Ana Sayfa / HABERLER & Yorumlar / Mehmet Fırıncı ağabey: “Bekir Berk, Nur’un büyük bir kahramanıdır.”

Mehmet Fırıncı ağabey: “Bekir Berk, Nur’un büyük bir kahramanıdır.”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Geçtiğimiz günlerde Yeni Şafak Gazetesi, “FETÖ, CHP’nin eseri” başlığıyla bir yayın yaptı. Gazetenin bu neşriyattan birinci derecede maksadı FETÖ ile CHP’yi işbirliği halinde göstermekti. Bunu da “arşiv” belgesi dediği iki varakı neşrederek tahkime çalışmıştı. Neşrettiği evrakların biri 1958, diğeri de tam on yıl sonrası tarihliydi. Birinci evrak Gülen’e yapılan bir CHP toplantı davetiyesi, diğeri karanlık bir ismin imzasını taşıyan kısa bir not.

Mehmed Fırıncı Ağabey

Bu ülkeye büyük kayıplar ve acılar yaşatan, darbelerin kapılarını aralayan 1960 darbesinin şaibeli isimlerinden, Milli Birlik Komitesi’nin de üyelerinden Şükran Özkaya’ya aid kısa nota göre, Gülen gibi, Bekir Berk de Nurcuların içine salınmış “Özel Harp Dairesi”nin ajanı şeklinde anlatılmıştı.

Her türlü muıkaddesatı olduğu gibi; Risale-i Nur’ları da kirlli emellerine alet etmeye yeltenen, F. Gülen’le ilgili olanı bahsimizin haricindedir. Ancak iki benzemezi bir araya getirerek Bekir Berk’e bu alçakça iftiraya tevessül edenlerin maksadı; Bekir Berk üzerinden cepheyi genişleterek asrımızın muteber bir Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur’ları okuyan Nur talebelerini de FETÖ ile aynı hedefe koyma gayretidir.

Bekir Berk gibi hiç bir destana sığmayacak büyük bir kahramanın göz kamaştırıcı hatırasına vefatından bunca yıl sonra reva görülen bu uydurulmuş yalanın sahteliği her tarafından anlaşılmaktadır. Sahte evrakın sahibi, isnad edilen kişi, dönemi ve evrak üzerindeki basit bir kriminal inceleme bu sahtelik gerçeğini açıkça ortaya koymaktadır.

Özkaya adlı darbecinin söylediklerinin doğruluğunu teyid edecek hiçbir delil yoktur.

Avukat Bekir BERK

Bekir Berk’in Nurcuların arasına “Özel Harp Dairesi”nin ajanı olarak sokulduğu iddiasının konusu teşkilatın Batı kaynaklı zındıka komitelerinin  menfaatlerinin taşeronluğunu yapan bir teşkilat olduğu birçok olayla ortaya çıkmıştır.  

Risale-i Nur hareketinin ve tüm mazlum Müslümanların en hayati mahkeme davalarından olan Ankara dâvâsı ile 1958’de çıktığı Nur sahnesinden son nefesine kadar inmeyen ve binlerce davaya meccanen ve hayatı pahasına koşan Bekir Berk’e “Kemalist rejimin ajanı” diyebilmek veya buna inanmak için ya cehl-i mutlak içinde ya da en denî bir hain olmak gerekir.

TARİHTEN GÜNÜMÜZE IŞIK TUTAN BİR YAPRAK

İman ve Kur’an davasının yılmaz savunucusu Bekir Berk’i hatırlamamızda fayda var. İşte alçak bir iftirayla yaftalanmak istenen Bekir Berk:

“Yıl 1958, Ankara dâvâsında maznun sandalyesine oturtulan, Bediüzzaman hazretlerinin talebelerinden Zübeyir Gündüzalp, Mustafa Sungur, Tahirî Mutlu, Bayram Yüksel ve Ceylan Çalışkan’ın bulunduğu on iki talebesinin serbestiyetine ateşin bir müdafaa ile muvaffak olan Bekir Berk, Bediüzzaman Hazretlerinin bizzat davetiyle Üstad’ı ziyaret için Isparta’ya gelmiştir.

Bir heyecan içinde ahşap bir evin merdivenlerini tırmanır. Yüksek tavanlı genişçe bir odaya alındığında büyülenmiş gibidir. Mahkeme salonlarında fırtına gibi esen, şimşek gibi çakan, yıldırımlar yağdıran şöhretli avukatın âdeta dizlerinin bağı çözülmüş, dili tutulmuştur.

Odada eski bir karyola ve yanı başındaki sehpadan başka hiçbir eşya yok. Sadece otursun diye kendisi için karyolanın yanı başına bir iskemle konmuştur. Karyolada İslâm tarihinin en mümtaz simalarından, destansı hayatı ve bugün cihâna kabul ettirdiği dâvâsı ile yaşlı bir zât oturmaktadır: Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretleri.

Bekir Berk, kendisi için konduğu açık olan iskemleyi yana iterek Bediüzzaman’ın huzurunda herkes gibi diz çöker. Son nefesine kadar sâdık kalacağı, uğrunda hayatıyla birlikte her şeyini fedâ ettiği ilk diz çöküşüdür bu. Bir daha da o kararlı oturuş ve duruştan hiç ayrılmamıştır.

Üstad, mümtaz misafirine bütün varlığı ile müteveccihtir. Derin bir sürur ve sevinç içinde olduğu her tavrı ve sözünde açıkça görülmektedir.

“Kardeşim! Seni bana Allah gönderdi! Seni 40 sene hizmet etmiş talebem gibi kabul ediyorum. Yaptığın müdafaalar için sana 500 banknot vermem gerekirdi. Ama mükâfatını dünyada vermek istemiyor, ahirete bırakıyorum. İhtiyarımızla hareket etmiyoruz, istihdam olunuyoruz” dediğinde Berk, derin ürpertiler geçirir. “İhtiyarımızla hareket etmiyoruz, istihdam olunuyoruz” ifadesi alevden bir mızrak gibi şuuruna saplanmıştır. Üstad’ın suallerine ancak kekeleyerek kısa cevaplar vermektedir. Büyük hâtibin nutku tutulmuş, hitabet sanatının zirvelerinde kartallar gibi kanat çırparken âdeta yere çakılmıştır.

Ve ümmetin dertlerinin bağrını yangın yerine çevirdiği, küfrün bütün silâhlarını sinesinde tecrübe ettiği; Küfre karşı, Himalayalar gibi dik, Everest kadar yüksek başını zulmün her çeşidiyle eğmeye çalıştıkları Bediüzzaman, Bekir Berk’in gelişinden duyduğu sevinç ve şükrü tarihe şu ifadelerle tevdi eder:

“Seni bana Allah gönderdi!”

Otomobil hareket etmek üzere, yolculuk var… Vedalaşmanın en hazîn dakikaları. Arka koltukta hasta ve yaşlı haliyle başka bir âlemden gelmiş gibi Üstad Bediüzzaman oturuyor. Uzunca boyu ve heybetli yapısıyla arabanın arka kapısından üstadına doğru eğilen Bekir Berk vedalaşmayı ağırdan alıyor, beraber gidemeyişinin hüznü içindedir. Birlikte yaşadığımız bir ân gibi tasavvur ediniz…

Üstad, kolunu boynuna dolayıp Bekir Berk’i alnından öptü.

“Sen Nur’un en büyük kahramanısın!” dedi.

O günlerde, merhum Mustafa Sungur’un da te’yid ederek anlattığı bu hatıraların ardından, Bediüzzaman Hazretlerinin merhum talebesi Bayram Yüksel de “Bekir beyin hakkı ödenmez” diyordu.

Fedâkâr talebelerinin satın alıp Üstad’ın hizmetine tahsis ettikleri otomobil!

Otomobilin tekeri birkaç tur döndükten sonra bir daha durdu. Bekir Berk de bu bir kaç turu otomobilin eşliğinde yürümüştü. Otomobille birlikte durdu. Üstad, açık pencereden kendisine bir daha iltifat etti:

“Seninle üç beraberliğim var: Biri, Risale-i Nur talebesi olman. İkincisi, Nur’un avukatı olman. Üçüncü bir beraberliğimiz daha var, ama onu şimdi söylemeyeceğim.”

TEVEKKÜL DOLU BİR İMAN ABİDESİ

Bekir Berk, bırakın kendisine tevdi edildiği söylenen ajanlığı yapmayı, milyarda bir insanın yapamayacağı iman ve Kur’an dâvâsı hizmetiyle tarihe geçmiş büyük bir kahramandır. Türkiye’yi dehşetli bir yangın yerine çeviren 27 Mayıs şenaatinden Türkiye’den ayrılacağı 1973 yılına kadar, Türkiye’deki hemen bütün mazlum Müslümanları, Nur talebelerini zindanlarda çürütmeyi, Kur’an dâvâsını yıkmayı hedefleyen bini aşkın dâvânın avukatlığını meccanen yapmış, dâvâdan dâvâya koşmuş, gün olmuş ıssız dağ başlarında kar fırtınalarına yakalanıp donma tehlikesi geçirmiş, kimi zaman karanlık bir gecede önüne kurulan barikatı aşmak için aracını ölüme sürmüş gözü pek bir kahraman, göğsü Sahabeleri sevindirecek iman, tevekkül ve teslimiyetle dolu bir mü’mindir.

Şunu da söylemeliyiz ki, Bekir Berk o tehlikeli yılların sahnesinde olmasaydı, sebepler itibariyle iman ve Kur’an dâvâsı büyük darbeler alabilir, hattâ zaafa uğrayabilirdi.

Allah’ın inayeti ile, o kahraman ve ona o günlerde yardım eden ihlâslı fedakârlar sayesinde masum ve mazlumlar kurtulmuş, iman dâvâsı parlamaya devam etmiştir.

Bugün Risale-i Nurlar serbest neşredilecek hürriyet zeminini bulmuşsa, bu büyük zaferin en büyük ve müessir amillerinden birisi, Bekir Berk’in aslanları ürküten duruşu, ağır ceza mahkemelerinde kükreyen sesi ve bitmek tükenmek bilmeyen gayretidir.

MAHKEMEDE CENNETLİK BİR SAHNE

“Bir temyiz mahkemesindeyiz. Yuvarlak masanın etrafı Yassıada’nın hukuk maskeli canavarları ile çevrili. Aralarında Ömer Altay Egesel ile Salim Başol da var. Duruşma mazlum ve masum Nur Talebelerinin olunca Bekir Berk’in orada olmaması düşünülemez. Yassıada duruşmalarında karşılarına çıktığı sözde yargıçların istihza ve tehdit dolu bakışları altında maznunların müdafaasına başladığında, bilhassa Egesel dikkatini dağıtmak, moral ve konuşma selâsetini bozmak için ne mümkünse yapmaya koyuldu. Yerli yersiz sesler çıkarıyor, masaya ellerini vuruyor, işitmiyor gibi davranıyordu.

Bekir Berk, taktik dehasını kullanarak Egesel’i yok hükmünde görüp tam kırk dakika boyunca harika bir müdafaada bulunduktan sonra elindeki belgeleri masaya koyup zapta geçirilmesini istedi.

Bu talep, sabrının son noktasına çoktan gelmiş olan Egesel’i büsbütün çileden çıkarmış olacak ki,

“Neye güveniyorsun Bekir Bey?” diye bağırdı.

(1960 darbesini yapan hainlerin zulmen idam ettikleri Adnan Menders gibi Bekir Berk’i de tehdit etmeleri karşısında takındığı kahramanca tavrı burada tasavvur etmek gerekir.)

Bekir Bey mukabil bir tehevvürle Hamdi Sağlamer’in elindeki çantasını, “Ver şunu!” diye çekip aldı. Hışımla açtığı çantasından bembeyaz bir örtü çıkarıp masaya fırlattıktan sonra gırtlağının bütün avazıyla haykırdı:

“İşte buna güveniyorum!”

Bekir Berk’in çantasından çıkarıp Egesel ve Başol’un masasına bir avuç kor gibi döktüğü beyaz örtü, gittiği her dâvâda maznunların dosyaları ile birlikte taşıdığı, zemzem suyu ile yıkanmış kefeniydi…”

SON OLARAK

İşte böyle adı destanlara geçecek bir kahramanın isminin terörist başı F. Gülen ile birlikte Özel Harp Dairesi ajanı olarak geçmesini teessüf ve hayretle karşıladık.

Bütün hayatını iman ve Kur’an dâvâsına vakfetmiş, bini aşkın mahkemede masum ve mazlum Müslümanların, Nur talebelerinin ve Risale-i Nurların müdafaasını yaparak nice parlak zaferlere imza atmış, bütün hayatı İslâmiyet’e hizmetle geçmiş Bekir Berk’i, bu kadar eblehçe iftira ve yalanlarla gözden düşürmek mümkün olmadığı gibi, onun üzerinden bütün maksatları vatan, millet ve İslâm’a hizmet olan Nur Talebelerini karalamak da mümkün değildir.

Bekir Berk’e yöneltilen iddialar, “Güneşi üfleyerek söndürdük!” demekten farksızdır. Hiçbir güç, hiç bir tertip, Necip Fazıl’dan Peyami Safa’ya, Osman Yüksel Serdengeçti’den Adnan Menderes’e, Bediüzzaman Said Nursi’den talebelerine kadar mazlumların avukatlığını yapan Berk’i o tertemiz ve yüce makamından makamdan düşüremez.

Bu satırların maksadı, merhum Bekir Berk’in hiçbir şekilde muhtaç olmadığı bir müdafaada bulunmak değil, ilgili mercilere üzüntü ve teessüflerimizi ifade etmektir.

UZMAN GÖRÜŞÜ

Belge adıyla yayınlanan kağıt parçalarının, maksatlı bir operasyona malzeme amaçlı olduğu akla gelmektedir:

Önemli not: Bu tür sağlıklı olmayan belgeler FETÖ ile mücadeleye de zarar vermektedir. Başka şeylerle karıştırılmış dezenformasyonlar hain FETÖ örgütünün de ekmeğine yağ sürmek olur.

1968 tarihli olduğu söylenen belge, kime yazıldığı ve muhatabı belirsizdir. Kağıdın üstündeki isim ile alttaki imza aynı kişidir. “Nurculukla ilgili Senatoya ihbar geldiği” iddiası, sahte belgeyi düzenlemek veya  iftirayı atmak için uydurulmuş bir gerekçedir. Böyle bir iddia  ve ihbar, savcılığa veya emniyete yapılır.

Yazının altındaki imzanın sahibi, 27 Mayıs darbesinin önde gelen  isimlerindedir. Menderesin idamını tasdik eden Milli Birlik Komitesi üyelerinden birisidir. 12 Mart 1971’den önce darbeciliği sabit olmakla dokunulmazlığı kaldırılmış komiteci eskisidir. Kişiliği bu olan birisinin yazdıklarına itibar etmek dürüst bir yayıncılık olamaz.

Avukat Mustafa Tuncel

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Mi’rac Gecesi Hakkında Yazılar, Bilgiler

Mübârek Miraç Gecesi hakkında sitemizin zengin içeriğine ulaşmak için lütfen alttaki başlıkları tıklayınız. 1. Tıklayınız …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Pantolon Nasıl “Türkleşti”?

İKBAL BETÜL ARMAĞAN GÖZLÜ Pantolon, genellikle belden ayak bileklerine kadar uzanan ve her bacağı ayrı …

Kapat