Ana Sayfa / Yazarlar / Suriye’yi Hama’ya çevirmek / Vehbi KARA

Suriye’yi Hama’ya çevirmek / Vehbi KARA

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Suriye’yi Hama’ya çevirmek

Suriye’de katliamların yapılmaya başlamasından bu güne tam beş yıl geçti. Bugüne kadar resmi kayıtlara göre 400 bin insan öldürüldü. Dört değil dörtyüz değil, dörtbin değil, kırkbin değil tam dörtyüz bin. Olayın dehşeti kimsenin umurunda değil. Rus-Putin olanca acımasızlığı ile Suriyede masum sivil halkı en son gelişmiş teknoloji ile vurmaya devam ediyor. Küstahça vahşice.

İran ise utanmadan İslam’ı yaymaya çalıştığını iddia ederek Suriye’de Rus katliamına destek olmaya devam ediyor. Bundan 100 yıl önce Çanakkale Şehitlerine şiirinde dile getirilen vahşet şimdi tekrar gerçekleşiyor. Bu sefer Batı sınırımızda değil güney sınırımızda. Mehmet Akif şiirindeki İngiliz’in yerini Rusya ve Avustralya’nın yerini ise İran almış. Vahşet ve zulüm karşısında Avrupa yine sessiz. Sessizliği bırakın Pegida isimli yamyamlardan daha vahşi ırkçı örgütler Suriyeli sığınmacılara kapıları kapatmak için edepsizliklerini gösteriler yaparak ortaya koyuyorlar. Geçen bir yüzyıl kimsenin aklını başına getirmemiş.

Çanakkale Şehitlerini bir de Suriye Şehitleri şeklinde okuyalım:

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde -gösterdiği vahşetle- “bu: bir Avrupalı!”

Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

 

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,

Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer

Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,

Rusyayla berâber bakıyorsun: İran!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;

Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

Kimi Nusayri, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…

Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ!

 

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,

Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,

Kustu Müslümanın yıllarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…

Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.

Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb,

 

Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb

On binlerce Suriyeli, tekrar Türkiye sınırına dayandı. 2.5 milyon Suriyeli yetmediği gibi şimdi yüz binlerce insan canlarını kurtarmak için tel örgüleri geçmeye çalışıyor. Ne ilginçtir ki Avrupalı Rusya ve İran’ı kınamak yerine Suriyeli sığınmacıların ayağına çelme takıp yere düşürmeye çalışıyor. Hatta bunu gazeteciler yapıyor. Trump denilen yamyamlardan daha vahşi bir canavar ırkçı söylemlerini daha da sert bir şekilde ifade ederek oy almaya çalışıyor. İşin daha kötüsü bu sayede oylarını da arttırmış durumda.

Eğer ruz-i mahşer olmasaydı hu kadar büyük cinayetlere sabretmek mümkün olamazdı. Allah’a şükürler olsun ki başımızda Erdoğan gibi bir lider var. Sınırlarımızı kapamıyor. Düşünün İsmet İnönü zaliminin yaptığı gibi bir Boraltan köprüsü faciasını daha yaşamıyoruz. Malumunuz; Ruslara iade edilen 417 Türk, onları teslim eden Türk subayının gözü önünde Serder Abad Barajının öte yakasında toptan kurşuna dizilmişlerdir. Tutsak Türklerin kurşuna dizilmeden önce söyledikleri bir ağıt şöyledir:

Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras’ı,
Yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası.
Karası, karası, merhamet fukarası,
Karası, karası, merhamet fukarası,
Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni,
Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni.
Dönüp seslendim geri, merhametsiz birine,
Beni siz vursaydınız, şu gavurun yerine

Azerbaycan’ın büyük milli şairi Almas Yıldırım, bu olayı “Dönek Kardeş” adlı şiirinde şöyle dile getiriyor:
Türk denince özü, sözü mert olur,
Dost deyince ayrılmaz bir fert olur,
Kardeş deyip dara düşsem, sığınsam,
Şimden geru bu bana bir dert olur.
Ben ne diyem bu vefasız dağlara,
Öz kardaşı dönek olan ağlara!
Türk; o Altayların dünkü eri mi?
Yolunda can koydum, verdim serimi,
Düştüğü ağlardan kurtulsun diye,
Serdim ayağına doğma yerimi…
Kardaş armağanı, dökülen kanlar,
Bana mükâfat mı giden kurbanlar?
Ben diyorum, Kayıhan’dır soyumuz,
Bir kaynaktan varlığımız, boyumuz,
Dilim dili, yolum yolu, emel bir,
Bir bayrakta, yıldız’ımız, ay’ımız.
Azerî, Türk, Türkmen; var mı ayrılık,
Nerden doğdu bu imansız gayrılık?
Alnımın yazısı, karadır kara,
Karadan bir mendil yolladım yara,
Yol uzun, el uzak, yetişmez eller,
Türklüğün kanayan kalbini sara.
Felek kıymış beslenen bu dileğe,
Lânet Türk’ü hançerleyen bileğe.
Bir suç mu düşmana göğüs gerdiğim?
Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?
Rusların açtığı yaradan derin,
Anayurtta öz kardaştan gördüğüm.
Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,
Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.

Evet Milli Şef duymaz işitmezdi, sağırdı. Kan kardeşimizi Ruslara kurban vermek ona göre hiç de yanlış değildi. Her ne ise biz bu acıyı ciğerimize gömüp şimdiki acı ile dertlenelim ve çareler arıyalım. Bakın Suriye’de 2-3 Şubat 1982’de Hama’da yaşanan ve 34. yıldönümüne girilen katliama dair en çarpıcı itiraflar neydi?

Thomas L. Friedman, From Beirut to Jerusalem’da şöyle diyordu: Suriye isyanının ilk aylarında ise kulaktan kulağa dolaşan en yaygın söylenti, Beşşar Esed’in başta annesi olmak üzere aile fertleriyle yaptığı bir toplantıdaki konuşmaydı. “Hama’da 40.000 kişi öldürdük. Şimdi 100.000 kişi öldürüp derslerini vereceğiz”.

Rıfat (Esed) Hama’da ne yaptığını çok iyi biliyordu. Gazeteci arkadaşının aktardığına göre, Lübnanlı iş adamına şöyle demişti: ‘Neden bahsediyorsun? 7.000 mi? Hayır, hayır. Biz 38.000 kişiyi öldürdük.”

Bu söylenti o kadar çok farklı yerde ve o kadar çok farklı kişiden duyulmuştur ki Hama üzerinden mesaj vermenin ne denli etkili olduğunu anlamaya yarıyordu. Esed rejimi bütün Suriye’yi Hama yapma hedefini son beş yılda hayata geçirmişti.

2 Şubat 1982’de Hama katliamında yaşananlar ve daha önemlisi bu katliama verilen tepkilerle, Mart 2011’de başlayan Suriye isyanı arasında benzerlikleri aşan bir benzerlik vardır. Öncelikle, 1982 Hama’nın ‘vahşetinden daha çarpıcı olan yönü’ katliama yapılan karartmadır. Dünya Hama’da yaşanan katliamı günler sonra ancak duyabilmiş, aylar sonra fark etmiş ve ancak 1983 ortasından itibaren detaylarına ulaşılabilmiştir. Lakin işin hazin yanı, bugün Suriye’deki katliamlara karşı gösterilen duyarsızlığın, 1982’de Baas rejiminin yaptığı karartmadan farksız oluşudur.

Hama katliamına verilen tepkilerdeki aktörlerin pozisyonunu da -Türkiye hariç- son Suriye krizinden ayırt etmek mümkün değildir. Hatta Hama katliamına dair herhangi bir tarihsel anlatımı okuduğunuzda, 1982’yi metinde bir an görmezden gelseniz dahi, aynı vahşetin 2012’de ya da 2015’te birebir yaşandığı şeklinde anlaşılması maddi bilgi düzeyinde sıkıntılı bir durum ortaya çıkarmaz.

Bu denli tekrar eden vahşetlere, bölgeden ve uluslararası aktörlerden gelen tepkiler de benzerliklerini koruyor. Özellikle İran’ın, en az Esed rejimi kadar ve pozisyonunu koruduğunu görürsünüz. Hama katliamı sonrası tıpkı Suriye isyanında olduğu gibi ‘Siyonistleri’ işaret eden İran medyası ile 1960 ve 70’lerde Lübnan’da savaşmış ve ‘Suriye Mafyası’ olarak bilinen ekibin de devrimle birlikte belirleyici bir konuma ulaşmasıyla, Baas rejimini destekleyen pozisyonu inşa etmişlerdir.

Suriye isyanının Hama katliamına rağmen hayata geçmesi de başlı başına önemli bir konudur. Zira Hama’nın Suriye’de oluşturduğu travmaya rağmen, Suriyelilerin Baas rejimine karşı isyan edebileceğine ihtimal verilmiyordu. Ancak Irak işgalinin fay hatlarını kırması ve Arap İsyanlarının etkisiyle, Suriyeliler Esed rejiminin ne kadar ileri gidebileceğinin fazlasıyla farkında olarak ayağa kalktılar. 

Bu durumu, isyanın ilk aylarında önemli muhalif figürlerle muhatap olan hemen herkes tespit etmiştir. Yukarıda zikredilen “söylentiler” genel olarak o dönem bir ‘korku unsuru’ olmaktan ziyade ‘motivasyon ve yüzleşme imkânı’ olarak dillendirilmektedir.Sonuç itibarıyla, 20. yüzyılı ‘Hama hafızası’ ile tamamlayan, 21. yüzyılın başında ise çok daha büyük acılara düçar olan Suriye, Hama katliamından 34 yıl sonra ağır bedellerle Esed rejimi eksenine teslim olmak üzeredir.

 

Bugün tıpkı Hama’da olduğu gibi, Batı’nın karartması, Rusya-İran eksenin tam teşekküllü desteği ve DAİŞ gibi devrim karşıtı tahripkâr bir unsura rağmen, Suriye muhalefeti varlığını korumaya çalışıyor. Allah hükümetimize zeval vermesin. Rabbimden dileğim Rusya başta olmak üzere vahşilikte yamyamlara fark atan gözü dönmüşleri kahhar bir el ile tokatlamasıdır…

Yazar : Vehbi KARA

Dr. Vehbi KARA, 1965 Yılında İstanbul’da doğdu. İlk ve orta eğitimini yine İstanbul’da tamamladıktan sonra 1982 yılında Deniz Harp Okuluna girerek askeri öğrenci olarak eğitimine devam etti. 1986 Yılında Kontrol Sistemleri bölümünden Elektrik-Elektronik Mühendisi olarak mezun olduktan sonra Teğmen rütbesi ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı savaş gemilerinde ve karargâh birimlerinde deniz subayı olarak görev yaptı. Savaş gemilerinde güdümlü mermi ve top atışlarında birincilik kazanmıştır. 1997’de Yüzbaşı rütbesinde iken askerlik mesleğinden ayrıldı ve ticaret gemilerinde çalışmaya başladı. Gemi Kaptanı olarak çeşitli ülkelere ait 30’dan fazla ticari gemide görev yapmış çalıştığı firmalardan ödüller almıştır. 2011 Yılında Araştırmacı kadrosu ile İstanbul Üniversitesinde göreve başladı ve halen de bu üniversitenin Su Ürünleri Fakültesinde ve Mühendislik Fakültesinde denizcilikle ilgili meslek dersleri öğretmenliği görevini yürütmektedir. 1997 Yılında İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Bölümünde “Petrole Dayalı Stratejiler ve Uluslararası İlişkilerde Petrolün Rolü” isimli çalışması ile yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. 2015 Yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çalışma Ekonomisi ve Endüstri ilişkileri Bölümünde “Çalışma İlişkileri Açısından Kapitalizm Sonrası Dönem: Malikiyet ve Serbestiyet Devri” başlıklı çalışması ile doktora eğitimini tamamlamıştır. Uzakyol Kaptanı yeterliliğinde gemi kaptanlığı, Denizci Eğitimci Belgesi ve Elektrik-Elektronik Mühendisliği sertifikaları mevcuttur. Denizcilik, askerlik, tarih ve iktisat konularında çeşitli dergi, gazete ve internet sitelerinde makaleler yazan Vehbi KARA’nın “Bahriyede 15 Yıl” ve “Altı Ayda Altı Kıta” isimli iki kitabı bulunmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
İşte O Zaman İnsansın / Halil İbrahim DEDE

Halil İbrahim DEDE İŞTE O ZAMAN İNSANSIN Hiç unutmam; Edirne’de okurken, bir arkadaşım, İstanbul’dan bir …

Kapat