Ana Sayfa / Yazarlar / Şule Yüksel Şenler

Şule Yüksel Şenler

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bediüzzaman bir gaybi tasarım ile toplumu çok yönden kucaklamış, talebelerinin mutad işleriyle meşgul olmasının yanında bir teşvik kamçısı ile Bahadıroğlu’nun nesillerin tarihle buluşmasına elçi olarak gönderiyor, bir yandan Şule Yüksel ile genç kızların dindar genç kızların hayatını düzenliyor ve başörtüsünü savunuyor, yeni bir tip hanımefendi tipi ortaya çıkarıyordu, bir yandan da Hekimoğlu ile düşünmeyi yine romanı , mücadeleyi öğretiyordu, bunların hepsi onun rahlesinde ders almış insanlardır, bizim okuduğumuz Bediüzzaman’ın dışında bir tanrısal tasarımın tezahürleridir, bu zamanın sahibi olmak demektir, zamanın sahibi olmak budur.

Kıbrıslıydılar.  Küçükken anadoluya göçtüler.Tarih 29 Mayıs 1938, Kayseri. Şule Yüksel dünyaya geldi. Babası, Sümer Fabrikası’nda görevliydi. 6 yıl sonra görevinden ayrıldı. İstanbul’a yerleştiler. Bütün aile; anneanneler, babaanneler tüm akraba kadınları modern kıyafetler içinde, zarif ve şık giyiniyorlardı.

Babası Hasan Tahsin ile annesi Mihriban Ümran Hanım, teyze çocuklarıydı. Altı kardeştiler: Özer, Örsel, Şule Yüksel, Gonca Gülsel, Tuncer ve Çiğdem.

Şule Yüksel, Koca Ragıp Paşa İlkokulu’na giderken ailenin ekonomik düzeni bozuldu. Şenler çiftinin çocuklarına okul aile birlikleri yardım etti. Şule Yüksel, ortaokula kadar okuyabildi. Annesi kalp krizi geçirip yatağa bağlanınca okuldan alındı.O zaman ortaokul ikinci sınıfdaydı.

Artık evden çıkmıyor; temizlik yapıyor, yemek pişiriyordu. Arta kalan zamanlarında hep kitap okudu; ne bulursa onu okudu. Öyküler yazmaya başladı. Bunları Safa Önal’ın çıkardığı “Yelpaze” Dergisi’ne gönderdi. İlk yazarlığa burada adım attı.Sonra Gökhan Evliyaoğlu, Peyami Safa gibi devrin ünlü isimlerinin bulunduğu “Yeni İstanbul” Gazetesi’nin gençlik köşesinde yazmaya başladı.

21 yaşında gazetecilik yapmaya başlamıştır. 1960’lı yıllarda yazıları ve konferanslarıyla tanınmıştır.

Hür SözYeni İstiklalBabıalide Sabah gazetelerinde kadın sayfası yaptı. Bugün gazetesinde 1967-71’de köşe yazarı idi. Seher Vakti dergisinin başyazarı oldu. 1971’de hapis yattı. 1980’den sonra Zaman ve Millî Gazete‘de yazdı.  

Huzur Sokağı adlı romanı filme alındı. Yücel Çakmaklı‘nın yönettiği Birleşen Yollar adlı filmin baş rollerinde İzzet Günay ve Türkân Şoray oynadı.

 Anadoluyu dolaşarak verdiği konferanslarla tartışmalar başlatmıştır. Onu taklit eden genç kızların başlarını aynı şekilde örtmeleriyle bu tarz örtü Şulebaşı olarak anılmaya başlandı. Cevdet Sunay‘a yazdığı bir mektup yüzünden cumhurbaşkanına hakaretten tutuklandı, sekiz ay cezaevinde kaldı.

Türkiye’nin dört bir yanına dolaşarak konferanslar vermeyi sürdürdü. Hür Söz, Yeni İstiklal, Babıalide Sabah gazetelerinde kadın sayfaları hazırladı. Seher Vakti Dergisi’nin başyazarı oldu. 1980’den sonra Zaman ve Milli Gazete’de yazdı.

 Ağabeyinin isteği üzerine Risaleyi Nur derslerine katılır ve oradaki kadınlardan etkilenerek 1965 yılında tesettüre girer. 

Huzur Sokağı ,7 Eylül 2012- 18 Nisan 2014 yılları arasında başrolde Ahmet Kutsi Erdoğan’ın yer aldığı eser televizyon dizisi olarak yayınlanmıştır. Şule Yüksel Şenler ilerlemiş yaşına ve rahatsızlığına rağmen ara sıra gazete ve dergilerde çeşitli yazılar yayınlamaktadır.
Herkes tarafından ilgi duyan Huzur Sokağı romanı çok satanlar listesine girer ve büyük bir yankı uyandırır. Yönetmen Yücel Çakmaklı, başrolünde Türkan Şoray’ın oynadığı ” Birleşen Yollar ” adıyla romanı sinemaya aktarır.
Bilal İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesinde okumakta olan imanlı bir gençtir. Küçük yaşlarda babasını kaybetmiştir. Annesi ile Huzur sokağında yaşamaktadır. Bu sokakta yaşayan herkes çok dindar ve yardımsever kimselerdir. Okulda ise tek arkadaşı Necati isminde bir gençtir. Her şey yolunda giderken Bilal’ in oturduğu binanın karşına yeni bir bina yapılır ve tüm mahalleli yıkılır. Çünkü gelen insanlar buradakiler gibi imanlı kimseler değil, tersine imanlı insanları küçük gören zengin kişilerdir. Bilal huzur sokağındaki herkesi camiye çağırır ve yeni binada oturan insanları öneme almamalarını ve onlarla muhatap olmamalarını ister. Bilal mahalle halkını biraz da olsa rahatlatmıştır. Bir süre sonra mahalleye gelen kişiler mahallelinin huzurunu bozmaya başlarlar. Binanın penceresinden bakan yeşil gözlü ve siyah saçlı Feyza ismindeki kıza Bilal ilk görüşte aşık olur. Her zaman Feyza’yı düşünmeye başlar ve aşık olduğunu bir türlü kabul edemez. Çünkü onun evleneceği kadın kendisi gibi imanlı ve tesettürlü birisi olmalıdır. Feyza, Bilal’i kandırmak için kafasına haince bir plan koyar. Elde edene kadar Bilal’in istediği bir kız gibi görünecek ve onu elde ettiğinde ise centilmen bir salon erkeği haline getirecektir. Feyza kapıcı ile Bilal’e haber yollar. Kapıcı Bilal’e Feyza’nın aslında çok dindar olduğunu ve ailesi zoruyla böyle davrandığını söyler. Bilal bunu duyunca çok mutlu olur. Fakat mutluluğu uzun sürmez. Feyza’nın planını öğrenen dadısı Bilal’e gelerek her şeyi anlatır. Bilal duydukları karşısında yıkılır. Kısa bir süre sonra Hacer adında bir kadınla evlenir. Hacer Bilal’in istediği gibi imanlı biridir. Feyza ‘ da Yüksek inşaat Mühendisi Selim Bey ile evlenir. Feyza, Selim ile çok mutludur. Her gün başka bir eğlence mekanına giderler. Bilal’in Nusret adında bir oğlu olmuştur. Hacer, ikinci çocuğuna doğum yapacakken bebeği ile vefat eder. Feyza’nın da Hilal adında bir kız çocuğu olmuştur. Feyza zaman içinde Bilal’i unutamadığını dadısına söyler. Dadısının söylediği sözler üzerine Feyza namaz kılmaya ve kızını imanlı biri olarak yetiştirmeye başlar. Bu durumdan hoşnut olmayan Selim çok sinirlenir. Feyza ile kavga etmeye başlarlar. Selim Feyza’yı dövünce ayrılırlar. Feyza kızı ile birlikte huzur sokağına geri döner. Feyza Bilal’in eşinin öldüğünden habersizdir. Bu nedenden dolayı Bilal ile konuşmaz. Feyza Hilal’in okulunda zor zamanlar geçirir. Hilal tesettürlü olduğu için birçok okul değiştirmek zorunda kalmıştır. Bir gün Feyza aniden fenalaşır. Hilal onu hastaneye getirir. Feyza bir süre hastanede yatar. Bu sürede Hilal ve Nusret hastanede tanışıp birbirlerine aşık olmuşlardır. Nusret’e güzel bir iş teklifi gelir. İlaç firmasının müdürü olacaktır. Bir gece iki adam ilaçların yerine uyuşturucu yerleştirir. Nusret suçsuz olduğu halde hapis yatar. Bu işi planlayan kişi Selim’dir. Selim’in yanında çalışan Hatice isimli kadın her şeyi öğrenip Feyza’ya anlatır. Feyza ise bir plan yapar ve Selim’in konuşmasını Hatice kadının yardımıyla ses kaydına alır. Duruşmada Nusret ile konuşurken, Bilal’in Nusret’ e oğlum diye seslenmesi üzerine Feyza her şeyi anlar. Feyza mahkemede tanıklık edeceği sırada Selim’in adamları tarafından vurulur. Feyza mutsuz ölmemiştir. Çünkü kızını Bilal’in oğluna teslim ederek damadını kurtarmıştır.

Huzur Sokağı adlı eser; Bilal adında imanlı bir gencin kendi yaşam tarzından uzak olan bir kıza aşık olmasını ele alıyor. Aynı zamanda bizlere evdeki hesabın çarşıya uymayacağını da vurguluyor. Kesinlikle her sayfasında merak uyandıran ve diğer yaprağı merak ettiren bir roman. Dini konuları okumayı seven okuyucular için tavsiye edebilirim. Çünkü eser çoğunlukla bizlere imanın gücünden bahsediyor. Bence Feyza karakterinin hırslı davranarak Selim ile evlenmesi çok yanlıştı. Hırsına yenik düştü ve mutsuz oldu. Romanda ne yazık ki sevdiğim bir karakter yok. Sevmediğim tek karakter ise Selim. Yazarın eserinde açık saçlı ve mini etek giyen tüm kızları ” üç günlük dünyanın gösterişine aldanan gafil gençler” olarak vurgulaması pek hoşuma gitmeyen bir durum oldu. Okuyucuya, iyi kalpli insanların yalnızca tesettürlü olduğunu düşündürmesi bence iyi bir görüş değil.

Hayrünnisa Gül’den Emine Erdoğan’a kadar birçok kadının başlarını bağlama şekline “Şulebaş” deniyor. ’Şulebaş türban’ tasarımından kara çarşafa uzanan sıradışı bir hayat.Bu başörtüsüne adını veren Şule Yüksel Şenler kimdi? Nasıl ve neden örtündü? Bu türban modelini nasıl buldu? Terzilik öğrendiği Ermeni ustasının etkisi oldu mu? Türbandan sonra neden kara çarşafa büründü? Recep Tayyip Erdoğan ile Emine Hanım birlikteliğinin arabulucusu Şule Yüksel Şenler, neden iki kez evlenip boşandı? Türban konusunda Türkiye’de “çığır açan” bir gazeteci-yazarın işte yaşam hikáyesi.

Sonra Gökhan Evliyaoğlu, Peyami Safa gibi devrin ünlü isimlerinin bulunduğu “Yeni İstanbul” Gazetesi’nin gençlik köşesinde yazmaya başladı.

Bu arada gazetenin ilanlarını hazırlayan Yüksel Bey’den resim dersi aldı. Resim derslerini müzik dersleri takip etti. Ney ve kanun çalmayı öğrendi.

AĞABEY BASKISI

Ağabeyi Özer Şenler, Said-i Nursi’nin yakın çevresi içine girmişti. Ailesinin modern yaşamına; annesi ve kız kardeşlerinin örtünmemesine ve hele hele evde bile olsa kız kardeşlerinin erkek musiki hocalarından ders almasına çok kızıyordu. Bir gün evi terk etti.

Artık ağabeyi Özer’in yeni bir hayatı vardı. Dizinin dibinden ayrılmadığı Said-i Nursi, “Özer” adını da değiştirip “Üzeyir” koymuştu! Ağabey Özer Şenler’i, Said-i Nursi ile tanıştıran kişi ise, “Milliyetçiler Derneği”nden arkadaşı Nevzat Yalçıntaş’tı.

Şule Yüksel o günlerde áşık oldu. Lise öğrencisi mahalleli bir gence tutuldu. Aşk karşılıklıydı. Dört yıl flört ettiler.

18 yaşına bastığı gün iki aile yan yana geldi. Ancak bu söz kesme merasimi tatsızlıkla sonuçlandı. Müstakbel kaynanasının, oğlu ve geliniyle aynı evde yaşamak istemesi bu birlikteliğin sonunu getirdi.

Baba Hasan Tahsin Şenler bu teklifi kabul etmedi. Bu acı sonucu mutfakta öğrenen Şule Yüksel bayılıp kaldı.

Ve yıllar geçse de bu acı dünür olayını hiç unutamadı. Hatta çocuk sahibi olamamasını da bu olaya bağladı…

ERMENİ TERZİ

Annesi, aşkını unutması için Şule Yüksel’i Bakırköy’de bir Ermeni terzinin yanına çırak verdi. Gencecik yaşında her türlü elbiseyi dikebilecek düzeye geldi. Zamanla kalfalığa kadar yükseldi.

Ermeni ustasının Avrupa’dan getirdiği moda dergilerini elinden düşürmedi. Bu dergilerde gördüklerinden etkilenip ileride “Şulebaş Türban” tasarımı ortaya çıkaracağını kuşkusuz tahmin bile edemezdi…

Moda magazin dergilerini elinden hiç düşürmedi ama siyasi olaylara da ilgisiz kalmadı. 1950’li yıllarda başlayan Kıbrıs mitinglerine katıldı. Ata yurdunu unutmamıştı. Mitinglerde kürsüye çıkıp ağlayarak şiirler okudu.

27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra kurulan Adalet Partisi’ne katıldı. AP Bakırköy Gençlik Kolları, Edebiyat ve Kültür Kolu Başkanı oldu.

Faruk Nafiz Çamlıbel’in çıkardığı “Kadın Gazetesi”nde köşe yazmaya başladı. Asıl adı “Yüksel” idi. Ama kadın olduğunun anlaşılması için adının önüne “Şule” ekledi. O artık “Şule Yüksel Şenler” idi. O dönem siyasal görüş olarak aşırı milliyetçi Nihat Atsız’a yakınlaştı. Ama ağabeyi Özer’in (Üzeyir) hastalığı yaşamını değiştirdi.

OJELİ TIRNAKLAR

Ağabeyi sarılıktı. Annesi, kız kardeşleri hastanede başında beklediler günlerce. Ağabeyi kendine gelince onlardan son bir istekte bulundu: “Örtünün!”

Şule Yüksel sinirlendi: “Ağabey, neden bizden yapamayacağımız şeyler istiyorsun?”

Ağabeyi, “O halde Risale-i Nur toplantılarına katılın” dedi. Ağabeyin ölüm döşeğinde morale ihtiyacı vardı. Kabul ettiler. Risale-i Nur toplantılarına aileden ilk olarak Şule Yüksel Şenler gitti.

Bir evde beyaz örtüler içindeki on kadın, karşılarında başı açık, modern kıyafetli ve üstelik kendilerine göre hayli dekolte bir elbise içinde onu görünce çok şaşırdı.

Şule Yüksel eteğini çekiştirip, manikürlü ojeli parmaklarını saklayarak bir köşeye çekilip oturdu. Risaleleri dinlemeye başladı. Hiçbir şey anlamadı. Sıkıldı. Birkaç toplantıdan sonra kadınlardan biri, ojeli tırnaklarını “orangutan maymunlarına” benzetince çok utandı. Kendini “düzeltmeye” önce tırnaklarından başladı, artık oje yoktu.

Sonra kadınlar başını örtmesini istedi. O da, “ayıp olmasın” diye başını yarım örtmeye başladı.

“Ağabeyin çok iyi okuyor, bakalım sen nasıl okuyacaksın” diye eline risaleleri verdiler. Çok güzel okudu; kadınlar hayran kaldı.

Takdir edilmek, kabul görmek çok hoşuna gitti.

O günden sonra namaza başladı.

’KÜRT KARISI DİYECEKLER’

Yıl 1965…

Bir gün aynanın karşısına geçti:

Besmeleyi çekip örtündü. İçinden, “Ne kadar çirkin oldum” dedi. Bu kez saçının ön tarafı görünecek şekilde başörtüsünü bağladı. “Ne kadar iradesizim” diye kızdı.

Aynanın karşısında başörtüsünü tekrar tekrar çeşitli şekillerde bağladı:

“Besleme kızlara benzedim!”

“Hizmetçi kız oldum!”

“Herkes bana gerici, yobaz gözüyle bakacak!”

Ve sonunda…

Bugün moda olan “Şulebaş tipi türban” o gün, o aynanın karşısında ortaya çıktı. “Öyle şık bir tarzda örtünmeliyim ki herkes çok beğensin!”

Beklediği olmadı. En büyük tepki, anneannesi İkbal Hanım’dan geldi. İlk sözü, “Kürt karılarına benzemişsin” oldu!

Ağabeyi dışında tüm ailesi örtünmesine karşı çıktı. Ne olduğunu soranlara “Başı ağrıyor” dediler.

Yolundan dönmedi. Kadınlara başörtüsünü sevdirmek için çok uğraş verdi; farklı şık eşarplar dikti; biyeli, atkılı, tokalı özel başörtüler taktı. Çevresi tepki gösterdikçe o örtüsüne sarındı. Örtüsü bayrağı oldu.

PAPA’NIN GELİŞİNE KARŞI

Örtünmesiyle birlikte çalıştığı yayın organı da değişti. Yeni yayın organıyla birlikte artık davalar süreci de başlayacaktı. 26 Ocak 1967 tarihinde Mehmet Şevket Eygi’nin çıkardığı “Yeni İstiklal” Gazetesi, Pakistan’da üniversiteye, ellerinde kitapları kara çarşaf içinde giden üç genç kızın fotoğrafını basıp, yanına da Şule Yüksel Şenler’in, “Müslüman kadınların örtünmesi şarttır” diyen yazısını koyunca, Türk Kadınlar Birliği dava açtı.

Şule Yüksel Şenler ilk kez mahkemeyle tanıştı. Ama bu son olmayacak; iki kez de cezaevine girecekti. Anadolu’nun her yanında seminerler vermeye başladı. Şule Yüksel gibi İstanbul’da yaşayan modern bir kadının örtünmesi, “itilmişlik duygusu” içindeki çevrelerde memnuniyet yarattı.

Her gün bir yerde panele katıldı. “Başı açık kadınlara laf atılıyor; oysa kapalı kadınlara ana-bacı gözüyle bakılıyor” diyordu.

Laf atan Müslüman erkeği değil de, laf yiyen Müslüman kadını düzeltmeye çalışıyordu!

Said-i Nursi hayranıydı. “Bugün” Gazetesi’nde Necip Fazıl Kısakürek, Said-i Nursi’nin evlenmeyişini ve sakal bırakmayışını eleştirince en sert tepkiyi o gösterdi.

Giderek radikalleşti. 1967 yılında Papa’nın Türkiye’ye gelmesine karşı çıkıp, “Ağlayın ey Müslüman kardeşlerim ağlayın” diye makale yazdı.

Ankara’da İmam Hatiplere ve İlahiyata Kız Yetiştirme Kursu açılmasını sağlayıp, müdür oldu.

Öğrencileri onun gibi “Şulebaş” türban takmaya başladı. Bu kurstan yetişen öğrencilerden biri de ünlü gazeteci Abdurrahman Dilipak’ın eşi Asiye Hanım’dı.

Tayyip Erdoğan İle Emine Hanım’ın  evliliklerinde  arabulucu  oldu.

 

 HUZUR SOKAĞI 

Huzur Sokağı adlı romanı daha sonra aynı adla dizi olmuş ve ATV’de yayınlanmıştır. Ancak Şule Yüksel Şenler Zaman gazetesi röportaj yazarı Tuğba Kaplan’a dizinin çekiminden ilk etapta  hayli kırıldığını ve endişelendiğini belirtmiştir.

Tanpınar’ın Huzur isimli bir romanı var, Şule Yüksel’in de Huzur Sokağı var, her iki romanda huzur arayışıdır, Tanpınar’ın ki bilgi kültür düşünme, Türk’ün hayat felsefesi  etrafındadır, dini motif yok sayılır. Şule Yüksel’in kitabı ise daha alt düzeyde felsefi derinliği olmayan ama hayatın neyle huzura kavuşacağını anlatan bir romandır. Her iki roman da arayış esasladır, ama nerede neyi aradıkları farklı.

Yaşadığı ilk aşk ve ilk hayal kırıklığının da etkisiyle yıllar sonra “Huzur Sokağı” adlı romanını yazdı. Bestseller oldu. Ünlendi.

Roman, “Birleşen Yollar” adıyla 1970’te sinemaya uyarlandı; yönetmen Yücel Çakmaklı’nın İslami içerikli ilk filmi oldu. Başrolde Türkan Şoray ile İzzet Günay vardı.Başörtüsü sinemaya girmişti…

Huzur Sokağı bizim için ne anlam ifade ediyordu?
Dinin yaşantılarındaki yeri hayatlarının merkezi olan gençlik için hayatının çoğunlukla ilk gençlik yıllarında okuduğu mühim eserlerden bir tanesi muhakkak ki Huzur Sokağı’dır.

Bir dönemin hareketli ve heyecan dolu dindar gençliği için, yazdıkları ve şehir şehir gezerek anlattıkları ile ve hatta giyiniş tarzı ile dahi bir idol olarak görülen bir isim olan Şule Yüksel Şenler’in unutulmaz eseri olan Huzur Sokağı…

Bu sokak sıradan bir sokak değildi, yaşananlar sıradan aşk romanı konusu olarak görülemeyecek bir hususiyeti taşırdı bizim için.

Anlatılan sadece mütedeyyin bir aile geleneğinden yetişen ve hayatında helal-haram çizgisini koruyan bir delikanlı olan Bilal ile asrî bir yaşam süren, zengin ve dönemin sosyetik yapısını temsil eden Feyza’nın aşkı değildi.

Bilal, babasını kaybetmiş bir yetim iken annesine sadık bir evlat olarak üniversite okuyan ama aslından kopmayan ve dinî vecibelerini yerine getiren, hatta mahalle camisinde bazen ezanları dahi okuyan ve o dönemde birçok camianın yetiştirdiği pırıl pırıl bir dindar genci -idealize edilmiş olarak- temsil eden bir isimdi.

Bilal’in, Feyza tarafından teklif edilen aşka, sırf hayatlarındaki dinî hassasiyet noktasında Feyza’nın kendisine uymadığını düşünerek hayır demesi.

Ve romanın sonunda, yolların nasıl da birbirinden farklı göründüğü halde kendileri için olmasa da çocukları için artık aynı dünyanın insanları olarak hayatlarını birleştirebilecekleri bir duruma geldiklerini gösteren bir çizgi üzerinde sırf “dini hassasiyetin” ön plana çıkartılarak meselenin izah edildiği bir kurguda Şule Yüksel Şenler’in şehir şehir gezerek anlattıkları ile kurgulanmış bir gerçeklik vardı.

Bu roman çok okundu, hatta öyle ki olmazsa olmazlardan oldu. Ben lisede bu kitabı okurken, babam “ben sanayide çıraklık yaparken okumuştum bu romanı” dediğinde roman biraz daha farklılaştırmıştı bana güzelliğini.

Edebiyatçılar, “bu eserler esasen roman değildir, içlerinde tez barındırıyorlar” dese de o tez bir zamanlar yerine sağlıklı bir şekilde ulaştığı için bizim romandan beklediğimizi hakkıyla yerine getirmiş oluyordu.

Roman, bu derece ilgi ve alaka görmesinden sonra sinemaya da adını yazdırması ve etkinliğini daha da artırması için yine Yücel Çakmaklı tarafından “Birleşen Yollar” adı ile, aslına sadık kalınarak ve üzerine düşen görevi yerine getirerek film haline getirilmiş, beyaz perdeye uyarlanmıştı.

Başörtüsüne “görüntü kirliliği” diyen bir başrol oyuncusu da var

Aradan çok uzun yıllar geçti. Yaşantılarında Huzur Sokağı iklimi esen semtlerin, hem meskeni değişti hem de sakinleri…

Modernleşme rüzgârı savurdu çatılarımızı, tahta kapılar, çelik kapılara döndü, yan yana evler birbirini tanımaz ülkelere döndü. Merkezî sistem ezan okuma çıktı, mahallenin gençleri, mahalleye açılan internet kafelerde takılır oldu.

Huzur dolu sokakların huzuru hepten kalmamışken, sadece hatırasını koruyan bir sokak olarak kalan Huzur Sokağı’nın bu günlerde hatırası ve hassasiyeti yıkılmaya çalışılıyor.

Her şeyin İslamileşmesi midir yoksa muhafazakar isimlerin artık hassasiyetleri entegre etme meyli midir bilmem.

Bir dizi reklamı yapılıyor şimdi bir kanalda, sokakları aşinası olmadığımız yerler, yaşantıları bize benzemeyen insanların oynayacağı, daha öncesinde isimlerini ve yüzlerini başka dizilerde kirletmiş olmalarına rağmen onların seçilmesinin verdiği vahametle insan içine bir soğukluk veren fragmanı ile başlayacak olan bu dizi, kalan birazcık hassasiyetimizin eski adını da unutturacak bize.

Hariçten gazel: İyi de ne var ki bunda? Bu kadar, patırtı gürültü çıkarmak ne diye? Bir roman öyle ya da böyle bir dizi projesinde kullanılmış. Neyi kaybetmenin davasıdır bu?

Kontrolsüz bir mekanizması olan TV gücünün bizi de içine böylece çekmesinden kimler rahatsız, kimler umursamaz bu durumu bilmiyorum ama dizi çekimlerinde başörtüsü için “görüntü kirliliği” tabirini kullanan bir kişinin bu dizide başrol oyuncusu olması, özellikle de başörtüsü hassasiyeti ile bir devre öncülük etmiş bir ismin romanının bu zihniyete sahip birisine teslim edilmiş olması, hiçbir şey için hassasiyetimizin kalmadığını gösterir.

Eğer “bu dizi çok tuttu” denilir, “muhafazakâr kesim çok rağbet gösterdi” denilirse, bu vebal kimin üstünde kalır, hesabını kim verir? Bizi üzen asıl nokta romanın yazarının bu işe nasıl olur da olur vermesidir.

Öyle ki bu ülkede bir zaman geldi “başörtüsü onurumuzdur” mitingleri yapıldı. Sırf bu onuru korumak için nice insan makamından, mevkisinden, kariyerinden, işinden geri bırakıldı. “Başörtüsüne özgürlük” mitingleri yapıldığında, şehirlerde oluk oluk insan tek vücut olmuş, tek yürekten bir ses bu özgürlüğü haykırdı.

1971 yılında Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, “Sokaktaki örtülü kadın ve kızların öncüleri cezalarını çekecekler.” diyerek Şenler’i işaret etti.

Bunun üzerine Şenler, Sunay’a hitaben bir mektup yayımlayarak “Cumhurbaşkanının Allah’tan ve milletten özür dilemesi gerektiğini” savundu. Bunun üzerine Şenler, Cumhurbaşkanına hakaretten ötürü tutuklandı ve 8 ay cezaevinde kaldı.

Böylece 4 yıldır sürdürdüğü Bugün gazetesindeki yazarlığı son buldu. Cevdet Sunay, iki ay sonra Şenler’i affetti. Ancak Şenler, affı reddetti ve Bursa Cezaevinde cezasını sonuna kadar çekti.

Cezaevinden çıktıktan sonra Türkiye’nin dört bir yanına dolaşarak konferanslar vermeyi sürdürdü. Hür Söz, Yeni İstiklal, Babıalide Sabah gazetelerinde kadın sayfaları hazırladı. Bugün gazetesinde 1967-71’de köşe yazarlığı yaptı. Seher Vakti Dergisi’nin başyazarı oldu. 1980’den sonra Zaman ve Milli Gazete’de yazdı.

32 yaşındaki Yüksel Şule Şenler o yıl evlendi. Eşi, ilahiyat mezunu tiyatrocu Abdullah Kars idi. Şehir şehir dolayıp İslami tiyatro yapıyordu. Yani aynı zamanda dava arkadaşıydılar. Evlenmelerine Risale-i Nur talebelerinden Sait Özdemir vesile olmuştu.

Gelinliğin modelini Şule Yüksel Şenler çizdi. Kadın-erkek ayrı ayrı yapılan düğün, müziksiz ve danssız oldu. Davetiyelere ilk kez ayet ve hadis konmuştu. Konukların tesettüre uygun giyinmesi istenmişti.

Fakat:

Bu İslami düğün mutluluk getirmedi. Eşi, Şule Yüksel’i hep dövdü. Toplantılarda, “Eziyet gören kadının sabrettiği takdirde Allah katında büyük derecelere ulaşacağını” söyleyen Şule Yüksel’in dayanacak gücü kalmadı. Beş yıllık evlilik hüsranla bitti; boşandılar.

KOCA BASKISI

Hayat devam ediyordu. Koca baskısından kurtulmuştu. Tekrar panellere gitmeye; gazetelere, dergilere yazmaya başladı.

“İdealist Hanımlar Derneği”ni kurdu. Manevi başkanı oldu.

Derneğe gelen genç kızlar arasında, Emine Gülbaran (Erdoğan) da vardı. Recep Tayyip Erdoğan ile Emine Hanım’ın evliliklerinde arabulucu olan isim de Şule Yüksel Şenler’di.

Bu arada ikinci evliliğini yaptı. Eşi Kanada’da yaşamış bir maden mühendisiydi. Daha önce evlenmiş ama eşini kaybetmişti. Bir kızı vardı. (Şule Yüksel Şenler, üvey kızının yaşamına saygısından dolayı, eşinin adının yazılmasını istemedi.)

Şule Yüksel Şenler için damat adayının en önemli özelliği, namazında niyazında olmasıydı.

Evlendiler. Bakırköy’de dubleks bir apartman katına yerleştiler. Eşi dolayısıyla yeni çevre edindi. Yeni çevre, Nakşibendi İsmailağa Cemaati’ydi.

Burada tanıştığı kadınlardan; simsiyah çarşaf giyen Dr. Sevim Asımgil, yaşamında ikinci radikal değişime neden oldu.

“İslamiyet’ten soğutuyor”, “Mümkün değil çarşaf giymem” diyen Şule Yüksel Şenler bir gün kara çarşafa giriverdi.

Modern başörtüsüyle başlayan süreç, kara çarşafa gelip dayanıvermişti. Tercih kendinindi kuşkusuz. Ama ortada bir reel durum da yok muydu?

Ağabeyinin isteğiyle Nurcu olup türban takan Şule Yüksel Şenler, bu kez eşinin isteğiyle Nakşibendi olup kara çarşafa girivermişti!

KARA ÇARŞAF GİYİYOR

Türban takarak modern hayat sürdüren çevresini şaşırtan Şule Yüksel Şenler, bu kez kara çarşafa girerek türbanlı arkadaşlarını hayretler içinde bıraktı. Türbanlı arkadaşlarından koptu. Eşiyle ve üvey kızıyla Fatih Çarşamba’ya yerleşti. Milli Gazete’deki yazılarına son verdi.

Bir gün Başbakan Erdoğan’ın dünürü, gazetenin başyazarı Sadık Albayrak İsmailağa Cemaati şeyhi Mahmut Hoca’ya gelerek, Şenler’in tekrar Milli Gazete’de yazması için izin istedi.

Şeyh Mahmut Hoca, istiharede olan Şenler’in durumuna göre, belli konularda yazmamak üzere izin verebileceğini söyledi.

İki erkek Şule Yüksel Şenler hakkında karar verirken; o dönemde Şule Yüksel Şenler’in derdi başkaydı.

İkinci kocası da fiziki şiddet uyguluyordu. Her seferinde şeyhine koşuyor ama Mahmut Hoca, “Hele sabret” diyordu. 11 yıl sabretti. Boşandı. Boşanmasıyla birlikte, İsmailağa Cemaati kendisiyle tüm ilişkisini kesti! Yapayalnız kaldı.

AKIL HASTANESİNDE

Annesi Ümran Hanım vefat etmişti. Babasının yanına taşındı. Zaman Gazetesi’nde köşe yazarlığına başladı. Sorunlar yakasını bırakmadı. Babası Hasan Tahsin ağır psikolojik hastaydı; hafızasını kaybetmişti. Bir gün evden çıktı ve geri dönmedi.

Akıl hastası Hasan Tahsin’i vatandaşlar, Bakırköy Akıl Hastanesi’ne götürdü. Hastanede diğer hastalardan dayak yiyen Hasan Tahsin vefat etti.

Aynı hastalık Şule Yüksel Şenler’e de bela oldu. Hafızasını kaybetti. Kimseyi bilemedi ve tanıyamadı. Kıblenin nerede olduğunu, namazda hangi duaları hangi sırayla okuyacağını soruyordu hep.

Aynı zamanda uyuyamıyor; sabaha kadar ağlıyordu. Doktorlar sürekli uyuttular. Bu ağır yorucu hayat beynini, vücudunu yıpratmıştı. Kimbilir belki de akraba evliliği sonucuydu çektiği bu ıstıraplar? 

Şule Yüksel Şenler’in yaşamı, aslında toplumsal hayatımızın dönüşümüyle paralellik gösteriyor; yani Türkiye bugünlerde “ağabey” baskısı altında örtünüp örtünmemeyi tartışıyor.

Bundan sonra nelerin yaşanacağını Şule Yüksel Şenler’in yaşam hikáyesi anlatıyor zaten.”

Formun Altı

Sonra Gökhan Evliyaoğlu, Peyami Safa gibi devrin ünlü isimlerinin bulunduğu “Yeni İstanbul” Gazetesi’nin gençlik köşesinde yazmaya başladı.

Bu arada gazetenin ilanlarını hazırlayan Yüksel Bey’den resim dersi aldı. Resim derslerini müzik dersleri takip etti. Ney ve kanun çalmayı öğrendi.

Formun Altı

Şule Yüksel Şenler 1960’lı yıllarda gazete yazıları ve konferanslarla ün kazanmaya başladı. Ağabeyi Özer Şenler, Nurcuların lideri “Said-i Nursi”nin yakın çevresi içinde bulunuyordu. Ağabeyinin isteğiyle Risale-i Nur toplantılarına devam etmeye başladı ve örtünmesi diretildi. Geleneksel örtüleri kendisine uygun bulmayan Şenler, kendine özgü bir örtü yaptı. Anadolu’yu dolaşarak verdiği konferanslarla kendi icadı olan başörtüsünü yaymaya çalıştı. Onu taklit eden genç kızların başlarını aynı şekilde örtmeleriyle bu tarz örtü “şulebaşı” olarak ünlenmeye başladı

 Şenler ile ilgili biyografi kitabı yayınlayan yazar Demet Tezcan, vefatının ardından yaptığı açıklamada, “Şenler, çok kıymetli ve çıtası çok yüksek bir örnekti. Davası için yaptıkları karşılığında da her türlü bedeli ödemiş bir isim. Hakkında açılan davalar, hapis yatması… Şenler, zatürreye bağlı solunum yetmezliğinden vefat etti. Bu, Şule ablada yıllardır nükseden bir durumdu. Çünkü o yıllarda verem olmuştu. O koşturmada, aç, susuz, dinlenemeden, Karadeniz turnesi yaptığı bir dönemde hastalanmıştı ve tam o esnada da cezaevine girmişti. Hastalığının en zor yıllarını cezaevinde geçirmişti. Bunu hiç atlatamadı. En ufak yağmur damlasında dışarıya çıkamazdı. Son nefesini de yine davası için almış olduğu bir hastalıkla verdi.” ifadelerini kullandı.

Gazeteci-yazar Sibel Eraslan ise Şenler’in, arkasında herhangi bir STK, siyasi parti ya da maddi bir güç olmadan tek başına büyük bir mücadele veren isim olduğunu vurgulayarak, şunları aktarmıştı:

“Şenler, Türkiye’de hem direnişin hem dirilişin sembolüydü. Diriliş, ruhani manada tekrar ruhun imani aydınlanmaya yönelmesi. Bu konuda insanları davet etti. Büyük mevzuların kadınıydı, tek başına yüreğiyle çıkmıştı yola. İkinci aşamasında da başörtülü olduğu için bazı kısıtlamalarla karşı karşıya kaldı ve hukuk direnişinin sembolü oldu. 1968’den bu yana devam etti. Mesela benim hukukçu olarak serbestiyet kazanmam, mesleğimi yapabilmem için yasakların kalkması 2014 idi. Yani 1968’de Şule ablanın omuzladığı ve başlattığı hak arama, hukuk mücadelesi, avukatlar için 2014’te sonuçlandı. Bu sadece Türkiye’nin değil, dünyanın en uzun hukuk mücadelelerinden biridir. Şenler, bunun mimarıdır. Şule hanımı en güzel ifade edecek kelime, “mücahide”dir. Davasına inancı açısından cesaret ve zarafet timsaliydi. Çok iyi bir anne olabilirdi, anne olsun isterdim ama bugün gördüm ki cenazesi başında milyonlarca kızı var. O kızlardan biri olmak çok büyük bir şeref. Şule abla her türlü mücadeleyi sürdürdü. Kolay değil bir hukuk mücadelesini tek başına sürdürmek ve arkasından milyonlarca insana yol açmak.”

Misyonu 

Tamamen kendi iradesiyle yöneldiği hak ve hakikat, onu duruşuyla, kararlılığıyla kendi neslinin dikenler arasında açan bir gülü haline getirmiştir.

Nice genç kızımızın inancından taviz vermeden okumasına, ilim ve hikmetle buluşmasına, milletimize hayırlı bireyler haline gelmesine, çevresini de etkileyen bir konuma ulaşmasına vesile oldu. Şule Hanımefendi kitaplarıyla, yazılarıyla, gençlerimize yönelik sayısız konferanslarıyla ülkemizin dört bir yanını dolaşmak suretiyle verdiği konferanslarıyla on binlerce insanımıza en zor zamanda cesaret verdi. Türkiye’nin, darbecilerin ve vesayetçilerin pençesinde kıvrandığı mücadele, böyle bir insanın yolunun hapishanelerden geçmemesi tabii ki düşünülemezdi.

Şule Yüksel Şenler’i zindana atanların, yoluna dikenler döşeyenlerin hiçbiri bugün hatırlanmıyor. Ama Şule Hanımefendi inşallah nesiller boyu hayırla yad edilmeye devam edecek. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum. Yakınlarına, sevenlerine, yetiştirdiği nesillere ve tüm milletime baş sağlığı dileklerimi sunuyorum. Rabbim inşallah kendisini Hatice validemize, Ayşe validemize komşu kılar.

Müze ve Kütüphane Açılacak

Cumhurbaşkanı Erdoğan: “İnşallah Şule Yüksel Şenler Hanımefendi adına bir kütüphane ve müzeyi de en yakın zamanda açmak suretiyle, burada hem kütüphanede, müzede hemhal olmak hem kabrini ziyaret etmek suretiyle de inanıyorum ki kendilerini kabrinde çok daha mutlu etme fırsatını bulacağız.” diye konuştu.

Şule Yüksel İçin Ne Dediler?

“Şule Yüksel Şenler, bu toprağın bağrından çıkmış ve pek çok konuda ilkleri yaşamış, bir “örnek” isim. 60’lı yılların Türkiyesinde toplum bir kadının -genç kızın- başörtülü gazetecilik yaptığına, yurt çapında seri konferanslar verdiğine şahitlik ediyor, başörtülü kadının ilk mahkemesini ve ilk mahkûmiyetini şaşkınlıkla izliyordu. Kâh hüzün ve acıyla, kâh sevinç ve coşkuyla Şule Yüksel şahsında satır satır bir çığır öyküsü yazılıyordu…”  (Demet Tezcan)

 

 ESERLERİ:

Hidayet (1969), Gençliğin Izdırabı (1970, 2005), Bize Ne Oldu? (1970, 2016), Bir Bilinçli Öğretmene (1970), Sağ El (1970), Yılanla Tilki (1970), Huzur Sokağı (1970, 1973, 2000, 2016), Her Şey İslâm İçin (1974, 1975), Duyuşlar (1975), İslâm’da ve Günümüzde Kadın (1975), Uygarlığın Gözyaşları (1990,1997), Kız ve Çiçek (1990, 2004), Kadın ve Evlilik (2017).

E Kitapları: Huzur Sokağı (2016), Hidayet (2016), Kadın ve Evlilik (2017).

 Yazar , romancı , hatip ve modacı kimliği ile tanınan Şenler, AKP’ye yakın örnek aldığı bir isim olarak öne çıktı. 

28 Ağustos 2019 tarihinde İstanbul‘da vefat eden Şule Yüksel Şenler’in mezarı, Eyüp Sultan’da, Mihrişah Valide Sultan Külliyesi haziresindedir.

 Gazeteci-yazar, senarist ve kimi muhafazakar kadınların öncüsü , hakkında Cumhurbaşkanı Erdoğan yayınladığı mesajda Şenler için, “Başörtüsü mücadelesinin öncü ismi” ifadesini kullandı.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kâfirin Kaderi

Kafirin Kaderi İnsan, dünya imtihanında dürüst ve namuslu bir duruş sergilerse görmesi gereken şeyleri rahat …

Kapat