Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Seçme Yazılar / Söz destanından göz destanına aşk ve dindarlık / Fatma Barbarosoğlu

Söz destanından göz destanına aşk ve dindarlık / Fatma Barbarosoğlu

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Söz destanından göz destanına aşk ve dindarlık

Tüketim ekonomisi, geçmişin her türlü değerini, izleğini tüketim çarkı içine dâhil ederek pazarlama stratejisini yenileyip genişletiyor.

Âşığın, maşukun penceresinin önünde seslendirdiği serenat, dev panolara “sürpriz evlenme” teklifi olarak yansıyıp, pazarın “aşk”tan pay kapmasına dönüşüyor.

Pazar, “aşk”tan nasıl pay kapıyor?

Kadim zamanlarda; âşık tamamen kendi kabiliyeti ve cesareti ile sevgilisine seslenirken, post-modern zamanlarda parayı veren düdüğü çalıyor. Parayı vermek için zengin olmak gerekmiyor. Sürpriz evlenme teklifi yapabilmek için kredi çeken gençlerin varlığından bahsediliyor.

“Türk erkeği zannettiğimizden daha romantik diyor” aşkına reklam alanlardan nemalanan sektör yetkilileri.

Modern öncesinin romantizmi söz üzerinden ifadesini buluyordu. Post-modern dönemin romantizmi ise göz üzerinden bir sektör eşliğinde ifadelendirilip manalandırılıyor.

Söz destanı kalpten kulağa doğru yol alırken, göz destanı anlatılarak değil “yaşanarak” yazılıyor. “Yaşamak” için sahneye ve seyirciye ihtiyaç duyuluyor en ziyade. Tez usanmaya meyilli seyircinin dikkati; yenilik üzerinden, “fark yaratmak”, “farkındalık oluşturmak” üzerinden toplanıyor.

Görsel kültür göz destanını tüketimi hızlandırıcı bir efekt olarak devreye sokarken; birey en yakınındakine inanmak için, kendine inanmak için, aşkına inanmak için duygularını, düşüncelerini teknolojik aksam içinde “ötekiler”e sunuyor. Taraflar kendilerine, birbirlerine inanmakta güçlük çektikleri için; duygularını üçüncü şahıslar için görünür kılarak, onların onayını kazanmaya çalışıyor. Görücü usulü evliliğin ters simetrisi söz konusu burada. Kocakarı payesini kazanmış kişiler kimin kime uygun olduğunu tecrübenin ışığında değerlendirirken; tüketim toplumunda görme, paranın parladığı ufuk çizgisinden resim toplayabiliyor anca.

Kredi çekilerek yapılan sürpriz evlilik teklifleri nasıl oldu da “ayranı yok içmeye tahteravanla gider…” sözünden çıkıp “Çocuklar böyle istiyor” “tevekkül”üne bürünebildi!

Oysa, “En âşık biziz! Sizi aşkımıza şahit olmaya bekleriz” davetleri, sadece haset kültürünü beslemekle kalmıyor aynı zamanda bireylerin birbirinin gönlüne ve gözüne ulaşmasını da engelliyor. Kitlenin/ kalabalığın/davetlilerin beğenisinden geçerek onay alınmaya çalışılırken; her şey erken bir yorgunluğa ve bıkkınlığa teslim oluyor .

Magazin basınından dikkatinizi çekiyordur. “Rüya gibi evlilikler” bir yıla varmadan kâbusla/ boşanmayla noktalanıyor

Çarşamba günü yazımı dindarlık nedir diye bitirmiştim.

Şimdi bütün bu satırlardan sonra ne alaka diyorsunuz.

Her dindar iman sahibidir. Ama her iman sahibi dindar değildir. Dindar dediğimiz kişi -eskiler dini bütün derlerdi- hayatını takva üzere yaşamayı murad edinmiş kişidir.

Üst kimliğini muhafazakâr-islamcı- dindar olarak ifade eden bireyler olarak son yirmi yılda yeme-içme adabımızda, giyim-kuşam kültürümüzde, insani ilişkilerimizde fetvadan takvaya doğru yol aldığımızı söylememiz mümkün mü?

HAYIR!

Kişi başına düşen milli gelirin, eğitim düzeyinin, tüketim kodlarının yükseldiğinden bahsedebilir miyiz?

EVET!

Milli gelirin, eğitim düzeyinin, tüketim cemaatinin iştahlı ferdi olmanın, öte dünya şuuru ile bir alakası var mı?

YOK!

Neden yok? Çünkü dindarlığı bir “taktik” olarak, söylem olarak ortaya koyuyoruz. Her taktik “ötekinin” sahasında oynanan oyundur.

“Dindar gençlik istiyoruz” söylemi bir taktik olarak ortaya konduğunda dindarların dışındaki herkes bu oyundan payını almış oluyor. Ama dindarlar kendilerine ait olmayan bir alanda dolaştıkları için her söz düellosunda performans göstere göstere kaybeden oluyor.

Auster polemiğinde olduğu gibi, dindar gençlik istiyoruz/istemiyoruz polemiğinde de taraflar iyi bir performans gösterdiler.

Oysa bizim ülke olarak toprak sahada göstereceğimiz performanslara değil, hedefine varan eylemlere; zamana dayanıklı edebi metinlere; her fikrin kendini özgürce ifade edeceği tartışma zeminine; yaşadığımız zamanı ve mekânı yorumlayacak felsefi, sosyolojik analizlere ihtiyacımız var.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Önceki yazıyı okuyun:
Üstad’ın Talebeleri Japonya’daydı…

Esselamu Aleykum Ve Rahmetullahi Ve Berekâtuhu Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine ömrünün son on yılında …

Kapat