Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Seçme Yazılar / Sıra Nurcularda mı? / Mehmet Ali BULUT

Sıra Nurcularda mı? / Mehmet Ali BULUT

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Sıra Nurcularda mı?

Türk milleti tam bağımsızlığını elde etmeye ve devletini bölgesi için bir güç dengesi kılmaya çabaladıkça birileri de başımıza çoraplar örüyor işte.

Şu sıralar Türkiye tüm bu olayların içimizdeki işbirlikçilerini tespite ve bu hallerin bir daha yaşanmaması adına bunun önüünü almaya çalışıyor. Gerek Diyanet camiasından, gerek ilahiyat çevrelerden ve gerekse hükümete yakın bazı yazarların dillerinin altında dolaştırdıkları bakladan anlıyorum ki birtakım fırsatçılar, Nurcuları da hain sandalyesine oturlmak istiyorlar!

Şuna emin olun, nasıl ki Avrupa’nın “Şark Meselesi” dediği intikam politikası Hz. Muhammed’in (asv) nübüvvetiyle başlıyorsa, şu menhus yarasa ruhlu nifakçıların Nura karşı duydukları öfke ve kinleri de Risale-i Nur’un, Türk milletinin hizmetine girdiği andan itibaren başladı. Ve hiç eksilmedi. Zira onlar da farkında ki şu eserlerdeki ruh ve mana, Türkü yeniden ayağa kaldıracak. Ve yine iyice biliyorlar ki Türk ayağa kalkarsa İslam ayağa kalkacak. Ve emindirler ki İslam ayağa kalkarsa kendileri bitecekler. O yüzden de her kim hakiki manada Türk milletine hizmet etmeye kalkmışsa onu linç ediyorlar ve değersizleştirmeye, itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.

Ben -yıllar önce yazmıştım sıranın Nurculara geleceğini. Zira BOP dediğimiz, Ortadoğu’yu Büyük İsrail’e hazırlama projesinin bir alt projesi de bu amaca yönelik gelişmelere direnç gösterecek yerel inanış ve öğretileri yok etmektir.

Onlar istiyorlar ki her İslami örgüt DEAŞ, İŞİD veya Selefilik ve Şia benzeri öfke üzerine kurgulanmış olsun. O yüzden İhvan hareketinden, İHH’dan ve müsbet hareketi temel davranış haline getirmiş Nur hareketinden rahatsızlar. Çünkü kendi halklarının İslama meyletmesini ancak İslamı terör ve şiddet ile özdeş göstererek, olumsuz bir algı yönetimi ile önleyebilirler…

Onların istediği Müslüman tip kavgacı, uzlaşmaz, en küçük bir öfkede masum insanların kellesini koparıp başında da “Allahu ekber!” diye bağıran insan tipidir. Gerçi öyle yapanlar tamamen kendi eserleridir, İslamiyet ile alakaları yoktur ama onları Müslüman gösteriyorlar. Öyle yapacaklar ki hakiki İslam ve Müslümanlık zarar görsün veya yayılmasına mani olunsun!

İslam, nurdur ve insaniyet-i kübradır. Ruhu karanlıktan beslenmiş olanlar onun aydınlığına tahammül edemiyor. Bugün maalesef adının İslam olması bazılarının karanlıklara hizmet etmesine mani olmuyor.

İşte görüyorsunuz. FETÖ dediğimiz örgütlenme, yıllarca “hizmet ve ıslah ediyorum” dedi. Acaba şimdi Nura çamur atanların şu zattan ne farkları var? Onlar da güya Kur’an ve din namına şaamet gösteriyorlar, meşumlar!

Sizi temin ederim Risale-i Nur’a şu veya bu gerekçe ile çamur atanlar en az şunlar kadar ruhları karanlıktır ve karanlıktan besleniyordur ki böyle rahatsızlar. Din adamı, müftü, bilmem ne hocası kisvesi altında konuşmaları sizi aldatmasın. İşte FETÖ terör örgütünün başındaki de din adamı! Bu zatın Risale-i Nur’a duyduğu kıskançlık, (Bakınız, Şualar, 5. Desise-i Şeytaniyye) onu şu elim hale düşürdü. Sizin aynı kıskançlıkla kıvranmadığınızı kim söyleyebilir?

İsimlerinizin önünde ‘prof.’ vs gibi bir yığın titr var ve kitaplarınız itibar görmüyor, kimse fikrinize talip olmuyor. Kim söyleyebilir kıskanmadığınızı? Kendi kendinize kaldığınızda “Şu kadar Türk alim varken bir Kürde mi kaldı bu işler!”[1] demediğiniz ne malum? Bu imanın değil nefsin bir tezahürüdür. Kıskançlık hadi bir parça, sizinkisi düpedüz düşmanlık!

Hiç okudunuz mu o eserleri? Şu günün meselelerine dair söylediklerine baktınız mı? Cumhuriyet, meşrutiyet, demokrasi, İslam, cihat, Kur’an’a ve İslama hizmet… Siz fikirlerine karşı çıkamadığınız için çamur atmaya çalışıyorsunuz.

Sizin haliniz neye benzer biliyor musun? Übey bin Halef, Ümeyye bin Halef ve Ebu Leheb’e! Kur’an onları bir surenin benzerini yapmaya çağırdı… Onlar bunu yapmak yerine, şimdi kimilerinin yaptığınız gibi çamur attılar. “Kardeşim beğenmiyorsanız Said Nursi’nin eserlerini, karşısına ondan daha kalitelisini, daha düzgününü, daha Kur’anî(!)sini ve toplum tarafından da rağbet edilecek örneğini koyarsınız olur biter. Kimse de o Kürdün kitabını okumaz, sizin kitabınızı okur. Bir zaman, bir adamınız vardı, sizin içinizden çıkma. Gerçi çoğunuzdan da daha bilgili idi ‘matbu’ Kur’an konusunda! “Kur’an’ı anlamak istiyorsanız benim kitaplarımı okuyun!” diyordu. Sonra anlaşıldı ki asıl kendisi anlamamış Kur’an’ı!

Nedir sizi rahatsız eden, Risale-i Nur ve Bediuzzaman’a dair?

Eğer şu ihanet şebekesini, Nur ile ilintilendiriyorsanız –ki Nur talebeleri sizden çoook önce onun gerçek yüzünü tesbit etmiş ve yıllar yıllar öncesinden şu tehlikeye dikkat çekmişlerdi. Oysa siz o zamanlar hepiniz onlara tabasbus ediyordunuz!- yanılıyorsunuz. O zata karşı en evvel uyanıp tavır koyanlar yine Nur talebeleri oldu.

Siz şimdi, din adamı kisvesi altında, kendinizi “Hakk” merkezine oturtuyorsunuz ya “güya Risalelere dair söylediklerinizin revaç bulması için!”… Şu adam da onu yaptı yıllarca. Adının Müslüman olması, Diyanet menşeli din alimi olması içindeki karanlığı yok etmeye yetmedi. Sizin de aynı halde olmadığınızı nereden bileceğiz? Bediuzzaman’ın bari önümüzde 80 yıllık bir yaşanmış ömrü ve tamamlanmış bir hayatı var. Biz onun mahiyetini ve işlerinin akıbetini gördük. Sizin ne kadar karanlık veya aydınlık olduğunuzu nereden bileceğiz? Senin hakikaten hak söylediğin nereden belli baş efendi? Hindistanlı Kadiyani Ahmet, büyük bir din adamı idi. Yıllarca hak söyledi. Sonra anlaşıldı ki İblis içinde karar kılmış ve adam kendini haşa ilah makamına çıkarmış.

Sizin nurdan rahatsız olmanız, içinizdeki saklı karanlıktan olmasın? Çünkü “nur’un düşmanı “karanlık”tır. Ruhlarını karanlıklara adamış ve kendileri de ancak karanlıklar içinde iş çeviren Masonlar ve onların sevk ve idare ettiği tüm zındıka komiteleri, Türk milletinin şu Nurlara olan muhabbetini yok etmek için her yola baş vurdular. Bir halt edemediler. Siz de edemeyeceksiniz!

Sizin ağa babalarınız, Said’i, cebir ve hile ile hakim ve savcıları aldatarak soktukları hapishanede 17 kere zehirlediler.

Eserlerini defalarca “dini siyasete alet ediyor” diye mahkemelere verdiler. Sayısız mahkeme kararı ile “bu eserlerin hiçbir yerinde dinin siyasete alet edilmesine dair bir emare bulamadığı” mahkeme kararlarıyla hükme bağlandı… Hem de dini yaşamanın sıkıntılı olduğu bir devirde… Aksi takdirde o eserleri de yazanını da mahkûm eder ve beratına da karar vermezlerdi. Tüm Masonik baskı ve sizin gibi düşmanlığını içinde saklayan dessas düşmanlarının desiselerine rağmen, şu eserleri mahkûm edemediler! Çünkü tamamı iftira idi. Adliyeler iftira ile karar vermez, vermemeli. Kusur bulsalardı mahkûm ve müsadere edeceklerdi. Bulamadılar. Bulabildikleri tek kusur, güya nzaman zaman Said, “bana ihtar edildi ki…” veya “gönlüme geldi ki..” yahut, “Bunlar Kur’an’ın semasından nüzul eden teraşşuhatlardır…” diyormuş…

Yahu be insafsızlar, Allah bir şaire ilham ediyor, bir arıya vahyediyor, İblis, sizin gibi dostlarına vahyediyor. Her ismin a’zam mertebesinden gelmiş Kelam-ı Ezeli olan Kur’an, bir tilmizine böyle şeyler söyletmişse bunun neresi garip!

Allah bilir siz “Bana Allah vahyetti, ama ben peygamber değilim”, diyen İbni Arabi’yi de kâfir biliyorsunuzdur! Mamafih onu astıranlar da sizlerdiniz! “Taptığınız ayağımın altındadır” dediği için! Lafzına baktınız, hikmetini merak bile etmediniz, her zaman olduğu gibi.

Daha sonra ayağını yere vurduğu yerden ne çıktığını biliyorsunuz! (Yestehibbunel hayattedünya alel ahire…) ayetini bir daha okuyun…

Ey ehli insaf, Ey aklı selim sahipleri bir düşünün!

*Şu ‘Said’ adam, önünüze çıkıp “ben şeyhim!” dememiş. Kendi yazdıkları için de “Benden gelen her şeyi, benden geldiği için kabul etmeyin. Mihenge vurun. Altın çıkarsa alın, bakır çıkarsa üstüne binler beddua ile bana iade edin!” diyerek kendi sözünün ayet gibi kabul edilmemesi gereğini vurgulamış.

*Sizden ücret istememiş. Fakr u zaruret içinde ve kıt kanaat yaşayarak ömrünü geçirmiş. Bu eserleri, milletin imanını ihya etmek ve ahiretini kurtarmasına vesile olmak için yazdığını söylüyor.

*Siyasetten, şeytandan kaçar gibi kaçtığını cümle âlem bilir.

*Kendi talebelerine daima müsbet hareket etmeyi ve daima asayiş kuvvetlerinin yanında yer almayı telkin ve tavsiye etmiş.

*Bu ülke aleyhine olabilecek tüm kalkışmalara “Bin yıl İslama bayraktarlık etmiş bu millete kılıç çeken nazarımda merduddur” diyerek her türlü isyana set çekmiş.

*“Dâhilde cihad olmaz”, “husumete vaktimiz yok” gibi samimi ve hakikaten ekmek su kadar muhtaç olduğumuz umdelerle dâhili huzuru muhafazaya çalışmış.

*”Şu eserlerle Türk milletini yeniden ayağa kaldırmış, dinine ve imanına sahip çıkmalarını sağlamış; manasından/misyonundun koparılmış Türkü, yeniden İslam ile buluşturmuş, “Şu milletin himmeti, hakikat-i mümtezice (Türk – İslam sentezi) ile pervaz eder” diyerek Türk milletinin İslamsız edemeyeceğini, İslamiyeti terk eden Türklerin, Türklükten de çıktığını haber vermiş.

*Kürtlere “Ey Kürtler dikkat edin Türkler sizin aklınızdır”, Türklere de “Kürtler sizin kuvvetinizdir. İkiniz birlikte iyi bir insan edersiniz” veya “Birbirinizden ayrılırsanız mahvolursunuz!” diyerek şu Anadolu topraklarındaki birlikteliğin devamına kuvvet vermiş. Emin olabilirsiniz, şu güzel ve dinde samimi Kürt halkı, eğer PKK gibi ayrılıkçılara itibar etmiyorsa, bilin ki sizin tedbirlerinizle değildir. Bediuzzaman’ın ve benzeri ehl-i imanın onlara söyledikleri iledir. Said’e ve benzerlerine verdikleri itibar iledir…

*Adem-i merkeziyeti savunun Prens Sabahattin’e bile “bunu yaparsak Anadolu parçalanır, yapmayın etmeyin” diyecek kadar bu ülkenin, İslam ittihadının sevdalısıdır…

*”Mekke’de yaşansa bile ila-yı kelimetullah için Anadolu’ya gelinmek icap eder” diyerek kendi vatanında o devrin şartlarındaki sürgün ve zahmetle yaşamayı, hâriçteki refaha tercih etmiş bir zatı, CIA’nın sevk ve idare ettiği malikânelerde imrar-ı hayat edenlerle aynı kefeye sokmak, şeytanın bile tenezzül etmeyeceği bir yakıştırmadır!

Bakıyorum da ona dil uzatanlar, ya kendi eserleri itibar görmemiş zavallılar ya da abdest almaktan dahi habersiz bir kısım aklı evveller.

Ha tabii ki tebliğ ve irşad tarzları; meşrepleri ve meslekleri aynı olmayan bir kısım tarikat ve cemaat mensuplarının, bazı eleştiriler getirmelerini anlarım. Onlar da kendi taraftarlarının taraftarlıklarını diri tutmak niyetiyle yapıyorlar. Açık bir iftira ve şeriatın zahirine muhalif olmadıkça bu eleştirilere ilişilmez.

Aksi takdirde, bir Kur’an tefsiri ve metin bir hısn-ı imani olan şu eserlere çamur atmak, gadab-ı ilahiye dokunur. Hem âkil insanın kârı değildir.

Buna cüret etmek için ya ondan habersiz bir cahilsiniz ki bilmiyorsunuz. Ya hasid bir kıskançsınız ki sizin eserlerinizin onunki kadar itibar görmemesinden rahatsızsınız. Ya kendinizi ondan çok daha yüksekte görüyorsunuz –ki bu yeter bir ölçüdür nefsani davrandığınıza; enaniyetiniz sizi konuşturuyor. Ya ruhunuz karanlıktan besleniyor ki ‘nur’dan rahatsızsınız. Ya da Masonik çevrelerin beslediği zındıka komitesinin bir elemanısınız ki şeytana hizmet ediyorsunuz. Ya ahmak bir Müslümansınız ki Kur’an’ın hikmetinden bi-habersiniz! Ya da “derin”lerde tavzif edilmiş bir ilahiyatçısınız!

……

Bundan altı yedi sene önce bir istihbaratçı, Risale-i Nurlara karşı bu kere sağlam bir saldırı geliyor demişti. “Bunu neden bana söylüyorsun?” deyince sen de onlardansın ya haberin olsun istedim, demişti.. Peki, ben ne yapabilirim? Ben develerimden mesulüm. Okurum o eserleri, kendimce istifade ederim. Her Ka’be’nin bir Rabbi vardır! Ebrehe yıkabilirse onu, zaten Ka’be değildir. Aksi takdirde vay o Ebrehelere! deyip geçmiştim.

“Ama” dedi “bu kere din adamları işin içinde olacak ve Risale-i Nur’u, işlediği ayetler ve delil olarak kullandığı hadislerle tenkit edecekler, derinlerden onlara verilmiş bir vazife!”

Ben de, dedim ki “Bu zat, ‘şu eserler Kur’an’ın malıdır. Benim değil. Ben sadece bir dellalım‘ diyor. Eğer şu söz hak ise, onu koruyacak olan Kur’an’ı koruyandır! Söz yalan ise, zaten yıkılmaya müstahaktır, iyidir.”

Bunun üzerine “Sen malına güveniyorsun” dedi. “Hayır” dedim. “ben malıma güvenmiyorum; Allah’ın hıfzına güveniyorum. Allah Kur’an’ı korur. Eğer bu eserler Said Nursi’nin dediği gibi ise, Allah onu da korur. Değilse zaten yalancı bir eserden kurtulmuş oluruz!”

Bununla birlikte daha sonra birkaç kere şu meseleye temas eden yazılar yazdım. Sonra o çabaların değişik numunelerini yaşadık. Şimdi ise, fırsat bu fırsat, iftira kampanyalarına Risale-i Nur’u da eklemek istiyorlar. Bu iftiralar şu dönemde tehlikelidir. Müteyakkız olmak ve Risale-i Nur’un ne olup olmadığını anlatmak gerekir. Bu konuda şu eserlerden istifade eden herkesin vazifesi var. Meşru tüm alan ve mahfillerde anlatılmalı…

Çünkü toplum, şu elim FETÖ’cü ihanetin şoku içinde. Yoğurda da üfleme ihtiyatında. Birileri onu aldatabilir. Zaten, Nur’a düşmanlığı şu anda gündeme getirenlerin niyeti de bu. İslam dünyasında zındıkaya karşı direnç sağlayan tüm imanî hareketleri yok etmek veya Pakistan, Irak ve Türkiye’de olduğu gibi kendilerinin büyütüp beslediği tarikat ve cemaatleri vakti geldiğinde kullanarak amaçlarını gerçekleştirmek…

İhvanü’l-Müslimin’i kendilerince hallettiler. Şimdi sıra Risale-i Nur ve İHH’da. Onları da hallettiler mi diğer tarikat ve cemaatlere sıra gelecek.

Şu günlerde birtakım alimlerin büyük bir iştiyakla Peygamber (asv) sünnetlerini saldırısını da benzer bir bağlam içerisinde okumak ve tayakkuzda olmak gerek. Bir zararı gidermeye çalışırken toplumun din algısında onulmaz başka yaralar açmamak icap eder. Muhammed(asv)siz bir İslam, mesnetleri yıkılmış bir Kur’an, sünnetten mahrum edilmiş bir din ve nihayetinde zembereği dağılmış başı koparılmış bir Müslümanlık elimize verilecek! İslamın Protestanlığı gerçekleştirilmiş olacak. Haberiniz olsun!

Uzaktan Kumanda ile Öldürmek

Birileri şu günlerde ısrarla Bediuzzaman’ı ve Nur talebelerini de FETÖ örgütünün içine dâhil etmek istiyor.

Oysa şu badirede en ciddi tavır koyan Nurcular oldu. Doksan yaşındaki ağabeylerin ellerine bayrak alıp sokaklara çıkması ne demek! Hatta ben zaman zaman eleştirdim bile o hallerini. Meğer büyük felaketi önceden sezmişler…

Şu tavırlarıdır ki çoğunun uzaktan kumanda ile öldürülmelerine sebep oldu… İnsanı etkilemek için illa ona fiziken dokunmak gerekmiyor. Nitekim Nas suresinde “Yuvesvisu fi suduri’n-Nas’ta bir maddî ilişki yok. Uzaktan, hem de arada kablo mablo olmadan bilgisayarınıza spam atıldığı gibi insanın beynine de şüphe, reyb ve sadrına hastalık atılabilir. Alçak yörüngeli uydular veya telefonlar marifetiyle pekâlâ sinir sisteminiz bloke edilebilir. Kalbinizin etrafındaki elektrik kesilerek kalp krizi geçirmenize sebep olunabilir. Bunun yapılabildiğini herkes biliyor artık… Uzaktan enerji aktarımı yapıldığı, sınavda panikleyen birine paniksiz imtihan yaşatıldığını biliyorum… Bu işler, ellerinde envai teknolojik imkan bulunan istihbarat elemanları için kolay maalesef! Yeter ki istesinler. Yapabilirler.

FETÖ’ye karşı direnen ve sert tavır alan Bediuzzaman’ın yaşayan beş talebesi birkaç ay içerisinde ard arda kalp krizinden vefat ettiler. Sizce şaibeli bir durum değil mi? ASELSAN’ın beş mühendisinin peş peşe intihar etmeleri kadar ilginç bence bu konu!

Ben bunların metafizik saldırılar olduğu kanaatindeyim. Aynı dönemlerde ben de kalp krizi geçirdim. İstanbul dışında idim. Gittiğim hastanede, yapılan muayene sonucu, “Evet, kalp civarında ciddi bir sarsıntı olmuş ama bu kalpten kaynaklanmıyor.” denildi.

Ben bu tür saldırılardan haberdar olduğum için belki kendimce tedbir aldım ama Kur’an’a hizmet etmekten başka kaygıları olmayan o zatların, öyle taraklarda bezi olmazdı… Ben şahsen özellikle de Abdullah Yeğin abinin krizinin normal olmadığı kanaatindeyim. Çünkü bu zatlar can hıraş bir şekilde şu terör örgütüne karşı durdular. Allah Hüsnü Bayram ağabeye uzun ömür versin. İnşaallah “Ve hasune ulaike rafika” cümlesinden şu güzel insanların vefatıyla bize bıraktıkları Hasanî hilafetin meyvelerinin devşirildiğini görür!

Cemaatin tıpkı hizmet ettikleri İsrail gibi bu işlerde mahir oluğuna dair söylentiler var. Ama ben şahsen kanıt sayılacak bilgilere sahip değilim. Ama biliyorum ki Beni İsrail, Babil’i büyü ile yıktı… Size çok absürd gelebilir ama öyle.

Mamafih memlekete ihanet içinde olanlar sadece FETÖ’cüler değil. 31 Mart ihtilalini yapanlar, Abdülhamid Hanı tahttan indirenler, 1960, 72, 80 ve 97’de darbe yapanlar da FETÖ’cüler değildi. Şimdi şunların büyük bir kısmı suret-i haktan gelerek yine tezvirat ve ifsad ile meşguller. Risale-i Nur’u çürütmek kime hizmet edecek? Kim bundan istifade edecek? Hükümet mi, Diyanet mi, ülke mi?

Hayır hayır! Bundan evvela sevgili Cumhurbaşkanımız, sonra İslam ve millet zarar görür. Çünkü onların istemediği, devirmek için bunca badirelere girdiği zattır Recep Tayyip Erdoğan! Düzenlerini bozdu, canlarına ot tıkadı. Hazmedemiyorlar. Fitne fücur çevirmeye devam edecekler.

Risale-i Nur’a ve Nur talebelerine yapılacak saldırılar da o cinstendir. Çünkü şu insanlar normal bir AK Partili’den ziyade bu işe sahip çıktılar. Onları cezalandırmak veya gözden düşürmek, iktidara dolaylı zarardır! Aman ha dikkat. Özellikle de hükümet etrafında ve tepe noktalarda konuşlanmış insanların tavsiyelerini ihtiyatla karşılamaları lazım başbakanımzın ve cumhurbaşkanımızın! Bu insanlar ta ‘emir erliği’ne ve özel kalem gibi kritik zirvelere kadar çıktıklarına göre ve A takımının da hâlâ sistemin içinde olduğuna dair rivayetler varsa tavsiye ve sureti haktan görünen telkinlere karşı uyanık olmak lazım. Kriptolar genelde en yükseklerde saklanırlar! Halkın ve Nurcuların içinde değil. Zaten onlar şimdiye dek Nurculara asla tenezzül etmediler. Dininden ve imanından haberdar hiç kimseyi içlerine almadılar. Çünkü onları itaat ettiremediler!

….

Ben aynı ikazı Sayın Cumhurbaşkanımızın sağlığı ve selameti, -ki milletin talihinin parlayan ışığı oldular- için de yapmak istiyorum. Daha önce barsak ameliyatı olmak üzere hastaneye yatırılmak istendiğinde -kendileri bilmezler ama- bunun olmaması için çok gayret ettim. Ecevit örneğinden yola çıkarak bunun bir saldırı olabileceğini belirttim ve bu köşemde de yazdım. O dönemde yakın çevresinin de yönlendirmesiyle sonraki ameliyatlardan vazgeçtiğini biliyorum. Nitekim yapılmak istenen ameliyatların hakikaten bir saldırı, bir suikast planı olduğu, sonradan FETÖ’nün İzmir imamının, “Nasıl ameliyattan vaz geçer!” diye yırtınmasıyla anlaşıldı.

Şimdi aynı konuya bir daha dikkat çekmek istiyorum. Cumhurbaşkanımızın sağlığı hepimizinkinden çok daha önemlidir. Çünkü o icraatlarıyla ana kraliçe olduğunu gösterdi. Kovanın muhafazası için, ülkenin selameti için, etrafımızda bekleyen sırtlanların saldırısını bertaraf etmek için onun muhafazası şart.

O bu milletin kutsal kayası Yada Taşı oldu. Çinliler bir savaştan sonra bizden sadece Yada taşını istemişlerdi. Verdik ve tar u mar olduk. Şimdi artık onun varlığı ülkenin selameti kadar mühim. Daha Ayasofya açılacak, İslam birliği kurulacak… Dünyadaki mazlumların dahi umudu oldu zira…

Semboller çok mühimdir. Bazen olur ‘Şeair’, farzın önüne geçer. Böyle bir dönemden geçiyoruz!

Allah şu millete zeval vermesin. Çünkü eğer Allah beşere bir fırsat daha verecekse ve insanlık muhtaç olduğu ADALETE ERECEKSE inşallah o, şu Müslüman halk sayesinde olacak!

[1]) 1940’larda Diyanet içinden çıkan çook az sayıda kendini bilmezin, böyle dediği, istihbarat kayıtlarına geçmiştir!(MAB)

Haber 7

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Önceki yazıyı okuyun:
15 Temmuz ve Risale-i Nur Talebeleri / İbrahim BEKTAŞ

15 Temmuz ve Risale-i Nur Talebeleri Bazı darbecilerin ve taraftarlarının iş yerlerinde Risale-i Nur Külliyatı’ndan …

Kapat