaz. Melek değildir ve olamaz. Öyleyse, bir müminin bir hatasını İslamiyet’e mal etmek. Ondan Hacca, namaza, sakal, sarık, cübbe veya çarşafa itiraz etmek en hafif ifadeyle samimiyetsizliktir. Hatası bir, beş, on ise; hayır ve hasenatı, iyiliği ve sevabı milyarlardır. Her şeyde bardağın dolusuna bakmayı tavsiye edenler, iş Müslümanlara gelinde hep boş tarafa bakarlar. Tabii en büyük pay nefis ve şeytanın.

Bir latife ile bitirelim: İzmir’den Üstadımızı üç sefer ziyaret etmiş. Musa Amca fırsat bulduğu her mekanda İman ve İslamiyet’i anlatır. Bir yerde yine anlatırken, biri lafa girmiş: Hocam iyi anlatıyon da, bir Hacıyla ticaret yapmaya kalktık, anamı ağlattı, demiş. Musa amca: Kardeşim ben meselenizi bilmiyorum. O hacı kardeşimizde burada yok. Ben hakem olamam, deyince o zat: Yok hocam valla da billa da anamı ağlattı demiş. Musa amca:

Kardeşim Hacc o adamı bozmamış. Eğer Hacca gitmeseydi, senin sülaleni ağlatırdı amma Hacc onu bu kadar düzeltebilmiş. Ya Hacca gitmeseydi ne olurdu, deyince o zat başlamış gülmeye: Doğru, doğru demiş.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri Günümüzün hayat hızı ve anlayış tarzının getirdiği şeyler İslam’ın evrensel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye Âzâsı Hz. Bediüzzaman / Eyüp EKMEKÇİ

İstanbul'u tekrar şereflendirmesi, ehl-i ilmi ve halkı çok fazla memnun ve mesrur etti. Kendisine haber …

Kapat