Ana Sayfa / Yazarlar / Süleymaniye’de Bayram Sabahı / Himmet UÇ

Süleymaniye’de Bayram Sabahı / Himmet UÇ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Prof. Dr. Himmet Uç

Süleymaniye’de Bayram Sabahı

Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede

Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye`de

 

Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,

Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi

 

Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,

Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.

 

Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,

Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.

 

Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garîb âlem bu!..

Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu…

 

Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;

O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.

 

Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık

Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;

 

Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya

, Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya.

 

Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,

Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.

 

Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı

Adamış sevdiği Allah`ına bir böyle yapı.

 

En güzel mâbedi olsun diye en son dînin

Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin.

 

Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,

Seçmiş İstanbul`un ufkunda bu kudsî tepeyi;

 

Taşımış harcını gâzîleri, serdârıyle,

Taşı yenmiş nice bin işçisi, mîmâriyle.

 

Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,

Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,

 

Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları..

Bir neferdir, bu zafer mâbedinin mîmârı.

 

Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;

Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;

 

Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;

Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,

 

Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim

Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.

 

Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını

Görüyor varlığının bir yere toplandığını;

 

Büyük Allah`ı anarken bir ağızdan herkes

Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses;

 

Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,

Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!

 

Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri

Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbîr`i

 

Ne kadar saf idi sîmâsı bu mü`min neferin!

Kimdi?Bânisi mi, mîmârı mı ulvî eserin?

 

Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu

Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,

 

Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,

Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;

 

Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz

Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;

 

Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o,

Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,

 

Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,

Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.

 

Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,

Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.

 

Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;

Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.

 

Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?

Üsküdar`dan mı? Hisar`dan mı? Kavaklar`dan mı?

 

Bursa`dan, Konya`dan, İzmir`den, uzaktan uzağa,

Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;

 

Şimdi her merhaleden, taa Bâyezîd`den, Van`dan,

Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.

 

Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher!

Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,

 

Dinliyor hepsi büyük hâtırâlar rüzgârını,

Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.

 

Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?

Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:

 

Kosova`dan, Niğbolu`dan, Varna`dan, İstanbul`dan..

Anıyor her biri bir vak`ayı heybetle bu an;

 

Belgrad`dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar`dan mı?

Son hudutlarda yücelmiş sıra dağlardan mı?

 

Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?

Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..

 

Adalar`dan mı? Tunus`dan m, Cezayir`den mi?

Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi

 

Yeni doğmus aya baktıkları yerden geliyor;

O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?

 

Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.

Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine

 

Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.

Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.

 

Türk şiirinin abide eserlerinden biridir, Süleymaniyede Bayram Sabahı. Şairler sevdikleri mekanlardan topluma açılırlar, her sanatçının mesajını dünyaya verdiği özel mekanları vardır. Milletleri millet yapan öğelerin başında dil ile din gelir. Bediüzzaman “dil, din bir ise millet birdir” der. Biz hep dinin elinden tutmuşuz ama dilin önemini onun kadar anlamamışız. Din ve dil teksiri mümkün metinlerdir, din çeşitlli şekillerde ve tekniklerle topluma yansıtıır. Ama dinin yansıtılmasında dil mükemmel bir araçtır, kullanılan dilin mükemmelliği hakikatın daha iyi anlaşılmasını sağlar. Bediüzzaman’ın anlatım dili bizim dini anlatım tarihimizin özel bir metnidir. Doğu bölgelerinde doğmuş ve büyümüş, konuşmasında Azeri aksanı olan Bediüzzaman yazarken veya yazdırırken çok güzel ve çok yönlü bir anlatım dili kullanır. Kullandığı dil gözlemci bir dildir yerine göre, tasavvuftaki gibi soyut şeylerden pek bahsetmez, görmesini bildiği için bütün itikadı eksersizleri gözlemler üzerine kurulmuştur. Türk edebiyatında böyle bir anlatım dili yok. Türk tefsir geleneğinde de böyle bir anlatım dilli yok.

Dil derken Bediüzzaman Türkçe’nin sadece sokakta konuşulan kısmını kastetmiyor, dilin edebiyat ile yakın bağlantısı var, dil ile iyi ve gerekli bir edebiyat yapılırsa dil toplum üyeleri arasında anlaşma ve uzlaşma ve kültürel açıdan yetkinlik kazanmayı sağlar. Atalarımız bin yıl bu coğrafyada Türkçe’yi kullanarak farklı eserler meydana getirmişlerdir. Cumhuriyet döneminde laik edebiyat gereği dil manadan kopuk maneviyata hizmet etmeyen bir savruk yapıda kullanılmıştır. Ama bunun dışında dil yüzyıllarca toplumu birbirine bağlayan değerlerin aracı olmuştur. Mevlid’den Yunus Divanı’na , Yusuf ile Züleyha metinlerine daha yüzlerce eserlere gidersek dili atalarımız toplumsal yapıştırıcı gibi kullandıklarını görürüz. Dili göz ardı edince ona bağlı eserlere de kulak kabartmayan bir toplum meydana gelir. Dilin işlenmediğıi bir toplumda etnik istekler daha öne çıkar ve dil farkında olmadan aşağılanır. Bu dilden doğan eserlerin de aşağılanmasını veya önemsenmemesini doğurur.

Yahya Kemal bu şiirinde bir büyük camiinin penceresinden bir milletin tarihsel serüvenini anlatır. Teorik olarak değil uygulamalı olarak… Şair bir sinema gibi, ama şimdiki zamana hapsolmamış bir zaman içinde şiiri anlatır, ta maziye gider, hale gelir istikbale uzanır. Bu sinemasal bakış içinde mazihal istikbal kompozisyonunu ortaya sererek milletin sürekliliğini nazara verir. Sanat muhayyile demektir muhayyile zengin olan sanatçılar, en basit hakikatleri hayalin zengin buluşları ile anlatırlar etkilenir ve etkilerler. Yahya Kemal’de bu hayal zenginliği görülmektir.

 Yıllarca solun Pkk’nın karşısında, bir sanatçı, din ile barışık, Risale-i Nur’un zengin dünyasından beslenen bir arkadaş gurubu , tarihini bilen dinini ve diğer sosyal bilimleri kısmen de olsa anlayan insanlar bulmak istedim. Ama kimse çıkmadı. Ben kendimi dahi koruyamaz oldum, üç beş tane anlayışsız, kültür sanat edebeyat dünyasından uzak insanlar, boyları topraktan çıkınca bizi yaşamaz hale getirdiler, bir şebeke gibi hem dilden doğan hakikatleri hem de kültürel bir kompozisyonda edebiyatı aşağıladılar. İtibar gördüler, yalan ile dolan ile her tarafı yaşanmaz hale getirdiler. Nereden nereye… Bir üniversite rektörü Yahya Kemal’in farkında değil sadece oruçları ile öğünürse bu, Türkiye’nin geldiği muhafazakar kaosun sonucudur. Her milletin kendi edebiyatı vardır, başka yerden bir edebiyat mı ithal edelim? Muhafazakarlar kültür ve sanatı anlamadılar, anlayacağa da benzemezler.

Şair oturduğu yerde dokuz asrı içine alan bir alanda düşünür.Tozlu zaman perdesi aradan kalkmıştır, Camiiye sadece o gün yaşayanlar değil dokuz asrın geçtiği coğrafyadan farklı insanlar gelmektedir. Gökte kanat yerde ayak sesleri vardır. Hava bu bayram gününün meydana getirdiği uhrevi neşeye katılmak için semadan gökyüzünden gelen hayaletlerle doludur; bunlar, büyük camiiye girerler.Ruhlar bizim anlayamadığımız bir buluşma şenliği içinde hareket ederler.

Bir milli coğrafya tarih ile tarihi seferler ile , cenglerle, gazi ve şehitlerin çabaları ile elde edilir. Atımızın nallarının cihat felsefesi ile gittiği her yere hatıralar, şehitler, gaziler bırakmışız. Bu bayram gününün mutluluğuna bu mutluluğu asıl kazanan şahıslar katılmak isterler ve manen derler ki:

“Bu bayram sizden çok bizim bayramımızdır, çünkü bu hür iklimlerde sere serpe hürriyeti tadan, dinin çatısı altında toplanan hazır nesil, biz bu günleri size armağan ettik, bizim de hakkımız bayramı sizin ile kutlamak.” Yahya Kemal neler düşünmüş ben gariban onun düşündüklerini bir derece hissetmeye çalışıyorum. 

Ne hisseden kaldı ne his 

İki değer var menfaat ve para

İki iğrenç menhus ve nakıs

Şiir, Türk milletin tarihsel macerasını Malazgirt’ten Anadolu’ya girişini anlatır. Şairin kulağına büyük sefer ve zaferlerimizden sesler gelir.ihtişamlı bir tarihin sesleri dolmuştur şiire. Karakoç, Yahya Kemal için; bozgunda, zafer ihtişam rüyası yollu sözler söyler. Çünkü Yahya Kemal yeni gözünü açtığı yirmilı yıllardan sonra olanları beğenmez ama muhalefet de etmez. Eski ihtişamlı günleri zaferleri arar, ama artık onlara gitmek imkansızdır. Bu yüzden memnuniyetsizliğini hisseden ekabir-i esagir, onu elçiliklerle uzklaştırırlar, hatta Yakup Kadri ‘yi bile.. Ya Halide Edip? O hamiyetli kadın soluğu Avrupada alır ceberutların cehenneme intikalinden sonra istanbul’a ayak basar.

Şiirde bir mlleti milet yapan bütün öğeler bir araya getirilmiş büyük bir armoni gerçekleştirmiştir. Bu şiirdeki armoni bugün bu ülkede yoktur, herkes farklı yerlerde davul çalar, piyanonun telleri bozulmuş, din, milliyet, tarih ve dil bir arada kaynaması ve armonikal olması lazımken kerahet vaktına kalan muhafazakların elinde kalmıştır, kabukta, kof, yüzeysel, düşünceyi kaybetmiş, şöhret ve gösterişin debdebesinde boğulmuş..

 Nerden düştüm mukaddesat diye bu batağın içine; herşey ruhsuz ve sadece görüntü,..Yahya Kemali kabullenemeyen muhafazakarlık. Yazıklar olsun emeklerimize böyle mi olacaktı.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den Kadir Gecesi Mesajı

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den Kadir Gecesi Mesajı Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, vicdanı olan herkesi …

Kapat