Ana Sayfa / KASTAMONU / Kastamonu Bilgi-Belge / Son Bin Yılda Kastamonu’da İlim-Eğitim ve Öğretim

Son Bin Yılda Kastamonu’da İlim-Eğitim ve Öğretim

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazan: Cevdet YAKUPOĞLU
Kastamonu Üniv. Öğretim Üyesi

Ula bolsa yol azmaz, bilig bolsa söz yazmaz.”

Günümüzden 970 yıl önce, Türkistan’ın yetiştirdiği büyük Türk bilgini ve dilcisi Kaşgarlı Mahnuıd’un, ünlü eseri “Divan”ına kaydettiği bu özlü ve anlamlı “Ata Sözü”, alâmet olsa yolda kaybolunmaz, bilgi bulunursa yanlış söz söylenilmez; hatalı iş yapılmaz, şeklindeki çarpıcı ve her devirde geçerliliğini sürdürecek ifadesiyle, bilginin ve bilgiye sahip olanların yüksek kıymetine ne güzel işaret etmiş.

Mahmud’la çağdaş ve en az onun kadar bilge bir Türk büyüğü Yusuf Has Hâcib de, “Kutadgu Bilig”inde;
“Bilgiyi yüce bil, anlayışlı ol,
Bu iki erdemde yükselir her kul.
Anlayış neredeyse ululuk bulur,
Bilgi kimde ise, büyük o olur.”
mısralarıyla anlayış ve bilginin ne yüce erdem olduğunu ifade etmiştir.

Gerçekten toplumların yükselmesinde önemli bir rol oynayan bilgi, bu bilgiyi toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde yoğurup kıymetli bir hap haline sokmaya çaba sarf eden ilim adamları ve bu ilim adamlarının, o toplumun genç beyinlerini, oluşturdukları haplarla harekete geçirmek için kullandıkları hastaneler diyebileceğimiz eğitim-öğretim kurumları, üçlü bir sac ayağı şeklinde tarihte her zaman yerini almıştır.

Türklerin Türkistan’dan sonra ikinci aslî vatanları haline gelmiş olan Anadolu topraklarında da, bahsi geçen sac ayağı elbette ki, kendisine her zaman bir yer bulmuştur. Yüz yıllardır çok büyük medeniyetlere beşiklik elmiş, ilim ve bilim adamları yetiştirmiş, zamanına göre teknoloji harikası olan eserleri bünyesinde barındırmış, bu her yönden bereketli topraklar içinde şüphesiz, Kastamonu da tarih içinde layık olan bir mevkie yükselmiş görünmektedir.

1071 Malazgirt Zaferinden hemen sonra, 1075’li yıllarda Türk kılıcıyla ve kültür-medeniyetiyle tanışan Kastamonu, Selçuklu Tarihi içinde hem askerî bölge, hem de önemli bir yerleşim sahası oluşuyla dikkat çekmiş, Selçuklu Anadolu’sunun kültür ocaklarından biri haline gelmiştir. Kastamonu’da Hiisameddin Çoban ve oğullarının oluşturdukları ilim an’anesi, bu aileden sonra buraya sahip olarak kendilerine başkent yapan Candaroğulları beylerinin de ilmî ve edebî faaliyetlere hayranlıkları, bilimsel çalışmalara katkıları sayesinde önemini devam ettirme imkanını bulabilmiştir. Gerek Hüsaıneddin Çoban ve oğullarımn gerekse Candaroğullarmın medenî ve ilmî faaliyetlere yakın alâkaları, memleketlerine gelen değerli şahsiyetlere karşı gösterdikleri hürmet, Türkistan, İran ve Irak taraflarından âlimlerin, şâirlerin, profesörlerin, mütefekkirlerin ve sanatkârların Kastamonu’ya gelmelerine, hattâ buraya yerleşmelerine sebep olmuştur. Tarihî kayıtlar bunun çarpıcı örneklerini bizlere sunmaktadır.

14. yüzyılın büyük gezgini İbn Batûta, 1333’lü yıllarda Kuzey-batı Anadolu’yu dolaşırken Kastaınonu şehrine de uğramıştır. Onun verdiği bilgiler o dönem Kastamonu’sunun ilmî seviyesini göstermesi açısından önemlidir:

“Kastamonu Anadolu’daki şehirlerin en biiyüğü ve en güzellerindendir.. . Burada ulemânın büyüklerinden Tâceddin es-Sultanöyüği ile karşılaştım. Kendisi aynı zamanda müftülük yapan âlim bir müderris (profesör) ve imam idi, Irakeyn’de ve Tebriz’de okunuış, bir müddet Tebriz’de kalmış, Dimaşk (Şam)’da ders görmüş ve Haremeyn-i Şerifeyn (Mekke ve Medine)’de mücâvirlik yapınıştı. Yine burada âlimi bir müderris olan Sadreddin Siileyman el-Finikî’yi gördiinı. Kendisi Anadolu ülkesindeki Finike şehrinden idi. Beni At Pazarı’ndaki medresesine konuk etti. Bu şehirde yaşlı, sâlih bir şeyh gördüm. At Pazarı yakınındaki zâviyesinde onu ziyaret ettim.” İbn Batûta’nın naklettiği bu âlim ve şeyhler yanında bahsedilen şehirde ikâmet etmiş daha birçok şahsiyetin adı bilinmektedir.

Türk Tarihinin yetiştirdiği büyük devlet adamı ve liderlerinden biri olan, aynı zamanda pek mümtaz bir âlim, edip, şâir ve hukuk adamı olan Kadı Burhaneddin Ahmed’in atalarından Mehmed isimli bir zat, 1220’li yıllarda Harezm’den Kastamonu’ya göç ederek buraya yerleşmişti. Kastamonu’da dünyaya gelen oğlu Celâleddin Habib, çocukluk yıllarından itibaren ilim öğrenmeye başlayarak gençlik döneminde, derin bilgisi ve edebî kişiliği ile dikkatleri üzerinde toplamıştı. Selçuklu devlet adamlarından Kadı Cemâleddin Hotenî Kastamonu’ya uğradığında, bu bölgenin âlim ve bilginlerini tanımak ve onların ilim ve edebiyattaki yerIerini öğrenmek istemiş. Ona Celâleddin Habib’in bilgisinin derinliğini, ahlakının iyiliğini arz ettiklerinde o, Habib’le görüşmüş, konuşmaşına, ifade mükemmelliğine, yazısına hayran kalmış, ilmin muhtelif dallarında gösterdiği ustalığa şahit olmuş ve “Nasıl ki, yeryüzünde dağlar dağların yanında yer alırsa, bilgin de bilgisi dolayısıyla insanların kalbinde yerini alır.” ifadesinin etkisiyle onu Kayseri kadılığına tayin etmiştir. Bu bilgin muhakkak ki, Kastamonu’nun vücuda getirdiği okullarda eğitim-öğretim görmüş, Kastamonulu müderrislerin (profesör) elinde yoğrulmuş, Kastamonulu şâir ve ediplerin kaIemlerinin mürekkeplerini yalamış, yine Kastamonulu hukukçuların terazisinde tartılarak, Kayseri gibi çok büyük ve önemli bir kente, başkentlik bile yapmış bir merkeze kadı (hâkim) olarak atanabilmiştir.

Yine büyük âlimlerden Kutbeddin Şirazî Kastamonu’ya gelerek Muzaffereddin Yavlak Arslan adına, onun emri ile “İhtiyarât-ı Muzafferî’ adlı heyete dair bir eser yazmıştır. Aynı dönemde adı geçen hükümdar adına telif edilmiş “Fusfâtu’l-adale…” adlı Farsça bir eser ile Hoylıı Hasan b. Abdülmümin’in ‘ ‘Nüzhetü’l-küttâb” adlı inşâ kitabı ve yine aynı yazarın, Yaylak Arslan’ın oğlu Emîr Mahmud adına telif etliği “Kavâidür-resâil”, Kastamonu’nun ilimle ve âlimlerle nasıl iç içe olduğunu göstermesi bakımından dikkate şâyândır.
I. Süleyman Paşa adına yine Kutbeddin Şirâzî tarafından kaleme alınmış “İntihab-ı Süleymanî” isimli eser ile Kötürüm Bayezid namına Yusûfî’nin Ebû Mihnef’den naklen kaleme aldığı “Maktel-i Hüseyn” adlı mesnevî, Candaroğulları saray kütüphanelerini süslemiş edebî ve ilmî eserler olarak bilinmektedir.

Hulviyyât-ı Sultânî, 15. yüzyıl Anadolu’sunda ilmî ve edebî faaliyetler açısından mümtaz bir yere sahip bulunan İsfendiyar-oğulları Beyliği’nde kaleme alınmış eserlerden biridir ve İsfendiyar Bey’in hükümdarlığı yıllarında torunu İsmail Bey tarafından kaleme alınmışlır. “Hulviyyat”, ortalama 700 sayfalık hacimli ve dil hususiyetleri taşıyan bir eserdir. Meselâ “şahid” yerine “tanık” kullanılmıştır.

Miftahu’n-nur ve Hazainü’ssürûr, Sinoplu hekim Mukbil oğlu Mü’min tarafından İsfendiyar Bey adına yazılmış tıbbî mahiyette değerli bir eserdir. Türkçe kaleme alınan eser göz hastalıklarıyla ilgilidir. Mü’min, zaten göz hekimi olarak şöhret bulmuştur. İlkin göz ağrılarını ele almış ve göz hastalıkları ile onlar arasında münasebet kurmuştur. Bazı göz ağrılarının sebeplerini izah etmiştir, Göz tabakaları, görme fonksiyonu ve gözün dış kısmındaki göz kapakları ve diğer kısımlarının hastalıkları ile ilgili bilgi vermiştir. Müellif, kendinden önce yapılmış çalışmalardan yararlanmış, diğer yazarlardan farklı olarak eserine kendi çalışmalarını da eklemeyi ihmal etmemiştir. genellikle bir hastalık konusunda tek bir tedavi şekli vermekle yetinmemiş, mümkün olduğunca tedavi yollarının sayısını artırarak, böylece hastanın gösterdiği özellikler ve de hastalığın seyrini gösterdiği niteliklere göre hekimi tercih konuşunda serbest bırakmıştır. Mukbil oğlu Mii’min, eserini Türkçe kaleme almakla sadece daha geniş bir hekim kitlesinin ondan istifadesini sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda Türkçe III) terminolojisinin gelişmesi açısından da önemli bir katkıda bulunmuş olmaktadır.

“Cevâhiru’l-esdaf” ve ‘ ‘Aynü’l-hayât.. adlı eserler İsfendiyar Bey namına yazılmış tefsîrlerdir. “Tezkiretü’l-evliya” adlı bir eser de İsfendiyar Bey adına yazılmıştır. Ancak yazarı meçhuldür. Bu hükümdarın oğlu Bafra valisi Hızır Bey adına yazılmış bulunan “Miracnâme” isimli eserin kaleme alınış tarihi 1411’dir. Dört bölüm üzerine tertip edilmiş olan ve yazarının ismi bilinmeyen Türkçe “Hulâsatü’t-tıbb” adlı eser, İsfendiyar Bey’in oğlu Kasım Bey adına yazılmıştır.

Görüldüğü gibi 15. yüzyıl Kastamonu’sunda, yani bundan 600-700 yıl önce ilmî-edebî-dinî-tıbbî vb. bir çok eser yazılmış; devlet adamları bu eserlere ve yazarlarına canı gönülden sahip çıkmışlar; Kastamonu’nun ilmî vaziyetini aksettirmesi açısından önemli misaller bırakmışlardır. Kastamonu’nun bu yüksek mevkiinden dolayıdır ki, Osmanlı sultanı Fatih, oğlu Şehzade Cem’i, Kastamonu’ya vali olarak atamış; böylece oğlunun buradaki yüksek ilmî-idârî-edebî ve kültürel seviyeden istifade etmesini sağlamıştır.

Aslen Dadaylı olup, ilk eğitiminden sonra İstanbul’a giderek, başkent kadılığına yükselen, daha sonra o çağlarda, Osınanlı ülkesinin ve hatta dünyanın en büyük üniversitelerinin başında gelen Sahn-ı Seman Medresesinde müderrislik (profesörlük) makamına getirilen ve en son 1533 yılında İbn-i Kental’in yerine müftülüğe getirilen Sadullah Sadi Efendi, şüphesiz bilgi dağarcığını Kastamonu’da doldurmaya başlamıştı. 1740’lı yıllardaki Osmanlı Reisü’l küttabı Koca Mustafa Efendi ve 1769’larda Sadr-ı Azam (Başbakan) olan Ali Paşa da Kastamonulu idi. Tabii burada meşhur Kastamonulu devlet adamlarını veya âlimlerinin hepsini sayacak değiliz. Biz sadece pek bilinmeyen birkaç isim verelim dedik.

Tarihe mâl olmuş bu değerli âlim ve devlet adamlarını yetiştiren medreselere gelince, Anadolu’da ilk açılan şehirlerin başında şüphesiz yine Kastamonu’nun geldiği görülımektedir. Zira, 13. yüzyılın ilk yarısında Hüsameddin Çoban Bey’in yaptırdığı “Atabey Medresesi” ile Taşköprü’de bulunan “Muzaffereddin Medresesi” ilk örnekler arasında sayılabilir. 1341 yılından sonra yapıldığı anlaşılan “I. İbrahim Bey”, “İsfendiyar Bey” ve “İsmail Bey Medresesi” de bahsedilen şehirde bulunmaktadır. 16. yüzyılda Kastamonu merkezinde ve kazalarındaki medreselerin başında, yukarıda saydıklarıma ilaveten, Abdüssamed (Küre), Bey İsa (Beyköy), Hacı Hızır (Küre), Kara Bulut (Göl), Mevlânâ Nasrullah Çelebi, Yakup Ağa, Murad Bey Toygar (Soma Köyü Küre) ve Veled-i Kancı Medresesi’ni zikretmemiz gerekir.

19. yüzyılın ilk yarısında, 1830’lu yıllarda Kastamonu’da eğitim-öğretim veren ve çoğu üniversite düzeyinde 10’un üzerinde medrese mevcuttur. Bunlardan Ağa İmâreti Medresesi, Ata Bey Gazi Medresesi, Merdiyye Medresesi, Münire Medresesi, Atîk Medresesi, Dârü’l-kurrâ Medresesi, Gökdere Medresesi, Numâniye Medresesi, Musallâ Medresesi, Hacı Mahmud Medresesi, İbn
Fetih Medresesi, Nasrullah Kadı Medresesi ve İnebolu’daki İnebolu Medresesi başta gelenleridir.

Öğrencisinin her türlü ihtiyacını karşılamaya yönelik tesis edilmiş olan bu okulların bünyelerinde, yine öğrencilerinin eğitim düzeyinin yükseltilmesi ve bilgi hazinesinin zenginleştirilmesi amacına hizmet edecek kütüphaneler kurulmuş olduğuna şahidiz. 1824 yılında kurulmuş Merdiyye Medresesinin 565, 1878’de kurulmuş Halidiye Medresesinin 600, Münire Medresesinin 660, Numaniye Medresesinin 1145, Şeyh Şaban-ı Veli Camiinin 239 adet kitaptan oluşan kütüphaneleri mevcuttu. Bundan 550 yıl önce, yani henüz Amerika kıtası bile keşfedilmeden önce Candaroğlu İsmail Bey, yaptırdığı medresesinde okuyan öörencileri için öğretmenler tutmuş ve ayda 300 dirhem maaş bağlamıştır. Her öğrenciye de, ayda 150 dirhem burs verdirmekte, onlar için okulda yemek çıkartmaktadır. Tesis ettiği okul kütüphanesinin iyi hizmet vermesi için, buraya görevli kütüphaneci tayin etmiş, böylece kitaplarm muhafazasmı ve isteyen öörencilerin ödünç almalarını sağlamıştır.

O yıllarda bu okullarda eğitim-öğretim gören öğrencilerden bazıları, mezun olduktan sonra, elde ettikleri bilgi birikimlerini yeterli görmeyerek daha yüksek seviyedeki bir üniversiteye kaydolmakta idiler ki, bu yüksek öğretim kurumları en başta İstanbul’da bulunmaktaydı. Nitekim, Gökdere Medresesi talebelerinden Simitçi Mustafa oğlu Molla Mustafa, 1837 yılı Temmuz ayında bir medreseye kaydolmak için Kastamonu’dan ayrılarak İstanbul’a gitmiştir. Musallâ Medresesi öğrencilerinden Halil oğlu Molla Beşir ve Molla Mehnıed 1836 Haziranında, Nasrullah Kadl Medresesi öğrencilerinden İzzet oğlu Molla Numan 1837 Ekiminde, aynı sebeple Kastamonu’dan İstanbul’a gitmişlerdir.

Bu dönemde Kastamonu okullarının ihtiyaçlarının karşılanması için başta öğretmenler ve öğrenciler olmak üzere bir takım görevliler şehir dışına çıkmakta, çevre illerden erzak temin etmektedir. Mesela, okullarına erzak temin etmek için Numaniye Medresesi öğrencilerinden Müderris (profesör) Hacı Abbaszâde Ali Efendi oğlu Molla Ali ile Ebû Bekir Molla Hasan Bartın tarafına, Molla İbrahim Bursa’ya, Musalla Medresesi öğrencisi Ahmed oğlu Molla Veliyyüddin Adapazarı’na gitmişlerdir. Diğer okullardan da bir çok öğrenci veya görevli aynı gayelerle Adapazarı, Konya, Kayseri, Akşehir ve İznikmid gibi şehirlere yolculuk etmişlerdir. Tabii burada akla şöyle bir soru gelebilir. Kastamonu, bünyesindeki okullarda bulunan öğrenciIerin yiyecek ihtiyacını ve diğer masraflarını karşılamakla güçlük mü çekmektedir, yoksa o yıllar için bir şehirde bulunması gerekenden daha mı çok okul Kastamonu’da mevcuttur?, bu yoruma açık bir konudur. Belki de Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu sıkıntıdan en fazla payı alan iller arasında Kastamonu ilklerdedir veya çevre illerden çok miktarda öğrenci Kaslamonu medreselerine akın etmiştir.

1837’Ii yıllarda Kastamonu’daki medreselerin ve buralardaki öğrencilerin bu şekilde ihtiyaçlarının tam olarak karşılanamaması, muhtemelen, mahallî idarelerin içinde bulunduğu malî sıkıntı, okulların ekonomik lokomotifi olan vakıf sisteminin zayıflaması, halkın kendi dertleri ile baş başa kalması gibi sebeplere bağlanabilir. Bu tarihten hemen sonra, yani 1839 yılında Tanzimat Dönemi’nin başlaması ile Türk eğilim sisteminde meydana gelen “medrese”den “mekteb”e geçme anlayış ve uygulaması ile, bütün Osmanlı ülkesinde olduğu gibi, Kastamonu’da da yeni tip okullar açılmaya başlamıştır. Bilhassa Sultan II. Abdiilhaınid devrinde ülke genelinde yapılan yeni eğitim düzenlemeleri ile okullar, verdiği tahsile göre sınıflandırılmıştır. Böylece ilkokul derecesinde 4 yıl eğitim veren sıbyan mektepleri, orta derecede okullar olan ve yine 4 yıl eğitim veren erkek ve kız rüşdiyeleri, lise düzeyindeki, 3 yıl eğitim veren idadîler ve daha yüksekte ise öğretmen yetiştiren “dârülmuallimîn” ve “dârülmuallimât”lar açılmıştır.

Vilâyetlerdeki eğitim-öğretimi düzenli yürütmek amacıyla buıalarda birer Maarif Müdürlüğü (Millî Eğitim Müdürlüğü) açılması işi de II. Abdüllıamid dönemindr başlamış ve 1892 yılında, Basra, Bağdat, Halep, Bursa, Konya, Erzurum, Trabzon, Edirne gibi ülkenin büyük vilâyetleri ile birlikte Kastamonu’ya da bir maarif müdürü tayin edilmiştir. Osmanlı Maarif Nezareti (Millî Eğilim Bakanlığı), gönderilen bu müdürlerin ekonomik sıkıntılarını aşabilmelerini ve halktan gerekrn desteği alabilmelerini, öğretmenlrrin tayin ve terfi işlemlerinin yapılmasını sağlamak ve eğitimin kalitesini artırmak gibi amaçlarla, vilâyetlerde Maarif Meclisleri (Millî Eğitim Komisyonları) açılmasını teşvik ettiler. Hatta kazalarda bile bu meclisler açıldı. Ülkede bu teşkilatlanmayı en iyi ve hızlı gerçekleştiren illerden biri, geniş sınırlara sahip olmasına rağmen, yine Kastamonu olmuştur.

1892’de Kastamonu Vilâyeti ve buraya bağlı olan l. İnebolu, 2. Safranbolu, 3. Taşköprü, 4. Tosya, 5. Araç, 6. Daday, 7. Cide, 8. Çankırı, 9. Çerkeş, 10. İskilip, I I. 1101), 12. Gerze, 13. Boyabat, 14. Ayancık, 15. Bolu, 16.Bartın, 17. Hamidiye, 18. Düzce, 19. Akçaşehir, 20, Mudurnu, 21. Göynük, 22. Gerede, 23. Ereğli kazalarında Millî eğitim komisyonları kurulmuştur. Bu teşekkül içinde kaza ve sancak ileri gelenleri üye konumunda idiler.

19. yüzyıl sonlarında Sultan II. Abdülhanıid bir taraftan iç ve dış siyasî gailelerle boğuşurken diğer taraftan eğitimde büyük bir atılım yapma peşinde idi. O, eldeki imkânlar nispetinde ülkede ilkokullar açtırmıştı. Bu ilk öğretim okullarından bir kısmı eski ve bir kısmı yeni ıısûlc göre eğitim veriyordu.
1893 yılına gelindiğinde Osmani! ülkesinin büyük vilâyetlerinde bu okullar yaygın olarak açılmış bulunuyordu. Kastamonu Vilâyeti, kazaları ile birlikte, 2919 Eski usûl ilkokul ve 555 Yeni usûl ilkokul olmak üzere toplam 3474 okulla ilk sırayı alırken, toplam 3417 ilkokulla Bursa ikinci, 2619 toplamla Trabzon üçüncü, 2092 toplamla Ankara dördüncü sırayı alabilmiştir.

1876 yılında Osmanlı topraklarında, vilâyetlerde açılmış bulunan rüşdiyelerden Kastamonu’da 16 tane bulunmakta ve bu sayı ile Kastamonu yine ülke genelindeki büyük vilâyetler içinde, eğiüm açısından ilk ona girebilmektedir. 1906-1907 öğretim yılında vilâyetlerde ve kazalarda mevcut rüşdiye sayıları incelendiğinde Kastamonu’da 8 erkek, bir kız rüşdiyesi varolduğu görülmektedir. 1876’da 16 iken, bu sayı ”rüşdiyelerin idadîlerle birleştirilmesi kararı” üzerine azalmış gibi görünmektedir. Bu tarihte Konya’da toplam 12, Erzurum’da 7, Kayseri’de 3, Bağdat’ta 5, Külahya’da 6, Bursa’da 22, Trabzon’da 13, Ankara’da 8, İzmir’de 9 rüşdiye mevcuttur. Diğer vilâyetlerde ise daha azdır. Kastamonu Yine on büyük vilâyet içindedir.

Rüşdiyelerden mezun olan öğrencilerin gittikleri idadîler de 19. yüzyıl son yarısında açılmıştır. 1885 yılında Bursa, Edirne ve sonra Trabzon, Konya, Ankara, Üsküp, Adana, Halep, Kudüs ve Sivas gibi şehirlerle birlikte Kastamonu’da da idadî yapımına başlanmıştır. 1885 yılında açıldığı bilinen Kastamonu İdadîsi (Lise) 7 yıllık ve Leylî (yatılı) olarak açılmıştır. Bu okul, aynı tarz okullar içinde Osmanlı ülkesinde, 1884’te Bursa, Adana ve Manastır’da açılan idadîlerden sonra Erzurum ve İzmir’le birlikte ikinci sırada yer almış oluyordu.

1905-1906 yılında Kastamonu vilâyetinde toplam 4 idadî mevcuttu. O yıllarda İstanbul ‘da 9, Edirne’de 6, Adana’da l, Bağdat’ta l, Ankara, Bursa, Konya ve Beyrut’ta 5, Erzurum’da 2 idadî vardı. Diğer vilâyetlerde idadî sayısı l ‘le 3 arasmda değişiyordu. Yani Kastamonu Osmanlı ülkesindeki yüzün üzerindeki büyük il arasında ilk on içinde bulunmaktaydı.

Öğretmen yetiştiren kurumlar olarak “Dârulmuallimîn”ler 19. yüzyılın ortalarında önce İstanbul’da açılmıştı (16 Mart 1848). Bundan sonra uzun süre başka bir öğretmen okulu açılamadı. Daha sonra öğretmen açığını kısa sürede kapatabilmek amacıyla taşra denilen, İstanbul dışındaki belli başlı illerde de öğretmen okulları açıldı. Başlangıçta yeterli öğrenci bulunamayan bu okullar Osmanlı ülkesi genelinde kısa sürede yaygınlaştı. 1905 yılında ülkede 32 yerde Dârulmuallimîn mevcuttu. Bunların başında, Edirne, Ankara, Bağdat, Bursa, Trabzon, Konya, Antalya, Üsküp, Musul, Yemen, Kudüs ve Bingazi gibi vilayetlerle birlikte Kastamonu da bulunmakta idi.
Bu tarihlerde vilayetlerin eğitim masraflarını çeşitli vergiler ve gelirler karşılamaktaydı. 1896 yılında Bursa’nın eğitim geliri toplam 2.246.530 kuruş iken, aynı tarihte Kastamonu’nun eğitim gelirleri 1.724.009 kuruşa ulaşıyordu.
Yine bu yıllarda, Sivas 898.000, Erzurum 739.000, Diyarbakır 388.000 ve Beyrut 1.000.000 kuruş gelire sahipti. Yani Kastamonu eğitim geliri açısından ikinciliği almıştı.

Bu kısıtlı sayfalar içinde değerli okuyucularımızı isimler, rakamlar ve istatistikî bilgilerle sıkmak istemiyorum, ancak yukarıda verdiğim örneklerden açıkça görülüyor ki, Kastamonu hem eğitim kurumlarının yaygınlığı, hem de gelir kaynakları meblağının yüksekliği bakımından çoğu zaman beş parmaktan birini oluşturmuştur. Ancak bir dönem gelmiştir ki, her şey allak bullak olmuştur. Trablusgarp, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve hemen akabinde cereyan eden Anadolu Türk Kurtuluş mücadelesi sırasında, Anadolu topraklarının üçte ikisi düşman çizmesi altında ezilirken, işgale uğramayan nadir illerden biri olan Kastamonu ise en çok şehit veren vilayetlerin başında yer almış; gerek otorite boşluğu ve gerekse ekonomik sıkıntılar nedeniyle milletin çektiği acılardan fazlasıyla payını almıştır. İşte bu buhranlı devirde, genç ve aydın zümrenin savaşlarda erimesi ile eğitim sistemi de ihmale uğramış, okuma yazma oranında büyük bir gerileme kaydedilmiştir.

(…)

Şehrimiz Türklerle tanıştığı son dokuz yüz küsur yıldır, neredeyse her devir, Anadolu şehirlerinin içinde mümtaz yerini almış, hatta bir dönemler, halk tabiriyle, Üsküdar önlerine kadar, Batı Karadeniz şehir ve kazalarına idarî, ilmî ve kültürel merkezlik yapmıştır. O halde illâ ki bir suçlu mu bulmak durumundayız? Elbette ki dünyada ve Türkiye’de değişen şartlar Kastamonu’nun bu duruma gelmesinde büyük rol oynamıştır. Ancak başta Kastamonu halkı olmak üzere, Kastamonu’ya hizmet etmesi gerekli olan insanlar üzerlerine düşeni pek de yapmış sayılmazlar. Bunun içinde bu satırları yazanı da dahil edebilirsiniz. Öyleyse bir şeylerden şikâyetçi isek, maddî, manevî sıkıntılarımızı aşabilmek istiyorsak, Kastamonu’yu eski ihtişamlı günlerinde görmek dileğinde isek, bu şehri ilim, eğitim, öğretim, bilgi, kültür, sanal ve ticaret merkezi haline getirmeyi hedeflemişsek, suçu ve sorumluluğu paylaşmak mecburiyetindeyiz.

(…)

KAYNAKLAR:
1. 438 Numarall Muhasebe-i Vilâyeti Anadolu Defteri (937/1530), BDAGM., Ankara, 1994.
2. ABDÜLKADİROĞLU, Abdülkerim: “Hulviyyât-l Sultânî ve Şahı Türk Kültürü, Eylül, 1994.
3. ABDÜLKADİROĞLU, Abdülkerim: “Cevâhiru’l-esdaf’ın Müellifi veya Mütercimi Meselesi, Türk Tarihinde ve Kültüründe Kastamonu, Tebliğler., Ankara, 1989.
4. Aziz . Erdeşîr-i Esterâbâdî: Bezm ü Rezm, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 90,
5. İbn Batuta Seyahatnamesinden Seçmeler, Haz, İ. Parmaksızoğlu, Kültür Bakanlığı Yay, Ankara, 1999.
6. Kastamonu Jurnal Defteri, Haz. A. Abdülkadiroğlu, BDACIM. Yay., Ankara, 1998.
7. KODAMAN, Bayram: Abdülhamid Devri Eğilim Sistemi. , TTK. , Ankara, 1991.
8. UZUNÇARŞILI, İ. Hakkı: Osmanlı Tarihi, TTK., Ankara, 1988.
9. YAKUPOĞLU, Cevdet: İsfendiyar ve Zaman’ı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1999.
10. YUSUF HAS HACiP: Kutadgu Bilig, Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Fikri Silahtaroğlu, Kültür Bakanlığı 1000 Temel Eser, Ankara, 1996.

Makalenin tamamı için kaynak adresi:

http://www.academia.edu/36242399/Son_Bin_Y%C4%B1lda_Kastamonuda_E%C4%9Fitim_%C3%96%C4%9Fretim_2001_

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Kastamonu Yöresi Geleneksel Maşrapa Konuşturma ve Keloğlanın Evlenmesi Oyunu

Maşrapa Konuşturma Oyunu: Köy dışından yabancı misafir geldiğinde kadınlar arasında oynanan bir oyundur. Oyunbaşı, öncelikle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Peygamberler Tarihi -1 : Hz. Âdem

Kur’an’da Adı Geçen Peygamberler ve Hayatları İlk Peygamber Hz. Âdem’den (a.s.) son Peygamber Hz. Muhammed’e …

Kapat