Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Söz Söylemek, Sükût Etmek, Sır Saklamak / Halit EŞKAN

Söz Söylemek, Sükût Etmek, Sır Saklamak / Halit EŞKAN

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: Halit EŞKAN

Konuşmak

Bir konu hakkında sarf edilen sözlerdir. Bir fikrin açıklanmasıdır. İnsanların düşüncelerini karşılıklı olarak beyan etmeleridir. Bir mesele hakkında uzlaşı sağlamak için ağızdan çıkan sözlerdir. Herhangi bir iş akdi için düşünülen şartların müzakeresinde kullanılan sözlerdir. İnsanın kendisini ifade etmek için söyledikleridir. Hülasa hayatın her safhasında insanın sarf ettiği sözlerin tamamıdır.

Yüce Allah (c.c) insanı en güzel şekilde yarattı. Ona konuşma yeteneği verdi. İnsana, hatırından geçen ve ya kalbine doğan şeyleri açıklaması için dilini vasıta kıldı.

İnsan dili ile hakkı söyler ve ya verilen nimete şükreder. Yine diliyle imanını ikrar eder. Dil, Allah’ın insanlara ihsan ettiği en büyük nimetlerdendir. İnsana bağlı olarak hikmeti konuşur ve ya insanı helake götürür. Toplumu ıslah eder ve ya ifsada götürür. İlmin ihata ettiği her şey dil ile ifade edilir. Dilin kendisi küçüktür lakin cürmü büyüktür. Taatın son haddi olan iman veya isyanın son haddi olan küfür ancak dilin ikrarı ile zahir olur. İnsan dilinin altında gizlidir. Bu bağlamda dil tencere kapağı gibidir. Tencerenin kapağı açıldığında içindeki yemeğin belli olduğu gibi insanın da konuşmaları karakterini belli eder.

Bir insan iradesine bağlı olarak söz söyler. Ancak insanın azalarından insana en çok isyan eden onun dilidir. Diline sahip olamayan insanı şeytan her sahada oynatır. İnsanlar dillerinin belası yüzünden yüzüstü cehenneme sürüklenirler.

Dilin kötülüklerinden emin olmak ancak onu şeriat dizginine vurmakla mümkündür. Bu durumda dil ancak dünya ve ahiret için faydalı ise konuşur, diğer hallerde sukut eder. Diline sahip olmak iyi insanların vasfıdır. Mümin ancak bu zorluğu başarınca Allah’ın rahmetiyle cennetlik olur.

Yüce Allah insanın dilini iki dudağı ve dişleri arkasında ağız boşluğunda yaratmış ve dili o boşlukta adeta hapsetmiştir. Onun için insan diline sahip olmalıdır. Yani insanın dili dışarıda olmamalıdır. Yüce Allah herkesin dilinin yanındadır. Söylenen her sözü işitir. O halde kişi söylediği sözde Allah’tan korkmalıdır.

Konuşan kişinin dili ile söylediklerini kalbi ya doğrular ya da yalanlar. Kalp ile lisan birlikteliği söz konusu ise ağızdan çıkan sözler konuşan kişinin inancının ifadesi olur. Bu durumda kişi sadıktır yani doğru sözlüdür. Kendi doğruları hak ile örtüşmese bile kendisini bağlar. Ancak hak ile örtüşmeyen doğrular geçersizdir, itibar edilmez.

Kişinin dilinin söylediklerini kalbi yalanlıyorsa bu durumda konuşan riyakârdır veya hilekârdır ve ya haindir. İhanetin en korkunç olanı ise düşmanın dost gibi görünmesi olayında gizlidir. Kuzu postuna bürünmüş kurt misali, insanın can düşmanıdır.

Yavuz Sultan Selim’in;

“Sanma şahım herkesi sen sadıkane yar olur,

 Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyar olur.” mısraları bu konuda calibi dikkattir.

Konuşmak bir davranıştır. Her davranışın öncesinde o davranışın bilgisine ulaşmak şarttır. İnsan her şeyi ancak öğrenmekle bilebilir. Konuşmak için de bilgili olmak ve konuya vakıf olmak gerekir. Söze başlamadan önce duymak, dinlemek; (iyi bir konuşmacı olmak için iyi bir dinleyici olmak gerekir.) Anlamak ve ne konuşacağını düşünmek ve söze yerinde başlamak gerekir. Yerinde konuşan özür dilemek zorunda kalmaz. Dinlemek anlamanın ön şartıdır. Dinlemenin önemi Kur’an ile sabittir. Nitekim Resulü Ekrem (s.a.v) kendisine gelen vahyi acele ile tekrar edince; Allah (c.c) önce dinle! Hitabında bulunmuştur.

Özlü konuşmalı, sözü uzatmadan gereği kadar konuşmalıdır. Çünkü çok sözde hayır yoktur. Zira çok konuşanın hatası da çok olur, hatası çok olanın günahı çok olur, günahı çok olana cehennem ateşi hak olur. Ayrıca sözleri iyi seçmeli ve delilli konuşmalıdır. Konuşulan sözler bir menfaatin celbi ve ya bir mazarratın def’i amacına yönelik olmalıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Allah’a ve ahiret gününe imanı olan hayır söylesin ve ya sukut etsin.”, “Allah o kuluna rahmet etsin, konuştuğu zaman sözünden faydalanılır ve ya sukut eder de selamet bulur.”, “Hayır olmayan her sözden dilini çek. Ancak bu şekilde şeytana galebe çalarsın.” buyurmaktadır. Kelam-ı kibar da bu konuda:

“Söz bilirsen söz söyle, dinleyenler hisse alsın,

Söz bilmezsen sükut eyle, seni görenler adam sansın.” demişler.

Evet… Kişi lisanıyla insandır. Kişinin dili kendisine düşmandır. Ve canın ölümü dilinin ucundadır. Dil canı ya nura yahut nara götürür.

Konuşurken kafa ile kalp, kalp ile lisan bir olmalı ki, insan davranışları ile konuştuklarını yalanmaya, sözleri kalbe tesir ede ve inandırıcı ola. Esasen inandırıcı olmayan konuşma malayani, boş konuşmadır. Davranışlarıyla, konuştuklarını yalanlayan insanın inanç bütünlüğü olmaz. İnanç bütünlüğü olmayan insanın davranışları tutarsız olur. Ancak “Hikmet müminin yitiğidir.” hadisi şerifi mucibince kimin söylediğine değil de ne söylediğine bakmak ve hikmete ram olmak gerekir.

İnsan konuşurken bilgiçlik taslamaktan, riyakârlıktan ve ya her söylenene karşı çıkmaktan, kalbi ile tenakuza düşmekten, dedikodudan kaçınmalıdır. Esasen her çeşit dedikodunun temelinde haset vardır. Haset olanlar bilgiçlik taslarlar, haset ettiklerini rezil etmeye çalışırlar. Sözleri ve davranışları ile halkı rencide ederler. Oysaki:

“Halkı rencide eden âlemde,

 Kendi rencide olur son demde.”

Bu sebeple insan sözleri ile kimseyi rencide etmemeye özen göstermeli, güzel sözlü, güler yüzlü, tatlı dilli olmalıdır. Zira güzel sözlü, güler yüzlü, tatlı dilli olanlar, gönüllerde aziz olurlar.

Cihan bağında ey âkıl, odur makbulü ins ü cin,

Ne kimse senden incinsin, ne sen kimseden incin.

Evet, incinmemek için incitmemek gerekir. Her insan ağzından çıkan söze dikkat etmelidir. “Boğaz dediğin otuz iki kerttir. Kerte kerte konuşmak gerektir.” demiş atalarımız. Onun için insan her aklına geleni konuşmamalı, kimsenin gönlünde gönül yarası açmamalı, söylenen söz gönül almalı, güzel olmalı, tatlı olmalı, kötü sözden devamlı kaçınmalıdır. Esasen kötü söz ve geçmez akçe sahibinindir. Bu bağlamda, iyiliğin de, kötülüğün de karşılığı insana ölmeden erişir. Dil ile gönlü yaralanan kişinin gönlüne ne kadar sıkıntı gelirse, yaralayanın da gönlüne de aynı sıkıntı fazlasıyla gelir. Dil ile düğümlenen diş ile sökülmez. Bu bağlamda Pir Sultan Abdal’ın aşağıdaki kıtaları tercümandır.

Dinle sana bir nasihat edeyim,

Hatırdan, gönülden geçici olma.

Yiğidin başına bir hal gelirse,

Bunu yad ellere açıcı olma.

*     *     *     *     *

Mecliste ârif ol kelamı dinle,

El iki söylerse sen birin söyle.

Elinden geldikçe iyilik eyle,

Hatıra dokunup yıkıcı olma.

Evet, söz vardır gönül incitir. Söz vardır ki yaralı gönüllere merhem olur. Söz vardır başı kestirir, söz vardır savaşı keser. Söz kullanışa göre altın olur, gümüş olur, belki de kömür olur. Doğruluk okta, eğrilik kılıçta hoş olur. Bunun gibi yerinde söylenen söz de güzel olur, hoş olur, insanın değerine değer katar, insanı insan eder. Nitekim Yüce Allah (c.c) “Mümin kullarıma söyle, kâfirlere en güzel söz ne ise onu söylesinler. Çünkü şeytan aralarına fesat sokar. Zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” buyurmaktadır.

Onun için insan hatır ve gönle dokunmadan konuşmalı, sözleri ile kimseyi kırmamaya dikkat etmelidir. Ve insan öyle konuşmalıdır ki sözü geri dönünce kendisine zarar vermesin.

Müminin lisanı kalbinin ve aklının ötesindedir. Bir şey söyleyeceği zaman önce düşünür, sonra konuşur. Açık sözlüdür. Açık sözlülük anlayışı, anlayışta nezaketi getirir. Münafığın kalbi ve aklı dilinin ötesindedir. Düşünmeden konuşur. Doğruyu azarlar, yanlışı över, hizmeti inkâr eder. Değerli bir şey ortaya çıkarsa ona adi bir şekilde muhalefet eder. Ancak bilmez ki iyilik baskı altında tutulamaz. Bilemez ki vahiyden olmayan söz heva ve hevestendir.

İnsanda izzet-i nefis, saygınlık, merhamet, doğruluk, vefa, hayâ, şeriata bağlılık, mürüvvet, fazilet hissi yoksa. Onun susması konuşmasından, uzaklığı yakınlığından, ölümü hayatta olmasında daha hayırlıdır. Bu tür insanlarla konuşmak ve ya birliktelik mürüvvetsizliktir, sıkıntıdır. İnsan için ar ve kusurdur. İnsan Allah’a isyan edenlere kızarak, kendisini Allah’a sevdirmeli, onlardan uzaklaşarak, onların meclislerini terk ederek Allah’a yaklaşmalıdır. Esasen cahilin sohbeti tufandır. Tufan da felakettir. Nitekim ayet-i kerimede Yüce Allah “O, kitapta size indirmiştir ki, Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini duyduğunuz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa sizde onlar gibi olursunuz. Elbette Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.” buyurmaktadır.

Mümine yakışan hadis-i şerif mucibince: “Bir kötülük gördüğünde onu eliyle ve ya diliyle düzeltmek ve ya kalbiyle buğuz etmektir.” Böylece Allah’ın rızasını kazanmaktır.

Ne halim ne de sefih ve ya ahmak kimselerle tartışma. Çünkü halim olan ezilir, sonuçta kalben buğzeder. Ahmak ve adi kimseler ise dilleri ile insana eziyet ederler.

Tecessüs dinimizce haramdır. Onun için başkalarının mahremiyetini araştırma. Bu konuda hiçbir kimseyle malumat paylaşımı hatasına düşme veya soru sorma veya söz söyleme. Hz Ömer efendimiz “Üzerine elzem olmayan şey hakkında araştırma yapma ve konuşma. Dostundan da sakın. Ancak emin olduğun kişi ile birlikteliğin olsun. Emin olunan da Allah’tan korkan kimsedir. Facir ile konuşma. Çünkü kötülüğünden sana da sirayet eder. Sakın ona sırrını verme. İşlerin konusunda Allah’tan korkanlarla istişare et.” buyurmaktadır. Evet, insan üzerine elzem olmayan ve ya faydasız şeyler hakkında konuşmamalıdır. Zira zararından emin olamaz. Hatta yeri gelmedikçe faydalı olanı da konuşmamalıdır.

İnsan zanla da konuşmamalıdır. Çünkü kötü zan, gam ve kederi olamayanı hasta eder. Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Zanda bulunmaktan sakının. Çünkü zan sözlerin en yalanıdır.” buyurmaktadır.

Her işte olduğu gibi konuşmak için de insan kendisinden üstün olanı, arif olanı, alim olanı aramalıdır.

“Âlim ile şöyleş kelamı, ârif olan ar eylemez,

 Cahile yüz bin kelam söylesen kâr eylemez.”

Demiş büyüklerimiz. Onun için her şeye itiraz eden muhalif, cahil insanlarla bir kelime dahi konuşmamak gerekir. Esasen cahillerle konuşan alimler bile cahilleşir. Cahillerin ariflere, bilmeyenlerin bilenlere, düşünemeyenlerin düşünenlere düşmanlıkları bir gerçektir. Çünkü arifin hikmeti din ilminin içindedir. Cahilin aklı ise dünyanın kabuğudur. Dünya dine muhalif ve düşman olduğu gibi dünya ehli olan cahillerde arif olan ilim sahiplerine düşmandır. Bu husus;

“Ârif ile söyleşmek lâ’l ü mercan incidir.

 Cahil olan her an bin can incitir.” Lâ Edrî

Mısralarıyla veciz bir anlatım kazanır. Onun için İslam gömleği yırtık, iman elbisesi kirli, kalbi cahil, içi kederle dolu, gönlü İslam’a kapalı, iç alemi harap, dışı mamur, arzuladığı yalnızca dünya olan bedbahtlarla, sefihlerle sohbetten kaçınmak aklın ve imanın gereğidir.

Sakın delilerle tek bir kelime ile dahi olsa konuşma. Hele meczuplara hiç yaklaşma. Çünkü onlar atarlar lakin tutamazlar. Sonuçta zarar edenlerden olursun. Korkarak da konuşma. Çünkü korku düşünceye karışıklık, fikirlere düzensizlik ve ifade bozukluğu getirir.

Sözünü yürütmek isteyenler, kendi fikirlerini kabul ettirme belasına düşenler, kendi küçük dünyasında debelenen tepinip duran, ufku dar olan bağnazlardır.

Bu ceberutlar kendi iradeleriyle kendi nefislerini kontrol edememe acziyeti içinde olmalarına rağmen başkalarının nefislerini kontrol etmeye çalışırlar, toplum mühendisliğine soyunurlar.

Bu kişiler kendisi gibi düşünmeyenlere zulmetmedikçe kendilerini cenderede hisseden zalimlerdir. Yakın tarihimiz bu zalimlerin zulümleriyle kirlenmiştir. Bu zalimleri tarih ve toplum lanetle anmaktadır ve lanetle anmaya devam edecektir. Kaldı ki topluma dayatılan düşünceler hak olsa bile bu düşüncelerin tesirini yaratacak olan ancak Allah’tır. İnsan için görev hakkı söylemektir, hidayet Allah’tandır.

Bir sözü bir kere söylemekle yetin. Zira bir insana bir sözü bir kere söylemekle o insan ders aldı ise ne güzel. Değilse, yüz kere söylesen kar eylemez.

Şairin dediği gibi:

Kabiliyet dâd-ı Haktır, her kula olmaz nasip,

Sed hazeran terbiye et, bed-asıl olmaz asîl.

Esasen Kur’an ifadesi ile “Söz dinlemeyen, nasihat kâr etmeyen zalimdir”  İnsanlardan faydalanmak amacıyla dilini asla oynatma, insanları aldatma, hele hele dinini dünya ile değiştirmeye kalkışma ki hem dinini, hem dünyanı kaybetmeyesin.

Nitekim Resulü Ekrem (sav): “Ahmak odur ki dinini verir, dünyasını da üste verir” buyurmaktadır. Bu hususta Mevlana Hz. “Avamı kandırmak domuz avlamak gibidir, zahmetli ve tehlikeli olması yanında eti de haramdır” buyurmaktadır. Yine Resulü Ekrem (sav) “Aldatan bizden değildir” buyurmaktadır. O halde konuşma kandırmaca mahiyetinde olmamalıdır.

Çok konuşmaktan da kaçınmak gerekir. Zira insanları iki haslet mahveder; bunlardan birisi fazla mal toplamak, diğeri ise fazla konuşmaktır. Çok sözde hayır yoktur, hata çoktur, zaman israfıdır. Kullanılan fazla kelimeler mana eksikliğine ve kavram karışıklığına sebep olur. Ayıpları açar, dostluğu bozar, düşman kalbini harekete geçirir. Onun için özlü konuşmak aklın gereğidir.

Her ne kadar Dost acı söyler denirse de sen tatlı söylemeyi tercih et. Sözlerin dostlarına gül gibi olsun, çünkü acı söz dostlarını senden uzaklaştırır. Geç otur deme, buyur otur de. Birinci hitapta sertlik, ikinci hitapta yumuşaklık, güzellik, nezaket vardır. Buna rağmen her iki hitap da eş anlamlıdır.

Konuşmada uzlaşı sağlamak, ortak anlayışla, inanç birlikteliğiyle mümkündür. Zira aynı dili konuşanlar değil, aynı inancı paylaşanlar anlaşırlar. Kulaktan dolma bilgilerle söze karışan, bende biliyorum iddiasıyla konuşan kişinin durumu; bir yumurta yumurtlayıp, gagkıltısıyla ortalığı velveleye veren tavuğa benzer. Sonuçta mahcubiyet kaçınılmaz olur. İnsana yaraşan tam bilmediği konuda söze karışmamaktır.

Her soruya cevap vermekten kaçın. Sorulan bir soruyu cevaplandırırken de sadece soruya cevap olabilecek kadar konuş. Sözü uzatmak konudan uzaklaşmaktır. İyi söz kısa ve anlamlı olan sözdür. Soru sorana ters cevap verme, hiç kimseye çirkin söz söyleme ki acı cevap işitmeyesin. Herkese aklına göre konuş, konuşman yumuşak olsun, dilini güzel sözlere alıştır, daima hayır söyle, iyi söyle ki tatlı cevap alasın. Aklın ermediği hikmeti konuşma ki yalancı olmayasın. Her söylenene karşı çıkan, dalkavukluk edenle sohbet etme, dilini sana layık olmayan şeylerden koru, sana iyi davranmayanları terk et, kendine uygun bir arkadaş seç, malayani ve yersiz konuşmalardan kaçın; Çünkü bu tür konuşmalar kalpte darlık ve üzüntü, bedende bitkinlik, rızıkta eksiklik sebebidir.

Söz keramettir; Konuştuğun zaman şiddetten kaçınarak, nezaket ve yumuşaklıkla, sağlam ve destekli ifadeler kullanarak, ucbetmeden, kibirlenmeden, masivayı (Allah’tan başka her şeyi) terk etmiş olarak, muhatabın anlamasını sağlayarak yani onun aklına hitap ederek onu bidat ve hurafelerden uzaklaştırmak onu kitap ve sünnete sarılmaya teşvik etmek için, güzel sözlerle, özlü ve kısa olarak yapılan nasihat şeklinde olursa.

Nitekim vaiz, Halife Me’mun’a karşı haddini aşan sözlerle nasihate kalkışınca; Halife Me’mun ona “Allah senden çok daha hayırlı olanı (Hz. Musa as), benden çok daha şerli olana (Firavun) gönderdi de yine ona yumuşak sözlerle hitap etmesini emretti” diyerek ikazda bulunmuştur. Onun için insanlara karşı sözlerde ve davranışlarda yumuşaklık, sevgi, merhamet, şefkat, tevazu, hoşgörü gibi ahlaki vasıfları ihtiyar edinmek gerekir. Konuyla alakalı olarak ayet-i kerimelerde yüce Allah (cc) “Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet kaba ve katı yürekli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi ( Al-i İmran /59)” “Rabbinin yolunda hikmetle ve güzel öğütle çağır (Nahl/25)” buyurmaktadır.

Sana gelen herkese kıymetli bilgiler ver. Onlara yol göster, onların kusurlarını görme, herkesi kendi merkezinden değerlendir, herkese kendi meşrebine uygun davran, sözlerin hoş olması yerinde söylenmesine bağlıdır, kedinin ve köpeğin anladığı dilin farklı olduğunu unutma.

Dilini dinine hizmet için kullan, unutma sen yeryüzünde Allah’ın halifelikle görevlendirdiği tek varlıksın, bu görevi yerine getirirsen o zaman her güç sana boyun eğer.

Bilgi ve inanç birbirini tamamlamak içindir. Bu ilkeden yola çıkılırsa her zaman doğruya ulaşılır. En önemli bilgi insanın kendisini bilmesidir, aksi halde ilerlemek mümkün olmaz, nitekim bu husus Yunus Emre’nin “İlim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir” mısralarında yankılanır. Ve kendini bilen Rabbini bilir.

Konuşurken düzgün, nazik, yumuşak bir üslupla kalbi ve hasbi bir şekilde konuşursan dinleyenler kalben etkilenir. İnsanı şerefli kılan, sadakatle inancına bağlı olarak konuştukları ve konuştuklarına uygun davranışlarıdır. Fikri hayatı olmayan bir insanın bu şerefe nail olabilmesi mümkün değildir. Onun için fikir hayatla dolup taşmalı ve hayat fikirle aydınlanmalıdır.

Fikrin iki önemli özelliği vardır;

1- Fikir nâmütenâhi (sonsuz) olmalıdır, bunun için maddeden manaya doğru düşünmek gerekir. Bu özellik “Onlar dağlara bakar da Rabbimiz bunları boşa yaratmadı derler” gibi insanı düşünceye yönelten ayetlerle sabittir.

2- Fikir hür olmalıdır, hür kalabilmek için de hürriyete saygılı ve hizmet eder olmalıdır. Hürriyet mümine Kur’an ile verilmiş olan bir haktır, mümini bu haktan kendi beceriksizliği dışında hiçbir kuvvet mahrum edemez. Hürriyet muhteşem bir süstür. Ancak bazı kimselere yakışmaz, bu süse malik olanlar kartallar gibi yükseklerden uçarlar, bu süsten mahrum olanlar fareler gibi kaçacak delik ararlar.

Hür olmak demek sorumlu olmak demektir. Allah’a karşı, nefsimize karşı, topluma karşı, tabiata karşı, tarihe karşı vazife ve sorumluluklarla yüklü olmaktır! Yoksa merhum Nurettin Topçu’nun dediği gibi; “Fransa ihtilali sonrasında Yahudi cemaati tarafından ihdas edilen demokrasi ve hürriyet şeklinde dile getirilen ve kuvvetini serbestçe kullanma yetkisi” olarak tanımlanan “hürriyet” değildir. Çünkü kuvvetin, insanda bağlandığı şeyler çeşitlidir. Bedenin kuvveti, paranın kuvveti, kalem kuvveti, hakkın kuvveti, ruh, ahlak, din kuvveti vs. Hürriyet bunlardan hangisinin hâkimiyetini sağlayan serbestliktir?

Yahudi dünyasının planladığı demokrasi, insanda bedeni hazlara ve menfaatlere hizmet eden kuvvetleri baskın hale getirmiştir. Sonuçta, basın hürriyeti altında görsel ve yazılı medya habis kazanç amelleri uğruna insanlığı hayvanlaştırma yolunda yarışır oldular. Her kötülüğün anası olan alkol her yerde ve her yaşta tüketilir hale geldi. Buna da içki serbestliği dendi. İlim mabedi olan mektepler öğretmenler için çilehane, gençler için isyan ve fesat yuvasına dönüştü. Buna da öğrenci hürriyeti dendi. Zevkleri besteleyen ve iradeleri uyuşturan terennümleriyle şarkıcı sanatkâr, mevlitçi hoca, duygusuz ve ruhsuz haykırışlarıyla halkı soyar oldular. Buna da sanat ve din hürriyeti dediler. İçi leş gibi kokuşmuş, çürümüş, cinsiyetinden başka bir varlığı kalmamış şarkıcı kızların sahne almasına eğlence hürriyeti dediler. Yarı çıplak bir vaziyette salonlarda başka erkeklerle dans eden karısını dostlarıyla viski içerken seyreden aile babasına medeni insan dediler. Bale yapan genç kızları oturduğu koltuğunda seyrederken cuşe gelip, işte çağdaş ülke budur! Diye haykıran devletin başının bu haykırışına tezahürat hürriyeti dediler. Hulasa bedenin zalim hazları ile çılgınlaşan şehvet ve gazabın kölesi olan şerli mütegallibeler kendi hürriyetleriyle, akıl, iman, şeref, namus, hak ve vicdan adıyla insanlığımızın sahip olduğu bütün değerlere saldırır oldular. Sonuçta bu yüksek değerleri tutsak ettiler. Gerçek hürriyetin tesisi için onların ellerinde esir tutulan bu yüksek değerlerin esaretten kurtarılıp, egemen kılınması şarttır. Bunun için insanımıza yaraşan, bedenin sefih hazları ve menfaatleri peşinde koşmak yerine ruh dünyamızı ihya etmek ve bu yüksek değerleri fert ve toplum hayatımızda egemen kılmaktır. Çünkü gerçek hürriyetin olmadığı yerde, akıl ve vicdan, yani ilim ve ilmi hürriyet, hür ahlak ve ahlaki hürriyet, hür adalet ve adil hürriyet yoktur. Hürriyetin olmadığı yerde esaret vardır. Esareti cehalet doğurur. Onun için cehaletin iktidarı korkunç bir felakettir.

Din, istismarcıların dini satan ellerinde esir olmaktan kurtarılmalıdır. Gerçi dili ile dinini satan bu din baronlarının bir gün içi dışa vurur, o zaman itibarları kalmaz, başları eğik, kendileri rezil olur. Hak indinde izzetlerini, halk nezdinde saygınlıklarını ve şereflerini kaybederler. Oysaki servetini kaybeden az şey kaybetmiş olur. Çünkü kaybedilen servet yeniden kazanılabilir. Ancak şerefini kaybeden çok şey kaybetmiş olur. Çünkü kaybedilen şeref yeniden kazanılamaz.

Dilini kin ve nefreti çağrıştıran sözlerden koru. Çünkü nasihat dinleyen ve uzağı gören insanlar hiçbir kalbe kin ve nefret tohumu ekmezler. İki düşman arasında öyle konuş ki barıştıkları zaman konuştuklarından utanmayasın.

Konuştuğun zaman sesini fazla yükselterek konuşma, muhatabın işiteceği bir tonla konuş. Bu hususta Allah(cc) “Yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt. Unutma ki seslerin en çirkini( avaz avaz bağıran) merkeplerin sesidir (Lokman/19)” buyurmaktadır.

Dilini doğru söylemeye alıştır. Çünkü insan dilini doğru söylemeye alıştırmadıkça dininde istikamet bulamaz. Allah’a inanan doğru sözlü olur. Doğru sözlü olmak insanı selamete götürür. Doğruluk emanettir. Bu emaneti koruyanlar emin kişilerdir. Yani müminlerdir.

İnsanların itibarı, kendilerini doğru ile korkutana değil yalanla avutanadır. Bu sebeple doğrular için yalnızlık mukadderdir. Ancak doğruların evi dıştan dar olsa da içten geniştir. “Doğruluk Allah’ın kılıcıdır”. Konuyla alakalı olarak Ömer Hayam’ın şu rubaisi calibi dikkattir;

    Karanlık aydınlıktan, yalan doğrudan kaçar,

   Güneş yalnız da olsa etrafa ışık saçar

   Üzülme doğruların kaderidir yalnızlık,

   Kargalar sürü ile kartallar yalnız uçar.

Ancak kargalar uçar çöplüğe konar, kartallar ise yalçın kayaların tepesine yuva yapar.

Mümin, kendi aleyhine de olsa mutlaka doğru söylemelidir. Nitekim Resulü Ekrem (sav) efendimiz bir hadisi şerif de ; “Doğru söz doğru yaşamaya, doğru yaşama insanı cennete götürür, insan bu hal üzere yaşarsa Sıddıklardan yazılır” buyurmaktadır. Mümin Kur’an ifadesi ile emrolunduğu gibi dosdoğru olmalıdır. Çünkü doğruluk emin kişiliktir. İnsan bu fazilet derecesine ancak Allah’ın yardımı sonucunda ulaşabilir. Bu bağlamda Rabbimiz günde kırk defa Fatiha suresinde “Bizleri doğru yola hidayet et” cümlesiyle dua ettirmektedir. Esasen doğruluk imanı bir meseledir. Peygamber Efendimiz (sav) konu ile alakalı olarak “Kişinin imanı müstakim olmaz, kalbi müstakim (doğru) olmadıkça, kalbi doğru olmaz, dili doğru olmadıkça” buyurmaktadır.

Başkalarının yanlışlıklarını anlatarak itibar kazanacağını umanların, böylece kendilerini aklayacaklarını sananların sözleri doğru olsa bile özleri doğru değildir. Bu hususta Yunus Emre’nin şu mısraları dikkate değerdir

“Cümleler doğrudur sen doğru isen,

 Doğruluk bulunmaz sen eğri isen”

Onun için kişi başkalarının kusurlarını araştırıp ifşa etmek suretiyle itibar kazanmayı ummasın. Çünkü insanın kusuru ne kadar fazla ise başkalarında o kadar kusur arar.

Hayatta önem arz eden hususlardan birisi de sohbettir. İnsanın Allah (cc) ile sohbeti, Allah’ı zikirdir. Allah’ı zikir sözlerin en şereflisidir. Zikrin en faziletlisi ise kelime-i tevhittir (La ilahe illallah). İnsanın peygamber efendimiz (sav) ile sohbeti, onun sünnetidir, ona salavat getirmesidir. Esasen salavat getirmek müminlere kuran ile emredilmiş bir mükellefiyettir. Nitekim Ayet-i Kerimede Yüce Allah (cc); “Şüphesiz ki Allah ve melekleri peygamberlere salat getirirler. Ey iman edenler, sizde onun için salat ve selam getirin” buyurmaktadır. Bir salavat getirmenin on sevabı vardır. Cuma günü getirilen salavat-ı Şerife’den efendimizin ruhaniyeti bizatihi haberdar olur. Diğer zamanlarda getirilen salavatlar Cebrail (as) vasıtası ile Peygamber efendimiz (sav) iletilir. Salat ve selam, Allah’ın rahmetine, Peygamber efendimiz (sav)’in şefaatine ve duaların kabulüne vesiledir.

İnsanın nefsi ile sohbeti, nefse muhalefettir. Nefis insanı inkâra, günah işlemeye, hakka karşı çıkmaya, münakaşa etmeye teşvik eder. Nefis isteklerinde ısrarcıdır. İnsan nefsin istediği bu batıllara muhalefet ederek felah bulur.

İnsanın şeytan ile sohbeti, ona düşman olmaktır. Nitekim Rabbimiz “Şeytana tapmayın çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır” buyurmaktadır. Şeytan insana kötülükleri ve günahı süslü gösterir. Renkten renge, kılıktan kılığa girer, insana günah işletmek için her yolu dener. İnsan günaha dalıp tövbeyi de unutunca, ben Rabbimden korkarım diyerek ondan uzaklaşır. Hep müminlere tasallut eder. Muhlis olanlara gücü yetmez, onları isyana, günaha sürükleyemez. Mümin olmayanlarla bir uğraşı olmaz.

İnsanın kendisinin fevkinde olanlarla sohbeti, onların nasihatlerini dinlemektir. Bu konuda Süfyan-i Sevr’i; Üç şey insanın gönlünü açar, üzüntü ve kederi giderir, bu üç şey:

a-Sözlerin en güzeli zikrullah

b-Hikmet erbabının sohbeti

c-Allah(cc) dostu ile birlikteliktir.

İnsanın akranları ile sohbeti, fikir alışverişi ve karşılıklı sohbet ve nasihattir. Meşvere eden pişman olmaz.

İnsanın kendisinden küçüklere sohbeti, onlara nasihattir. Nitekim Peygamberimiz(sav) “Din nasihattir, samimiyettir” buyurmaktadır.

Her insanın hayatı kendisi için bir tahsil sürecidir. Ancak tahsil terbiye ile güzeldir. Bu süreçte insan, bilgi, beceri ve tecrübe kazanır. Bilgiyi şerefli kılan olgu edeptir. Onun için edep ilimden önce gelir. Bu husus mısralara şöyle yansıtır; Ehli irfan arasında aradım, kıldım talep / Her hüner makbul imiş illâ edep illâ edep. (Lâ Edrî) Atalarımız “Edep Yâ Hû” demiş. Esasen insan öğrendiklerini hazmedebiliyorsa, öğrendiklerinden faydalanabiliyorsa, beraberinde edebide öğrenir. Nitekim Ebu Hanife (r.a) “İlim ezberlenen şeyler değil, kendisinden faydalanılan şeylerdir” buyurmaktadır. İlim insana acziyetini bildiriyorsa, kendini bildiriyorsa faydalıdır, değilse hamallıktır, yorgunluktur. Nitekim eskiden incilin levhaları merkep sırtında taşınırmış. Bu taşıma işinde merkebin hissettiği şey sırtında taşıdığı ağırlık, dolayısıyla yorgunluktan başkası değildir. Bunun gibi edebi olmayan bilgi hamalları da nakilcidir, derinlikleri yoktur, kazançları yorgunluklarıdır. Bunlar muteber kişilikten yoksun şahsiyetlerdir. İlmin haysiyetine uygun davranamazlar.

Konuşmanın, söz söylemenin adabı olduğu gibi afatı da vardır. Mümine yaraşan konuşmanın adabını bilip riayet etmektir. Afatlarını öğrenip dilini korumaktır. Şimdi dilin afatları ve bu afatların zararları nerlerdir? Açıklamaya çalışalım.

MÂLÂYÂNİ

Kişinin dini veya dünyevi hayatı bakımından fayda sağlamayan, gereksiz söz ve davranışları ifade eden bir tabirdir. Boş konuşmaktır. Zaman israfıdır. Tasavvuf da masiva mesabesindedir. Zamanın kıymetini bilmemektir. Mümine yaraşan kıymetli zamanını Allah’ın azameti ve yarattıkları üzerinde düşünmek Allah’ı zikirle meşgul olmaktır. Nitekim Ayeti kerime de yüce Allah (c.c): “Artık namazı kıldıktan sonra otururken, ayakta iken, yan üstü yatarken Allah’ı zikredin buyurmaktadır.” Boş konuşmaya dalan kişi Allah’ı zikir ile elde edeceği büyük kazançtan mahrum olacağından zararlıdır. Rasullullah (s.a.v.) ise: “Kişinin boş ve faydasız şeyleri terk etmesi İslamiyet’inin güzelliğindendir.” buyurmaktadır. Kişinin üzerine elzem olmayan şeyleri sorması da malayanidir.

ÇOK KONUŞMAK

İhtiyaçtan fazla konuşmaktır. Maksadın hasıl olması için kısa bir cümle yeterli iken uzun cümleler ve tekrarlarla sözü uzatmaktır. Mümin din, dünya veya ahiret için faydalı ise konuşmalı diğer durumlarda konuşmayı çirkin görmelidir ve kaçınmalıdır. Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadisi şerifte: “Müjdeler olsun o kimseye ki sözünün fazlasını tutmuş malının fazlasını infak etmiştir.” buyurmaktadır. Mümin konuşacağı zaman fayda varsa konuşur. Facir ağzına gelen her sözü birbiri peşinden salıverir. Sonuç olarak çok sözde hayır yoktur.

BÂTIL’A DALMAK

Batıl, şeriat’ın yasakladığı her şey. Gerçeğe uymayan inançlar, hükümler, düşünceler, sözler, davranışlar, faydasız ve gayesiz fiillerdir. Hakkı örten perdedir. Hakkın zıddıdır. Kuran’ı kerimde 36 yerde zikredilmişdir. Hakkın hükümranlığı batılı hükümsüz kılar. Müslümanlar hakkın temsilcisi gayri müslimler batıl’ın temsilcileridir. Hak Allah’ın bir ismi celili’dir. Yere düşürülmez. Mümin imanının gereği hakkı hak bilip, hakka tabi olan, hakka hizmet eden, batılı batıl bilip, batıldan yüz çeviren batıl ile mücadele eden bir şahsiyettir. Mümin imanının gereği batıl’a dalmaz, batıl’ı tasvir etmez. Çünkü batıl’ı tasvir, saf beyinleri dalalete düşürür. Rasulü Ekrem (s.a.v.) “Kıyamet günü insanların en büyük hata da olanları, dünya da en çok batıl’a dalanlardır.” buyurmaktadır.

RİYÂ

İnsanın işinde sözlerinde veya davranışların da gösterişe kaçması, Allah’ın (c.c.) rızası yerine insanların beğenisini kazanmak istemesi hali riyakârlıktır. Arka planında dünyalık menfaat elde etme niyeti vardır. Riyakârlık hilekârlık ve yalancılıktır. İnsan haysiyeti ile bağdaşmaz. Riya’nın her çeşidi ahlâksızlıktır. Rasulü Ekrem(s.a.v.) “Sizin için en çok korktuğum şey Küçük şirk yani riyadır.” buyurmaktadır. Onun için insan dilini riyadan yani yağcılık yapmaktan, murailik’ten korumalıdır.

SÖZÜN DERİNLİLİĞİNE DALMAK

Ağzını eğip bükerek, sağa sola yayarak, yapmacık hareketlerle ima yollu konuşmak lüzumsuz mukaddimelerle edebiyat yapmaya kalkışmak, bu yüzden lafı uzatmaktır. Hz. Peygamber (s.a.v.) “Dikkat edin, derin sözlere dalıp, lüzumsuz yere lafı uzatanlar helâk olmuşlardır.” buyurmaktadır. Söz söylemekte gaye maksadı aşmamalıdır. Maksat helva yapmayı tarif ise gaye ne güzel tarif ediyor dedirtmek olmamalıdır.

FUHUŞ, SÖVMEK, PİS DİL, ÇİRKİN SÖZLÜLÜK

Gizli yapılan her şeyi açık seçik tasvir etmek fahiş kelamdır. Fahiş söz mutlaka eziyettir. Alçak tabiatlı insanların âdetidir. Yüce Allah çirkin sözleri ve fahiş konuşmaları sevmez. Nitekim Rasulü Ekrem (s.a.v.) “Yaramaz ve fahiş sözler nifak’ın dallarından bir daldır.” buyurmaktadır. Bed lisan kötü bir hastalıktır. Sövüp saymada böyledir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Karşılıklı olarak birbirine sövenler şeytanlardır. Onlar köpek gibi itişir, yalan konuşur ve ayrılırlar.” buyurmaktadır. Kişinin Annesine ve Babasına sövmesi de soysuzluktur. Rasulü Ekrem (sav) “Annesine Babasına söven mel’undur.” buyuruyor. Sen karşındakinin Ana Babasına sövünce oda sana karşılık vereceğinden Ana Babana sövmüş olursun. Günümüzde bu alçaklığı işleyenler de var maalesef.

TEL’İN (LANET)

Lanet Allah’ın rahmetinden, mağfiretinden, hidayetinden mahrumiyet temennisidir. Lanet ister insan, ister hayvan, ister nebata olsun dil için afattır. Lanetleşenler laneti hak ederler. Onun için Hz. Peygamber (sav) “Mümin lanet edici olamaz, lanet ediciler kıyamet günü ne şefaatçi ne de şahit olurlar.” buyurmaktadır. Bir şahsa veya topluluğa lanet etmek o şahsın veya topluluğun kötü halinin devamını Allah’tan istemektir. Yani kâfirin kâfir olarak kalmasını kötülük işleyenin kötülüğüne devam etmesini istemektir ki bu talep mümine yakışmaz. Çünkü kâfirin kâfir olarak kalmasını istemek küfre rızadır ki küfre rıza küfürdür. Şeytana dahi lanet etmediğimizden dolayı Allah(c.c)katında mesûl olmayacağımız düşünülürse haksız yere lanet edilmesi halinde o lanetin lanetçiye döneceği söz konusu olduğundan, laneti terk edip zikrullah’ı ihtiyar etmek evlâdır. Zira “Allah katında sevimsiz insan şuna buna kötü söyleyip lanet eden kimsedir.” buyuruyor İbni Ömer (r.a).

ŞİİR-TEGANNİ

Şiir başkalarını yermek için veya riyakârlık gibi dinin  kötü saydığı amaçlara yönelik olmamalıdır .Örneğin;

Taştan mantar tarlası çok yaşasın ölüler,

Şairlik iflas etti şiir yazdı deliler.

Mısraları taşlamadır, inciticidir. Şiirin kötüleri ile ilgili olarak Peygamber efendimiz (sav) “Şiirin kötüleri şeytanın düdükleridir.” buyurmaktadır.

MİZÂH

Şakacılıkta bir yönü ile eziyet, yalanlama, mücadele, aşağılama gibi davranış bozuklukları vardır. Diğer yönü ile oyun ve eğlencedir. Bu yönüyle fazla gülme sebebidir. Fazla gülmek ise kalbi karartır, heybeti azaltır, Ahireti unutturur. Şaka yapan eğlenceye alınır. O nam ile tanınır. Ciddiye alınmaz. Hz. Peygamber (s.a.v) “Eğer benim bildiğimi siz bilseydiniz az güler çok ağlardınız.” buyurmuştur. İbni Abbas (r.a) “Gülerek isyan eden ağlayarak cehennemde yanar.” buyuruyor. Şakanın Arapçada karşılığı mizahtır.  Mizahın manası uzaklıktır. Hz. Ömer (r.a) “İnsanı haktan uzaklaştırdığı için Şakaya mizah denmiştir.” buyurmaktadır. Şakası çok olanın aklı illetlidir. Çocuklarla şaka yapan çocuklar tarafından eğlenceye alınır. Büyüklerle şaka yapan onların gazabına uğrar. Adi kimselerle şaka yapan onların hakaretlerine maruz kalır. Ayrıca şaka kin tutmaya, kin de kötülüğe sebebiyet verir .Çünkü şaka düşmanlıkların tohumudur. Dolayısıyla şaka dostlukları bozar.

İSTİHZÂ

Başkaları ile alay etmek, onları hafife almak, hiçe saymak onları hakir görmek, tahkir etmek, ve ihanettir. İnsanları güldürmek için kişinin sözlerini hikaye ve taklit etmek, veya bir takım işaretlerde bulunmak veya ima yolu ile tahkir etmektir. Bu kötülük Kuran’da “Ey insanlar bir grup diğerlerini alaya almasınlar. Belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlarda başka kadınları alaya almasınlar belki onlar kendilerinden daha iyidirler.” (hucurat-11) ayeti kerimesi ile yasaklanmıştır.

MÜNAKAŞA

 

İnsanların aralarına kin ve nefret tohumlarını saçan onları birbirine düşüren ve can düşmanı yapan afatların başında karşılıklı tartışma yani cedelleşme yani münakaşa gelir. İnsanları münakaşaya sevk eden davranış bozukluğu itirazdır. Her ne sebeple olursa olsun dine aykırılık hariç bir başkasının sözüne itiraz etmek konuşma adabına uygun değildir. Bu konu ile ilgili olarak Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Kardeşine itiraz etme, onunla alaylı konuşma, ona bir söz verip de sonra ondan cayma.” , “İtirazı terk edin zira onun hikmeti anlaşılmaz ve fitnesinden emin olunmaz.” buyurmaktadır. İnsanın dinleyip duyduğu doğru olan veya hak ile örtüşen her sözü hemen kabul etmesi kemâlattır. Din ile alakalı olmayan, yalan veya batıl olan bir söz içinde susmayı tercih ederek münakaşa yolunu kapatması selamettir. Selametin sağlanması için gereklidir. Çünkü münakaşanın dinde yeri yoktur. Mücadele kalbi katılaştırır. Alimleri cahilleştirir. Münakaşa da karşı tarafı yalancı çıkarma azmi vardır. Bunun için münazırlar gazaplanırlar. Münakaşa edenin mürüvveti gider. Münakaşa nefsin bir sıfatıdır. Nefsin kuvvetli şehvetlerindendir. Münakaşada nefsin zevki şeytanın teşviki vardır. Bu sebeplerle münakaşada gaddarlık ve karşısındakini ezme duygusu baskındır. Münazırlardan her biri kendi üstünlüğünü kabul ettirme çabasındadır. Bu çabanın batınında kendisini beğenme ve kibir vardır. Oysaki kibir rububiyet sıfatıdır. “Azameti Kibriya hakka yarar kul olanda o sıfatlar ne arar.” demiştir büyüklerimiz. Bu sebeple munazırlar hakkı teslim etme hakka teslim olma hakkı ortaya çıkarma amacından tamamen uzaklaşırlar.

Baskın çıkmak için kendi fikirlerini tekrar edip dururlar. Karşısındakilere saygı göstermezler, kaba ve haşin olurlar, hakkı reddederler, hatta inkâr ederler. Nihayet insan tabiatında var olan yırtıcılık vasfı zahir olur. Münakaşa bu durumu ile şiddeti çağrıştırır. Giderek kaba kuvvet devreye girer ve kavga başlar. Kavganın galibi haklılığını ilan eder. Fiziki güç fikri üstünlüğü bastırır. Kuvvetlinin iradesi veya menfaati hukuk olur. Orman kanunu olan bu kuralın sosyal hayattaki tezahürü zulümdür. Yüce Allah zalimleri sevmez. Nitekim hidayet (doğru yol) üzere olan bir topluluk tartışmaya girmeden dalalete düşmez. Nice ümmetlerin asırlar süren kavgaları ve sonuçta yok oluş sebepleri boş tartışmalar olmuştur. Bütün cinayetlerin öncesinde mutlaka tartışma vardır. Bu yüzden nice ocaklar sönmektedir, nice yuvalar bu yüzden dağılmaktadır.

Tartışmanın zararları açık ve kesindir. Bu nedenle tartışmada hayır yoktur. Kişiye kötülük olarak tartışmacı olması yeter. Çünkü münakaşayı adet haline getiren kimsede kibir, gazap, riya, mal ve makam sevgisi halk indinde izzet arama gibi Allah’ın hoşlanmadığı vasıflar temayüz eder. Sonuçta kişi hem Hak indinde hem de halk indinde zelil olur. Nitekim Rasulü Ekrem(s.a.v) “Tartışan kişiye kıyamet gününde şefaat etmem.” buyurmaktadır. Onun için tartışmayı terk etmek imanın gereğidir. Erdemli olmanın göstergesidir. Nefse muhalefettir. Şeytanı çatlatmaktır. Huzurlu yaşamanın sebeplerindendir. Cennetin ortasında bir köşk sahibi olmaya bir vesiledir. Bu müjde “Haklı olduğu halde mücadeleyi terk eden kimseye Allah (c.c) cennetin ortasında bir köşk inşa ettirir.” Hadisi şerifi ile Peygamber Efendimiz tarafından verilmiştir.

O halde akıllı insan münakaşa etmez. Tartışma olan yerlere girmez. Bu gibi mekânlardan uzak durur.

YALAN KONUŞMAK

Kişinin hakikat hilafına konuşması, hakkı inkar etmesidir. Münafıklık alametidir. Ruhi bir hastalıktır. Yalan insanları birbirlerine düşürür. Güven duygusunu yok eder, cemiyet hayatında kargaşa yaratır. Toplumu anarşiye kaosa sürükler. Dostlukları bozar yerine düşmanlık tohumları eker. İnsanı itibarsızlaştırır. Onun saygın şahsiyetini yok eder. Dünyasını yıka, ahirette mekanı cehennem olur. Allah (c.c) “Yalan uyduranlar ancak Allah’ın ayetlerine İnanmayanlardır.” (Nahl-105) buyurmaktadır. Yalancılık ihanettir. Rasulü Ekrem (s.a.v) “Konuştuğunuz zaman yalan katmayın.” , “İnsan yalan söylediği zaman onun pis kokusu sebebi ile melekler kendisinden uzaklaşır.” ,  “Yalan rızkı azaltır. Söz verdiğinizde sözünüzü tutun.” Yalancılık insanı kötülüğe, günaha götürür. Kötülükte insanı cehenneme götürür. İnsan bu hal üzere yaşarsa yalancı (kezzap) diye yazılır. Peygamberimiz(sav) “Müslümanda her haslet bulunabilir, ancak ihanet ile yalan bulunmaz.” buyurmaktadır.

Yalancı söz dolandırır, konuştuğu her şey asılsızdır. Söyleyecek yalan bulamayınca şaşırıp doğru söyler ancak bu defa söylediklerini onaylamaz. Lokman (a.s) “Yalandan çok sakın! Çünkü yalan dini bozar, insanlar nezdinde mürüvvetini yok eder. Yalan yüzünde hayanı, değerini, ve makamını kaybedersin.” buyurmaktadır. Demek ki yalancının hiçbir güzelliği kalmaz. Hepsi gider bu sebeplerden dolayıdır ki insan dilini yalan gibi bayağı sözlere kapayıp,  güzel ve tatlı sözlere açmalı ve Allah’ı zikirle meşgul olmalıdır.

Esasen yüce Allah (c.c) Kişinin söylediği yalanı aynı ile tekrar etme yeteneğini hiçbir insana vermemiştir. Bu sebeple her yalancı daha önce söylediği yalanı aynı ile tekrar edemez, onun için her yalancı kendisinin yalancı olduğunun şahididir. Bu hususta bizzat şahit olduğum bir olayı nakledeyim.

Esnaftan birisinin işyerinde otururken o arada caddeden geçen milletvekiline buyur çayımızı iç! Sonuçta bizde sana rey verdik dedi. Aradan biraz zaman geçti aynı esnafla birlikteliğimiz anında kendisine hangi partiye rey verdin diye sorunca cevaben (A) partisi dışındaki partiye rey vermem dedi. Böylece yalancı olduğunu itiraf etti. Esasen ben onun doğru söylemediği kanaatindeydim. Böylece kanaatimi doğrulamış oldum. Bu konuyu bir hadisi şerifle noktalayalım. “Kabahatlerin en büyüğü dilini yalana alıştırmaktır.”

YALAN YERE YEMİN ETMEK

Yalan yere yemin etmek Allah(cc)’ı şahit göstererek insanları aldatmaktır. Allah’a iftirada bulunmaktır. Büyük günahların en büyüklerindendir. Yalan yere yemin etmenin kefareti yoktur. Allah(cc) “Birbirinizi aldatmak için (yalan) yemin etmeyin” (Nahl/44) buyurmaktadır. Yalan yemin ile bir hakkın gaspı söz konusu ise ikinci bir günah işlenmiş olur. Bu hususta Rabbimiz “Kim bir Müslümanın veya herhangi bir kimsenin malını almak için yalan yere yemin ederse Allah kendisinden gazaplı olduğu halde Allah’a mülaki olur” hadisi şerifte ise “Allah adına yemin edip sonradan bozanın Allah hasmıdır.” buyrulmaktadır.

İFTİRA

Olmayan bir şeyi olmuş gibi anlatmak veya nakletmektir. Büyük bir ahlaksızlıktır. En adisi ve ağır olanı namus üzerine atılan iftiradır. İftira Allah(cc)nezdinde büyük günahtır. Müfteri (iftira eden)hasettir, köle ruhludur, kindardır, vicdansızdır, soysuzlukla damgalıdır, insanların en bayağısıdır, istediklerini zorbalıkla elde etmeye çalışan zalimdir. Ayette “Her zalim ve zorbanın sonu hüsrandır.” buyurulmaktadır.

SIR TUTMAMAK 

Rasulü Ekrem (sav) “Bir kişi bir mecliste bir sözü söylerken etrafına bakındığı zaman, o söz dinleyenlere emanettir.” buyurmaktadır. O halde sır emanettir. O sırrı ifşa emanete hıyanettir, hainliktir. “Müminler kardeştir, kardeşinin sırrını başkalarına söylemek ona ihanettir.”

SÖZ VERİP SÖZÜNDE DURMAMAK

Dil va’deder nefis karşı çıkar. Kişi nefsine uyar verdiği sözünden cayarsa o zaman “Ey iman edenler akitlerinizi yerine getirin.” (Maide-1) buyuran Allah’a (c.c) isyan etmiş olur ki bu hal nifak alametidir. Nitekim Rasulü Ekrem (sav) “Vaad borç gibi ve belki borçtan daha mühimdir.” buyurmaktadır. Kişi şayet söz verirken içinden yapmamaya kararlı ise bu nifakın ta kendisidir. Yine Rasulü Ekrem (sav) “Kim ki bir Müslümanın verdiği ahdi bozarsa Allah’ın azabı meleklerin laneti ve bütün insanların nefreti onun üzerine olsun, onun ne farz nede nafile ibadeti kabul olunmaz.” buyurmaktadır.

YALAN ŞAHİTLİK:

Yalan yere şahitlik yapmak iman ile bağdaşmayan büyük günahlardandır. Yüce Allah (cc) “Ey iman edenler hak üzere durup adaleti yerine getirmeye çalışan hakimler veya Allah için doğru söyleyen şahitler olun. Velev ki o şahitliğiniz nefisleriniz veyahut ana babanızla yakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İster üzerine şahitlik yaptığınız kimseler zengin veya fakir olsun.” (Nisa-135) buyurmaktadır. Yalan şahitlik ise bir hakkın gasp edilmesine vasıta olmaktır. Adaletin önünde engeldir. Zulme rızadır, zalimlere yardakçılıktır. Allah’a isyandır. İnsanlar arasında düşmanlıkların vücuda gelmesine sebeptir, dilin büyük afatlarındandır. Onun için Rasulü Ekrem (sav) “Bir Müslümanın aleyhinde yalan yere şahitlik eden cehennemdeki yerini hazırlasın.” buyurmaktadır. Diğer bir hadisi şerif de ise Hz. Peygamber (sav)’in müminlere tavsiyesi “Allah’tan korkmak, doğru konuşmak, emaneti yerine getirmek, ahde vefa, herkese selam vermek, herkese karşı alçak gönüllü olmak ve merhamet etmek.” şeklindedir.

GIYBET

Gıybet, duyduğu zaman insanın hoşuna gitmeyecek olan bir kusurunu gıyabında söylemektir. Gözü şaşıdır, başı keldir, boyu kısadır vs. gibi bedenî cimridir, riyakârdır, korkaktır vs. gibi ahlaki; hırsızdır, içkicidir, haindir, zalimdir vs. gibi dinî; edepsizdir, çok konuşur, çok yer vs. gibi dünyevî; babası ameledir, kötü insandır, vs. gibi nesebi ile alakalı söylenenlerin hepsi gıybettir. Yüce Allah (cc) bu konu ile alakalı olarak “Bazınız bazınıza gıybet etmesin, hanginiz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır ondan tiksindiniz.” (Hucurat-12) ayeti kerimesi ile gıybet etmenin tiksindirici bir davranış olduğunu müminlere bildirmiştir. Kabir azabının sebeplerinden birisi gıybet, diğeri söz gezdirmek, bir diğeri ise idrardan sakınmamaktır. Demek ki kabir azabının iki sebebi dil ile alakalıdır. Onun için gıybetten sakınmak gerekir. Gıybeti dinleyende gıybet eden gibidir. Nitekim Rasulü Ekrem (sav) “Dinleyende gıybet edenlerin birisidir.” buyurmaktadır.

İnsan kindarlığı yüzünden veya kendisini aklamak için veya kendi kötülüklerini başkalarına yüklemek için veya kendisini azim başkalarını hakir gördüğü için veya haseti yüzünden gıybete düşer. Bu sebeplerin hiçbiri meşru değildir. Gıybetle başkalarını insanlar nazarında küçük düşürmeye çalışan kişinin kendisini Allah(c.c), melekler ve peygamberler nezdinde küçük düşürdüğünü bilmesi ve gıybeti terk etmesi gerekir. Çünkü gıybet sözün murdarıdır.

NEMİME (SÖZ GEZDİRME-KOVUCULUK-DEDİKODU) 

Nemime size birisi aleyhinde konuşulan sözü ona ulaştırmaktır. Nemmam fasıktır bu yüzden şahitliği kabul edilmez. Nemmâma ehemmiyet vermemek, ona bağlanmamak, ve ona inanmamak gerekir. Bu kişiler gıybet, hıyanet, haset, nifak, hile ve insanlar arasında bozgunculuk peyda etmekten geri durmazlar. Yüce Allah “Dili ile iğneleyen kovuculuk yapan, iyiliği daima önleyen, aşırıya giden, suç işleyen, çok yemin eden, alçak, zorba, bütün bunlar dışında birde soysuzlukla damgalanmış.” (Kalem-11-13) kimselere hiçbir halde itibar etmemek gerektiğini emretmektedir. Hümeze suresinde de “Dili ile çekiştirip, yüzünden de alay edenin vay haline” buyurmaktadır. Rasulü Ekrem (sav) “Söz gezdiren cennete giremez” buyuruyor. Söz gezdirmek müminlerin arasını açar, kalbin huzurunu kaçırır, söz gezdirenin güvenilirliğini yok eder, onu itibarsızlaştırır. Kovucu insanların kötülerindendir. Onun için şerrinden korkulur.

İKİYÜZLÜLÜK

İki hasım arasına girerek herkese arzusuna göre konuşmak, her ikisi ile konuştuklarını birbirine taşımak, her iki tarafa da sen haklısın demek, iki tarafa da yardım vaad etmek, veya husumetlerinden dolayı her iki tarafı da övmek, veya bir tarafın yüzüne karşı sen haklısın deyip, ayrıldığı zaman haksızdır demek iki yüzlülüktür. İkiyüzlülük nifak alametidir. Bu hususta Rasulü Ekrem (sav) “Dünyada ikiyüzlü olanların kıyamet günü ateşten iki dilleri olur.” buyurmaktadır.

ÖVMEK 

Bir şahsı övmekte yalana düşme veya riyakârlık tehlikesi vardır. Bir kimseyi kendisinde olmayan vasıflarla öven kimse çok kere söylediklerine kendisi bile inanmaz. Övülen kimsenin gönlünde kibirlenme meydana gelebilir. Övülen ferahlanır, sonuçta tembelleşir. Övülen fasık ise arş titrer. Allah gazaplanır, çünkü fasık haktan sapan Allah’ın emirlerine itaatten ayrılan, asi müslüman veya kafir diye tanımlanan bir sıfattır. Allah (c.c) fâsıklardan razı olmaz, yaptıkları mali yardımları kabul etmez, onlar dünyada zelil ahirette cehennemliktir. “Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler işte onlar fasıklardır” ibaresinde fasıkların Kuran’ı inkar ettikleri beyanı vardır ki bu durumda fasıklar kafirdir. İnkar etmek ve şirk dışında büyük günah işleyenler, mazeretsiz olarak farzları terk edenler, böylece dinin koyduğu sınırların dışına çıkanlarda fasıktır. Fasıklar Allah’ın uzaklaştırdığı mel’un kişilerdir. Fasık olanların sözlerine itibar edilmez. Nitekim yüce Allah “Ey müminler fasığın biri size bir haber getirirse onun iç yüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz” (Hücürat/6) buyurmaktadır. Mutlak fasık olanlar dinin hiçbir hükmüne itaat etmezler ki onlar kafirlerdir. O halde her kafir fasıktır, fakat her fasık kafir değildir.

Bu sebeplerden dolayıdır ki fasık övülmez. Fasığı övmek Allah’a muhalefet etmektir, fıska rızadır, küfre rızadır. Rasulü Ekrem (sav)“Fasığı methetmeyin. Fasığı methederseniz arş titrer” yine “Fasıkları meteder, Salihleri zemmederseniz Allah gazaplarnır” buyurmaktadır. Hasan-ı Basri Hz.“Fasığa uzun ömürle dua eden yeryüzünde Allah’a isyan edilmesini seven kimsedir” buyuruyor. Mümin’e yaraşan fasığı kedere gark etmek için onu zemmetmektir. Fasığı öven Allah’ın gazabına uğramak suretiyle fasığa yaklaşır, yani fasık olur.

SÖYELENEN SÖZÜN İFADE ETTİĞİ MANADAN GAFİL OLMAK  

Daha ziyade dini içeriği olan konuşmalardaki sürçmeler olarak ifade edilir. Bu hususta Rasülü Ekrem (sav)“Fasık kimseye efendimiz demeyin, çünkü fasık efendiniz olursa rabbinizi gazaplandırmış olursunuz.“yine” Ben Müslümanlıktan uzağım diyen kimse, doğru konuşuyorsa dediği gibidir, şayet yalan söylüyorsa Salimen islamiyete dönemez, sizden biriniz konuşurken Allah’ın dilediği ve senin dilediğin şeklinde konuşmasın, Allah’ın dilediği sonra da senin dilediğin şeklinde konuşsun” hadisi şerifler-i konuyla alakalı örneklerdir.

AVAMIN YERSİZ SUÂLLERİ

Rasulü Ekrem (sav) “İnsanların sual sormakta o kadar ileri gideceğinden korkulur ki, hatta mahlukatı Allah yarattı, ya Allah’ı kim yarattı? diyecek kadar ileri giderler. Böyle bir suâl sordukları zaman ihlas suresini okuyun sonra biriniz üç kere soluna tükürerek şeytanın şerrinden Allah’a sığınsın“ buyurmaktadır. Musa (as)’a Hızır (as) bana uyacaksan ben sana anlatmadıkça herhangi bir şey hakkında soru sorma dedi. Sonra Musa (as) gemiyi niye tahrip ettin sorusunu sorunca Hızır(as)’ın ikazı üzerine unuttuğum için bana çıkışma, gücümün yetmediği şeyden beni sorumlu tutma dedi. Nihayet sabredemeyip üçüncü soruyu sorunca “işte bu benimle senin ayrılığındır“ dedi ve ayrıldı. Ümmetlerin helak olmalarının sebebi çok soru sormaları ve peygamberlerine ihtilaf etmeleridir.

Netice olarak diyebiliriz ki ağızdan çıkan sözler beş değişik grup da toplanabilir. 1-Faydası ve zararı olmayan boş konuşmalar; bu tür konuşmalar zikrullah’a ve tefekküre engeldir, zaman israfıdır, onun için terk edilmesi vaciptir. 2-Kar ve zararı karışık konuşmalar; Kâr için konuşurken gıybet etmek, nemmamlık yapmak, gibi dinen haram olan zararlı sözler sarf etmektir ki kesinlikle haramdır, bu tür konuşmaları terketmek de mümin için vaciptir. 3-Tamamen zararlı olan konuşmalar; bu tür konuşmaları terk etmek mümin için farzdır, imanın gereğidir. 4-Sadece faydalı olan sözler; bu tür sözlerde kişinin kendisini methetmek dolayısıyla nefsin kabarmasına sebebiyet vermek veya riya tehlikesi vardır, onun için sükut efdaldir. 5-Farz olan konuşmalar; Hakkı söylemek, Allah’ın emirleri ile emretmek, yasakları ile yasaklamak ve bu farzı işlerken Allah’ın rızasından başka bir amaç taşımamak. Toplumda iyilikle emreden, kötülüklerden sakındıran bir grubun daima var olması ilahi bir emirdir. Resulü Ekrem (sav) “Kim iyiliği emreder, kötülüklerden nehy ederse o yeryüzünde Allah’ın Resulünün ve onun kitabının halifesidir.” Yine “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki ya iyiliği emreder, kötülüklerden men edersiniz yahut Allah(cc) hak ettiğiniz azabı üzerinize gönderir, sonra kurtulmak için Allah’a yalvarırsınız da duanız kabul edilmez” buyurmaktadır. Bu durumda beşinci grup dışındaki hallerde konuşmamak yani sukut etmek gerekir.

Sukut etmek güzel huyların efendisi, âlimin ziynetidir. İbadetin derecesini yükseltir. Sukutta dil, kelimeleri kalp ise itirazları terk eder. Sukut seçkin müminlerin vasfıdır. Akletme yeteneği sukut ile gelişir. Kişinin anlayış kapasitesi sukut ile yükselir, kalp gözü sukut ile açılır, dilin isyanı sukut ile önlenir, sukut etmede dünya ve ahiret afatlarından korunmak vardır, sukut etmek iki cihanda selamettir, irfan ehli için sermayedir, sukut amellerin en efdalidir, zaman israfını önler, sukut Allah’ın hikmetidir. Resulü Ekrem(sav) “Sukut hikmettir, fakat susanlar azdır” “Sukut ve vakarlı gördüğünüz mümine yaklaşınız, çünkü onun kalbi hikmet telkin etmektedir” buyuruyor. Lokman (a.s) “sukut eden selamete erer, hayır söyleyen kar eder, kötü konuşan günah işler, diline hakim olmayan pişman olur” buyurmaktadır. Sukut etmekte akletme vardır, vakar vardır. Fikir, zikir ve ibadet için huzur vardır. Dünyada dilin afatlarından korunmak, ahirette bunların hesabını vermekten selamet vardır.

Dili kullanma konusunda insanlar üç kısımdır; 1- karda olanlar 2- selamette olanlar 3- helakta olanlar. Karda olanlar Allah’ı zikredenlerdir. Selamette olanlar susarak diline sahip olanlardır. Helakta olanlar ise batıl ve boş sözlere dalanlardır. Resulu Ekrem(sav) “İnsanlar ateş yüzü görmezler, ancak dilleri yüzünden görürler” buyurmaktadır. Söz keramet ise sukut her beladan selamettir. Dil söylerse gönül susar. Dil susunca gönül hikmet saçar. İnsan namaz da gönlünü, halk içinde dilini korumalıdır. Nice konuşanlar pişman, sukut edenler ise her kötülükten salimdir. Bu konuda Süleyman (as) “Söz gümüş ise sukut altındır” buyuruyor. Nitekim insan söylemediği bir sözü söyleyebilir, Ancak söylediğini gizleyemez. Sözlü sataşma olsa bile, akıllı insana yaraşan sukut ederek sataşanı yaralamak olmalıdır. Çünkü bir söze dayanamayan çok söz işitir.

Nice konuşmalar vardır ki insanı küçültür, ona düşman kazandırır. Nice sözler vardır ki ok gibidir, can alır, nimetleri yok eder, gönülleri yaralar, başlar kestirir, diş yarasından daha çok acı verir. Onun için sözlerin en güzeli yerinde susmaktır. Bilgin olan suskun olur. İnsan sukut ederek diline hakim olmazsa, dilini dudakları ile zapt edemezse, dilinin isyanını önleyemezse, dilini dışarı salarsa dili onu tutsak eder. Dünya ve ahiretini karartır vesselam. Konuyu Resulu Ekrem(sav)’in bir hadis-i Şerif-i ile bağlayalım “Suküt etmek ve güzel ahlak sahibi olmak ibadetin en kolayıdır”.

SIR SAKLAMAK

Konuşmaktan ve suküt etmekten daha üstün bir meziyet vardır ki oda sır saklamaktır. Sır saklamak, gizli kalması, açıklanmaması gereken sözler veya fiillerdir. Sır kul ile Allah(c.c) arasın da, kul ile nefsi arasında, kul ile ailesi arasında, kul ile kul arasında olabilir. Kul ile Allah arasındaki sır, muhlis olanlara, arif olanlara hastır.

 Allah has kullarına verdiği hikmetleri avama perdelemiştir. Hikmetin kadrini ancak arif olanlar bilir. Canından aziz tutar ve kalbinde saklar. Marifet hakkın öğretmesi ile kazanılır. Marifet güneşi gönülden doğar, marifet güneşinin nuru arşa yükselir, onun için ariflerin göğüsleri sır sandığıdır. Sırların mezarıdır. İbrahim Hakkı Hz:

“Gönül bahrine kim daldıysa ondan hiç haber gelmez,

Gel hakkı suküt et kim bilen demez, diyen bilmez.”

Mısralarıyla konunun mütercimi olmuştur.

Kulun kendisi ile nefsi arasındaki sır kalbidir. Nefsinin mahremiyetidir. Onun için kişi içini, yoksulluğunu veya olumsuz düşünce veya davranışlarını halka anlatırsa itibarını kaybeder. Kötülüklerine halkı şahit tutmuş olur. Mevlana(Hz.) bu hususta “Gidişin altının(ticaretin), mezhebin(siyasi görüşün) hakkında sakın dudağını kıpırdatma ve onlardan kimseye bahsetme” tenbihatın da bulunuyor. Sırrını başkalarına söyleyen onlara kul olur.

İnsanın ailesi ile kendisi arasındaki sırlar, aile mahremiyeti ile alâkalıdır. Saklanması mutlaka gereklidir. Rasulü Ekrem (sav) “Aile sırlarını yayanların kıyamet ünü en kötü kişilerden sayılacağını haber vermektedir”.

Kul ile kul arasındaki sırlar emanettir, bunları açıklamak haramdır. Emanet edilen bir sözü başkalarına söylemek ihanettir, emanete ihanet nifak alametidir. Onun için emanet edilen sırrı açıklayan haindir. Bir mecliste konuşulanlar o mecliste bulunanlar için sırdır, emanettir. Bu sebeple sağda solda anlatılması caiz değildir. Konuştukları anlatılan şahsa ihanettir. Anlatan için murdarlıktır. Yani konuşulanları yayan kişi murdardır.

Muhakkak ki en güç olan üç şeyden birisi boş zamanı değerlendirmek, ikincisi bir derdi unutmak, üçüncüsü ise sır saklamaktır. Ancak mümine yaraşan zoru başarmaktır. Çünkü sırrını saklayan, başkalarına emanet etmeyen selamet bulur. Her kim sırrını gizlerse muradına çabuk erer. Tohum ancak üstü toprakla örtülünce, toprak içinde kalınca yeşerir, bağ olur, bostan olur. Bunun gibi sırrını saklayanında hacetleri yeşerir, giderilir, beklentileri gerçekleşir.

Nitekim Rasulü Ekrem (sav) “Hacetlerinizin husule gelmesi için sır saklama hassasından faydalanınız. Çünkü nimet sahibi olan herkese haset edilir.” buyurmaktadır. Onun için sırrını açıklayan pişman olur. Sırrına sahip olan mesrur bir sultan, sırrını söyleyen kederli bir köledir. Sakın bir sırrını keşfedene ikinci sırrını söyleme. Sırrını söyleme dostuna, dostun söyler dostuna, saman doldururlar postuna” demiş atalarımız. Rasulü Ekrem (sav) “Kalpleriniz sırlarınızın mezarı olsun” buyurmaktadır. Bu sebeple dostuna her şey verebilirsin. Ancak sırrını verme, çünkü iki kişinin bildiği şey sır olmaktan çıkar. Bir gerçektir ki malına cimri olan alçalır, Sırrına cimri olan yükselir. Fatih Sultan Mehmet Han (Hz.) “Bir sırrıma sakalımın bir telinin muttali olduğunu bilsem, sakalımın her telini keserim” ibaresiyle sırrın önemini ne güzel ifade ediyor. Ve gelince kader, mümin olan sukut eder. Vesselam


Halit EŞKAN (Burhan Dergisi)
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Kur’ân ve Sünnet Perspektifinde Nur Talebelerinin Namaz Tesbihatı

KUR’AN VE SÜNNET PERSPEKTİFİNDE NUR TALEBELERİNİN NAMAZ TESBİHATI   Tesbihat, Allah ile kul arasındaki irtibatı …

Önceki yazıyı okuyun:
Modern Ekonomi ve Rasyonel Örgütlenme / Vehbi KARA

Modern Ekonomi ve Rasyonel Örgütlenme Kapitalizm ile komünizm arasında bir yüzyıldan fazla devam eden siyasi rekabetin sonucunda Komünizm yıkılmıştır. Berlin Duvarının yıkılması bunun sembolü olmuştur....

Kapat