Sömürgenin Siyah Noktası: Gore

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Batı Afrika ülkelerinden Senagal’in başkenti Dakar’ın karşısında, bin kişiden az insanın yaşadığı küçük bir ada var. Gore adası olarak bilinen, alan olarak küçük; ama büyük acıların yaşandığı bu ada, Dünya Kültür Mirasını Koruma listesine alınmış. Adacığın listeye alınma sebebi ise yaşananları unutturmamak. 30 milyona yakın insanın hayatını vahşete çeviren, insanlığın siyah noktası “GORE”nin hikâyesi…

İki yüz bin kilometrekareye yakın toprağı, 13 milyonluk nüfusuyla Senegal, Batı Afrika’nın görülmesi gereken, yoksulluğa ve açlığa rağmen insanların mutlu bir şekilde hayatına devam ettikleri farklı bir ülke. Etrafını çevreleyen diğer ülkelerdeki siyasi istikrarsızlıklar, iç kavgalar, görenlerin kanını donduran manzaralar bu ülkede yaşanmıyor. Haftanın üç günü Senegal’in başkenti Dakar’a İstanbul’dan uçak kalkıyor. Yolculuk yedi saat sürüyor. Dakar, iki buçuk milyonluk nüfusuyla Afrika’nın hatırı sayılır başkentleri arasında. Senegal’de sadece bir mevsimin yağışlı geçtiği sıcak, tropikal bir iklim tipi hâkim. Yaz ile kış aylarında sıcaklık farkı, sadece iki derece. En soğuk günlerde sıcaklık, ortalama 22 derecenin altına düşmüyor.
Hikayesini anlatacağımız Gore adası ise Dakar açıklarında yer alıyor. Kıyıdan rahatlıkla görülebilen bu adaya, feribotlarla kısa bir yolculuktan sonra ulaşıyorsunuz. Adada köle evi olarak adlandırılan eski yapıların yanında, bir adet müzeye çevrilmiş daha büyük bir köle evi mevcut. Onun dışında ziyaretçileri ağırlamak için birkaç balık restoranı bulunmakta. Gidiş ücretli; ancak ülkenin para birimi “sefa” TL karşısında oldukça değersiz olduğundan fiyatlar makul.

Gore adası, masum siyahî insanlar için acıların başladığı nokta olarak, tarihi bir trajediye ev sahipliği yapıyor. Yaklaşık 300 yıl süren bu acı hikâye Avrupa ülkelerinin sömürge için 0.182 km’lik bu küçük adaya gelmesiyle başlamış. Adada İngiliz, Fransız, Portekiz ve Hollandalılara ait büyük malikânelerin yanında, toplam 6-7 metre karelik köle evlerinin varlığı zıtlık ve vahşeti bir karede birleştiriyor.

Köylerinden, evlerinden, ailelerinden zorla alınan kadınlı erkekli gruplar bu adaya toplanmış. Burada kazıklara, zincirlere bağlanan zenci insanlar, insan oldukları unuttularak, adaya demirleyen gemilere bindirilip, köle tacirlerine satışa sunulmuş. Bu da yetmemiş her türlü eziyete maruz kalmışlar, hatta binlercesi de bu adada can vermiş. Satılarak adadan götürülenler için ise ağır bir esaretin başladığı bu ada da erkekler, her türlü acımasız şartlarda çalıştırılırken, kadınlar ağır işkenceler görmüş, aşağılanmış, şiddete maruz kalmışlar.

Doğru sorunun sorulmadığı yer

“Geri dönüşü olmayan kapı” diye söylenen limandaki bir kapıya geldiğimizde gördüklerimiz zaten bizi bizden almıştı. Nice insanlık suçunun işlendiği, utanç duyulacak olayların yaşandığı bir yer, üstelik 3 asır boyunca ve yaklaşık 30 milyon insanı etkileyen bir dönem… “Gore adasının hikâyesini bilmek yetiyor mu?” sorusunu, burayı koruma altına alanlara sormak istiyoruz. Soramadıkları “İslamiyet’ten bîhaber olan insanların birbirine neler yapabileceklerini hala görmüyor musunuz?” sorusunu da hatırlatarak.

Kölelik zihniyeti ya da sömürge psikolojisi

Senegal, Batı Afrika ülkeleri arasında uzun zamandır darbe yaşamayan, sivillerin yönetiminde, 1960 yılında Fransa’dan şeklen bağımsızlığını kazanan, ancak Fransız egemenliğinin daha uçaktan inip havalimanına girince varlığını gördüğümüz bir ülke… Fransız vatandaşlarının sıra beklemeden özel bölümden içeriye alındığı bu yer, bize ülkemizde yazılan sömürge zihniyetinin ürünü yarı İngilizce, çoğu kopya haberleri hatırlatıyor.

Başkent Dakar 2,5 milyon kişinin yaşadığı bir yer, bölge vatandaşları burası için “Afrika’nın Paris’i” benzetmesinde bulunuyor. Bu benzetme bile sömürge zihniyetinin bir misali. Bölge insanının Fransız vatandaşlarına halen bir efendi gibi baktığını ve kölelik psikolojisinden kurtulamadığını üzülerek görüyoruz.

Havalimanından daha ülkeye ilk ayak bastığımızda vakit gece yarısı olmasına rağmen yüzlerce kişinin havalimanı çıkışını kuşatıp gelenlerden yardım istemesi, perişan halleri ister istemez bizi ürkütüyor ve nereye geldiğimizi sorgulamak ihtiyacı hissediyoruz… Ancak bizi karşılayanlarla buluşunca rahatlıyoruz. Refakatçilerimizin anlattığına göre onca fakirliğe rağmen Senegalli insanlar dürüstlüklerini kaybetmemişler. Hırsızlık burada neredeyse hiç olmuyormuş.

Sömürü yılları Ehl-i sünnetten uzaklaştırmış

Senagal’de bize mihmandarlık eden oradaki Türk Medresesinin yetkilisi Selman Yücel’den ülkenin demografik, etnik ve dini kimliği ile ilgili aldığımız bilgilere göre yaklaşık 13 milyon nüfusu olan ülkede, halkın yüzde 94’ü Müslüman. Kalanlar Hristiyan ve Anemist. Müslümanlar ilk olarak 11. yüzyılda gelmişler buraya. 15. Yüzyılda ilk Portekizliler gelene kadar, buralar üç büyük kabilenin kontrolündeymiş. 17. yüzyılda Fransa bölgeyi sömürge ülkesi yaptıktan sonra, 1960 yılına kadar Senegal, Fransa tarafından sömürülmüş.

Müslüman nüfusun yaklaşık 4 milyonu Sünni Müslüman, bunların da bir kısmı Ticani olarak adlandırılan tarikata mensup. Ancak sayılarının ülkede 3 milyon civarında olduğu belirtilen, yakın ülkelerde de mensupları olan Mür Tarikatı da ülkede çok etkili. Mür tarikatının kutsal kenti olan Tûba, İrandaki Kum kenti ve Hindistandaki Ganj nehri benzeri bir yer. Burası insanlar tarafından maalesef Mekke-Medine’den daha kutsal bir yer gibi sayılıyor. Tûba’daki hac zamanı (kendi tabirleri ile) adeta şehirlerin boşaldığını öğreniyoruz, hatta mensuplarının oruçtan muaf tutulduğunun söylenmesi çok enteresan. Bu bile bize bölge halkının Sünni olduklarını söylemelerine rağmen Ehl-i sünnet ile ilişkilerini görmemiz açısından önemli. Maalesef bozuk itikatlar uzun sömürü yıllarında girmiş bir daha da bugüne kadar çıkmamış. Bu karışıklık bize, ülkemizden buraya giden hizmet ehlinin varoluş sebebini daha iyi anlatıyor. Onlar için dua ediyoruz.

Küçük bir Kaju bile onları mutlu etmeye yetiyor

Ülkede yaklaşık 100 Türk aile var. Bunlar, eğitim hizmetlerinin yanında gıda, mobilya, yedek parça gibi ticaretle uğraşıyorlar. Özellikle bölgenin meşhur balığı Lagos, yer fıstığı Kaju, hindistan cevizi, mango, papaya gibi tropikal meyveleri ülkemizin da dahil olduğu birçok memlekete ihraç ediliyor.

440.000 tarım işletmesiyle Senegal tam bir tarım ülkesi. Senegal ve Gambiye nehirleri üzerinde kurulan barajlar hem tarımı kolaylaştırıyor hem de ulaşım sağlıyor.
Şehir ve köylerde çok değişik iki hayat ile karşılaşıyoruz. Çarpık yerleşmenin, düzensiz yapı ve yolların belirdiği Dakardan sonra iç kısımlara gidince yemyeşil ve düzenli köy hayatı ile karşılaşıyoruz. Kırsal kesimdeki halkı birçok imkansızlıklara rağmen şehirdekilere göre çok daha mutlu ve huzurlu görüyoruz.

Derdi veren Mevlâ dermanı da gönderiyor

Özellikle köylerde içme suyu ve elektrik problemleri var. Halkın büyük çoğunluğu yetersiz besleniyor ve çocuklardaki ölüm oranları çok yüksek. Maleria (sıtma) hastalığı ülkenin korkulu rüyası olmuş durumda. Sivrisinek ısırması ile bulaşan bu hastalık, maalesef bölgede çok yaygın. Devamlı iklimi sıcak olduğundan da her zaman sivrisinek ısırığına maruz kalmanız mümkün. Ancak burada duyduğumuz bir hadise “Derdi veren Mevla dermanı da gönderir” sözünü hatırlatıyor.

Yüksek ateş nedeni ile hastalanan bir öğrencinin babası, telefonda rahatça şöyle anlatıyormuş: “Hocam, o maleria (sıtma) olmuştur, korkmayın. Ona mango suyu içirin, kendine gelir. Bizim çocuklarımız çok yakalanır bu hastalığa; ancak mango suyu şifasıdır bunun. İçince bir şeyleri kalmaz.” Gerçekten de mango suyunu içen çocuk kısa bir süre sonra kendine gelmiş. Senegal’in başkenti Dakar’da bulunan Türk Medresesinde talebelik yapan onlarca Senagalli öğrenci, burada dini tedrisat yanında her türlü eğitim hizmetini de alıyorlar. Onların bir de hedefleri var. O da Türkiye’ye gelerek bu eğitimlerini zirveye ulaştırmak.

Heykel, cehaleti kaldırır mı?

Bölgeyi anlatırken başkent Dakar’daki meşhur özgürlük heykelinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Zıtlıklarla dolu ülkenin 50. bağımsızlık yıldönümü olan 2010 yılında açılan dev heykel, 21 milyon dolara mal olmuş. Dakar’ın Ouakam semtindeki 100 m. rakımlı tepeden Atlas Okyanusu’na bakan heykel, bir kadın, bir adam ve bir çocuk figüründen oluşuyor. 50 m.’lik boyuyla, New York’taki Özgürlük Anıtı’ndan 4 metre daha uzunmuş. Erkek figürünün kafasında, bir gözlem bölümü bulunuyor. “Afrika’nın Rönesans Abidesi” diye adlandırılan heykel halkı pek memnun etmemiş anlaşılan. Halk, yaşadıkları yokluk içinde onca paranın, çıplak bir bronz heykeline ödenmesine tepki vermiş, olaylar çıkmış, yüzlerce insan ayaklanmış.

Yetkililerin belirttiğine göre heykel, Afrika’nın “asırlarca süren cehalet, hoşgörüsüzlük ve ırkçılıktan” kurtulmasını simgeleyecekmiş. Kendisine bile faydası olmayan bu heykel, cehaleti kaldırır mı? sorusu aklımıza geliyor.

İnsan ve Hayat Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Hatıralarla Bediüzzaman Hazretlerinin Van Hayatı

1. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ VAN HAYATI Hep seçme talebeleri vardı" Abdülbaki Arvasi, bize anlattığı hatıralarında …

Kapat