Takma Kafana

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“(Ey Habîbim!) Eyyûb’ü de (an)! Hani Rabbine: “Zarar gerçekten bana dokundu; sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye nidâ etmişti. Bunun üzerine (biz de) onun duâsını kabûl etmiştik de kendisinde bulunan zararı (o hastalığı) açmış (kaldırmış)tık; katımızdan bir rahmet ve (bize) kulluk edenlere bir ibret olmak üzere, ona âilesini ve onlarla berâber bir mislini daha verdik.” (Enbiyâ Sûresi, 83-84. Âyetler)

Ne zaman bir sıkıntılı hâl başımıza gelse ya da ne zaman az veya çok bir zulme muhatab olsak, bizim için en büyük tesellîlerden birisi, Peygamber kıssalarını ve eski kavimlerden salih ve saliha kimselerin başlarından geçen hikmetli hadiseleri hatırlamakla olur.

İnsan, bazen başına gelen sıkıntılı hâllerin tesiriyle, bazen de hedeflerine ve isteklerine ulaşamamış olmanın verdiği huzursuzlukla, manevî sıkıntılar çeker. Bu tür durumlarda kendine tesellî arar. Tesellîyi eğer meşrû dairede ararsa, başta Allah’a iman rüknü olmak üzere iman hakikatleri ona en büyük tesellîci olacaktır. Daha sonra Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen ve ardından daha teferruatlı halleriyle Hadîs-i Şerîflerden öğrenebildiğimiz Peygamber kıssaları ve salih kulların başlarından geçen hadiseler de bize tesellî vermektedir. Özellikle Peygamberlerin başlarından geçen kıssalar, bir insanın başından geçebilecek her türlü sıkıntı konusunda bizlere birer rehber durumundadır.

Hz. Yusuf’un (as) Kıssası

“Biz, bu Kur’ân’ı sana vahy etmekle, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Elbette (sen) ondan önce (bunlardan) habersiz olanlardan idin.” (Yusuf Suresi, 3)

Yusuf Suresi 3. ayette ifade edildiği üzere Hz. Yusuf Aleyhisselam’ın başından geçenler, kıssaların en güzeli olarak, bizim için en büyük dersleri ve hikmetleri içinde barındırıyor. Kardeşleri tarafından kuyuya atılmasının ardından onu bulanlar tarafından bir köle olarak satılmıştır. İffetini korumak bahasına yıllarca hapiste yatmıştır. Ama sonunda Mısır’a Azîz olmuştur.

Bu kıssa, hayatta yaşanabilecek en büyük sıkıntıları çeken ama tevekkülden, sabırdan vazgeçmeden istikâmet dairesinde kalan bir Peygamber’in yaşadıklarını anlatıyor. Bize, hayatımızda önümüze çıkabilecek sıkıntılar karşısında takınmamız gereken tavrı gösteriyor. Karşılığında bir takım olumsuzluklara da maruz kalsak, sınırlarını Allah’ın çizdiği helal dairesinden çıkmamamız gerektiğini ders veriyor. Yani hayatımızın bazı dönemlerinde birtakım sıkıntılar çeksek ve bazı hususlarda imtihan edilsek de Rabbimize sığınarak, O’na tevekkül etmekten hiçbir zaman vazgeçmememiz gerekiyor.

Hz. Yusuf Aleyhisselâm, sabrının, tevekkülünün, iffetinin ve istikâmetli hayâtının mükâfatını görüyor. Biz de böyle davranırsak, sıkıntılı hallerimizden kurtulup, sâhil-i selâmete ulaşabiliriz. Bu sebeple bu mevzuda eskiler demişler ki, “Bu da Geçer Ya Hû!” ve yine demişler ki, “Takma Kafana!

Hz. Eyüb’ün (as) Kıssası

“(Ey Habîbim!) Eyyûb’ü de (an)! Hani Rabbine: “Zarar gerçekten bana dokundu; sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye nidâ etmişti. Bunun üzerine (biz de) onun duâsını kabûl etmiştik de kendisinde bulunan zararı (o hastalığı) açmış (kaldırmış)tık; katımızdan bir rahmet ve (bize) kulluk edenlere bir ibret olmak üzere, ona âilesini ve onlarla berâber bir mislini daha verdik.” (Enbiya Suresi, 83, 84)

Hz. Eyüb Aleyhisselâm, bir beşerin hayatında yaşayabileceği en büyük belâlara muhatap olmuştur. Ama bu durum onu sabrından vazgeçirmemiştir. Yaşadığı sıkıntılar karşısında asla isyan etmemiştir. Hastalığı, diline ve kalbine sirayet edip de onu Allah’ı zikretmekten alıkoyunca; hastalığının şifası için dua etmiştir. Bu sebepledir ki; Cenâb-ı Hak, ondan aldığı bütün nimetlerini ona tekrar bahşetmiştir. Bütün mülkünü, evlâdını ve sağlığını kaybettiği hâlde isyan etmeden sabrettiği için, daha önce sahip olduğu nimetlere ziyadesiyle kavuşmuştur. Bu kadar hastalığa ve musibete karşı yıllarca sabreden Hz. Eyüb Aleyhisselâm, sabır kahramanı olarak anılagelmiştir. Onun bu sabrı, bütün musîbetzedelere ve sıkıntı içinde olanlara güzel bir örnektir.

Ashâb-ı Uhdud Kıssası

“(Ki müminlere işkence yapan) o Ashâb-ı Uhdûd, çırayla tutuşturulmuş o (çok şiddetli) ateş (hendeklerinin sahipleri) kahrolsun! O vakit onlar, onun üzerine (ateşin etrafında) oturmuş kimseler idiler. Ve onlar, müminlere yapmakta olduklarını seyredicilerdi! Ve onlardan (o müminlerden) sadece, Azîz (kudreti daima üstün olan), Hamîd (hamd edilmeye çok lâyık) olan Allah’a iman ettikleri için, (sadece bunun için) intikam aldılar. O (Allah) ki, göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Ve Allah, her şeye hakkıyla şâhiddir. Şübhesiz ki mümin erkeklere ve mümin kadınlara (imanlarından vazgeçmeleri için) işkence edip de, sonra (yaptıklarına) tevbe etmeyenler yok mu, işte onlar için Cehennem azabı vardır, hem onlar için (bu dünyada da) yangın azabı vardır (ki o ateş, kendilerini de yakmıştır)! Muhakkak ki iman edip sâlih ameller işleyenler var ya, onlar için, altlarından ırmaklar akan Cennetler vardır! İşte büyük kurtuluş budur!” (Burûc Suresi, 4-11)

Rivayetlere göre, zalim bir kralın memleketinde, imanlı bir rahibin yetiştirdiği bir çocuk, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine verdiği harika hâl ile kendisine gelen her türlü hastaların dertlerine, iman etmeleri şartı ile derman oluyordu. Bunu öğrenen kral o rahibi ve sonunda da o çocuğu öldürttü. Ama insanlar çocuktaki harikuladeliği görerek Allah’a iman ettiler. Bunun üzerine kral onları içi ateş dolu hendeklerle çevrili bir meydana topladı. İmanından dönmeyenleri teker teker ateşe attı. En sonunda bu dehşetli zulmü seyretmek için kurduğu iskelelerin tutuşmasıyla o zalim kral ve avenesi de helâk oldular. (Celâleyn Şerhi, c. 8, s. 284)

Burûc Suresinde anlatılan bu kıssa da, iman ve hakiki din davası için maddî ve manevî bütün varlıklarını feda eden ehl-i imana bir tesellidir. Zahiren güçlü görünen zalimler, yaptıkları zulümler ile aslında kendi kötü sonlarını hazırlamaktadırlar. O zalimlerin zulmüne uğrayan mazlum ehl-i iman ise ebedî cennetle mükâfatlandırılacaklardır. Öyleyse ne zaman bir sıkıntılı hâl başımıza gelse ya da ne zaman az veya çok bir zulme muhatab olsak, bizim için en büyük teselli, işte bu Peygamber kıssaları ve eski kavimlerden salih ve saliha kimselerin başlarından geçen hikmetli hadiselerdir. Bu kıssaları tahattur etmek, güzel bir teselli olur. Başımıza gelen sıkıntılı hâlleri kafamıza takmadan, “Bu da Geçer Ya Hû!” deyip; güzel bir sabır ile sabretmemize vesile olur. Peygamberlerin ve geçmiş ümmetlerin kıssalarının zikredilmesinin ve anlatılmasının hikmetlerinden biri de yerine gelmiş olur.

Yazar: Arif Emre Gündüz

İrfan Mektebi Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kâtip Çelebi’yle İlim Yolunun Genç Yolcuları İçin Mülâkat

Kâtip Çelebi'den İlim Yolunun Genç Yolcularına Öğütler ''Uçmak için iki kanat lâzımdır, bir kanatla menzil …

Kapat