Süleyman Rüştü ÇAKIN Ağabey

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

ISPARTA KAHRAMANLARINDAN SÜLEYMAN RÜŞDÜ (ÇAKIN)

Süleyman Rüştü Çakın, 1899 yılında Isparta’da doğdu. Doğduktan sonra nasıl bir eğitim gördüğü ve ne şekilde yetiştiği hakkında çok fazla bilgimiz yoktur. Ancak, onun doğumundan sekiz-dokuz yıl sonra Osmanlı Devleti’nin her biriminde çok hızlı gelişmelerin olması; İkinci Meşrûtiyet’in ilânı, Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile Birinci Dünya Savaşı’nın ardı ardına devam etmesi, istediği eğitimi almasına mani olmuştur. Bu yüzden sadece kendisi değil, bir çok vatan evlâdının her şeyi bırakıp vatan savunmasına yönelmek zorunda kaldığı bilinmektedir.
Birinci Dünya Savaşı ve İstiklâl Harbi’ne çocuk yaşta denilecek bir çağda katılan Süleyman Rüştü, diğer akranları gibi çok sıkıntılar çekti. Yıllarca süren savaşlardan sonra memuriyete girdi. Bir süre Isparta Vergi Tahakkuk Müdürü olarak görev yaptı. Ispartalı olması hasebiyle Risâle-i Nur ve Bediüzzamanla tanışması daha erken oldu. Risâle-i Nur’a talebe olanların ilklerinden biri olarak iman hizmetine kendisini adadı. Birçok insanın çekinip uzak kalmak zorunda kaldığı bir dönemde, işten çıktıktan sonra gidip hizmete koştu. Risâlelerin yazılmasında ve neşrinde hizmette bulundu.Süleyman Rüştü, Bediüzzaman’a yakın talebelerinden olduğundan o da soruşturma, gözetim ve hapislerden nasibini aldı. 1935 yılında Eskişehir’de hapis yattı. Bu ilk hapis hayatı altı ay kadar sürdü. Hapisten tahliye olurken, bazı masraflarını görmesi maksadıyla Bediüzzaman Hazretleri kendisine para verdi. Eskişehir mahkûmiyetini 1943 yılındaki Denizli ve 1958 yılındaki Ankara mahkûmiyetleri takip etti.

Birçok hadiseye ve komploya tanık olan Süleyman Rüştü, bunlardan bazılarını hatıralarında nakletti. Eskişehir’de 1935 yılında tezgâhlanan bir hadise ibret verici bir olay olarak tarihteki yerini aldı;

“l935 yılında Eskişehir hapis ve mahkemesinden evvel, Üstad Cuma namazı için dışarıya çıkınca binlerce insan sokaklara dökülmüş. Vali ve idareciler telâş etmiş. Bu sırada “Onuncu Söz”ü de Valinin masasına bırakmışlardı. ”Bediüzzaman ve talebeleri harekete geçtiler, vilâyeti bastılar.” diye Ankara’ya bildirilmiş. Eskişehir hadisesi böylece patlak vermiş…” Bu gelişmelerden sonra Bediüzzaman ve talebeleri hakkında soruşturma başlatılmış ve hapse atılmışlardı.

Eskişehir Mahkemesi’ndeki bir duruşmada Süleyman Rüştü’yü savunan Bediüzzaman övgü dolu ifadeler kullandı; “… bu masumlar içinde, Vâridat Kâtibi Rüşdü, gençler içinde istikamet ve namusla mümtaz ve vazifesinde işgüzar, hiçbir sui ahlâkı görünmeyen bir zattır. Ben Isparta’ya getirildiğim vakit, gelip benim gibi garip bir adamın sobasını yakmak, suyunu getirmek, yemeğini pişirmek gibi hususî işlerimi Allah için yapmış. Bu zatın vazifesi vakit bırakmıyor ki, başka bir hizmette bulunsun. Yalnız akşamdan akşama bu hizmeti yapıyordu. Bu zatı mertlik ve misafirperverlik noktasında âlî bir seciyede gördüm. Bazı vehham kimseler ona diyorlardı ki: ‘Sen memursun, ona yanaşma.’ O diyormuş: ‘Bu zatın dünyaya karışacak bir emare ve arzusu yok. Benim vazifeme mâni değil. ‘Hattâ bu tevkif zamanında bile, o merdane hissiyle benim gibi zaif ve hizmete muhtaç bir biçareye herkes gözünü benden kaparken, o yardıma koşuyordu ve der idi ki: ‘Bu Hocadan ben medâr-ı ittiham bir şey göremiyorum ve yoktur ki, ben onun ittihamından temasla hissedar olayım.”

“İşte bu zat okumak için bir-iki küçük ve imanî risâleleri almış; kaza ve kadere ait risâlenin yarısını yazmış, tamamlamaya vazifesi müsaade etmediği için nüshamı bana iade etmiş. Acaba dünyada böyle bir âlî seciyeyi taşıyan müstakim bir genci böyle münasebetle ittiham edecek bir kanun var mı? Eğer ecnebî bir düşman devletinin bir adamı bir şehre gelse, misafirperverlik veya ücret mukabilinde komşusundaki bir adama hizmet etse, o hizmette ittiham altına alınır mı? Halbuki bu zat, bu vatanın benim gibi bir evlâdı ve yirmi seneden beri bu millete, hassaten Harb-i Umumî’de ve İstiklâl Harbi’ nde mühim hizmetlerde bulunmuş ihtiyar ve garip bir komşuya böyle bir hizmet eden bir zata hiç itiraz gelebilir mi? Farz-ı muhal olarak, benim gizli, yanlış fikirlerim bulunsa da, akşamdan akşama sobamı yakmaya gelmesi ile iştirak tevehhüm edilir mi?”

Mahkemede Süleyman Rüştü’yü öven Bediüzzaman, talebelerine yazdığı mektuplarda ismini zikrettiği gibi bazen de bizzat kendisine hitaben mektuplar yazdı ve bunları lâhikalara dâhil etti. Mektuplarında bu fedakâr talebesinin hizmetini övdü, duâda bulundu. Diğer bazı talebelerini överken “Kastamonu’nun Süleyman Rüşdü’sü olan Çaycı Emin” gibi ifadeler kullanarak onu taltif etti. Talebesine gönderdiği bir mektubunda şunları yazdı:

“Aziz, sıddık, bahtiyar kardeşim Süleyman Rüşdü,

Seni ve kardeşin kahraman Burhan’ı ve senin iki mübarek, masum evlâdını ve senin hane halkını, Risâle-i Nur namına ve umum şakirtler hesabına ruh u canımızla sizi tebrik ediyoruz. Böyle kudsî ve daimi sevap kazandıracak uhrevî bir hizmete muvaffakiyetinizi, Isparta ve bu memleket istikbalde alkışlayacaktır. Size çok hayırlı duâları kazandıracak. İnşaallah, Zülfikar gibi daha çok emsaline muvaffak olursunuz. Bu acip şerait içinde bu fevkalade muvaffakiyet, hem Zülfikar’ın, hem sadakatinizin bir kerametidir. Çok mübarek olan senin rüyan -ki, emr-i İlâhî ile, Kur’ân’ı, Hazret-i Peygamberimiz Aleyhissalatü Vesselâma vermek, Hazret-i Cebrail’in vazifesinin bir cilvesidir- işarettir ki, bu hizmetiniz hem rıza-yı İlâhiyeye, hem rıza-yı Peygamberîye (a.s.m.) muvafıktır. Mucizat-ı Kur’âniyeyi, Mucizat-ı Ahmediye vasıtasıyla ümmet-i Muhammediyeye (a.s.m.) tebliğ etmek mânâsıyla senin rüyan tabir edilir.

Nasıl, bir küçücük cam parçasında güneşin bir timsali, ziyasıyla o elindeki camı tutanla münasebettar olur, bir nev’i muhabere eder. Öyle de hususî bir tecelli ile rüyalarda -Selef-i Salihin’de bu çeşit rüyalar görülmüş- makbuliyet ve rıza alâmetidir. Hazret-i Peygamberin (a.s.m.) yanında gördüğün adam da, Nur ve Risâle-i Nur şakirtlerinin şahs-ı manevisidir. (Emirdağ Lâhikası, s.212).

Bediüzzaman bir başka mektupta da; “Kahraman ve sadakatte hiç sarsılmadan ve kardeşiyle masum olmalarıyla ve az zamanda pek çok kıymetdar hizmet eden Süleyman Rüştü’nün dünyada, ahirette Cenâb-ı Hak onu mânevî ve maddî ticaretinde daima onu ihsanına mazhar eylesin. Amin.” (Emirdağ Lâhikası, s. 257) şeklindeki ifadeler yer verdi.

Süleyman Rüştü, yıllar süren iman hizmeti ve bereketli ömrün sonunda 1974 yılı Temmuz’unda memleketi Isparta’da vefat etti.

saidnursi.de

***

Ek:

Üstadımız Bediüzzaman’ın özel iltifatlarına mazhar olan Süleyman Rüştü, Risale-i Nur’un saff-ı evvel talebelerindendir. Üstad, onun hakkında “Barlalı Sıddık Süleyman gibi o da Isparta’nın Sıddık Süleyman Rüştü’südür.” demiştir. Bediüzzaman Hazretleri’nin başka bir yerde “Bu zatı mert ve misafirperverlik noktasında âlî bir seciyede gördüm.” dediği Süleyman Rüştü, mümtaz bir şahsiyete sahiptir.

Hizmetteki sadakati, fedakârlığıyla hep ön saflarda yer alan Süleyman Rüştü, daima sadakatini muhafaza etmiş, iman ve Kur’an hizmetini o ceberut devirde fütursuzca yerine getirmiştir. Hatta sık sık hapse girdiği için aile efradı ile araları açıldığı halde yine de kutsi hizmetini müstakim aklıyla hiç bırakmamıştır.

Süleyman Rüştü Çakın 1934 yılında Eskişehir, 1943 senesinde ise Denizli Hapsi’nde bulunmuştur. Nur’a hizmetinden dolayı kısa tevkif ve hapis cezaları ömrünün sonuna kadar devam etmiştir. Üstad Hazretleri diğer Ağabey’leri müdafaa ettiği gibi Süleyman Rüştü Ağabeyi de Eskişehir Hapsi’nde müdafaa etmiştir. Şöyle ki;

“Vâridat kâtibi Rüştü: “Ezcümle, bu masumlar içinde, Vâridat Kâtibi Rüştü, gençler içinde istikamet ve namusla mümtaz ve vazifesinde işgüzar, hiçbir sû-i ahlâkı görünmeyen bir zattır. Ben Isparta’ya getirildiğim vakit, gelip benim gibi garip bir adamın sobasını yakmak, suyunu getirmek, yemeğini pişirmek gibi hususî işlerimi Allah için yapmış. Bu zatın vazifesi vakit bırakmıyor ki, başka bir hizmette bulunsun. Yalnız akşamdan akşama bu hizmeti yapıyordu. Bu zatı mertlik ve misafirperverlik noktasında âli bir seciyede gördüm. Bazı vehham kimseler ona diyorlardı ki, ‘Sen memursun, ona yanaşma’ O diyormuş: ‘Bu zatın dünyaya karışacak bir emare ve arzusu yok. Benim vazifeme mâni değil. ‘ Hattâ bu tevkif zamanında bile, o merdane hissiyle benim gibi zaif ve hizmete muhtaç bir biçareye herkes gözünü benden kaparken, o yardıma koşuyordu ve der idi ki: ‘Bu Hocadan ben medar-ı ittiham bir şey göremiyorum ve yoktur ki, ben onun ittihamından temasla hissedar olayım.’

“İşte bu zat okumak için bir-iki küçük ve imanî risaleleri almış; kaza ve kadere ait risalenin yarısını yazmış, tamamlamaya vazifesi müsaade etmediği için nüshamı bana iade etmiş. Acaba dünyada böyle bir âlî seciyeyi taşıyan müstakim bir genci böyle münasebetle ittiham edecek bir kanun var mı? Eğer ecnebi bir düşman devletinin bir adamı bir şehre gelse, misafirperverlik veya ücret mukabilinde komşusundaki bir adama hizmet etse, o hizmette ittiham altına alınır mı?

Halbuki bu zat, bu vatanın benim gibi bir evlâdı ve yirmi seneden beri bu millete, hassaten Harb-i Umumî’de ve İstiklâl Harbinde mühim hizmetlerde bulunmuş ihtiyar ve garip bir komşuya böyle bir hizmet eden bir zata hiç itiraz gelebilir mi? Farz-ı muhal olarak, benim gizli, yanlış fikirlerim bulunsa da, akşamdan akşama sobamı yakmaya gelmesi ile iştirak tevehhüm edilir mi?” (Son Şahitler 2.cilt)

Üstadımıza yazdığı ve Üstadın “Sadakatte meşhur olan Barlalı Süleyman’ın vazife-i sadakatini tamamiyle yapan Isparta Süleyman’ı Rüşdü’nün bir fıkrasıdır” başlığıyla Sikke-i Tasdik-ı Gaybî’de bir fıkrası ve zeyli olan bir fıkrası daha vardır. 

Yine Üstad Hazretlerinin Lâhikaların çeşitli yerlerinde Süleyman Rüştü hakkında sitâyiş dolu ifadelerinden;

…Hüsrev’le Rüşdü, Risale-i Nur’da çok ehemmiyetli rükünlerdir. hem etraflarında, Risale-i Nur’un çok ehemmiyetli şakirtleri var. (K. Lahikası)

Hüsrev’le bir ruh iki ceset ve kendisi, bahadır biraderiyle Nur hizmetinde çok ehemmiyetli mevki alan kahraman Rüştü’nün acip bir el makinesini Nurlar için celbine çalışması, ehemmiyetli bir fütuhat-ı Nuriyenin mukaddemesidir. İnşaallah, yine Nurlar, Nurcuların, layık elleriyle kalemleri gibi tab ve neşredilecek…. (Emirdağ Lahikası)

İki kahraman kardeşin ve Mucizat-ı Ahmediye’de yedi çocuğun bir cihette bir sekizincisi hükmüne geçen Süleyman Rüştü’nün mübarek kerimesinin makine ile Zülfikar-ı Mucizat’ a çalışmasını ve Hüsrev ve Tahiri’ nin şirin ve dikkatli yazılarını teksir etmeye fedakârâne deruhte etmelerini bütün ruh u canımızla onları tebrik ederek, şimdiye kadar pek fevkalade Nurlara ettikleri kıymettar ve meyvedar sâbık hizmetlerine karşı, Risale-i Nur hesabına binler maşaallah ve barekallah ve veffakakümullah deriz. (Emirdağ Lahikası)

Üstadımız hazretleri aralarında Rüştü Ağabeyin de bulunduğu Isparta kahramanlarından üç isme şöyle dikkat çeker;

Kardeşim Hüsrev, Lütfi, Rüştü,
Size Üstad ve talebeler ve ders arkadaşları içinde fayda verecek bir fikrimi beyan edeceğim. Şöyle ki:
Sizler -haddimin fevkinde- bir cihette talebemsiniz ve bir cihette ders arkadaşlarımsınız ve bir cihette muîn ve müşavirlerimsiniz. (Barla Lahikası)

Başka bir yerde Hüsrev Ağabey ile birlikte zikreder;
Rabb-i Rahime hadsiz hamd ü sena olsun. Tasavvurumda Hüsrev, Rüştü birtek isim gibi olmuş. İkinizi, Risale-i Nur’a ait herşeyde beraber biliyorum ve buluyorum. (Kastamonu Lahikası)

Kahraman ve sadakatte hiç sarsılmadan ve kardeşiyle masum olmalarıyla ve az zamanda pek çok kıymetdar hizmet eden Süleyman Rüştü’nün dünyada, ahirette Cenab-ı Hak onu manevi ve maddi ticaretinde daima onu ihsanına mazhar eylesin. Amin. (Emirdağ Lahikası)

Lâtif Bir Bahis

Çamaşırları sermek için Rüştü’ye dedim: ‘Bu küçücük kuşlara ilişme; başka yere ser.’ O da, kemâl-i ciddiyetle, dedi ki: ‘Bu ip bize lâzımdır; sinekler başka yerde kendilerine yer bulsun.’ ” (Yirmi Sekizinci Lem’a)

Bal Hâdisesi

Süleyman Rüştü Ağabeyimiz, İktisat Risalesi’nde bahsi geçen ve Üstad hazretlerinin “Sizi otuz kırk gün o bal ile tatlandıracaktım. Siz otuz günü üçe indirdiniz. Afiyet olsun.” dediği o iki buçuk kilo balı yiyenlerden birisidir. İktisat Risalesi’nin yazılmasına sebeb olmuş ve bu Risale’nin neşrinde bulunmuştur.

Zübeyir Ağabey anlatıyor;
“Isparta’da bir hafiye sık sık Rüştü Çakın Ağabey’in ziyaretine gelirmiş. Ağabeyimize korku vermek için “Bediüzzaman Hazretleri’nin yanına gitmemeli” diye telkin edermiş. Rüştü Ağabey de o hafiyeye “serçeden korkan, tarlasına arpa ekmesin” dermiş. 

Bayram Yüksel Ağabey anlatıyor:
“Süleyman Rüştü Üstadın bu müdafaasının akabinde altı ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye oldu. Üstad, ona beş Osmanlı altını verdi. ‘Bana para lazım olduğu zaman bozdurursun’ demişti.”

Rüştü Çakın Ağabey’imiz, Isparta’nın Yenice Mezarlığı’nda kardeşi kahraman Burhan’la yanyana yatmaktadır.

Rahmetullahi Aleyh…

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Üç Edip ve İki Âlimin Kaleminden Âtıf URAL Ağabey

DURSUN GÜRLEK Gazeteci yazar Dursun Gürlek bir biyografi ustasıdır. Kendine has akıcı üslubu ile 29 …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
İhsanlar ve Garipler

İHSAN!  Yazan: Kürşad İMANLI Hayata ibretli bir nazarla baktığımızda, Allah’ın ihsânının çoğu defa kalbi kırık, …

Kapat