Ana Sayfa / Yazarlar / Sözler’den “düstur, kaide ve hükümler” – II / Mustafa H. KURT

Sözler’den “düstur, kaide ve hükümler” – II / Mustafa H. KURT

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

 (ONUNCU SÖZ)

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

“Bir iğne ustasız olmaz..”

“Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahibsiz olamaz. Bir harf kâtibsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur?” (1) 10.Söz, s.49.
* *

Kerem, izzet, haysiyet ve namus sahibi olmanın gerektirdikleri..

“Demek şu saltanat sahibinin pek büyük bir keremi, pek geniş bir merhameti var. Hem pek büyük izzeti, pek celalli bir haysiyeti, namusu vardır. Halbuki kerem ise, in’am etmek ister. Merhamet ise, ihsansız olamaz. İzzet ise gayret ister. Haysiyet ve namus ise, edebsizlerin te’dibini ister. Halbuki şu memlekette o merhamet, o namusa lâyık binden biri yapılmıyor. Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.”(2) 10.Söz, s.50.
* *

“Adalet, raiyetin hukukunun muhafazasını ister.”

“Adalet ise, raiyetin hukukunun muhafazasını ister; tâ hükûmetin haysiyeti, saltanatın haşmeti muhafaza edilsin. Halbuki şu yerlerde o hikmete, o adalete lâyık binden biri icra edilmiyor. Senin gibi sersemler, çoğu ceza görmeden buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.” 10. Söz, s.50.
* *

“Zeval-i elem, lezzet olduğu gibi, zeval-i lezzet dahi elemdir.”

“Halbuki böyle bir sehavet ve tükenmez hazineler, daimî ve istenilen her şey içinde bulunur bir dâr-ı ziyafet ister. Hem ister ki, o ziyafetten telezzüz edenler orada devam etsinler. Tâ zeval ve firak ile elem çekmesinler. Çünki zeval-i elem, lezzet olduğu gibi, zeval-i lezzet dahi elemdir.” 10. Söz, s.51.
* *

“Daimî bir cemal, zâil müştaka razı olamaz.”

“daimî cemal, müştak seyirci ve istihsan edicilerin devam-ı vücudlarını ister. Çünki daimî bir cemal, zâil müştaka razı olamaz. Zira dönmemek üzere zevale mahkûm olan bir seyirci, zevalin tasavvuruyla muhabbeti adavete döner, hayret ve hürmeti tahkire meyleder. Çünki insan, bilmediği ve yetişmediği şeye düşmandır. Halbuki şu misafirhanelerden herkes çabuk gidip, kayboluyor. O kemal ve o cemalin bir ışığını belki zayıf bir gölgesini, bir anda bakıp doymadan gidiyor. Demek bir seyrangâh-ı daimîye gidiliyor… 10.Söz, s.51.
* *
“İnkılab-ı hakaik, muhaldir”

“inkılab-ı hakaik, bütün ehl-i aklın ittifakıyla muhaldir, mümkün değildir. Yalnız, herşeyin vücudunu inkâr eden Sofestaî eblehler hariçtir.” 10.Söz, s.56.
* *

“Felsefe şakirdleri ve millet-i küfriye ve nefs-i emmarenin en müdhiş dalaleti, Cenab-ı Hakk’ı tanımamaktadır.” 10.Söz, s.59.
* *

“Kâinat nihayetsiz hakîm, alîm, kadîr bir sâni’ ister.” (3)

“şu kâinat nihayetsiz hakîm, alîm, kadîr bir sâni’ ister. Çünki şu muhteşem kâinat öyle bir saraydır ki: Ay, Güneş lâmbaları; yıldızlar, mumları; zaman, bir ip, bir şerittir ki, o Sâni’-i Zülcelal her sene bir başka âlemi ona takıp, gösteriyor. O taktığı âlemin içinde üç yüz altmış tarzda muntazam suretlerini tecdid ediyor. Kemal-i intizamla ve hikmetle değiştiriyor. Yeryüzünü bir sofra-i nimet yapmış ki, her bahar mevsiminde, üç yüz bin enva’-ı masnuatıyla tezyin ediyor. Hadd ü hesaba gelmez enva’-ı ihsanatıyla dolduruyor. Öyle bir tarzda ki, nihayet ihtilat içinde ve karışmış oldukları halde, nihayet derecede imtiyaz ve farkla birbirlerinden ayrılıyor.” 10.Söz, s.60.
* *

“Uluhiyet, risaletsiz olamaz.” (4) 10.Söz, s.62.
* *

Nihayetsiz cinayet, nihayetsiz azabı îcab eder.”

“Hem hatıra gelmesin ki: Kısacık bir ömürde nasıl ebedî bir azaba müstehak olur? Zira küfür; şu mektubat-ı Samedaniye derecesinde ve kıymetinde olan kâinatı manasız, gayesiz bir derekeye düşürdüğü için, bütün kâinata karşı bir tahkir olduğu gibi; bu mevcudatta cilveleri, nakışları görünen bütün esma-i kudsiye-i İlahiyeyi inkâr ile red ve Cenab-ı Hakk’ın hakkaniyet ve sıdkını gösteren gayr-ı mütenahî bütün delillerini tekzib olduğundan nihayetsiz bir cinayettir. Nihayetsiz cinayet ise, nihayetsiz azabı îcab eder…” 10.Söz, s.63.
* *

“Nihayetsiz celal ve izzet, edebsizlerin te’dibini ister…”

“Bu âlemin mutasarrıfının madem nihayetsiz böyle bir keremi, nihayetsiz böyle bir rahmeti, nihayetsiz öyle bir celal ve izzeti vardır. Nihayetsiz celal ve izzet, edebsizlerin te’dibini ister. Nihayetsiz kerem, nihayetsiz ikram ister, nihayetsiz rahmet; kendine lâyık ihsan ister. Halbuki bu fâni dünyada ve kısa ömürde, denizden bir damla gibi milyonlar cüz’den ancak bir cüz’ü yerleşir ve tecelli eder. Demek o kereme lâyık ve o rahmete şayeste bir dâr-ı saadet olacaktır.” 10.Söz, s.64-65.
* *

“Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek..”

“Çünki ekseriya zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor, te’hir ediliyor. Yoksa, bakılmıyor değil. Bazan dünyada dahi ceza verir.” 10.Söz, s.65.
* *

“Ehl-i felsefe istib’ad ile inkâra gider.”

“Ekser küfür ve dalalet; istib’addan ileri gelir. Yani akıldan uzak ve muhal görür, inkâr eder. İşte Haşir Söz’ünde kat’iyyen gösterilmiştir ki: Hakikî istib’ad, hakikî muhaliyet ve akıldan uzaklık ve hakikî suubet, hattâ imtina’ derecesinde müşkilât, küfür yolundadır ve dalaletin mesleğindedir.. ve hakikî imkân ve hakikî makuliyet, hattâ vücub derecesinde sühulet; iman yolundadır ve İslâmiyet caddesindedir. Elhasıl, ehl-i felsefe istib’ad ile inkâra gider.” 10.Söz, s.65.
* *

“Hakiki adalet ister ki..”

“Zira hakikî adalet ister ki: Şu küçücük insan, şu küçüklüğü nisbetinde değil, belki cinayetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin azameti nisbetinde mükâfat ve mücazat görsün.” 10.Söz, s.67.
* *

“Bekası olmayan istihsan edicinin nazarında, kemalâtın kıymeti sukut eder.”

“Demek bu âlemin Sâni’inin pek mühim ve hayret verici ve gizli kemalâtı vardır. Bu hârika san’atlarla onları göstermek ister. Çünki gizli, kusursuz kemalât ise, takdir edici, istihsan edici, mâşâallah diyerek müşahede edicilerin başlarında teşhir ister. Daimî kemalât ise, daimî tezahür ister. O ise, takdir ve istihsan edicilerin devam-ı vücudunu ister. Bekası olmayan istihsan edicinin nazarında, kemalâtın kıymeti sukut eder.” 10.Söz, s.68.
* *

(O güzellikler, onların değil!)

“Âyine-misal mevcudatın birbiri arkasında zeval ve fenalarıyla beraber, arkalarından gelenlerin üstünde ve yüzlerinde aynı hüsün ve cemalin cilvesinin bulunması gösterir ki: Cemal onların değil; belki o cemaller, bir hüsn-ü münezzeh ve bir cemal-i mukaddesin âyâtı ve emaratıdır.” 10.Söz, s.68.
* *

Daimî bir cemal, zâil bir müştaka razı olamaz.”

“Demek hüsün ve cemal, görmek ve görünmek ister. Görmek, görünmek ise; müştak seyirci, mütehayyir istihsan edicilerin vücudunu ister. Hüsün ve cemal, ebedî sermedî olduğundan müştakların devam-ı vücudlarını ister. Çünki daimî bir cemal ise; zâil bir müştaka razı olamaz. Zira dönmemek üzere zevale mahkûm olan bir seyirci, zevalin tasavvuruyla muhabbeti adavete döner, hayreti istihfafa, hürmeti tahkire meyleder.” 10.Söz, s.69.
* *

“Hodgâm insan bilmediği şeye düşman olduğu gibi, yetişmediği şeye de zıddır.”
“hodgâm insan bilmediği şeye düşman olduğu gibi, yetişmediği şeye de zıddır. Halbuki nihayetsiz bir muhabbet, hadsiz bir şevk ve istihsan ile mukabeleye lâyık olan bir cemale karşı zımnen bir adavet ve kin ve inkâr ile mukabele eder. İşte kâfir, Allah’ın düşmanı olduğunun sırrı bundan anlaşılıyor.” 10.Söz, s.69.
* *

“Şu kâinatın mevcudatı; esma-i İlahiyeyi okutan birer mektubat-ı Samedaniye, birer muvazzaf memur ve bekaya mazhar kıymettar ve manidar birer mevcuddurlar.” 10.Söz, s.71.
* *

“Ubudiyet-i Ahmediyenin (s.a.s.) ruhu, duadır.”

“Ubudiyet-i Ahmediyenin (A.S.M.) ruhu, duadır. Belki kâinatın harekâtı ve hidematı, bir nevi duadır. Meselâ: Bir çekirdeğin hareketi; Hâlıkından, bir ağaç olmasına bir nevi duadır.” 10.Söz, s.71.
* *

O’nun (s.a.s) risaleti bu dünyanın, ubudiyeti ise dâr-ı saadetin açılmasına sebebiyet vermiştir!

“nasılki onun risaleti, şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi, لَوْلاَكَ لَوْلاَكَ لَمَا خَلَقْتُ اْلاَفْلاَكَ sırrına mazhar oldu. Onun gibi, ubudiyeti dahi öteki dâr-ı saadetin açılmasına sebebiyet verdi.”(5) 10.Söz, s.72.
* *

“İnkılab-ı ezdad içinde bilbedahe bin derece muhal şudur ki:”

Yani en cüz’î, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri ehemmiyetle işitip îfa etsin, yerine getirsin. En ehemmiyetli, lüzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın? Hâşâ ve kellâ, yüzbin defa hâşâ! Böyle bir cemal, böyle bir çirkinliği kabul edip çirkin olamaz (Evet inkılab-ı hakaik ittifaken muhaldir. Ve inkılab-ı hakaik içinde muhal-ender-muhal, bir zıd kendi zıddına inkılabıdır. Ve bu inkılab-ı ezdad içinde bilbedahe bin derece muhal şudur ki: Zıd, kendi mahiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının aynı olsun. Meselâ: Nihayetsiz bir cemal; hakikî cemal iken, hakikî çirkinlik olsun. İşte şu misalimizde meşhud ve kat’iyy-ül vücud olan bir cemal-i rububiyet; cemal-i rububiyet mahiyetinde daim iken, ayn-ı çirkinlik olsun. İşte dünyada muhal ve bâtıl misallerin en acibidir.) Demek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm; risaletiyle dünyanın kapısını açtığı gibi, ubudiyetiyle de âhiretin kapısını açar.” 10.Söz, s.72-73.
* *

“Dünyadaki tezyinat, yalnız telezzüz veya tenezzüh için değildir.”

“Şu dünyadaki tezyinat, yalnız telezzüz veya tenezzüh için değil. Çünki bir zaman lezzet verse, firakıyla birçok zaman elem verir. Sana tattırır, iştihanı açar fakat doyurmaz. Çünki ya onun ömrü kısa, ya senin ömrün kısadır. Doymağa kâfi değil. Demek kıymeti yüksek, müddeti kısa olan şu tezyinat; ibret içindir, şükür içindir, usûl-ü daimîsine teşvik içindir. Başka gayet ulvî gayeler içindir.” 10.Söz, s.74-75.
* *

“Dünyadaki müzeyyenat, Cennet’te ehl-i iman için rahmet-i Rahman’la iddihar olunan nimetlerin nümuneleri, suretleri hükmündedir.” 10.Söz, s.75.
* *

Her şeyin, yaratılma gayesi ve hayat neticesi üç kısımdır:

“Evet her şeyin vücudunun müteaddid gayeleri ve hayatının müteaddid neticeleri vardır. Ehl-i dalaletin tevehhüm ettikleri gibi dünyaya, nefislerine bakan gayelere münhasır değildir. Tâ, abesiyet ve hikmetsizlik içine girebilsin.
Belki her şeyin gayat-ı vücudu ve netaic-i hayatı üç kısımdır:
Birincisi ve en ulvîsi, Sâni’ine bakar ki; o şeye taktığı hârika-i san’at murassaatını, Şahid-i Ezelî’nin nazarına resm-i geçit tarzında arzetmektir ki, o nazara bir ân-ı seyyale yaşamak kâfi gelir. Belki vücuda gelmeden, bilkuvve niyet hükmünde olan istidadı yine kâfidir. İşte seri-üz zeval latif masnuat ve vücuda gelmeyen, yani sünbül vermeyen birer hârika-i san’at olan çekirdekler, tohumlar şu gayeyi bitamamiha verir. Faidesizlik ve abesiyet onlara gelmez. Demek her şey hayatıyla, vücuduyla Sâni’inin mu’cizat-ı kudretini ve âsâr-ı san’atını teşhir edip, Sultan-ı Zülcelal’in nazarına arzetmek birinci gayesidir.
İkinci kısım gaye-i vücud ve netice-i hayat, zîşuura bakar. Yani herşey, Sâni’-i Zülcelal’in birer mektub-u hakaik-nüma, birer kaside-i letafetnüma, birer kelime-i hikmet-eda hükmündedir ki; melaike ve cin ve hayvanın ve insanın enzarına arzeder, mütalaaya davet eder. Demek ona bakan her zîşuura, ibret-nüma bir mütalaagâhtır.
Üçüncü kısım gaye-i vücud ve netice-i hayat, o şeyin nefsine bakar ki; telezzüz ve tenezzüh ve beka ve rahatla yaşamak gibi cüz’î neticelerdir.” 10.Söz, s.75 (İkinci Haşiye).
* *

“İnsan, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır.”

“İnsan, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır; (6) belki bütün amellerinin suretleri alınıp yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri muhasebe için zabtedilir.”(7) 10.Söz, s.76.
* *

“Öyle bir Rahman, öyle bir âlemde, öyle has ibadına öyle ikramlar edecek; ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne kalb-i beşere hutur etmiştir.” (8) 10.Söz, s.77.
* *

“Nizam ve mizan, ilim ile hikmet ve irade ile kudretin tezahürüdür.”

“Evet şu kâinatı idare eden zât, herşeyi nizam ve mizan içinde muhafaza ediyor. Nizam ve mizan ise; ilim ile hikmet ve irade ile kudretin tezahürüdür. Çünki görüyoruz her masnu’ vücudunda, gayet muntazam ve mevzun yaratılıyor.” 10.Söz, s.77.
* *

“Mazi vukuattır, istikbal imkânattır.”

“Evet, zaman-ı hazırdan, tâ ibtida-i hilkat-ı âleme kadar olan zaman-ı mazi; umumen vukuattır. Vücuda gelmiş herbir günü, herbir senesi, herbir asrı; birer satırdır, birer sahifedir, birer kitabdır ki kalem-i kader ile tersim edilmiştir. Dest-i kudret, mu’cizat-ı âyâtını onlarda kemal-i hikmet ve intizam ile yazmıştır. Şu zamandan tâ kıyamete, tâ Cennet’e, tâ ebede kadar olan zaman-ı istikbal; umumen imkânattır. Yani mazi vukuattır, istikbal imkânattır. İşte o iki zamanın iki silsilesi birbirine karşı mukabele edilse; nasılki dünkü günü halkeden ve o güne mahsus mevcudatı icad eden zât; yarınki günü mevcudatıyla halketmeye muktedir olduğu hiçbir vecihle şübhe getirmez.” 10.Söz, s.78.
* *

“Hulf-ül va’d; ya cehilden, ya acizden gelir.”

“İfa-yı va’d ise; hem bize, hem her şeye, hem kendisine, hem saltanat-ı rububiyetine pek çok lâzımdır. Hulf-ül va’d ise; hem izzet-i iktidarına zıddır, hem ihata-yı ilmiyesine münafîdir. Zira hulf-ül va’d; ya cehilden, ya acizden gelir.” 10.Söz, s.79.
* *

“Haşre mani’ hiçbir şey yoktur. Muktazi ise her şeydir.” 10.Söz, s.82.
* *

“Küfür; cinayet-i mutlakadır, affa kabil değil.”

“Evet küfür, mevcudatın kıymetini iskat ve manasızlıkla ittiham ettiğinden, bütün kâinata karşı bir tahkir ve mevcudat âyinelerinde cilve-i esmayı inkâr olduğundan bütün esma-i İlahiyeye karşı bir tezyif ve mevcudatın vahdaniyete olan şehadetlerini reddettiğinden bütün mahlukata karşı bir tekzib olduğundan; istidad-ı insanîyi öyle ifsad eder ki, salah ve hayrı kabule liyakatı kalmaz. Hem bir zulm-ü azîmdir ki, umum mahlukatın ve bütün esma-i İlahiyenin hukukuna bir tecavüzdür. İşte şu hukukun muhafazası ve nefs-i kâfir hayra kabiliyetsizliği, küfrün adem-i afvını iktiza eder.  اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ şu manayı ifade eder”(9). 10.Söz, s.82.
* *

“İki ehl-i ihtisas, binler başkalardan müreccahtırlar..”

“Halbuki bir fende veya bir san’atta iki ehl-i ihtisas, binler başkalardan müreccahtırlar ve ihbarda iki müsbit, binler nâfîlere tercih edilir. Meselâ Ramazan hilâlinin sübutunu ihbar eden iki adam, binler münkirlerin inkârlarını hiçe atarlar.” 10.Söz, s.83.
* *
“Dünya bir mezraadır” (10)
“Demek, şübhesiz dünya bir mezraadır. Mahşer ise bir beyderdir, harmandır. Cennet, Cehennem ise birer mahzendir.” 10.Söz, s.83.
* *
“Hayr-ı Mutlak’tan hayır gelir..”
“Hayr-ı Mutlak’tan hayır gelir, Cemil-i Mutlak’tan güzellik gelir, Hakîm-i Mutlak’tan abes bir şey gelmez.”(11) 10.Söz, s.84.
* *
“Hikmet, adalet, inayet ve merhamet hakikatlerinden” oluşan dört anasır-ı maneviye; “ziya, hava, su ve topraktan” oluşan anasır-ı zahiriye gibi kuvvetli ve şümulludurlar!
“Eğer farz-ı muhal olarak şu işleri çeviren, şu misafirleri ve misafirhaneleri değiştiren Sultan-ı Sermedî’nin daire-i memleketinde daimî menziller, âlî mekânlar, sabit makamlar, bâki meskenler, mukim ahali, mes’ud ibadı bulunmazsa; ziya, hava, su, toprak gibi kuvvetli ve şümullü dört anasır-ı maneviye olan hikmet, adalet, inayet, merhametin hakikatlarını nefyetmek ve o anasır-ı zahiriye gibi, görünen vücudlarını inkâr etmek lâzımgelir. Çünki şu bekasız dünya ve mâfîha, onların tam hakikatlarına mazhar olamadığı malûmdur.” 10.Söz, s.85.
* *
“Adalet iki şıktır. Biri müsbet, diğeri menfîdir.”
“Evet adalet iki şıktır. Biri müsbet, diğeri menfîdir. Müsbet ise, hak sahibine hakkını vermektir. Şu kısım adalet, bu dünyada bedahet derecesinde ihatası vardır. Çünki “Üçüncü Hakikat”ta isbat edildiği gibi; her şeyin istidad lisanıyla ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla ve ızdırar lisanıyla Fâtır-ı Zülcelal’den istediği bütün matlubatını ve vücud ve hayatına lâzım olan bütün hukukunu mahsus mizanlarla, muayyen ölçülerle bilmüşahede veriyor. Demek adaletin şu kısmı, vücud ve hayat derecesinde kat’î vardır. İkinci kısım menfîdir ki, haksızları terbiye etmektir. Yani haksızların hakkını, tazib ve tecziye ile veriyor. Şu şık ise çendan tamamıyla şu dünyada tezahür etmiyor. Fakat o hakikatın vücudunu ihsas edecek bir surette hadsiz işarat ve emarat vardır.” 10.Söz, s.85.
* *
“Âhireti inkâr etmek, dünya ve mâfîhayı inkâr etmek demektir.”
“Madem dünya var. Ve dünya içinde bu âsârıyla hikmet ve inayet ve rahmet ve adalet var. Elbette dünyanın vücudu gibi kat’î olarak âhiret de var. Madem dünyada her şey bir cihette o âleme bakıyor. Demek oraya gidiliyor. Âhireti inkâr etmek, dünya ve mâfîhayı inkâr etmek demektir.” 10.Söz, s.87.
* *
“İnsan ebed içindir.”
“insanın ebede uzanmış emelleri ve kâinatı ihata etmiş efkârları ve ebedî saadetlerinin enva’ına yayılmış arzuları gösterir ki; bu insan ebed için halkedilmiş ve ebede gidecektir. Bu dünya ona bir misafirhanedir ve âhiretine bir intizar salonudur.” 10.Söz, s.88.
* *
“İnsanın ahsen-i takvimdeki hüsn-ü masnuiyeti, Sâni’i gösterdiği gibi; o ahsen-i takvimdeki kabiliyet-i câmiasıyla kısa bir zamanda zeval bulması, haşri gösterir.” 10.Söz, s.89.
* *
“İnsanların halkolunması ve haşredilmesi, kudret-i İlahiyeye nisbeten bir tek insanın halkı ve haşri gibi âsandır.”(12) 10.Söz, s.90.
* *
Mümkinatın vücud ve ademi müsavidirler!
“mümkinatın vücud ve ademinin müsavatından ibaret olan imkânındaki müvazenesi sırrıyla; az çok, büyük küçük ona müsavi olduğu gibi, bütün insanları bir tek insan gibi bir sayha ile haşre getirebilir.” 10.Söz, s.91.
* *
“Bir şeyin kuvvet ve za’fça meratibi, o şeyin içine zıddının müdahalesidir.”
“bir şeyin kuvvet ve za’fça meratibi, o şeyin içine zıddının müdahalesidir. Meselâ hararetin derecatı, soğuğun müdahalesidir. Güzelliğin meratibi, çirkinliğin müdahalesidir. Ziyanın tabakatı, karanlığın müdahalesidir.” 10.Söz, s.91.
* *
“Bir şey zâtî olsa, ârızî olmazsa, onun zıddı ona müdahale edemez.” – “Cem’-i zıddeyn muhaldir.”
“Fakat bir şey zâtî olsa, ârızî olmazsa, onun zıddı ona müdahale edemez. Çünki cem’-i zıddeyn lâzımgelir. Bu ise, muhaldir.” 10.Söz, s.91.
* *
“Asıl ve zâtî olan bir şeyde meratib yoktur.”
“Demek asıl, zâtî olan bir şeyde meratib yoktur. Madem Kadîr-i Mutlak’ın kudreti zâtîdir, mümkinat gibi ârızî değildir ve kemal-i mutlaktadır. Onun zıddı olan acz ise, muhaldir ki tedahül etsin. Demek bir baharı halketmek, Zât-ı Zülcelal’ine bir çiçek kadar ehvendir. Eğer esbaba isnad edilse; bir çiçek bir bahar kadar ağır olur. Hem bütün insanları ihya edip haşretmek, bir nefsin ihyası gibi kolaydır.” 10.Söz, s.91.
* *
“(Haşir hakikati) kadar derin ve manen pek yüksek bir yol; birdenbire bir cadde-i umumiye-i akliye hükmüne geçemez.”
“İbn-i Sina gibi bir dâhî-yi hikmet, اَلْحَشْرُ لَيْسَ عَلَى مَقَايِيسَ عَقْلِيَّةٍ demiş. “İman ederiz, fakat akıl bu yolda gidemez” diye hükmetmiştir. Hem bütün ülema-i İslâm: “Haşir, bir mes’ele-i nakliyedir, delili nakildir. Akıl ile ona gidilmez.” diye müttefikan hükmettikleri halde, elbette o kadar derin ve manen pek yüksek bir yol; birdenbire bir cadde-i umumiye-i akliye hükmüne geçemez.” 10.Söz, s.93.
* *
“(Haşir hakikatinde) akıl, dar ve küçük düsturlarıyla kendi başına kalsa âciz kalır, taklide mecbur olur”.
“Haşre akıl ile gidilmemesinin bir sırrı şudur ki: Haşr-i A’zam, İsm-i A’zamın tecellisiyle olduğundan, Cenab-ı Hakk’ın İsm-i A’zamının ve her ismin a’zamî mertebesindeki tecellisiyle zahir olan ef’al-i azîmeyi görmek ve göstermekle, haşr-i a’zam bahar gibi kolay isbat ve kat’î iz’an ve tahkikî iman edilir. Şu Onuncu Söz’de feyz-i Kur’an ile öyle görülüyor ve gösteriliyor. Yoksa akıl, dar ve küçük düsturlarıyla kendi başına kalsa âciz kalır, taklide mecbur olur.” 10.Söz, s.93.
* *
Âhiret akidesi; hayat-ı içtimaiye ve şahsiye-i insaniyenin üss-ül esası ve saadetinin ve kemalâtının esasatıdır!
“Âhiret akidesi; hayat-ı içtimaiye ve şahsiye-i insaniyenin üss-ül esası ve saadetinin ve kemalâtının esasatı olduğuna, yüzer delillerinden bir mikyas olarak yalnız dört tanesine işaret edeceğiz” 10.Söz, s.96.
* *
“Hüküm, galip olanındır. Galip olan hükmeder.” (!)
“yoksa, cehennem endişesi olmazsa, “el-hükmü lil-galib” kaidesiyle o sarhoş delikanlılar, hevesatları peşinde biçare zayıflara, acizlere dünyayı cehenneme çevireceklerdi.” 10.Söz, s.97.
* *
“Hakikat-ı haşriyenin tahakkuku ve vukuu; insaniyetin ulvî hakikatı ve küllî haceti derecesinde kat’îdir.”
“Hakikat-ı haşriyenin tahakkuku ve vukuu; insaniyetin ulvî hakikatı ve küllî haceti derecesinde kat’îdir. Belki insanın midesindeki ihtiyacın vücudu, taamların vücuduna delalet ve şehadetinden daha zahirdir ve daha ziyade tahakkukunu bildirir.” 10.Söz, s.97.
* *
“Bu zâtın (Hz. Muhammed s.a.s.) bütün hayatında bütün davaları, vahdaniyetten sonra haşirde temerküz ediyor.”
“Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın risaletine delalet eden bütün mu’cizeleri ve bütün delail-i nübüvveti ve hakkaniyetinin bütün bürhanları, birden hakikat-ı haşriyenin tahakkukuna şehadet ederek isbat ederler. Çünki bu zâtın bütün hayatında bütün davaları, vahdaniyetten sonra haşirde temerküz ediyor. Hem umum peygamberleri tasdik eden ve ettiren bütün mu’cizeleri ve hüccetleri, aynı hakikate şehadet eder.” 10.Söz, s.98.
* *
“Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın hakkaniyetini isbat eden bütün mu’cizeleri, hüccetleri ve hakikatları, birden hakikat-ı haşriyenin tahakkukuna ve vukuuna şehadet edip isbat ederler.”
Hem وَ بِرُسُلِهِ kelimesinden gelen şehadeti bedahet derecesine çıkaran, وَ كُتُبِهِ şehadeti de aynı hakikate şehadet eder. Şöyle ki: Başta Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın hakkaniyetini isbat eden bütün mu’cizeleri, hüccetleri ve hakikatları, birden hakikat-ı haşriyenin tahakkukuna ve vukuuna şehadet edip isbat ederler. Çünki Kur’anın hemen üçten birisi haşirdir ve ekser kısa surelerinin başlarında gayet kuvvetli âyât-ı haşriyedir. Sarîhan ve işareten binler âyâtıyla aynı hakikatı haber verir, isbat eder, gösterir.” 10.Söz, s.98.
* *
Başta Kur’an ve Resul-i Ekrem olarak bütün mukaddes kitablar ve peygamberler icma’ ve ittifak ile şehadet ve delalet ve işaret ederler ki..
“Başta Kur’an ve Resul-i Ekrem’in olarak bütün mukaddes kitablar ve peygamberler, bu dünyada ve her tarafta nümuneleri görülen celalli ve cemalli isimlerinin tecellileri daha parlak bir surette ebed-ül âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde rahîmane cilveleri, nümuneleri müşahede edilen ihsanatının daha şaşaalı bir tarzda dâr-ı saadette istimrarına ve bekasına ve bu kısa hayat-ı dünyeviyede onları zevk ile gören ve muhabbet ile refakat eden müştakların, ebedde dahi refakatlarına ve beraber bulunmalarına icma’ ve ittifak ile şehadet ve delalet ve işaret ederler.” 10.Söz, s.99.
* *
“Hak” ismi bütün hakikatlerin mercii, güneşi ve hamisidir!
“Ve onlar bütün hakikatların mercii ve güneşi ve hamisi olan “Hak” isminin en büyük bir şuaı; bu hakikat-ı ekber-i haşriye olduğunu iman ederek, senin emrin ile senin ibadına hak dairesinde ders veriyorlar ve ayn-ı hakikat olarak talim ediyorlar.” 10.Söz, s.100.
* *
Vâcib-ül Vücud’a şehadet eden delillerin pek çoğu, ahiretin gerekliliğini de ispatlarlar!
“Vâcib-ül Vücud’un vücuduna ve vahdetine şehadet eden ekser deliller ve hüccetler, dolayısıyla rububiyetin ve uluhiyetin en büyük medarı ve mazharı olan dâr-ı saadetin ve âlem-i bekanın vücuduna, açılmasına şehadet ederler.” 10.Söz, s.101.
* *
“Madem ezelî, ebedî bir Allah var; elbette saltanat-ı uluhiyetinin sermedî bir medarı olan âhiret vardır.” 10.Söz, s.101.
* *
Mutlak adalet, zalim ve mazlumların dirilmemek üzere ölüp eşitlenmelerine müsaade etmez!
“Ve umum kâinatta eserleri görünen şu adalet-i mutlakanın mahiyeti ise; dirilmemek suretiyle o gaddar zalimlerin ve me’yus mazlumların vefat içindeki müsavatlarına bütün bütün zıddır, kaldırmaz, müsaade etmez!” 10.Söz, s.102.
* *
“Madem Allah var, elbette âhiret vardır…”
10.Söz, s.104.
* *
“Görmediğimiz Amerika kıt’asının vücüdunu bildiğimiz gibi..”
“Görmediğimiz Amerika kıt’asının vücudunu, ondan gelenlerin ihbarıyla bedihî bildiğimiz gibi; yüz tevatür kuvvetinde bulunan melaike ihbaratıyla âlem-i bekanın ve dâr-ı âhiretin ve Cennet ve Cehennem’in vücudlarına o kat’iyyette iman etmek gerektir ve öyle de iman ederiz.” 10.Söz, s.104.
* *
Kadere imanı ispat eden bütün deliller, dolayısıyla haşre de delalet ederler!
“İman-ı Bilkader” rüknünü isbat eden bütün deliller; dolayısıyla haşre ve neşr-i suhufa ve mizan-ı ekberdeki müvazene-i a’male delalet ederler. Çünki herşeyin mukadderatını gözümüz önünde nizam ve mizan levhalarında kaydetmek ve her zîhayatın sergüzeşt-i hayatiyelerini kuvve-i hâfızalarında ve çekirdeklerinde ve sair elvah-ı misaliyede yazmak ve her zîruhun, hususan insanların defter-i a’mallerini elvah-ı mahfuzada tesbit etmek, geçirmek; elbette öyle muhit bir kader ve hakîmane bir takdir ve müdakkikane bir kayıd ve hafîzane bir kitabet; ancak mahkeme-i kübrada umumî bir muhakeme neticesinde daimî bir mükâfat ve mücazat için olabilir. Yoksa o ihatalı ve inceden ince olan kayıd ve muhafaza; bütün bütün manasız, faidesiz kalır; hikmete ve hakikate münafî olur.” 10.Söz, s.104.
* *
İmanın beş şartı da ahireti gerektirip ispat ederler!
“Elhasıl: İmanın beş rüknü bütün delilleriyle, haşir ve neşrin vukuuna ve vücuduna ve dâr-ı âhiretin vücuduna ve açılmasına delalet edip isterler ve şehadet edip taleb ederler. İşte hakikat-ı haşriyenin azametine tam muvafık böyle azametli ve sarsılmaz direkleri ve bürhanları bulunduğu içindir ki; Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın hemen hemen üçten birisi haşir ve âhireti teşkil ediyor ve onu bütün hakaikına temel taşı ve üss-ül esas yapıyor ve her şeyi onun üstüne bina ediyor.” 10.Söz, s.105.
* *
“Kâinatın en mühim neticesi ve mayesi ve hikmet-i hilkati hayattır.”
“Evet madem bu kâinatın en mühim neticesi ve mayesi ve hikmet-i hilkati hayattır. Elbette o hakikat-ı âliye; bu fâni, kısacık, noksan, elemli hayat-ı dünyeviyeye münhasır değildir.” 10.Söz, s.106.
* *
Nev’-i insanın en büyük gayesi hayat-ı ebediyedir!
“mideyi memnun eden bir Mutasarrıf-ı Kadîr, hiç mümkün müdür ki seni bilmesin ve görmesin ve nev’-i insanın en büyük gayesi olan hayat-ı ebediyeye lâzım esbabı ihzar etmesin?” 10.Söz, s.107.
* *
“Kâinatta en mühim netice hayattır.” 10.Söz. s.108.
* *
“Hayatın sırr-ı mahiyeti, “Peygamberlere iman” rüknüne bakıp remzen isbat eder.”
“hayatın sırr-ı mahiyeti, “Peygamberlere iman” rüknüne bakıp remzen isbat eder. Evet madem kâinat, hayat için yaratılmış ve hayat dahi Hayy-u Kayyum-u Ezelî’nin bir cilve-i a’zamıdır, bir nakş-ı ekmelidir, bir san’at-ı ecmelidir. Madem hayat-ı sermediye, resullerin gönderilmesiyle ve kitabların indirilmesiyle kendini gösterir. Evet eğer kitablar ve peygamberler olmaz ise, o hayat-ı ezeliye bilinmez.” 10.Söz, s.109.
* *
“Hayat, bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır.”
“hayat, bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır ve şuur ve his dahi, hayattan süzülmüş hayatın bir hülâsasıdır ve akıl dahi, şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır. Öyle de, maddî ve manevî hayat-ı Muhammediye (A.S.M.) dahi; hayattan ve ruh-u kâinattan süzülmüş hülâsat-ül hülâsadır ve risalet-i Muhammediye (A.S.M.) dahi kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en sâfi hülâsasıdır.” 10.Söz, s.109.
* *
Eğer kâinattan risalet-i Muhammediye’nin (s.a.s.) nuru ve Kur’ân çıkıp gitseler..
“Eğer kâinattan risalet-i Muhammediye’nin (A.S.M.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur’an gitse, kâinat divane olacak ve Küre-i Arz kafasını, aklını kaybedecek. Belki şuursuz kalmış olan başını, bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.” 10.Söz, s.110.
* *
“Vücud-u haricî gibi, vücud-u ilmî dahi, hayat-ı umumiyenin manevî bir cilvesine mazhardır ki..”
“Şecere-i kâinatın bütün dal ve budaklarıyla her birinin bir mazisi ve müstakbeli var. Geçmiş ve gelecek tavırlardan ve vaziyetlerinden müteşekkil bir silsilesi bulunur. Her nevi ve her cüz’ünün ilm-i İlahiyede muhtelif tavırlar ile müteaddid vücudları, bir silsile-i vücud-u ilmî teşkil eder ve vücud-u haricî gibi, vücud-u ilmî dahi, hayat-ı umumiyenin manevî bir cilvesine mazhardır ki; mukadderat-ı hayatiye o manidar ve canlı elvah-ı kaderiyeden alınır.” 10.Söz, s.110.
* *
“Bir şeyin vücud-u ilmîsindeki intizam-ı ekmel ve manidar vaziyetleri ve canlı meyveleri, tavırları, bir nevi hayat-ı maneviyeye mazhariyetini gösterir.” 10.Söz, s.110.
* *
“Hayat-ı ezeliye güneşinin ziyası olan, bu meşhud cilve-i hayat, elbette yalnız bu âlem-i şehadete ve bu zaman-ı hazıra ve bu vücud-u haricîye münhasır olamaz.” 10.Söz, s.110.
* *
Geçmiş ve gelecek mahlukatın şu ân için verdikleri bir ders!
“nasılki âlem-i şehadet ve mevcud hazır eşya intizamlarıyla ve neticeleriyle hayatdarlıkları görünüyor. Öyle de âlem-i gaybdan sayılan geçmiş ve gelecek mahlukatın dahi manen hayatdar bir vücud-u manevîleri ve ruhlu birer sübut-u ilmîleri vardır ki; Levh-i Kaza ve Kader vasıtasıyla o manevî hayatın eseri, mukadderat namıyla görünür, tezahür eder.” 10.Söz, s.111.
* *
Eşyanın dünya ve ahiretteki inşa tarzları
“Evet, dünya dâr-ül hikmet ve âhiret dâr-ül kudret olduğundan; dünyada Hakîm, Mürettib, Müdebbir, Mürebbi gibi çok isimlerin iktizasıyla, dünyada icad-ı eşya bir derece tedricî ve zaman ile olması; hikmet-i Rabbaniyenin muktezası olmuş. Âhirette ise, hikmetten ziyade kudret ve rahmetin tezahürleri için maddeye ve müddete ve zamana ve beklemeye ihtiyaç bırakmadan birden eşya inşa ediliyor. Burada bir günde ve bir senede yapılan işler, âhirette bir anda, bir lemhada inşasına işareten Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan وَمَا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ ferman eder.” (13) 10.Söz, s.113.
* *
“Size böyle nimet eden bir zât, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız.”
“Cenab-ı Hak, insana karşı ettiği ihsanat-ı azîmeyi   اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ اْلاَخْضَرِ نَارًا kelimesiyle (14) işaret edip der: “Size böyle nimet eden bir zât, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız.” 10.Söz, s.115.
* *
İnsan kainatın en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı Kâinat’ın en sevdiği masnuudur!
“şu kâinatın en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı Kâinat’ın en sevdiği masnuu ve kâinatın mevcudatıyla en ziyade alâkadar olan insandaki şedid, sarsılmaz, daimî olan “aşk-ı beka” ve “şevk-i ebediyet” ve “âmâl-i sermediyet” bilbedahe işareti ve delaletiyle,bu âlem-i fâniden sonra bir âlem-i bâki ve bir dâr-ı âhiret ve bir dâr-ı saadet bulunduğunu o derece kat’î bir surette isbat ederler ki: Dünyanın vücudu kadar, bilbedahe âhiretin vücudunu kabul etmeyi istilzam ederler.” 10.Söz, s.118.
* *
Var olan olumlu-müspet bir işin ve durumun ispatı kolay, inkarı ve yokluğunu ispat ise gayet zordur!
“Evet sübutî bir emri, ihbar etmenin kolaylığı ve inkâr ve nefyetmenin gayet müşkil olduğu, bu temsilden görünür. Şöyle ki; biri dese: Meyveleri süt konserveleri olan gayet hârika bir bahçe, Küre-i Arz üzerinde vardır. Diğeri dese: Yoktur. İsbat eden, yalnız onun yerini veyahut bazı meyvelerini göstermekle kolayca davasını isbat eder. İnkâr eden adam, nefyini isbat etmek için Küre-i Arzı bütün görmek ve göstermekle davasını isbat edebilir.” 10.Söz, s.118.
* *
Dipnotlar:
1. “O Allah ki, yedi kat gökleri uyum içinde yaratmıştır. Rahman’ın yaratmasında hiçbir düzensizlik göremezsin. Haydi gözü çevir de bak, bir çatlak görüyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar çevir ve bak! Göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) aciz ve bitkin bir halde sana dönecektir.” Mülk S., 67/3-4.
2. “Herkesin, yaptığı her hayrı ve işlediği her kötülüğü önünde hazır bulacağı gün yaklaşmaktadır (..)” Âl-i İmran S., 3/30.
3. “Gökleri, yeri ve bu ikisi içinde yaydığı canlıları yaratması, O’nun varlığının delillerindendir..”, Şura S., 42/29.
4. “Sen olmasaydın, sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım” (Hadis-i kudsî) rivayeti hakkında bkz: Aliyyulkârî, el-Esrâru’l-merfûa, s.385; el-Aclûnî, Keşfü’l-hafâ 2/214; eş-Şevkânî, el-Fevâidü’l-mecmûa, s.326’a atfen: Sözler, Şahdamar Yay., İst.2009, s.92.
5. Peygamberlik makamı, Cenâb-ı Hakk’ın pek çok İsim ve Sıfatı yanında özellikle Kelam sıfatının ve bu sıfata dayanan “Mütekellîm” (konuşan, kelam sahibi) isminin tezahürü gereğiyledir. (Mütekellîm ismi için bkz: Bakara S., 2/253; Şura S., 42/51 vd.)
6. “İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” Kıyamet S., 75/36.
7. “İnsanların amel defterleri ortaya getirilmiştir. Günahkârların bu defterlerin yazılarını korku dolu gözlerle incelediklerini görürsün. Bir yandan da «Vay başımıza gelenlere! Ne biçim deftermiş bu; küçük- büyük hiçbir davranışımızı atlatmadan sayıp dökmüş,» derler. Yaptıkları her işin kaydını karşılarında bulmuşlardır. Rabb’in hiç kimseye haksızlık etmez.” Kehf S. 18/49.
8. “Artık hiçbir nefse, yaptığı ibadet ve iyiliklere karşılık olarak ne türden müjdeler saklandığını hiç kimse bilemez” Secde S. 32/17; “Allah Teâlâ, ‘Ben salih kullarım için hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın duymadığı, hiç bir insanın hatır ve hayal edemediği nimetler hazırladım’ buyurdu.”Riyâzü’s-Sâlihîn, Cennet Nimetleri Bl., Hadis no:1185.
9. “Şirk pek büyük bir zulümdür” Lokman S., 31/13.
10. “Dünya ahiretin tarlasıdır” el-Hâkim, el-Müstadrek 4/ Hadis no: 348.
11. “Şüphesiz ki Allah güzeldir, güzelliği sever.” Müslim, İman Bl. Hadis no:147.
12. “Ey insanlar, sizin hepinizi yaratmak ve öldükten sonra yeniden diriltmek, bir tek kişiyi diriltmek gibidir.” Lokman S., 31/28.
13. “Kıyametin oluşu ise, başka değil, ancak göz açıp kapama veya daha da kısa bir anda olup biter.” Nahl S., 16/77.
14. “O’dur ki, sizin için yeşil ağaçtan bir ateş yaratır.” Yasin S., 36/80.

Yazar : Mustafa H. KURT

Mustafa H. Kurt: 1974 yılında Gaziantep'te doğdu. Cumhuriyet Lisesi (1992) ve Gaziantep Üniversitesi Tarih bölümünden mezun oldu (2000). Türkiye’de ve Almanya’da eğitimcilik yanında farklı iş kollarında çalıştı. Yazarımız, kastamonur.com yanında hâlihazırda çeşitli dergi ve haber sitelerinde yazıyor.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Avrupa’nın yeni hezeyanı: ‘Casus imamlar’ / Prof. Dr. Özcan Hıdır

Diyanet imamlarına yönelik casusluk ithamlarının yoğun olarak gündeme getirildiği Hollanda ve Avusturya’da, yapılacak ilk seçimlerde …

Kapat