SIRLI ŞEHİR

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

SIRLI ŞEHİR / Turhan KARADERE

Eski şehirlerin çoğunda vardır bu sır aslında; göründüklerinden farklI olmak. Şatafatlı görünmezler ilk bakışta, göstermezler içlerindeki cevheri.

Bizim insan tipimiz böyledir zaten. Tevazuları yüzünden “zamane” hemen keşfedemez insanımızı. Öyle halkın gözünde olmak gibi dertleri yoktur zira. Bu insan tipi kendisiyle meşgul olmadığı için; reklâm, cila bilmez. Bu tavır, şehirlerine de yansımış olmalı.

Son yıllarda oldukça etkili olmuş güzel bir sloganımız oldu: “Siz hiç Kastamonu’yu gördünüz mü?” Sloganı bulanlar düşündü mü bilmem, fakat bu sözün ” Siz hiç Kastamonu’ya geldiniz mi?” demekten farklı oluşu hoşuma gider. Görmek, bambaşka bir şey değil midir bakmaktan? Hatta aynı soruyu bu şehirde yaşayanlara sormak lazım öncelikle.Şöyle de sorulabilir:

“Siz, Kastamonu’nun farkında mısınız?”

Evvelki yaz, aslen Tosyalı, ancak uzun zamandan beri Ankara’da yaşayan bir arkadaşımız ziyarete gelmişti. Yarım günlük bir gezinti yaptık şehirde. Şu sözü, beni hem mutlu etti hem de hayıflandırdı: “Biz, kafamızdaki Ilgaz’ı aşıp da Kastamonu’yu tanımayı akledememişiz. Ne güzel şehirmiş burası…” 

İlk defa gelenlerin çoğu, bu şehrin sırlarına azıcık vâkıf bir rehberle gezmemişlerse, kale ile kule arasında uzunca bir küçük şehir görürler yalnız. Hatta ben, (dışarıda yaşadığım yıllarda) şehrime geldiğini söyleyenlere izlenimlerini sorarak onlardaki cevheri anlamaya çalışırdım. Fark ettikleri şeyler varsa dediğimiz manada, “Bu arkadaşımızda cevher var.” derdim. Hâlâ uygularım. İnanın, henüz bu test beni yanıltmadı. Deneyin, sanıyorum siz de fikrime katılacaksınız.

İşi mütevazılığa bağladıksa da yalnız bundan kaynaklanmaz bu durum/sorun veya galiba garip bir tevazudur halkımızın yaptığı. Yemeklerinden sordunuz diyelim; çoğu Kastamonulu,bir iki yemek hariç hatırlayamaz zengin mutfağının tatlarını. “Pek bir şey de yok ki.” cümlesini duyarsanız şaşmayın. Bu, kendini tanımamaktan, kendine güvenmemekten de kaynaklanır. Öyle ya, yıllardır o kadar unutulmuştur, o derece az önemsenmiştir ki şehrimiz, hemşerilerimiz şehrine olan güvenini yitirmiştir. Sevdiği birçok şeyin buraya has olduğu bilgisi ve bilinci bu kadar zayıftır. Kültürü korumanın bir ölçüde olsa maddi imkânlara bağlı olduğunu da hatırlamak gerek burada. Şehrin köklü ailelerinden bir kısmının şehri terk edişi, köylerden ve başka şehirlerden gelenlerin de bu kültürü hazmedip yaşatamamaları gibi sebepleri de eklemeli.

Son yıllarda bu kabuğu kırmaya başladığımızı da gördük neyse ki.

Kastamonu’da yakın zaman kadar hiçbir lokantada tarhana çorbası bulamazdınız. Şimdi tek tük var. Hâlbuki ne kadar sever bu çorbayı içenler…

Geçenlerde Kırkçeşme Mahallesi’ne yolum düştü. Baba oğul Ahmet Siyahî ve Ahmed Hicâbî türbelerine uğradı yolum. O kadar mütevazı idi ki manzara. Oysa ne kadar önemli şahsiyetlerdir bu bilgeler. Ahmet Hicabi’nin birçok Osmanlı paşası yetiştirdiğini, yakın sayılacak bir tarihte şehrin yıldızlarından büyük bir âlim-velî olduğunu bilen kaç kişidir? Zaten bu türbeyi gören de öylesine bir iki mezar sanır. Gerçi onların ihtiyacı yok tanınmaya, fakat madem bizim değerlerimizdirler, “bizim için” önemlidir tanımak. Tevazuyla sırlanmışlar. Bu ne büyüklüktür ki, böyle gizlenebiliyorlar! Yoksa biz kadirbilmez miyiz? Başka yerde olsalar sanmam böyle unutulsunlar.

Hz. Pir deriz, sever sayarız. Bilen elbet bilir de, Şaban-ı Veli’nin büyüklerce “Evtâd-ı Erbaa”dan (Anadolu’nun dört direği-kutbu) sayıldığından kaçımız haberdardır? Bu zat da hayatında tevazu zirvesi olduğu gibi, bütün tanınmışlığına rağmen sırrını sırlayabilmekte…

Toprağın altı böyle de üstü değil mi? Şehrimize ilk gelenler, biraz da yanlış tanıtmaların etkisiyle, insanımızdaki inceliğin farkına varamayabiliyorlar. Bazı şehirlerde sokaklar medeni, evlerse tam zıddıdır. Kastamonu’da, durum aksinedir. İnsanların birbiriyle ilişkileri pek incedir, pek zariftir, görmek lazım. Bir eve misafir olmadan anlayamazsınız bunu. Yetmişlik dedeler, genç misafirlerin yanında bile ayakta durur, diz üstü oturur, hiç değilse misafirden alçak bir iskemleye ilişir ve misafiri incitmekten ödleri kopar. Hane sahipliği ince iştir. Bu ağırlama, adeta padişah gibi hissettirir gelene kendini. Şahidim rahmetli İhsan Ozanoğlu, bakın ne demiş:

Gurbet olmaz burada halk cana yakın
Sen yalnız edebi erkânı takın
Düşmanca sözlere aldanma sakın
Var çok mezâyası Kastamonu’nun

Kırk düşünür bir söyler Kastamonulu, hele hanesinde! Bunu fark edemeyense soğuk insanlar sanır halkımızı. Pek şakrak denemez normal meclislerde hemşerilerimize, tabiri caizse “yırtık” değillerdir yani ve sevmezler sululuğu! Nüktedandırlar ama sulu değillerdir. Konuşurken çok el kol hareketi yapıyor diye yadırgarlar bazen muhataplarını. Meramı “söz” ifade etmeli değil mi?

Hiç şu zamanın insanı üç beş kelamla anlar mı seni hey hemşerim…

Televizyonlarda güya Kastamonu ağzıyla komiklikler yapılır. Genelde bunlar, çevre illerden birinin ağzına yakın konuşurlar. Bir şehrin ağzını “öncelikle” il merkezi temsil eder. Kabalık bir yana, bu şehrin yerlisi (şehirlisi) olan hanımlar, konuşurken neredeyse kırılıp düşüverecekmiş gibi narindirler. O programları yapanlar, o dizileri çekenler, şöyle gelip yaşı kemale ermiş bir ninemizi dedemizi dinleseler de ne tatlı konuşulur bu şehirde, görseler. Abartı normaldir komedilerde, lâkin yanıltmak pek hoş değil! En üzücü olanı ise gençlerimizin de kültürlerinden habersiz, bu imajı kabullenmeleri, hatta sahiplenmeleri. Kelimelerin son ünlülerini yuvarlayıvermek, bağıra çağıra konuşmak, ilgisiz yerlerde heceleri uzatmak değildir Kastamonu ağzı. Hâlbuki Kastamonu programları ne kadar yaygaracı bu günlerde.

Uzun zaman önce gurbete giden çoğu hemşehrimiz pek bilmez maalesef memleketlerini. Ne memleketinin kültüründeki zarafetin, zenginliğin, derinliğin ne de şehirdeki güzel gelişmelerin farkındadırlar. Bazen ondan bundan duyarlar: “Ne güzel memleketiniz varmış.” O zaman da, hayıflanırlar:

“Memleketimizi tanımıyoruz!”

Bu şehrin büyümesi bile sırlı gidiyor(!) Bir bütünlük arz etmeden hızla büyüyor Kastamonu. Birkaç yıl sonra bu büyüme (mahalleler birleşince) ancak fark edilecek. Diliyorum ciddi bir planı vardır belediyemizin. Dilerim, daha büyük Kastamonu, şimdiki kadar güzel olmaya devam eder; mimarisiyle özellikle. O güzelim konakların farkında mıydık, onları bile hor görmüyor muyduk, yok etmiyor muyduk yakın zamana kadar?

Öylesine sırlı büyüyoruz ki, Sayın Valimizin sayımdan önceki bir açıklamasına göre merkez nüfusu en az 90.000 vardı, lakin tabelada 65.000 civarında görünüyordu. Yani nüfus sayımı bile doğru yapılmamış! Son sayımda 80.000’i aştık. İnşallah tam sayılmıştır!

Kastamonu büyüyor, hem de fazla çirkinleşmeden büyüyor; önemli olan büyümekse, gelişmekse. Daha geniş ufuklu planlamalar, daha büyük ve derin çalışmalar yapılabilirse yakın zamanda herkesi şaşırtacak ilerlemelere şahit olacağız. Evet, elbette problemler var. En önemlisi de kendimizin farkında olmamak. Doğrusu bu açıdan da ilerlemeler kayda değer. Eskiye kıyasla daha bir benimser olduk memleketimizi.

“Kastamonu’nun sırları bunlar mı yani?”demeyin. Çok sırlar var bu şehirde, inşallah bir kısmını yazmak nasip olur. Ancak bu kadarının bile çoklarına “sır” olması ne garip ve ne acı değil mi? Her neyse, Ozanoğlu’ndan bir destek daha alıp yazıyı tamamlayalım:

Mâveraların bu yer kapısı
Özlü bir şiirdir toprak yapısı
Rüzgârında vardır cennet kokusu
Zariftir edası Kastamonu’’nun
.

Evet, Kastamonu yaşanılası bir şehirdir. Ama alınmazsa hemşerilerimiz, önce kendimize soralım derim:

Biz hiç Kastamonu’yu gördük mü?

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
RİSALE-İ NUR’DA KASTAMONU

Hatırlatma: Aşağıya alınan bölümler, Risalelerdeki bahislerin -makam münasebetiyle -sadece Kastamonu’yla alakadar kısımlarını iktibas etmemiz sebebiyle …

Kapat